Yeniyi kutlamak lazım. Yeni bir işi, yeni arkadaşları, yeni duyguları, yeni şakaları, yeni şarkıları, yeni aşkları ve tabi yeni yılı. Eskiye teşekkür etmek lazım. Eski acıları, eski anıları, eski fotoğraflardaki insanları ve eski yılları. Yol yoksa kendimiz yeni bir yol açalım. Hep iyimser olalım. Bazen tüm kalabalıklığın içinde bile yalnız hisseder insan.Kendi saçımızı okşayalım ve kendimizi kocaman kucaklayalım. Kötülere de denk gelebiliriz. O zaman o kötülerin gözünün içine bakıp kocaman bir kahkaha patlatalım. İnadına yaşayalım. Hergün sağlığımıza, huzurumuza şükredelim. İhtiyacı olanları da düşünelim. Onlara sevgi, neşe, bilgi ve ilgi verelim. Kitap okuyalım. Sefillerde ki Jan Valjan'ın yetim bir kıza duyduğu şevkati, Hemingway'in ihtiyar adam ve deniz romanında ki ihtiyar balıkçının cesaretini öğrenelim. İkinci bir hayatımız olsun. Anne, baba, sevgili, çalışan rolleri dışında bir hayatımız. Maskemizi yüzümüze takıp adeta bir Batman bir Spiderman olalım o ikinci hayatta. Tutkumuzu bulalım ve ibadet eder gibi sürekli o tutkumuzu yapalım. Resim, müzik, dans, heykel, yazmak, spor... Neyi seviyorsak onu yapalım ve o zamanlarda birinci hayatlarımızdan sıyrılıp nefes alalım. Hayal kuralım ve hayallerimizi kovalayalım. Güzel olanın varılacak yer değil yolculuğun kendisi olduğunu unutmayalım. Herkesi dinleyelim ama en çok kendimizi dinleyelim. İçimizdeki BEN'i keşfedelim. Şükredelim ve kadere güvenelim. Tanrı'ya teşekkür edelim. O'nu unutmayalım. Çünkü O bizi unutmuyor. Bu da yeni yıl yazısı olsun. Herkesin yeni yılı kutlu-mutlu olsun.
31 Aralık 2024 Salı
26 Aralık 2024 Perşembe
Hatırlamak
Şu hayatımız bir bilgi yarışması gibi. Yarışma doğumumuzla başlıyor son nefesimize kadar sürüyor. Hatırlamamız gereken cevaplar var. Bir tür kendimizi bulma oyunu oynuyoruz. Dünya bir stüdyo karşımızda bize bazen kolay bazen kazık soruları soran ketum bir hayat, cevapları hatırlamaya çalışıyoruz. Cevaplar ruhumuzda saklı lakin bize bedenimizle ve algılarımızla verilen yaşam toprak gibi üstünü örtmüş. Haz duymaya düşkünlüğümüz derinlerdeki cevapların üstünü örten bir tuzak. Hazzımızı besledikçe üzerine toprak boca ediyoruz ve cevaplardan uzaklaşıyoruz. İçimizdeki o bilgi mutlak bir bilgi. Ve onu görecelik yaratan algılarımızla değil algılarımızın ötesine geçerek kavrayabiliriz. Çoklukta değil, yoklukta bulabiliriz. Tıpkı güneşin yokluğundaki gecede gökyüzündeki yıldızları fark edebilmemiz gibi. Platon: " Ruh öğrenmez, hatırlar " demiş. Etrafımızda cereyan eden olaylar, insanlar, tabiat, fizik yasaları aslında ruhumuzun bir gölgesi. Biz o gölgeden ilham alarak evrenin mekaniğini, hayatın amacını öğrenmeye çalışıyoruz. Sınırlı bedenimiz ve izafi algılarımızla uzayıp kısalan şekil değiştiren hakikatin göreceli gölgeleriyle oyun oynuyoruz. Ama Platon'un dediği gibi ruhumuz gerçekten " Hatırlayınca " bakış açımızı değiştirip duvara yansıyan iki boyutlu siyah karaltıyı yaratan üç boyutlu renkli hakikati görüyoruz. Bu hakikat algılarımız ötesinde bir varoluş oluyor.
25 Aralık 2024 Çarşamba
Yılın Muhasebesi
Yazı yazmak aslında yalnız yapılan uzun bir yolculuğun son aşaması. Gemilerle okyanus ötesinden getirilen hammaddelerin fabrikada üretim bandına girmesi, binbir türlü proseslerden geçip işlenmesi ve sonunda ortaya çıkan ambalajlı bir ürün yazı yazmak. Sürekli iyi bir gözlemci olmanız gerekiyor. Bunu bana yıllar önce yazarlık atölyesine katıldığım Pınar Kür söylemişti. İzlediğiniz iki saatlik bir filmin içinde bir an yaşanan bir diyalog, okumak için bir hafta ayırdığınız bir kitapta rastladığınız kısa bir cümle yada sosyal medyada gördüğünüz bir hal o yazıyı yazmak için ilham oluyor. Bu tıpkı yürürken sokakta bir düğme bulup bu düğmeye şu ceket gider, bu cekete şu pantalon gider, bu takıma şu palto gider diyip bir düğmeden tepeden tırnağa yeni bir kıyafet diktirmeye benziyor. Yazıyı yalnız yazıyorsunuz ancak paylaştığınızda her bir okurun zihninde farklı bir yorum kazanıyor. Gelişen, değişen organik bir şey oluyor. Bu yazı aslında sonuna geldiğimiz 2024 yılının muhasebesi. Bu yıl şimdiye kadar 262 yazı yazmışım. Bu yazıyla beraber 263 yazı ediyor.Dilekolay haftada 5 yazı ediyor. Yazılarımı takip edip okuyan, beğenip paylaşan, sessizce beğenip like lamayan ( sizi gidi sizi ;) tüm okurlarıma teşekkür ediyorum. Yeni yılda Allah izin verirse yazılarımla huzurunuzda olmaya devam edeceğim. Şimdiden mutlu yıllar diliyorum.
24 Aralık 2024 Salı
Ötesi
Buda'nın öğretilerinin yeraldığı DHAMMAPHADA kitabını okudum. Kitapta şöyle bir cümle geçiyor:
"Bu hayatta, iyinin ve kötünün ötesine geçebilen, acıdan ve tutkudan özgür olan, saf kişi; Brahmin'dir." Bu cümle zihnimde bir ışık yaktı. Bu arada Brahmin: Hinduizm'de nesiller boyu kutsal öğrenme rahipleri olarak uzmanlaşmış varna (sınıf) demektir.
İyinin ve kötünün ötesine geçebilmek... Şu hayatta hep iyiyi isteriz. İyi bir iş, iyi bir eş, iyi bir ev, iyi bir yemek, iyi bir kıyafet, iyi bir araba vs. İyiye olan açlığımız içimizdeki arzu ateşini parlatır. Bu ateş tehlikelidir. Etrafımız daha iyiye ulaşmak için vicdanını susturan ve ruhunu satan insanlarla dolu değil mi? İşte bu arzu ateşi insanın vicdanını da yakar ruhunu da satar. İyinin birde başka bir tehlikesi vardır. İyi söz işittiğimizde ( iltifat ) , iyiye sahip olduğumuzda bu egomuzu okşar. Havalara gireriz ve mütevaziliğimizi kaybederiz. Bu sefer içimizde ki kibir ateşi parlar ve o parlak ateş gözümüzü kör eder. O yüzden iyinin ötesine geçmiş insanlar arzu ve kibirden arınmış insanlardır.
Cümledeki kötülüğün ötesine geçmek kısmına değinecek olursam. Kimse kötü iş, kötü eş, kötü ev, kötü kıyafet istemez. Kötü bir şeye sahip olduğumuzda içimizde bu sefer isyan ateşi yanar. Dahada kötüsünün olabileceğini düşünemeyip o isyan ateşinin huzurumuzu, mutluluğumuzu yakmasına izin veririz. ACI ÇEKERİZ.Yada kötü bir söze, kötü bir davranışa maruz kaldığımızda bu sefer içimizde öfke ateşi yanar. Ama hayatta kötünün de ötesine geçebilmiş kişiler acıdan özgürleşmiş kişilerdir ve şükür ile kutsanmışlardır.
22 Aralık 2024 Pazar
Yaşlanmak
Ölümsüzlüğe bu kadar kafayı takıpda ölümü bu kadar kolay unutan insandan başka bir varlık yoktur şu dünyada. Piyasa sağlıklı yaşam gurularından, anti eeycing koçlarından, yüz geren, liposakşın yapan cerrahlardan, uzun yaşamanın sırları diyen kitaplardan geçilmiyor. Evet yaşlanınca gençliğimizdeki güzelliğimizi ve enerjimizi yitiriyoruz. Ama ben yaşlılığın da kucaklanması gereken bir hal olarak görüyorum. Vücut fiyakamızın bozulduğu ve güçten düştüğümüz yaşlılık; dörtte üçü genç ve sağlıklı geçen ömrümüz için ödediğimiz bir zekat gibi bence. Nasıl ki zengin olan her yıl malının dörtte birini yoksula dağıtıyorsa bizde 60 yılı genç geçen ömrümüzün son çeyreğinde güzelliğimizi ve enerjimizi hayata emanet edip ihtiyar bir sonbaharı yaşıyoruz. O yüzden yaşlanmaya çokda kafayı takmamak lazım. Size asla yaşlanmayan bir şey söyleyim mi? İyi kişinin erdemleri asla yaşlanmaz. Böylece onlar iyi kişilere iyiyi öğretebilirler. Evet asla yaşlanmayan şey iyiliktir. İyilik meşalesini taşıyan kişi o ateşi başka insanlara da verirse taşınan meşaleler çoğalır ve yaygınlaşır. Ve meşaleler ilk sahipleri yaşamını tamamlasa bile nesilden nesile taşınmaya devam eder. O yüzden herzaman iyilik peşinde olalım, hayata iz bırakalım işte o zaman hayata kalıcı bir dokunuş yapmış oluruz.
19 Aralık 2024 Perşembe
Masum Değiliz
Olay hafızalarımızda dün gibi taze. Hatırlarsınız 8 yıl önce DAEŞ terör örgütünüe mensup üç terörist Atatürk Havalimanına gelip önce uzun namlulu silahlarla ateş açmış sonra canlı bomba eylemi yapmış ve 45 vatandaşımız katledilmiş 236 vatandaşımız yaralanmıştı. 13.Ağır Ceza Mahkemesi saldırının failleri oldukları için 6 sanığa 46 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası vermişti. Yargıtay aldığı yeni bir kararla 12 Aralık perşembe günü bu 6 sanığı tahliye etti. Olay medyada duyulmaya başlanınca da DMM den yani Dezenformasyonla Mücadele Merkezinden şöyle bir açıklama geldi:
"...Ancak tahliye edilen söz konusu 6 sanık 8 yıldır tutuklu olup, saldırının faili değillerdir. Bu kişiler, örgüt üyeliği, örgütün finansı gibi suçlardan yargılanmaktadırlar. 6 sanığa isnat edilen suçlar yönünden tutuklu kaldıkları süreler verilecek cezaları karşılama ihtimali bulunduğundan tahliyelerine karar verilmiştir. "
Tahliye edilen DAEŞ terör örgütüne mensup bu 6 sanık meğerse olayın faili değilmiş sadece finansmanını sağlıyorlarmış. Yani sağlanan o finansmanla Atatürk Hava Limanında 45 vatandaşımızı katleden uzun namlulu silahlar ve kendini patlatan canlı bombanın bombası alınmışsa bile olay sadece finansmanmış ve çokda şey etmemek lazım mış ki bu 6 sanık 8 yıl yattıktan sonra serbest bırakılmış. Arkadaşlar bu olayı anlamak için filmi biraz geriye sarmamız gerekiyor. Bakın Yılmaz Özdil Gaslight kitabında 337 ve 338. Sayfalarda ne anlatıyor:
" Paris'te G20 zirvesi düzenlendi. Putin orada gazetecilerle konuştu. Birebir şu cümleleri kullandı. ' Türkiye Rus uçağını DAEŞ'le petrol ticaretini korumak için düşürdü, DAEŞ ve diğer terör örgütleri tarafından kontrol edilen ham petrolün Türkiye topraklarına girdiğini kanıtlayan bulgular elde ettik, buradaki meslektaşlarımıza uzaydan ve uçaktan çekilen fotoğrafları gösterdim, yasadışı petrol ticaretinin boyutlarını kanıtlayan fotoğraflar, tanker konvoyları kilometrelerce uzuyor, Suriye ve Türkiye topraklarındaki bu petrol sevkiyatı yollarının güvenliğini sağlamak için Rus uçağını vurduklarını düşünüyoruz, Türkiye'nin Suriye'deki Türkmenleri koruması elbette sadece bir bahane' dedi.
"... Yetmedi Rusya savunma bakan yardımcısı Antonov daha ağır suçlamalarda bulundu, ' Suriye'de teröristlerin gaspettiği petrol binlerce tankerden oluşan canlı boru hattıyla, üç güzargah üzerinden Türkiye'ye sevk ediliyor. Erdoğan ve ailesi bu petrol sevkiyatıyla ilişkili ' dedi, uydu fotoğraflarını basına dağıttı. Bu vahim açıklamalar, dünyada gümbür gümbür manşet oldu... "
Yani anlayacağınız Türkiye kafa kesen DAEŞ terör örgütüyle petrol ticareti yapıyordu. Daha da vahimi vardı. Filmi biraz daha geriye sarıyorum. 29 Mayıs 2015 Can Dündar imzalı haberde Cumhuriyet gazetesi MİT tırlarıyla bölgeye ilaç götürüyoruz kamuflajıyla DAEŞ terör örgütüne silah taşındığının haberini fotoğraflarıyla manşetten verdi. Görüntüler 19 Ocak 2014 tarihine aitti. Bu haberi yapan Cumhuriyet yazarı Can Dündar tutuklandı. Sonra serbest kaldı. Bir kez daha tutuklanıp demir parmaklıkların ardına gönderilmeden önce yurt dışına çıktı. Yıllardır Almanya'da sürgün hayatı yaşıyor ve memleket hasreti çekiyor.
Günümüze gelecek olursak. Suriye'de Esad rejimi devrildi. Bu operasyonu HTŞ Heyeti Tahrir El Şam adında bir örgüt yaptı. Bu örgüt esasında DAEŞ li eski teröristlerden oluşuyor ve Türkiyenin desteklediği Özgür Suriye Ordusu ÖSO ve Suriye Milli Ordusuyla bölgede iş birliği yapıyorlar. Şimdi Suriye'de Esad rejiminden sonra egemen olan eski DAEŞ'li teröristlerden oluşan HTŞ' ye şu açıdan bakmanızı istiyorum. Türkiye devleti yeni Suriye'de kurulacak rejimde söz sahibi olmak isteyecektir ve bunun için HTŞ'yi oluşturan eski DAEŞ'li teröristlerle diyalog halinde olması muhtemel. Zaten belgeleriyle teröristlerle petrol ticareti ve silah yardımı yaptığımızı yazının önceki bölümlerinde anlattım. Sizden yargıtayın geçen hafta serbest bıraktığı Atatürk Hava Limanı saldırısından tutuklu olan 46 kez müebbet almış 6 DAEŞ'li teröristi neden serbest bıraktığı konusunu; geçmişte DAEŞ'le yaptığımız petrol ticareti, MİT tırlarıyla DAEŞ'e yapılan silah yardımları ve Suriye'de Esad'ı deviren eski DAEŞ'li teröristlerin oluşturduğu HTŞ ile diyaloğumuzu göz önünde bulundurarak bir kez daha değerlendirmenizi rica ediyorum.
Masum değiliz...
Zehir
Bilim ilerledikce insanoğlu kendini gelişen teknolojiyle daha çok mukayese etme şansı buluyor. Kendimizi daha iyi tanıyoruz. İnsan dediğin biyolojik bir bilgisayar. Ruhu ise bilgisayarın yazılımı. Hayat dediğimiz koca bir internet ve insan hayatla sürekli online konumunda. Hayata bağlanıyoruz, etkileşime giriyoruz ve bilgi alışverişi yapıyoruz. Hayatta daima temiz veriler olmuyor. Tıpkı internette olduğu gibi zararlı yazılımları ve virüsleri bünyemize alabiliyoruz. Eğer karakterimiz zayıfsa bu kötü veriler bizi hata yapmaya ve günah işlemeye yönlendiriyor. Bu kötü veriler tıpkı tohum gibi. Eğer bünyemizde elverişli toprak yani " Kötülük " bulurlarsa oraya yerleşip filizleniyorlar ve sonunda zehirli bir ormana dönüşüyorlar. O sebepten nasıl banyo yapıp bedenimizi temizliyorsak aynı şekilde ruhumuzu da yıkamalıyız. Ruhumuzu temiz tutmalı onu kötülüklerden temizlemeliyiz. Bu da kendimizle yüzleşmek, itiraf, tövbe,dua ve kendimizi sık sık hesaba çekmekle mümkündür. Elinde zehir taşıyan bir kişinin elinde yara yoksa zehir o kişiye zarar veremez. Aynı şey kötülük için de geçerlidir. İçinizde kötülük yoksa size isabet eden kötülük size zarar veremez.
17 Aralık 2024 Salı
Gölge ve Işık
Gölgelerden korkarız. Bu korku bize binlerce yıl önce yaşamış atalarımızın DNA'sından geçen bir mirastır belkide. Eski çağlarda insanlar avcı-toplayıcı iken geceleri karanlık bastımı ormandaki yırtıcı hayvanların tehditlerine maruz kalırlarmış. Hep tetikte olurlar uykuları hafif olurmuş. Günümüze gelecek olursak: Çocukluğunuzu hatırlayın. Gece oldumu odamızda ütü masasının yada askıdaki paltonun gölgesini çocuk aklımızla canavarlara çevirir karanlıktan korkardık. Anne babamıza lütfen koridorun ışığını açık bırak derdik. Büyüyünce de gölgelerden korkuyoruz. Ruhumuzda kontrol edemediğimiz hayvansı dürtülerimizi barındıran gölgelerden, hayatımızdaki bilinmezlikleri yaratan gölgelerden yada tadımızın üzerine leke olan keyfimizi kaçıran olumsuzluk olarak adlandırdığımız gölgelerden korkuyoruz. Kaçırdığımız nokta şu: Her gölgenin arkasında bir ışık vardır. Gölgeyi kabullenki ışığı bulasın. Evet hayatımızdaki problemlerden kaçmak onları inkar etmek yerine işe ilk olarak onları kabul ederek başlamalıyız. Sorunlarla yüzleşmeliyiz. Çünkü gölgeyi kabullendiğimiz anda ardında onu yaratan ışığın da farkına varacağız. Ve durduğumuz odada iki adım yana çekilerek yüzümüzü pencereye dönerek o ışığa kavuşacağız. Tüm olay bakış açını değiştirmekle ilgili. Gölge varsa ışıkta var. Soru varsa cevapta var. Problem varsa çözümde var. Biz yeterki kabul edelim ve yüzleşelim.
15 Aralık 2024 Pazar
Saatler
Saat dediğimiz alet hayatlarımız için ne kadar önemli hiç düşündünüz mü? Uyumanın bir saati var, işe gidip çalışmanın bir saati var, yemek yemenin bir saati var. Birde kollarımıza takıp, duvarlara astığımız saatlerin dışında her insanın içinde tıkır tıkır çalışan bir saat daha var. İçimizdeki bu saatler bazen doğru zamanı göstermeyebiliyor. Mesela bir olumsuzluk yaşamışsak yada Allah korusun bir kayıp yaşamışsak o saat duruyor. Geçmişteki bir anda ve tarihte duruyor. O durunca biz de duruyoruz. İstiklal caddesinin ortasında etrafımızdan kalabalık ve hayat akıp giderken biz hiç kıpırdamadan duran donmuş bir heykel gibi duruyoruz. Bedenimiz şimdide ruhumuz ise geçmişte takılı kalıyor. 40 plus bir adamım ve ben geçmişte; hayalini kurduğum işten de kovuldum, kalbim kırılıp aşk acısı da çektim, sağlığımı yitirdiğim dönemler de oldu ve ebeveyn kaybı da yaşadım. Şimdi bir imkan olsa ve 20 yıl önceki 20 lerimin başındaki kendime şunu söylemek isterdim: hayatta hiç bir olayın seni geçmişine hapsetmesine izin verme. Çünkü yaşanması gereken yaşanıyor ve yaşanacak. Bunun önüne geçemeyiz. Sen hayattaki rolünü oynamak için bu hikayeye üstün bir zeka tarafından yerleştirildin. Sen özelsin. Bunun farkında ol ve hayatının her anında bunu kutla. Bazen kötü olaylar da olacak. O kötüler karşına dikilip çirkin suratlarıyla sana dik dik bakacak. Onlara kızma, öfkeye kapılma. O çirkin suratların gözlerinin içine bak ve bir kahkaha patlat. Öyle bir kahkaha at ki karşında dikilen o çirkin kötüler hasetlerinden paramparça olsunlar. Kadere güven ama çabada ol. Cömert ol. Ama az ama çok mutlaka sadaka ver. Zekat da ver. İnsanlara gülümse neşenin zekatını ver. Bilgini paylaş bilgeliğinin zekatını ver. Şevkatli ol ve sevginin zekatını ver. Son olarak şükretmeyi unutma. Çünkü sen hayatta şuanda oynadığın rol için seçildin. Bunun için oyunun sahibine teşekkür etmeyi unutma. Bu hayata bir kere geliyorsun. Tadını çıkar!
13 Aralık 2024 Cuma
Diken
Bembeyaz bir masa örtüsünün üzerindeki küçücük lekeye takılırız, koca bir duvardaki küçücük çatlağa, 24 dört saat yaşadığımız koca bir günde bir yabancıdan işittiğimiz 3 saniyelik nahoş bir söze kafayı takarız. İnsan olarak kusurları abartmayı severiz. Sinek kadar olan bir kusuru abartır kocaman bir uçağa çeviririz. Kusur kandaki alyuvar hücreleri gibidir. Kanda bulunan alyuvar hücreleri dokulara oksijen taşır. İşte kusurlar hayatımızı besleyen alyuvar hücreleri gibidir. Kusurların bagajına " şükür " yüklersek maneviyatımızı olumlu anlamda besler onu yükseltiriz. Kusurların bagajına " memnuniyetsizlik " veya " isyan " yüklersek o zaman yavaş yavaş ruhumuzu zehirler kendimizi hasta ederiz. Bu konuda Mevlana ne güzel demiş: " Gülün dikeni var diye üzüleceğine dikenin gülü var diye sevin " Şu hayatta her şeyin layık olduğu bir yer var. Bir inşaat makinası olan o sarı renkli kepçeye yolda yavaş gidiyor diye kızamazsınız. Onu spor arabaların arasına koyup pistte yarış yapmasını bekleyemezsiniz. Kepçe hızlı bir araç olmadığı için kusurlu değildir. O kepçeyi inşaata koyarsanız o görevini yapar. Kusursuz hayat kusursuz insan yok. Pozitif olmalı hayatı kusurlarıyla sevmeliyiz.
12 Aralık 2024 Perşembe
Pasword
Kendini fethet, dünyayı fethedersin demiş Platon. İnsanoğlu tarih boyunca yaşamın anlamını arayıp durmuş. Yaşam dediğimiz şey koca bir dünyada olup bitiyor. Tarihsel olayları ve savaşları inceliyoruz, bize yabancı olan insanları inceliyoruz, tabiatı inceliyoruz, dinleri inceliyoruz, bilim dalları geliştirip hayatın modelini çıkarmaya çalışıyoruz. Hayat girilecek bir kapıysa anahtarı biziz. O kapıyı açacak 4 haneli pasword biziz. O şifre bizde saklı ama bunun farkında değiliz. Tarihteki savaşları anlamak için kendi ruhumuzda yaşadığımız çatışmalara bakmamız yeterli. Bir tohumun topraktan çıkıp ağaç olmasını anlamak istiyorsak hayatta kendimizi bilinç ve ruh anlamında nasıl tekrar tekrar doğurduğumuzu anlamamız yeterli. Bir şehri yerle bir eden kasırgayı anlamak istiyorsak bakışlarımızı kendi öfkemize çevirmemiz yeterli. Dünyanın güneşin etrafında neden döndüğünü anlamamız için fizik bilimini bilmemize gerek yok kendimizin nasıl sevgilimizin, eşimizin etrafında döndüğümüze bakmamız yeterli. Geceleyin çok uzaklarda parlayan yıldızların sırrına erişmemiz için en umutsuz ve karanlık anımızda içimizde parlayan umut duygusuna bakmamız yeyerli. Dinleri anlamak istiyorsak Aşk'a bakmak yeterli. İbadeti anlamak istiyorsak mutlu olmak yeterli. Tanrı'yı anlamak istiyorsak sevmek yeterli. Velhasıl kelam dünyayı bilmek için kendini bilmek yeterli.
10 Aralık 2024 Salı
Cenga
Cenga oyununu duymuş muydunuz? Hani prizma şeklindeki küçük ahşap parçalarından yaptığınız kuleden oyuncu arkadaşınızla sırayla bir parça çekiyorsunuz ve kulenin üzerine koyuyorsunuz. Oyun ilerledikçe zorlaşıyor çünkü masanın üzerindeki kuleyi ayakta tutan temellerinden bir sürü parça çekmiş oluyorsunuz ve o parçayı kulenin üzerine koyarken kule yıkılıveriyor ve oyunu kaybediyorsunuz. Hayatta tıpkı bir cenga oyunu gibi. Yıllar geçtikçe içimizden bir şeyler çekip çıkarıyor ve geçmişimizden çıkan şeyin yerine bugünümüze yani kulemizin üstüne yeni bir tuğla koyuyoruz. Mühendislik okurken statik dersi görmüştük. Eğer kulenin ağırlık merkezini gözardı ederek yanlış yere tuğlayı koyarsak o kule yıkılıyor. İnsan da öyle. Hayat bizden anamızı, babamızı, ailemizi dostlarımızı alabiliyor. Onların yeri boş kalıyor. Kulenin altı yani geçmişimiz eksiliyor. Ama oyunun kuralı bu. Çıkan her parça için bugünümüze yani kulenin üzerine yeni bir parça katmalıyız. Hayatımıza katacağımız yeni olayları, yeni insanları yaşamımızın dengesini göz ardı ederek yer verecek olursak maalesef cenga oyunundaki kule gibi yıkılıveririz. Bunu söylemek hoşuma gitmiyor ama hayat ortaya kendi yaşamımızı koyduğumuz; dikkat, denge, özen gerektiren tehlikeli bir oyun. O yüzden hayatımıza kimleri aldığımıza, hangi olayları odağımıza oturtacağımıza dikkat etmeliyiz. Bu olay, bu insan yaşamımda dengesizlik yaratır mı diye sorgulamalıyız. Yoksa kule yıkılır.
Labirent
Hayatı çok da ciddiye almamak lazım. Hayat içinde kaybolduğumuz bir labirent değil.Bazen öyle hissederiz. Ama o labirenti kendimiz yaratıyoruz. Terk etmekten korktuğumuz tutkularımızla, ısrarcı olduğumuz isteklerimizle yada elde edince herşeyin değişeceğini sandığımız hayallerimizle. Hayat müzik çalan bir orkestra. Orkestra rock çalıyorsa rock söylemeliyiz, orkestra slow çalıyorsa slow söylemeliyiz. Yani arka fonda çalan şarkıya eşlik edebilmeliyiz. Eğer orkestraya eşlik edemiyorsak o zaman yaşama ritmimizi kaybeder ve kendi labirentimizi yaratır ve tutsak düşeriz. Bazen bırakmak, terk etmek gerekir. Tutkularımızı, isteklerimizi ve hayallerimizi... Bunlar sözlerini bildiğimiz bizim şarkılarımızdır. Her şarkı her yerde söylenmez. Bahsettiğim bu bırakma olayını başarabilirsek gerçekten özgür oluruz. Eğer çalan şarkıyı bilmiyorsak o zaman bildiğimiz şarkıları çalan başka bir mahalledeki orkestraya gitmeli şarkımızı orada söylemeliyiz. Hayatla ahengi yakaladığımızda gerçekten mutlu oluruz.
6 Aralık 2024 Cuma
Dikkat
Dedem doktordu. Kadın doğum uzmanıydı. Babam doktordu. Göğüs hastalıkları uzmanıydı. Şimdiyse abim doktor. O bir genel cerrah. Yani anlayacağınız bizim ailede hekimlik 3 kuşaktan beri devam eden bir gelenek. Bi ben arada manyak çıkmışım ve yazar olmayı seçmişim. Benim ise doktorlukla tek ortak yanım berbat bir el yazısına sahip olmam. Bilgisayarlardan önce doktorların berbat el yazılarıyla yazdıkları reçeteleri anlamaya çalışan zavallı eczacı annemi hatırlıyorum. Annemin özel bir yeteneği vardı.Reçetelerdeki kargacık burgacık yazıları NSA'de çalışan bir kriptoloji uzmanı yada Dan Brown'un Davinci Şifresi kitabının kahramanı semboloji uzmanı Robert Langdon gibi çözerdi annem. Dedim ya 3 kuşaktan beri ailemde doktor olmasına rağmen benim doktorlarla tek ortak yanım berbat bir el yazım olması. Bu uzun girizgahı niye yaptım izah edeyim. Dikkat hiçi her şeye dönüştürür demiş Goethe. İlk okulda güzel yazma dersimiz vardı. Mürekkebin koyulduğu hokkaya dolma kalemimizi daldırır, sonra deftere yazardık. Şimdi hokkadaki mürekkebi deftere döksek kağıdın üstünde hiç bir anlama gelmeyen anlamsız bir leke oluşur. Yani elde ettiğimiz şey hiçtir. Ama o mürekkebi dolma kalemin içine koyup kağıdın üstüne anlamlı kelimeler yazabiliriz. İşte burada mürekkepten anlamlı kelimeler çıkaran dolma kalem Goethe'nin bahsettiği "dikkattir". Dolma kalem bir "hiç" olan hokkadaki mürekkebi yazıya dönüştürerek "herşey" anlamına getirir. Bunu hayatın her alanına uygulayabiliriz. Dikkatimizi vererek yaptığımız işler değerli işlerdir.
5 Aralık 2024 Perşembe
Bahçe
Çiti olmayan bahçeden herkes meyva koparır. Bahçeyi parçalarlar. O yüzden bahçeye çit çekmek lazımdır. Burada kullandığım bahçe aslında bir metafor. O bahçe aslında sizin kişiliğiniz ve kişiliğinizi yansıdığı yaşama şeklinizdir. O bahçedeki ağaçlar sizin karakteriniz ve ağaçların dallarında ahlak meyvaları bulunmaktadır. Cömertlik, adalet, dürüstlük gibi meyvalar. Bunlar bizi daha iyi bir insan yapar. Ama bu bahçeye saldırılar da olur. Hayatın karşımıza getirdiği bizi ideal varoluşumuzdan uzaklaştırıp, kötü varoluşun karanlıklarına çekmeye çalışan insanlar ve olaylar tarafından. Bunlar sürekli bahçemize saldıran yabancılar gibidir. Daha da vahimi bahçemize saldıran bazen ikilem yaşayan kendi nefsimiz de olabilir. En tehlikelisi budur. İnsan dışardan gelen tehditlere önlem alabilir ama içerden gelen yani nefsimizden gelen tehdite gafil avlanabilir. Kişiliğimizin erozyona uğramasını istemiyorsak o bahçeye çit çekip sınırlarımızı korumamız gerekir. Yoksa yabancılar ağaçlarımıza saldırır ve ahlak meyvalarımızı dalından koparır. Oysa ki ahlaklı kalabilmemiz için o meyvaları yemeye ihtiyacımız vardır. Bize güç veren bahçemizdeki o ahlak meyvalarıdır. Tıpkı Temel Reisin ıspanakdan aldığı güç gibi. Çitlerden bahsettim.O çitler esasında vicdanımız ve sağ duyumuzdur. Bu sağ duyu iyiyle kötüyü ayırt edebilme gücümüzdür. Eğer biz hayatta sınırlarımızı çizebilirsek o zaman kişiliğimizi ve ahlakımızı da koruyabiliriz.
1 Aralık 2024 Pazar
Yükseliş
" İnsanlar hızla yükselmek istiyorlar. Oysa ki en hızlı yükselen şeyler; toz, duman, saman ve tüydür. Yani hafif olan şeyler hemen yükselir " Hz.Ali
Yükseklik iyi midir? İnsanoğlunda bir büyük olma kompleksi vardır. Madde ve mana arasında debelenir durur olamamış insan. Güç peşinde koşar. Gücün; parada, makamda, mevkide olduğunu sanır. Manaya uzak düşer. Bu sahte gücü biriktirdikçe kendini diğerlerinden üstün hisseder. Zaten tüm mesele bundan ibarettir. Üstün olma... Çünkü insanda daha öncede bahsettiğim gizli bir " Tanrı Olma Egosu " vardır. Bu ego insanı şaşı eder. BİR'i iki gördürür. Tanrı'ya şirk koşmaya kadar götürür insanı ama kişi bunun farkına varamaz. Dağın zirvesinden belki manzara güzeldir ama oraya çıktıkça yaşama uzak kalırsınız. Ağaçlara, öten kuşlara ve diğer insanlara. Bu uzak kaldığınız şeyler aslında sizin ruhunuzdur yani manadır. Siz zirve için ruhunuzu terketmişinizdir. Size ayna olan insanları, hayatı geride bırakmışınızdır. İlahi sese sağırlaşmışınızdır. Çünkü Tanrı insanlarla hayatın içine sakladığı işaretler vasıtasıyla konuşur. Sokakta yürürken gözünüze ilişen bir dükkanın tabelası, yan masada oturan kişiden işittiğiniz bir söz, bir kitapta okuduğunuz cümle yada karşınıza çıkan bir yabancı. Bu olaylar size bir şeyler anlatmak ister eğer " farkındaysanız "
İlkelerinizi, onurunuzu, değerlerinizi, karakterinizi; para, mevki, makam ile yani " güç " ile takas edersiniz. Ettikçe mananızdan eksilirsiniz ve hafiflersiniz. Bir toza, dumana, samana, tüye dönüşürsünüz ve hafifledikçe yükselirsiniz. Oysa ki insan hafifledikçe yükselmez. Asıl yükselişi ağır olanlar yani ruhuna; acı, deneyim, federkarlık, sabır, mütevazilik, şükür katanlar yani manası ağır basanlar gerçekleştirir.
30 Kasım 2024 Cumartesi
Bedava Peynir
Adamın biri hayvanat bahçesi inşa etmiş ve giriş ücretini 300 lira yapmış. Hiç kimse gelmemiş. Daha sonra ücreti 200 lira yapmış beklemiş beklemiş yine kimse gelmemiş. Nihayet ücreti 10 liraya kadar düşürmüş ancak yine kimse gelmemiş. Adam sonunda hayvanat bahçesine girişi bedava yapmış ve o gün hayvanat bahçesi dolmuş taşmış. Adam insanlar içerdeyken aslanların kafesini açmış ve onları serbest bırakmış. Hayvanat bahçesininde çıkış kapılarını kilitleyip çıkış ücreti 500 lira yazmış. İnsanlar mecburen 500 lirayı ödeyip dışarı çıkmışlar.
Hayatta size bedava sunulan şeylere dikkat edin. Yüce gönüllü insanların yaptıkları karşılıksız iyilikleri bir kenara koyacak olursak şunu unutmamak gerekir. Bedava peynir sadece fare kapanında bulunur.
29 Kasım 2024 Cuma
Diyet
Diyet sadece neyi yediğin değildir.
Neyi SEYRETTİĞİN,
Neyi DİNLEDİĞİN,
Neyi OKUDUĞUN
Birlikte hangi İNSANLARLA takıldığındır.
Sadece mideni değil, ruhunu neyle beslediğine dikkat et!
Enformasyon çağında yaşıyoruz. Televizyondan, radyodan, internetten sürekli bir bilgi bombardımına uğruyor zihnimiz. Akıllı telefonlar adeta vücudumuzun bir uzvu haline geldi. Bir dakka boş durmuyoruz, her an o mavi ışıklı ekranlara bakıyor beynimizi çer çöple dolduruyoruz. Zihnimize hiç dinlenme fırsatı vermiyoruz. Oysaki zihnimiz sadece veri alan bir depo değil. Onun birde algıladığı verileri yorumlama ve fikir üretme işlevi var. Lakin günümüzde modern insan zihninin yorumlama ve üretme işlevini yok sayıyor. Bu sağlıklı bir durum değil. Şimdi günde sadece öğün vaktinde değil sürekli yemek yediğinizi ve hiç tuvalete çıkamadığınızı düşünün. Yiyorsunuz, yiyorsunuz... karnınız şişiyor, şişiyor ve sonunda çatlıyorsunuz. İşte zihnimize de aynı şeyi yapıyoruz. Birde sağlıklı beslenme konusu var. Nasıl ki vücudumuzun sağlığı için sağlıklı besinler tüketmek zorundaysak aynı şey ruhumuz içinde geçerli. Ruhumuzu kaliteli içeriklerle beslemek zorundayız. Bunu televizyondaki psikoloji bozan haberlerden ve abuk sabuk programlardan uzak kalarak, kitap okuyarak, dost meclislerinde kaliteli sohbetlere katılarak ve sosyal medya detoksu yaparak sağlayabiliriz. Ben mesela televizyon izlemeyi bir süre önce bıraktım. Sadece seçtiğim içerikleri izliyorum o da günde enfazla bir buçuk saat. Kitap okuyorum. Haftada birgün iki saat süren felsefe seminerlerine katılıyorum. İnanın bu yaptıklarımın çok faydasını görüyorum. Birde zihninizin üretim fonksiyonunu da ihmal etmeyin. Önce sağlıklı verileri alın sonra fikir üretin. Bu dışavurum; yazarak, resim yaparak, müzikle, sanat ile sağlanabilir.
27 Kasım 2024 Çarşamba
Adaptasyon
"Derisini değiştirmeyen yılan ölmeye mahkumdur,bu durum fikirlerini değiştirmeyen insanlar için de geçerlidir." Friedrich Nietzsche.
Nietzsche'nin bu sözü aklıma adaptasyon konusunu getirdi. Mesela Nokia firması. Doksanlı yıllarda cep telefonu piyasaya sürüldüğünde Finlandiya merkezli Nokia firması piyasada rakipsizdi. Cep telefonu diyince akla direk Nokia gelirdi. Takoz gibi olan, fotoğraf çekemeyen, internet bağlantısız, dokunmatik ekranı olmayan, siyah beyaz ekranlı, tuşlu cep telefonları döneminden bahsediyorum. 2000 sonrası doğumlu genç kardeşlerimin bu sözlerime " Ne diyo bu Onur abi? " dediklerini duyar gibiyim. Ama devir öyle bir devirdi. Nokia pazarı ele geçirmişti ve kendine çok güveniyordu. Apple ve Samsung gibi firmalar yeni teknolojiler geliştirirken Nokia pazarı elde tutmanın verdiği kibire ve şımarıklığa kapılmış üretim stratejisine inovasyonu sokmuyordu. İki binlerin ortasına geldiğimizde rakipleri piyasaya android ve ios işletim sistemli yeni nesil telefonları sürdüler. Kalıplaşmış düşüncelerini değiştirmeyen kendisini yenilemeyen Nokia rakiplerine cevap veremedi ve çok kısa süre içinde piyasasını kaybedip battı. Bunu somut ibretlik bir öykü olduğu için anlattım. Siz alıp hayatın her alanına uygulayabilirsiniz. Hayat aslında adapte olma sanatı. Orkestra hangi şarkıyı çalıyorsa sizde ona göre doğru şarkıyı söylemelisiniz. Orkestrayı hayatın değişken faktörleri şarkı söyleyen solisti de birey olarak örneklersek; orkestra rock çalarken siz de rock söylemelisiniz, orkestra slow çalarken sizde slow söylemelisiniz. Yani hayata adapte olabilmelisiniz. Bunun içinde geleceğe yatırım yapmalı kendinizi geliştirmeli yeni şarkı sözleri öğrenerek potansiyel geleceğe adapte olabilmelisiniz.
25 Kasım 2024 Pazartesi
Özlem
Özlemek ateş gibi bir duygudur. Ateş metaforunu yazılarımda çok kullanıyorum ama özlemek duygusuna gerçekten uyuyor. Ateş gibidir çünkü içinde sevgi barındırır. Sevgi karanlığı aydınlatır. Sevince dünyayı gerçekten görmeye başlarız. Ateş gibidir çünkü içinde özlem barındırır. Yani bir taraftan içinizi yakar. Sevgi olmadan özlem olmaz. İnsan çocukluğuna özlem duyar. İnsan hayatından çıkan dostlarına özlem duyar. İnsan sevdiğine özlem duyar. Eğer sevgi duyduğumuz şey sürekli elimizin altında olsa yani ona her an ulaşabilir olsak içimizi tatlı tatlı yakan o özlem ateşi asla varolmazdı. Aslında sevgi gönül ateşimizde pişen bir yemek. Özlem olmasa çiğ olurdu. O yüzden bir ömür boyu beklediğimiz aşk çok kıymetli oluyor, o yüzden hayatımızı adadığımız başarıya ulaşınca mutlu oluyoruz, o yüzden evlatlarımız kendi ayakları üzerinde durdukları olgunluğa eriştiklerinde huzurlu oluyoruz. Hayat bir ok ile yaydan ibaret. O oku atmak zorundayız. Biz bir yayız. O oku atmak için geriliyoruz, geriliyoruz... Gerildikçe canımız yanıyor. Ama yayı bırakınca ok yaydan fırlıyor ve hayat gayemize ulaşıyoruz. Canımız az evvel yaydayken şimdi attığımız oka dönüşüyoruz. Havayı yarıyoruz, rüzgarı bedenimizde hissediyoruz ve en tepe noktada hayatı kuşbakışı görüyoruz. İşte o zaman gerçekten yaşamanın farkına varıyoruz.Genelde insan geçmişine özlem duyar ama istisnaları da vardır. Bazen öyle bir hal olur ki sevdiğinizin elini tutarken onunla yanyanayken bile ona özlem duyarsınız. Bu çocuğunuz da olabilir, eşiniz yada sevgiliniz olabilir. Eğer etrafınızda böyle hissettiren kimseler varsa onlara sahip çıkın, değerini bilin. O oku mutlaka atın. Eğer siz atmazsanız başkasının yayına ok olursunuz.
24 Kasım 2024 Pazar
Öğretmenler Günü
Çocuğunuzu canınızdan çok seversiniz. Öğretmen işte o yavrunuzu emanet ettiğiniz kişidir. Çocuğunuzun kışı geçirmesi için en sıcak tutan montu, şapkayı, botları alırsınız. Öğretmen ise yavrunuzun zihnini; bilgiyle, eğitimle giydiren ve cehaletin soğuna karşı koruyup üşütüp cahillik hastalığına yakalanmasından koruyan kişidir. Öğretmen sabır abidesidir. Şöyleki; hepimiz öğrenci olduk. O dersleri bir sefer gördük o sınavlara bir kez girdik. Şimdi hangi anne babaya sorsan " Ne yeniden okul sıralarına dönüp birdaha öğrenci olmak mı? Asla!! " yanıtını verirler. Ama öğretmen yıllar boyu aynı dersleri tekrar tekrar konunun acemisi miniklere hiç sıkılmadan, of demeden öğretir. Tıpkı sürekli akan bir şelale gibidir. Öğretmen sabırdır. Çocuğunuzun sağlıklı büyümesi için peynir, süt, yumurta ile beslersiniz. Öğretmen ise yavrunuzun aklını; ilimle, bilimle besler. Yavrunuzun sadece boyu uzayıp kilosu artmaz. Öğretmeni sayesinde aklı uzar, karakteri gelişir. Yavrunuzun reşitliği ve bireyliği 18 yaşında başlamaz. Çünkü her öğretmen bir devlet başkanı her sınıf bir devlettir. Sınıftaki devlet başkanının siyah gözlüklü takım elbiseli koruma ordusuna ihtiyacı yoktur. Çünkü öğretmen dünyada hiç düşmanı olmayan tek başkandır. Çünkü öğretmen korkusuzdur. Çünkü öğretmeni herkes sever. Bu devlet başkanının emrinde olan medyası da yoktur. Öğretmen işini bir kara tahta bir tebeşirle halleder. Bu başkanın bir yerden bir yere giderken yüz araçlık konvoyu zırhlı mercedesi de yoktur. Öğretmen halkın arasındadır. Otobüse biner yada trenle gider. Bu başkanın saraya da ihtiyacı yoktur. Öğretmenin sarayı sınıfıdır.Her öğretmen bir başkan her sınıf bir devlettir dedik. Çocuklar doğru yaptıklarında ödülü, hatalı davrandıklarında cezayı öğretmenlerinden görürler. Bir nevi vatandaş olmanın ne demek olduğunu ilk sınıflarında deneyimlerler. Öğretmen demek her şey demektir. Buda bir öğretmenler günü yazısı olsun. Tüm öğretmenlerimizin ellerinden öpüyor önlerinde saygıyla eğiliyorum.
23 Kasım 2024 Cumartesi
Kuran'ı Kerim'in Sayısal Yapısı
İslam demek yol demek. Kulu Allah'a kavuşturan bir yolculuktur. İnançlı kişinin kalbi sürekli bir tavaftadır. Bilirsiniz televizyonda görmüşsünüzdür. Hacılar Kabe'nin etrafında dönerler. Mescidi tavaf ederler. Bir sefer "yola" çıktık mı bizde hayatın merkezinin etrafında dönerek tavaf ederiz. Bu dönüşler; şükrümüzdür, duamızdır, ibadetimizdir, salih amelimizdir, yaptığımız iyiliktir. Merkezde ise yaradan vardır. Geçen hafta elime elektrik mühendisi Mustafa Kurdoğlu'nun Kuran'ı Kerim hakkında yaptığı matematiksel çalışmaları ve analizleri içeren kitabı geçti. Bir solukta okudum. Kitapta 19 ve 7 sayılarının Kuran sure ve ayetlerininde 1400 yıl önce insan eliyle yapılamayacak matematiksel denklikler, simetriler, eşitlikler ve benzerlikler oluşturduğunu ortaya koyuyor. Neden 19 ve 7 sayıları? Çünkü Kuran'da geçen " Andolsun ki biz sana tekrar eden yedi ayeti ve pek büyük olan Kuran'ı verdik " ve " Onun üzerinde on dokuz vardır " ifadeleri bu iki sayıya işaret ediyor. Kuran kusursuz bir matematiksel yapı ile korunmuş. Bir ayet dahi ekleyip çıkarsanız Kuran'ın sahip olduğu bu matematiksel simetri, eşitlikler ve denklikler bozuluyor. Mustafa Kurdoğlu'nun Kuran'ı Kerim'in Sayısal Yapısı kitabı bu durumu ortaya koyuyor. Yani anlayacağınız 1400 yıl önce insanlığa gelen kitap bir insanın yada bir gurup insanın yazmaya akıl ve yetenek kapasitesinin yetmeyeceği mükemmel bir matematiksel kriptolojiyle kodlanmış. Kuran'da mükemmel bir sayısal simetri, denklik, eşitlik ve kodlama olduğunu görüyoruz. Ortaya çıkan bu gerçekler " Ben yaratıcı bir güce inanıyorum ancak dinlere inanmıyorum " diyen deist kardeşlerimizin de aydınlanmasını sağlayacaktır inşallah. Bu kitap haricinde sizlere ayrıca Dr. Ömer Çelakıl'ın Kuran'ı Kerimin Şifresi ve Deniz Erten'in İşaret serisini tavsiye ediyorum. Selam olsun Allah'a teslim olanlara ve olacaklara...
22 Kasım 2024 Cuma
Pasaport
Hayat dediğimiz koca bir şehir. Ve biz 18 yaşımıza geldiğimizde bu şehrin meydanında maceramıza başlıyoruz. Bizi birbirinden farklı semtlere götürecek otobüsler ve trenler etrafımızda bulunuyor. Cebimizde istanbul kart dıt dıt okutup bir yerlerden bir yerlere gidiyoruz. Sürekli bir yolculuk halindeyiz. Her yolculuk bize deneyim katıyor. Hayat boyu edindiğimiz deneyimlerden bir karakter inşa ediyoruz ve karakterimiz kaderimiz oluyor. Karakterimiz birnevi pasaportumuz oluyor. Eğer o pasaportumuzda vizelerimiz yoksa bazı ülkelere giremiyoruz varsa girebiliyoruz. Karşımıza kapılarda gümrük memurları çıkıyor. Yani onaylayıcılar. Karakterimize damga vurup onaylıyorlar. Bu başvurduğumuz işteki müdür olabiliyor, kız istemeye gittiğimizde gelinin babası olabiliyor dahada acısı kendimiz olabiliyoruz. Sürekli bir onaylanma ihtiyacı duyuyoruz. Onaylayacak kimseyi bulamazsak kendi kendimizi onaylamaya çalışıyoruz ve cebimizde sürekli taşıdığımız damgayı çıkarıp karakterimize basıyoruz. Bu durum çokda sağlıklı değil. Böyle yapınca Pamuk Prenses masalında kendine aynadan bakan cadıya benziyoruz. Ayna ayna söyle bana... diyoruz. Ama İstanbul kartın hep cebimizde olduğunu hiç unutmayalım. Onu dıt dıt okutup aşk trenine binelim. Dıt dıt okutup neşe otobüsüne binelim. Dıt dıt okutup bi gün huzur evler semtine gidelim başka bir gün şükür tepede manzarayı seyredip huzurla dolalım. Hayat boyu hep bir yolculukta olduğumuzu unutmayalım.
21 Kasım 2024 Perşembe
Kast Sistemi
Geçtiğimiz akşam Aktif Felsefe derneğinde Sevda Hocamız bize doğa yasalarından bahsetti. Özellikle 4 nolu yasa olan kast sistemi ilgimi çekti. Kast sistemi bir kaç bin yıl önce Hindistanda doğan bir sistem. Sistem bireyleri kapasitelerine göre sınıflandırıyor. İlk sırada işçi sınıfı yer alıyor. Bu insanın bilinci kendiyle sınırlı, erdemi iyi niyet ve işi işçilik. İkinci sırada tüccar geliyor. Bu insanın bilinci dahada gelişmiş kendisini ve ailesini kapsıyor. Erdemi ölçülülük. İşi tüccarlık. Üçüncü sırada savaşçı yer alıyor. Savaşçının bilinci; kendini, ailesini ve şehrini kapsıyor. Erdemi cesaret işi savaşçı olmak. Dördüncü ve son sırada ise Brahma yani din adamı var. Bu kişiler en yüksek bilinçte ve bilinçleri; kendini, ailesini, şehrini ve evreni kapsıyor. Erdemi basiret, işi ise yönetici rahip. Şimdi bu dört farklı insanı bir piramidin içine yerleştirelim. Ancak piramidi yatay çizgilerle katlara bölüp en alt kata işçileri ve en üst kata rahibi koymayacağız. Olayın püf noktası burda. Piramidi dikey çizgilerle bölüp her bölüme soldan sağa doğru işçi, tüccar, savaşçı ve brahma sınıfını temsil eden çöp adamları koyacağız ve bu adamlar el ele tutuşmuş olacak. Tüccar işçiye, savaşçı tüccara brahma ise savaşçıya el verecek. Gerektiğinde onu aydınlatıp düştüğü yerden kaldıracak. Kast sisteminin en hoşuma giden yanı; katlardan oluşan klasik piramit ile ifade edilen en tepede ceo'nun, alt katında müdür yardımcılarının en aşağı katta işçi sınıfının yer aldığı günümüz şirket hiyerarşisinden farklı olarak dikey değil yatay bir yapıda olması ve işçi,tüccar,savaşçı, brahman sınıflarının aynı düzlemde, aynı katta el ele olması bana günümüzde uygulanan şirket yada devlet yapısına göre çok daha adil ve şık geldi. Siz nedersiniz?
20 Kasım 2024 Çarşamba
Sahte Alkışlar
Başarı beraberinde alkış getirir. Başarılı olmak istememizin nedeni takdir toplamak için midir yoksa olmak istediğimiz kişi olmak için midir? Bakımlı, şık, güzel bir kadın yüksek sosyetelerde gezerek sosyal medya fenomeni olup tek fotoda binlerce like alabilir. O kadın artık like lar için yaşıyordur yani alkışlar için. Ama birde Anadolunun ücra bir köyünde bir kadın öğretmen vardır. Ömrünü sayısız çocuğun yetiştirilmesine adamıştır. O öğretmenin ise alkış umurunda olmaz. Yetiştirdiği çocukların büyüyüp vatana millete faydalı birer birey olmasının ona yaşattığı gurur yeter. Alkış salt kötü bir şeydir demiyorum. Hakedilen alkışlar da vardır. Madalya alan bir sporcunun yada sahnede oyununu oynayan tiyatrocunun aldığı alkış gibi. O alkışlar sonuna kadar helaldir. Çünkü ardında alın teri vardır. Ancak yaptığımız şeyin kalbimizde bir manası yoksa ve onu takdir edilmek için yapıyorsak kendimize sahte bir hayat kurmuşuz demektir. Sahtelik bizi hakikatten uzaklaştırır. Hakikat şu dünyada kim olduğumuzu keşfetmektir. Sahte alkışları dinlersek hayatın bize fısıldamasını asla duyamayız. Evet hayat her an bize fısıldar. Kim olduğumuzu fısıldar, doğruda olup olmadığımızı fısıldar. Karanlık bizi iyice ele geçirmişse doğruya tahammül edemeyiz ve o fısıltıyı duymamak için sahte alkışların peşine düşeriz. Nasıl ki bedenimizde bir sorun olunca acı duyarız vücut bize sinyal verir, hayatımızda sorun olunca da vicdanın o fısıltısını duyarız. Onu susturmak için morfin gibi sahte alkışlara sığınırız. Bu sahte alkışlar: sosyal medya like ları, paramızın bize sağladığı sahte güç, özünde sevgi olmayan sahte gönül ilişkileri gibi şeyler olabilir. Hayata ne gibi bir katkım var diye kendimizi sorguladığımız gün kurtuluş için ilk adımı atarız.
19 Kasım 2024 Salı
Yırtıcı Kuşlar Zamanı
Ahmet Ümit kitapları bana yılda bir sefer yaşanan bayramlar gibi geliyor. Kitaplarını okurken 9 günlük bayram tatili hissi yaşıyormuşum gibi oluyorum. Okuyorum okurken eğleniyorum, Başkomser Nevzat'la birlikte suçluların peşine düşüyorum, yozlaşmış sistemi görünce bi durup düşünüyorum, sonunda iyiler kazanınca mutlu oluyorum. Hayatımda okuduğum iki kitap rüyalarıma girip gece yarısı beni yataktan fırlattı. Birincisi yıllar önce okuduğum Mario Puzzo'nun Omertası ikincisi ise Ahmet Ümit'in son kitabı Yırtıcı Kuşlar Zamanı. Kitap geçen ekim piyasaya çıktı. Müthiş bir polisiye, suç romanı. Başkomser Nevzat'ın sisli geçmişiyle giriştiği vicdan muhasebesini, üzerine kalan bir cinayet olayını, ülkemizde vatandaşlık verilen yozlaşmış siyasiler, adalet ve emniyet tarafından korunan balkanlardan gelen yabancı uyuşturucu ve suç baronlarını, güzellik merkezi açarak kara para aklayan maşaları, suçlularla boy boy fotoğrafları çıkan eski bakanları kısacası ana akım medyada haberi yapılmasına cesaret edilemeyen Türkiye'nin kirli yüzünü Ahmet Ümit cesurca gözler önüne seriyor. Başkomser Nevzat öldürülen karısı ve çocuğunun cinayetini çözmeye çalışırken bir taraftanda kendisini ortadan kaldırmaya çalışan karanlık güçlerin tetikçilerine karşı kendi canını ve hayat arkadaşı Evgenia hanımla kızları Azez'i korumaya çalışıyor. Nevzat'ın hatıralarının aklına gelişi ve gerçek suçlunun kim olduğunu düşünürken girdiği psikolojik girdabı kitabı okurken iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Ahmet Ümit'ten Yırtıcı Kuşlar Zamanı. İyi vakit geçirmek istiyorsanız alın okuyun.
18 Kasım 2024 Pazartesi
Kırık Not
Geçen cuma namaza gittim. Vaaz bitmek üzereydi ve yerimi aldım. Başımı çevirdiğimde yanımda ortaokuldaki fen bilgisi öğretmenimi gördüm. Kendisine merhaba diyince o da tebessüm edip eliyle koluma dokundu. Kendisinin 1994-95 yılında öğrencisi olmuştum. Aradan 30 yıl geçmiş. Bu karşılaşma cuma namazında beni çocukluğuma götürdü. Orta birde ilk fen bilgisi sınavına iyi çalışmamış, dersi hafife almış zavallı annem tüm fen bilgisi kitabını okuyup çalışmam için renkli kalemlerle özetler çıkarmıştı. Buna rağmen o sınavdan 5 üzerinden 2 almıştım. Öğretmenim 2 aldığımı açıklayınca hüngür hüngür ağlamaya başlamış sınıfı birbirine katmıştım. Sanki zincirleme trafik kazasında tüm ailesini kaybetmiş bir kişinin cenazede ağlaması gibi ağlamıştım. Ağlamam okuldan sonrada devam etmiş annemin eczanesinde oturup annemle karşılıklı ağlamıştık. O sınav bana ders olmuştu. Düşük not aldığım o sınav biyolojiyle ilgiliydi ve o tarihten sonra girdiğim tüm biyoloji sınavlarından orta okul, lise dahil hep yüksek notlar aldım. Hatta üniversite sınavında 13 biyoloji sorusunda 12 doğru 1 boş yapmıştım. Yani anlayacağınız yolun başında kendi kusurumdan kaynaklanan bir kaza bana ders olmuştu. Ama 30 yıl önce ortaokul velediyken girdiğim o ağlama krizini hatırlayınca camide dudaklarıma buruk bir tebessüm kondu. Kendi kendime düşündüm. Belki de bu olay benim çok hırslı biri olduğumu gösteriyordur. Bilemedim...
17 Kasım 2024 Pazar
Gladyatör 2
Gladyatör. 2000 yılında çekilen yönetmen Ridley Scott'ın epik tarihi savaş filmi. Russle Crow önce Roma ordusu generali sonrasında tutsak düşen Kolezyum savaşçısı gladyatör rolünde efsaneleşmişti. Hans Zimmer'in film müzikleri müthişti. Geçen cuma Gladyatör 2 vizyona girince soluğu sinemada aldım. Filmde yine Ridley Scott imzası var ve ilk gladyatör filminden yıllar sonra yaşanan olayları anlatıyor. Dünün büyükleri yaşlanmış, küçükleri büyümüş. Bu cümle bir ipucu olsun size izleyince ne dediğimi anlarsınız. Savaş sahneleri yine çok gerçekçi ve bu sefer kolezyuma su doldurup deniz savaşı bile yapıyorlar. Film bir tarafta yozlaşmış Roma yönetimine karşı ülkeye adaleti getirmeye çalışan bir avuç cesur insanın hikayesini anlatıyor. Denzel Washington filmin ağır toplarından. Kötü film olmamış. İlk filmin hatrına izlenir diyorum. İyi pazarlar.
16 Kasım 2024 Cumartesi
Mike Tyson
Aylardır beklenen Mike Tyson-Jake Paul maçı nihayet gerçekleşti. You Tuber Paul babası yaşındaki Tyson ile 8 raundluk kıyasıya bir mücadeleye girişti. Paul 28 yaşında ve Tyson 58 yaşında. Evet yanlış duymadınız eski ağır siklet boks şampiyonu Tyson 60 ına merdiven dayamışken tekrardan ringlere döndü. Tyson ilk iki raunda puan olarak öndeydi lakin sonraki 6 raundda yaşı nedeniyle geride kaldı. Maçta nakavt olmadı ve Paul maçı hakem puanlarıyla kazandı. Paul ününe ün kattı, takipçi kazandı ve 40 milyon doların sahibi oldu. Eski tüfek Tyson'a gelince: Tyson 60 ına merdiven dayasada halen kendisinde iş olduğunu gösterdi. Ben Tyson'ın bu cesaretini çok önemsiyorum. Gençliğin bir beden hali değil ruh hali olduğunu tüm dünyaya gösterdi. İnsanın yaşlanmaya karar verdiği gün gerçekten yaşlanacağını ve ruhunuz gençse yaşınız ne olursa olsun herdaim genç kalınabileceğini ispatladı. Tyson'ın bu cüreti herkese örnek olmalı. Maç sonunda kendisine sorulan " Bu son maçınız mıydı? " sorusuna " Devam etmek istiyorum " cevabını verdi. Bende eski bir sporcuyum maraton koşardım ve sporcuların içinde vahşi bir hayvan vardır. O hayvanı susturamazsanız size yaptırmayacağı şey yoktur. Bana Mısır'da çöl sıcağında 42 kilometre koşturmuştu mesela o hayvan. Anlaşılan o ki Tyson'ın içindeki o hayvan hala ona hükmediyor 60 ında bile.
15 Kasım 2024 Cuma
SSK
Toplumda maalesef bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın düşüncesi hakim. Despotluğa karşı mücadele eden küçük bir azınlık var. Karanlığa karşı ellerinde taşıdıkları küçük meşalelerle ışık olmaya çalışan, cehalete karşı bilimi savunan, zorbalığa karşı sevgiyi kalkan yapan bir azınlık. Mücadelelerinde yalnız kalan bu yiğit insanlar bence kutsal bir savaş veriyorlar. Kutsal kitabımız Kuran bile " Oku " kelimesiyle başlıyor. Cahillik bir toplum için kanser gibi bir hastalıktır. Sinsice ilerler ve sonunda yaşamı yok eder. Cahillik sadece kültürel bir olgu değildir. Empatiden, adaletten, cömertlikten, merhametten yoksun kişiler vicdani cahillerdir. Ben bu durumun düzeltilmesi hususunda sanatın iyileştirici gücüne çok inanıyorum. Örneğin edebiyat. Kitap okumanın okuyan kişiyi romanın kahramanı ile özdeşleştirip gerçek hayatta henüz yaşamadığı deneyimleri ona sanki bir oyundaymışcasına yaşatarak sanal bir deneyimle ona öğüt vermesi yada kişilik seviyesi atlatması durumu oluyor. Ama maalesef az okuyan bir toplumuz. Hadi kitap okumaya üşendik. Aynı olumlu etkiyi tiyatro vasıtasıyla da yaşayabiliriz. On günde bitireceğimiz bir kitap yerine doksan dakika süren bir tiyatro temsiline gittiğimizde yine aydınlanabiliriz. Bir tiyatro bileti 250 lira. Allah aşkına her gün nelere harcamıyoruz ki o kadar parayı. Devletin nasıl vatandaşın sağlığını güvenceye alan sağlık sistemi varsa bence birde Sosyal Sanatlar Kurumu oluşturulmalı ve sanatı tabana yaymalıdır. Devlet sağlık sistemi vatandaşın hastalıklarına tedavi sağladığı gibi kurulacak bir Sosyal Sanatlar Kurumu ile toplumsal cehalete de savaş açmalı; edebiyatı, tiyatroyu, sinemayı yani toplumu iyileştirecek sanatı halk arasında yaymalıdır.
14 Kasım 2024 Perşembe
Zihin Maçı
İnsan sosyal bir varlık. Yetenek, beceri taşıyan bir varlık. Öyleki modern sanatlar doğmuş. Resim, müzik, edebiyat, mimari... Bence tüm sanat dallarının kökeni bu saydığım dördüne dayanıyor. İnsan tarih boyunca ürettiği sanatlarla kendini ifade etmiş ve sosyal hayatı kurmuş. Kendimizi ifade etmeye ihtiyacımız var. Yaşıyoruz, yaşadıkça algılıyoruz, o algılarla zihnimizde düşüncelere sahip oluyoruz ve bu düşünceleri paylaşmak ihtiyacı duyuyoruz. Bunu da sosyalleşerek yapabiliriz. Bu uzun girizgahı yapma sebebim iki haftadır felsefe derslerine katıldığım Aktif Felsefe derneği. Şu geçtiğimiz iki hafta içinde psikolojime o kadar iyi geldi ki... Yeni bilgiler öğrenmek, ders esnasında fikirlerimizi ifade etmek, yeni insanlarla tanışıp onlarla takım olmak. Bu durum tıpkı eskiden haftada bir arkadadaşlarla yaptığımız halı saha maçına benziyor. Ancak felsefeye giriş sınıfında bu işi fikirlerimizle yapıyoruz. Fikirlerimizle paslaşıyoruz, fikirlerimizle gol atıyoruz. Sınıf arkadaşlarımız ve hocamız takım arkadaşlarımız oluyor ve biz o iki saat boyunca zihnen bir maç yapıyoruz. Birnevi zihin sporu gibi bir şey. E 40 plus bir adamım ve insan 40 ından sonra bedensel aktiviteler yerine zihinsel aktiviteleri tercih ediyor. Ben Aktif Felsefe derneği ile kendi sosyalleşmemi buldum ve çok mutluyum. Siz de bulun. Musiki derneği, resim kursu, yazarlık atölyesi, halı saha maçı yada bir başkası. Kendinize muhakkak vakit ayırın. Farkı göreceksiniz. Benden söylemesi...
13 Kasım 2024 Çarşamba
Şükür
İçimde bir umut var, rengi gökyüzü maviliğinde. Bana bundan sonra daha güzel olacak diyor. Soğuk kasım sabahında içimi balıkçı barınağında yanan odun sobası gibi çıtır çıtır ısıtıyor. Kederler geride kaldı diyor, yaşadığın anın şükrünü onlara borçlusun diyor. Bir an düşünüyorum: içimdeki ses doğru söylüyor. Keder para gibi bir şey. Onları harcayıp şükür satın alıyorsun. Şu hayatta paran kadar değil şükrün kadar zenginsin. Çatıma, aşıma, sağlığıma, imanıma şükürler olsun diyorum. Onlar var ki şükrediyorum. Pat pat pat bir tekne balıktan dönüyor. Kediler limana koşuyor bize de balık çıkar mı diye. Pat pat pat... Kalbim çarpıyor. Sürüncemede kalmış gri bir iş nihayetine eriyor. Artık o gri hava yağmur bile yağdırsa tınmam. Çünkü askıdaki o iş kalbimde sonuçlandı. Belkide bulutların bana sözleyeceği vardır. Islanıp o sözleri tenimle duymam gerekiyordur. Duyuyorum, duyuyorum bugün duyuyorum. İçimdeki umudu duyuyorum. Yeni doğmuş bir bebek gibi. Bana artık geçti, iyileştin diyor. Birde güzel şeyler olacak diyor. Simitçi amca geliyor. Bir simit alıp, tavşan kanı bir çay söylüyorum. Martılar çığlık atıyor, deniz maviliğini gözlerime sunuyor, radyoda Zeki Müren çalıyor. O an içimden bir şükür geçiyor, yada her şey şükür olmuş ben onun içinden geçiyorum...
11 Kasım 2024 Pazartesi
Tanrı olma Egosu
Fizik beden, enerji beden, duygu beden, arzu zihin. İnsanın kişiliğini oluşturan dört farklı beden. Tıpkı dört katlı bina gibi. En altta fizik beden en üstte arzu zihin var. Ben bugün insanlardaki gıybet, kıskançlık ve öfke hallerini bu kapsamda incelemek istiyorum. Saydığım bu kötü haller duygu bedenle ilintilidir. Kıyaslandığımız bir kişiyle kendimizi ona karşı yetersiz hissettiğimizde eğer aziz değilseniz kıskançlık duygusu ortaya çıkar. Bu yetersizliğin nedeni ( sosyal statü, kariyer, sahip olunan veya olunmayan aile, cinsel yetersizlik) olabilir. Yetersizlik öfke doğurur. Çünkü çoğu insanda gizli bir Tanrı olma egosu vardır. Yani en iyi olma, kusursuz olma kompleksinden bahsediyorum. Duygu bedene tekabül eden element havadır. Kıskançlık duygusu öfke doğurur ve öfke kalıplar oluşturur. Öfke özgür olan duygu bedenimizi yani havayı kalıbın içine hapseder ve sıkıştırır. Sıkışan havanın bir yerde o kalıbı patlatması yani tekrardan özgür olması gerekmektedir. Ve bu patlama olur. Bu patlama kendimizi yetersiz hissettiğimiz insana gıybet, dedikodu ve daha ağarı şiddet yöneltmemizle olur. İşte hasta insanların çevrelerine uyguladığı psikolojik yada fiziksel şiddetin mekanizması böyle işler. Ancak daha önce değindiğim gibi tüm bunların nedeni insanların farkında bile olmadığı içlerine gizlenmiş Tanrı olma egosudur. İslamda kelime-i şehadet vardır. Müslümanım diyen insanlar bunu dilleriyle dile getirirler getirmesine ama bunu kalbiyle yerine getiren insan-ı kamile denk gelmek günümüzde çok zor maalesef.
8 Kasım 2024 Cuma
Macbeth
Geçen perşembe akşamı Shakespeare'in eseri olan Macbeth temsilini izledim. Tek kişilik bir oyundu. Yönetmen ve oyuncu Sertaç Yekeboğa inanılmaz bir performans sergiledi. Bu eser komutan Macbeth'in vatansever ve dürüst kişiliğiyle kendisini krallığa götüren kanlı bir yolculuktaki şeytani kişiliği arasındaki çelişkiyi anlatıyor. Kalbinde tezatlıklar yaşayan Macbeth'in ruhunun savruluşunu, yaşadığı deliliği ve ikbal uğruna kendini şeytana satmasını sahnede izlerken iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Bu aslında güce hayran gücün peşinde koşan bir insanın gücü ele geçirdikten sonra gücün esiri olmasını anlatan bir hikaye. Sınırı bir kez geçen biri için artık sınırların olmadığı mesajını veriyor. Bu ödüllü bir oyun. Hem yönetmenliğini yapan hem Macbeth'i oynayan Sertaç Yekeboğa Macbeth rolüyle 24. Direklerarası Seyirci Ödüllerinde " En iyi tek kişilik performans ödülünü almış " Oyun prömiyerini 5 şubat 2024 de yapmış ve anladığım kadarıyla Türkiye turnesindeler. İnternetten oyun takvimine bakın derim ve Macbeth sizin şehrinize geldiğinde kaçırmayın derim.
7 Kasım 2024 Perşembe
Işık ve Bilinç
İnsanlar ışığı görmez, ışıkla görür demiş Imanuel Kant. Gece olunca ışık kaynağımız olan güneş batıyor ve hava kararıyor. Eğer suni bir ışık yakmamışsak gündüz gördüğümüz cisimler karanlıkta kalıyor ve onları göremiyoruz. Cisimleri görmemizin sebebi bir ışık kaynağından yayılan ışınların cisim tarafından gözümüze yansıtılmasıdır. Bu olayın fiziksel boyutu. Hayattaki her cisim insana bir fikir verir. Algıladığımız her cisim zihnimizde oluşan bir düşünceye tekabül eder. Tenis topunun zihnimizde yuvarlak olduğu düşüncesi gibi, devleti soyan bir haydutun kötü biri olduğu düşüncesi gibi. Peki düşünce nasıl doğar? Düşünce algıladığımız öznenin zihnimizde yorumlanmasıdır. İşte zihnimizde bu yorumlamayı bilinç yapar. Zihnin bir özneyi görmesi olayı onunla ilgili bir düşünce oluşturmasıdır. Zihin sahip olduğu düşüncelerle görür bunu da bilinç yapar. Bilinç zihnin ışığıdır. Her bilinç bir ışıktır. Duyu organlarımızla topladığımız beynimize gelen veriyle etkileşime girer ve sahip olduğu deneyimle o veriye kimlik verir. Yani düşünceyi oluşturur. Herkesin sahip olduğu ışık farklıdır. Herkesin bilinç seviyesi varklıdır. İnsan oğlu beden ve ruhtan oluşur. Bedenimizdeki ve ruhumuzdaki blokajları yani tıkanıklıkları ne kadar giderebilirsek alacağımız ışık da o kadar kuvvetli olacaktır. O ışık Tanrının nurudur yani Tanrısal bilinçtir. Bilincinizi yükseltebilmeniz dileğimle...
İnsan Nedir?
Pisagor'a vakti zamanında sen sofusun demişler. O da yok beni sofu değilim. Ben Philo Sofia' yım demiş. Philo: Aşk Sofia: Bilgelik demektir. Yani Pisagor " Ben bilgeliğe aşığım " demiş. Günümüzde kullandığımız filozof kelimesinin meydana gelme hikayesi işte böyle. Üniversite birin yaz tatilinde Tanrı arayışına girmiştim. Yaşım daha 20 bile değil. O yaz Platonları, Sokratları, Kantları, Descartesleri okumuştum. Sadece felsefeyle sınırlı kalmayıp içinde Big Bang teorisininde olduğu bilimsel makalelere de çalışmıştım. İnternetten bulup İngilizceden çevirmiştim. Felsefe yapmıştım, kendi kendime düşünmüştüm ve sonunda Tanrı'nın varlığını kabul etmiştim. Felsefeyi, felsefi yazılar üretmeyi severim beni bilirsiniz. Dün akşam Aktif Felsefe derneğinin Yalova'daki şubesinde 6 ay sürecek felsefe eğitimine başladım. Aktif Felsefe Derneği: felsefe, kültür, gönüllülük esaslarını yerine getiren 35 yıllık bir oluşum. 14 ilde 18 şubesiyle hizmet veriyor. Dün akşam çok sıcak bir ortam vardı ve ilk ders harika geçti. Bende bundan sonra orada öğrendiğim bilgileri sizlerle paylaşacağım. Dün insan konusunu işledik. Doğu felsefesine göre insan kişilik ve irade, aşk, zekanın olduğu iki kısımdan oluşur. Kişilik cismi bir kısımdır ve maske olarak da adlandırılır. Kişilik aşağıdan yukarıya doğru sırasıyla: Fizik Beden, Enerji Beden, Duygu Beden, Arzu Zihinden oluşur. Fizik bedeni toprak, enerji bedeni su, duygu bedeni hava ve arzu zihni ateş elementleri temsil eder. Kişiliği oluşturan bu bedenler aslında insanın hapisanesidir. Ve buradan çıkış için üst basamakların idrakinde olmamız lazım. Duygularımızı ve arzularımızı kontrol edersek bu beden hapishanesinden kurtuluruz. Üst basamaklarda ise bir piramidi hayal edin ve tabanında saf akıl, bir üstünde saf sezgi ve piramidin en ucunda saf irade vardır. Kişilik ile bu piramidi gümüş bir ip bağlar. Bu ise bilinçtir. Hayatımızda ilerlememizi engelleyen blokajlar kişiliğimizdeki bu 4 bedeni yönetememizden kaynaklanıyor. Bunlar arabayı çeken 4 at gibidir. Dizginler elimizde olmalı. Hangi bedenin ( fizik, enerji, duygu, arzu bedenleri ) neye ihtiyacı olduğunu bilirsek yönetiriz. Hepimizin hayatında aşamadığımız sorunlar var. Sorunun çözümü için kendimize şu soruyu sormalıyız: Benim bedenimde ne oluyor? Bu davranışı hangi bedenimle ( Fizik B., Enerji B. , Duygu B. , Arzu B. )yapıyorum? Benim bilimcim nerede? Benim bilincim hangi bedenimde? Güneş yani ışık bu piramidin üstündedir ve bedenlerimizdeki blokajları temizlersek o ışık saf iradenin olduğu piramidin en tepesinden girer ve aradaki tüm kademeleri aydınlatıp en alt kattaki fizik bedene kadar gidip onu da aydınlatır. Böylece tekamülde ilerleyip kişisel aydınlanmamızı yaşarız.
6 Kasım 2024 Çarşamba
Tercihler
Tercihler: hayatımız her an her saniye yaptığımız tercihlerle şekilleniyor. Yaptığımız her tercihde seçtiğimiz yoldan ötürü birşeyler kazanır, seçmediğimiz yoldan ötürü bir şeyler kaybederiz. Mutlak bir kazanç getiren tercih yoktur. Tercihlerimizi yaparken fayda-maliyet analizi yapmamızı söyler aklımız. Birde kalbimiz vardır. Kalbimizle aldığımız kararlar... Kalp için önemli olan manevi faydadır ve o tercih bize fiziki kayıp yaşatacak olsa bile yürüyeceğimiz o yoldan duygusal kazanımlar elde ederiz. Peki bunun ortası yok mu? Yani hem maddi ( illa parayı kastetmedim. Fayda da diyebiliriz ) hem manevi kazanımlar elde edebileceğimiz bir tercihden bahsediyorum. Bunun için tutku duymalıyız. Neye tutku duyduğumuzu keşfetmeliyiz ve tutkumuz olan işi yapmalıyız. Peki tutkumuz olan işi yaptığımızda her zaman kazanır mıyız? Size kendimden örnek veriyim. On yıl öncesine kadar otel, okul, büyük site projeleri yapan başarılı bir mühendistim. Para kazanıyordum ve bu kazancımla yılda üç dört kez yurtdışı tatillerine gidiyor iyi vakit geçiriyordum. Birgün içimde bir yazma dürtüsü gelişti. İnsanlara anlatmak istediğim hikayelerim olduğunu hissettim. Kalbimdeki yazma tutkusunu keşfettim ve hayat beni bir yol ayrımına getirdi. Radikal bir karar aldım ve on yıl süren makine mühendisliği kariyerimi sonlandırdım. Tam zamanlı yazarlığa başladım. Geçen on yılda tam altı tane kitap ve sosyal medyada paylaştığım sayısız yazı yazdım. Peki bu radikal karar bana ne kazandırdı ne kaybettirdi? Şu ana kadar kitaplarımdan maddi bir kazanç elde etmedim. Maaşlı bir işten vazgeçtiğim için eskisi gibi tatillere gitmekten lüks yaşamdan mahrum kaldım. Ama yazılarım sayesinde sosyal medyada harika insanlarla ve takipçilerle tanıştım. Yazmak kendi içine yapılan bir yolculuk. Yazarken kendi kuytularımı keşfettim. Kendimi daha iyi tanıdım. Yazılarımın okurlarıma faydası oldu. Ve en önemlisi kalbimin istediği şeyi yaptım. On yıldır böyle az masraflı minimal bir hayat sürmemin bir sebebi de yalnız olmam. Bir ben bir de kedim. 2023 yazında whatsup üzerinden süren Yalova'ya uzak farklı şehirdeki kız arkadaşımla 2 aylık aşk maceramı saymazsak son ilişkimi 2012 yılında sonlanmıştı. 2025'e giriyoruz. 13 yıldır elime kadın eli değmemiş. Ben biraz fazla duygusal ve kırılganım. Zor aşık olur ama sevdim mi tam severim. Eğer yeniden seversem ve o kızla bir yola girme kararı alırsam hayat beni tekrardan bir tercih noktasına getirecek. Aşkım için, ailemiz için on yıl sonra tekrardan mühendislik kariyerine dönmekten ve ailemin, karımın rızkını kazanmaktan bahsediyorum. Bernard Shaw'un bir sözü var: " Bütün zekamı, yeteneğimi, şöhretimi, eserlerimi akşam eve zamanında gelip gelmeyeceğimi merak eden bir kadın için feda edebilirim " Hayat arkadaşımı bulsam yine az da olsa yazardım diye düşünüyorum. Ama o kadın için tekrardan mühendislik kariyerime döneceğimden eminim.
5 Kasım 2024 Salı
Şaşırmak Güzeldir
Şaşırmak güzeldir. Bir tesadüf sonucu karşınıza çıkan bir yabancının ruhunuza şifa olması, karşılaştığınız küçük bir çocuğun size sorduğu bir soruyla o güne kadar oluşturduğunuz tüm kalıplarınızı sarsması, hesapta olmayan bir sokağa girdiğinizde oturduğunuz salaş lokantada yediğiniz yemeğin ağzınıza ve gönlünüze tat vermesi yada şaşırmaların en güzeli yani hiç beklemediğiniz yerden, hiç beklemediğiniz bir karşılaşma sonucu birinin kalbinizi çalması yani aşk... Kalp bence dünyadaki en saf şeydir. Çünkü aşk kapısını kaç sefer çalarsa çalsın, kaç yaşında olursa olsun, kaçıncı aşkı olursa olsun aşk karşısında her seferinde şaşırır. Anlıyacağınız kalp biraz saftiriktir. Tıpkı küçük deneyimsiz bir çocuk gibidir. İçinizdeki çocuğu ihmal etmeyin diye bir söz vardır ya olay tamda bu. Kalp hatıraları tutar. Hayatınızdaki her bir güzel anının fotoğraflarının asılı olduğu gizli hazine odası gibidir. O sizin odanızdır sizin hazinenizdir. Akıl ise duvarlarında duran ekranlarda karşılaştığınız rutine binmiş her gün karşılaştığınız sıradan olayları ve kişilerin videolarını oynatır. Sizi yeni bir şeyler yapma, hayatın farklı sokaklarına girme konusunda frenleyen gözünüzü korkutan geçmiş kötü deneyimlerinizin videolarını sürekli oynatıp durur. Şimdi bir tercih yapın. Siz hangi odada bulunmak isterdiniz? Aklınızın sizi monotonlaştıran odasında mı yoksa kalbinizin sizi şaşırtıp bir çocuk gibi sevindiren odasında mı? Bu tıpkı Matrix filminde Morpheus'un Neo'ya mavi ve kırmızı hapı vermesi gibidir. O yüzden biz kalbimize yatırım yapmalıyız. Okumayı ertelediğimiz o kitabı alıp okumalı, bazen yeni bir restorana gitmeli, yaşadığımız şehir de olsa keşfetmediğimiz yerler keşfetmeli, yeni insanlarla tanışmalı kendimizi şaşırtmalıyız. Hazine odamızın duvarlarına yeni hatıralara ait fotoğraflar asmalıyız.
4 Kasım 2024 Pazartesi
Utanmak
Duygular halen yaşadığımızın kanıtıdır. Örneğin utanç: Ahlaki normlara karşı geldiğimizde utanç hissederiz. Bu güzeldir çünkü halen vicdanımızın tıkır tıkır işlediğini gösterir. Ama bu utanç duygusu kalbimizde yer edip kronikleşirse geçmişte yaptığımız bir hatadan ötürü sürekli suçluluk psikolojisine girersek bu duygu bize zarar verir. Sonuçta dinlerde bile "tövbe" müessesesi vardır. Hatamızın pişmanlığını kendi içimizde yaşamışsak ve aynı yanlışı bir daha tekrarlamamak gayretindeysek utancımızı terk etme zamanımız gelmiştir. Birde sosyal utanç kavramı var. Bir kişi cemiyete girdiğinde kıyafeti statüsü oradaki insanlardan daha düşük seviyede ise bundan utanç duyabilir. Kendini ezik hissedebilir. Böyle insanlar var maalesef ve bu çok yanlış bir duygu. Zenginlik, mal mülk, sosyal statü bif insanın kalitesini belirleyemez. İnsanın kaliteli yapan şey: Dürüstlük, yardımseverlik, sevgi ve adalet duygularıdır. Yani bir insanı sahip olduğu iyi ahlak değerli yapar. İnsan ahlakı arızalıysa utanmalıdır bunun dışında utanacak hiç bir şey yoktur.
Sınırlar Sezgiseldir
Bir kere sınırı aşan için artık sınır yoktur demiş Epiktetos. Sınırlar niye vardır? Güzelle çirkini, iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı ayırt etmek için vardır. Az önce saydığım kavramlar birbirlerine karşıt kavramlar. Sınırlar zaten birbirine tezat olan iki şeyin arasında oluşur. Sezgisel bir şeydir. Yani illa Doğu Berlinle ile Batı Berlini ayıran dikenli telli betonerme bir yapı olması gerekmez. Peki biz tolum olarak birbirimizin sınırlarına saygı gösteriyor muyuz. Duygusal, psikolojik, özel hayatımıza dair sınırlar. Dedimya bu sınırlar sezgiseldir ve bir başkası tarafından algılanabilmesi için empati ve saygı gereklidir. Karşımızdaki kişide empati duygusu gelişmemişse sınırlarınızı geçmekten tereddüt duymayacaktır. Örneğin görev tanımınızda olmamasına rağmen işyerindeki patronunuzun size ayak işlerini yaptırmak istemesi gibi. Empati yeteneği gelişmemiş kişi belkide sınırı ihlal ettiğinin farkında değildir. Ama empatisi gelişmiş lakin saygısı olmayan gruba giren kişiler çok tehlikelidir. Onlar sizin sınırlarınızı ihlal ettiklerinin farkında olmalarına rağmen size çektirdikleri rahatsızlıkla tatmin duyarlar bundan gizli bir zevk duyarlar. Bir sefer taviz verdiniz mi artık geri dönüşü yoktur hep taviz vermek zorunda kalırsınız. Birde kişisel sınırlarımız vardır. Ahlaki ve vicdani sınırlar. Yanlışı, kötüyü, çirkini tercih ettiğimizde yavaş yavaş karanlık tarafa geçeriz. Bu siyah giyen adamlarla beyaz giyen adamlar arasındaki halat çekme yarışı gibidir. Siyah giyen takım ( kötülük) halatı çekip ortadaki sınırı geçen bir adamınızı oyun dışına sürükledi mi rakip karşısında bir kişi eksilirsiniz. İşiniz daha da zorlaşır. Üstelik kaybettiğiniz o adam rakip takıma katılır. Doğruda kalmak dahada zorlaşır. O yüzden hayatta prensiplerimiz olmalı, sınırlarımızı belirlemeli ve hep doğruda kalmak için mücadele etmeliyiz.
3 Kasım 2024 Pazar
Boşverdik
Boşverdik. Çocukken oyuna dalıp ödevleri boşverdik. Büyürken bocaladık. Çünkü okuldayken önce dersi görür sonra sınava girerdik. Büyüyünce bir baktık ki hayat önce sınava çekiyor sonra dersini veriyor. Haliyle hayat sınavından ikmale kaldık ama boşverdik.Sevdiğimiz kızı başkasına verdiler boşverdik. Semt pazarlarında hava karardıktan sonra çıkma sebze topladılar boşverdik. Ormanları yakıp yerine otel yaptılar boşverdik. Atatürk'e ayyaş dediler boş verdik. Orduya kumpas kurdular boş verdik. En yakınımız tuzak kurdu, zarar verdi boşverdik. Arifeyi gösterip bayramı yaşatmadılar boşverdik. " Hiç bardak kırıldı diye su içmekten vazgeçilir mi? " dedik yeniden aşık olduk kalbimizdeki yarayı boş verdik. Muktedir " Çapulcu, çürük, sürtük " dedi, TOMA, biber gazı, plastik mermi, çevik kuvvet geldi boşverdik. Yine Gezi'de ağaç nöbetindeydik. Aklımızı yitirdik Bakırköye girdik yine boşverdik. Milyonlarca dolar karapara aklayan " Enerciiii " leri 9 ayda saldılar boşverdik. Muktedirin ortağı milliyetçi püskevit "APO salıverilsin meclise gelsin konuşsun" dedi boşverdik. Para uğruna kundaktaki bebelere kıydılar boşverdik. Emekliyi 12.500 lira sadakaya mahkum ettiler boşverdik. Gençliğimizi yaşayamadan ömrümüz geçip gitti boşverdik. Sokak hayvanlarına kıydılar boşverdik. "Anayasa ilk 4 madde değiştirilsin" dediler boşverdik. Ülkeye 13 milyon mülteci doldurdular boşverdik. Boşverdik, boşverdik, boşverdik.Biz galiba insanca yaşamaya boşverdik...
1 Kasım 2024 Cuma
Salıncak
Yalova sahilinde bir çocuk parkı var arkasında ise her sabah Türk kahvemi içtiğim çay bahçesi. Parkta bir salıncak var çocuklar için. Kahvemi içerken her sabah genç bir kadın geliyor ve salıncakta sallanmaya başlıyor. Bu durum ilk başlarda dikkatimi çekmemişti ama o kadın her sabah gelip çocuk salıncağında sallanınca dikkatimi çekti. O kadın belkide Yalova sahilindeki denize sallanarak dertlerini boşaltıyor. O çocuk salıncağında sallanıyor, sallanırken birleştirdiği ayakları önündeki Marmara denizinin üzerine çıkıyor ve derdi, tasası neyi varsa hepsini mavi gövdeli dalgaları tatlı tatlı sahile vuran denize emanet ediyor. Peki bizlerin derdimizi emanet edebildiğimiz bir deniz, bir ova bir dağ yada birisi var mı? Hayatlarımız geçmişin pişmanlığı ve geleceğin kaygısı içinde geçiyor. Hayatla helalleşebilmemiz lazım pişmanlıklardan kurtulabilmemiz için. Gelecek kaygısına gelince: zihnimiz gelecek ile ilgili korku filmi çekmeye bayılır. En kötü ihtimalin türlü türlü olasılıklarını aklımıza getirir ve gelecek konusunda bizi tedirgin eder. Aklımızda sinema oynatmaya bayılan o korku filmcisine çok da tınmamak lazım. Sonuçta gelecek henüz yaşanmadı ve kaderimiz bizim çabada ve tevekkülde olmamıza bağlı. İyisini hayal edelim iyi olsun. Bu sözlerim birazda bu satırların sahibi bana. Sonuçta hiç birimiz kusursuz değil. Dertlerinizi emanet edeceğiniz sahildeki o salıncağı bulmanız dileğiyle... Sevgiler.
31 Ekim 2024 Perşembe
Hayatın Rengi
Düşünce duyu organlarımızla algıladığımız verilerin zihin tarafından yorumlanmasıdır. Zihnimizde oluşan düşünceleri üç sınıfa ayırabiliriz. Olumlu ( Beyaz düşünce ) , olumsuz ( Siyah düşünce ) ve belirsiz ( Gri düşünce ) Hayatta ne algılarsak algılayalım bizim için ya olumludur, ya olumsuzdur yada belirsizdir. Örneğin sağlık. Sağlık hakkındaki kanaatimiz olumludur. Hastalık hakkındaki düşüncemiz ise olumsuzdur. Yeni seçilen belediye başkanı hakkındaki kanaatimiz ise belirsizdir. Yapacağı icraate göre karar veririz. Peki zihnimizin her yaptığı sınıflandırma doğru mudur. Düşünce verilerin yorumudur dedik. Zihnimizin her yaptığı yoruma güvenebilir miyiz? Sonuçta yorumlarımızın yönünü deneyimlerimiz belirler. Her bireyin deneyimi aynı olamaz. Siyah düşünce veya beyaz düşünce alanları kontrolümüzdedir. Bir yargıya varıp klasörü kapatırız ve iş biter. Ama gri düşünce yani belirsiz durumlar kontrolümüz dışındadır. Zihnimizde gri kümeye koyduğumuz insanın yada olayın iyi mi yoksa kötü mü olduğunu zaman yani gelecek gösterecektir. Gelecek ise biz 3 boyutlu varoluşlar için belirsizdir. Burada kader devreye giriyor. İnsanın Tanrıya sığınma ve O'nun planına güven duymaya ihtiyacı vardır. Eğer hayatın bir rengi olsaydı bence bu gri olurdu. Çünkü hayat iyiyi de ( Beyaz ) kötüyü de ( Siyah ) içinde barındırıyor ve bu ikisinin karışımı gridir. Zihnimizde beyaz düşünce bölgesi yada siyah düşünce bölgesi aktifken Tanrı'ya uzak düşeriz. Beyazken çok mutluyuzdur şükrü unuturuz. Siyahken kırgın veya öfkeliyizdir isyan ederiz. Tanrı en iyi gride yani belirsizlikte bulunur. Belirsizlik dengedir. Bir kefesinde siyah diğer kefesinde beyaz olan terazinin dengesi gibi... Gri belirsizliktir, belirsizlik dengedir çünkü sonraki anda hangi kefeye yeni yük gelip dengenin ne tarafa bozulacağını bilemezsiniz, denge ise Tanrı'dır.
30 Ekim 2024 Çarşamba
Jest
Jest yapmak. Birine karşılık beklemeden bir güzellik yapmak. Her şeyin çıkara dayalı olduğu bu devirde zor bir şey değil mi? En son komşu teyze bana köyünden bir torba mandalina getirdi. Halen yiyorum o mis kokulu mandalinaları. Geçen yıl arkadaşımın oğluna bedava ingilizce özel ders vermiştim. Çocuğun geçen yıl okulda verdiğim temelle ingilizce dersinde çok başarılı olmasının yaşattığı gurur bana yetti. Çocuğun babası boş durmadı ve bana bir bavul kıyafet verdi. Şuan kitaplarımdan bir gelirim olmadığı için yeni kıyafet alacak bütçem yok arkadaşım Murat abinin bu kıyafet jesti de çok makbule geçti. Jest yapmak güzel bir şey. Bence Tanrısal bir davranış. Bi düşünün Tanrı hayatı ve insanları hiç bir ihtiyacı yokken yarattı. Aldığımız nefes Tanrı'nın bizlere güzel bir jesti gerçi jest hafif kalır yücegönüllü bir nimeti. Bir yılda 365 gün var. 70 yıllık bir ortalama insan ömründe ilk 5 yılımızı saymazsak yaklaşık 24.000 gün var. Her gün bir jest yapsak toplamda 24.000 iyilik sayısına ulaşıyoruz. Müthiş bir rakam. Sokaktaki bir canı besleyebiliriz, otobüste bir yaşlıya yer verebiliriz, restorandaki garsona iltifat edebiliriz... Elimizden gelen o kadar çok şey var ki... Toplum olarak bir dönüşüm başlatmak zorundayız. Birbirimize iyi davrandığımız zaman köklerimiz güçlenip toprağın derinliklerine uzanacak ve sağlam bir ülke olacağız. Bir insanı tebessüm ettirebilmek kadar güzel bir şey yok. Hastalık taşıyan virüsler nasıl bulaşıcıysa, iyilik ve tebessümde bulaşıcıdır. Hadi bugünden itibaren büyüklüğüne bakmadan çevremize her gün bir iyilik yapalım. Bir salgın başlatalım. İyilik salgını... Bunu ülkemizdeki gölgelenmiş her yüz ışıldayana kadar yapalım.
28 Ekim 2024 Pazartesi
Televizyon
Alışkanlıklarımızı terk edebiliyoruz çünkü hayat rutinimizi kıracak şekilde bize sürprizler yapabiliyor. Bugün sizlere televizyon izleme rutinimde meydana gelen değişimden bahsetmek istiyorum. Bir kaç yıl öncesine kadar sıkı bir basketbol izleyicisiydim. Haftada 5 NBA maçı ve bir kaç tanede EuroLeague maçı izlerdim. Aslında kalbime basketbol sevgisini doksanlı yıllarda Murat Murathanoğlu ve Rahmetli İsmet Badem'in Efespilsen'in avrupa maçlarındaki tatlı anlatımları aşılamıştı. Birde 99 Marmara depremi nedeniyle Yalova'dan taşındığımız Bursa'da canlı olarak maçlarını takip ettiğim efsane şampiyon TOFAŞ takımı. Birkaç yıl önce NBA ve Euroleague maçları başka bir platforma taşındı. Ve onları izleyemez oldum. Ama abonesi olduğum digiturk Türkiye Basketbol Ligi maçlarını vermeye başladı. Bende geçtiğimiz 2 yıl boyunca Türkiye ligi maçlarını izledim. Bu arada hastası olduğum Galatasaray futbol takımı maçlarını da her hafta sonu evimde izliyordum. Ancak geçen yaz digiturk fahiş bir fiyat talep edince digiturk'ü iptal etme kararı aldık. Bu çocukluktan beri hiç bir maçını kaçırmadığım Galatasarayıma veda anlamına geliyordu. Bu bir tutkuydu, alışkanlıktı ama kendi irademle bu alışkanlığıma son verdim. Demekki bağımlılıklara son verilebiliyor. Aslında bu yöntemi başımın belası sigara tiryakiliğim içinde kullanabilirim. İyi fikir! Sonra televizyonumun eskisine göre daha az adetteki kanallarında dolaşırken TRT MÜZİK kanalına denk geldim. Orada Yıldızlar Altında diye bir program var. Programın solisti Ayşen Birgör isimli hanımefendi. Ses desen var, zerafet desen var, nezaket desen var, yetenek desen var. Kendisi Türk Sanat Müziği şarkılarını müthiş seslendiriyor. You Tube'a da Ayşen Birgör'ün programları yüklenmiş. Oradan da seyredebilirsiniz. Televizyonumda geçen yaz yaptığım değişim bana belki futbolun ve basketbolun kapılarını kapadı ama TRT MÜZİK kanalını keşfettirdi. Bu kanalı herkese tavsiye ederim. Müzik ruhun gıdasıdır.
25 Ekim 2024 Cuma
Bahane
İnsanoğlu suçluluk duygusunu taşımayı sevmez. Vicdanını sahte bir masumiyet makyajıyla kapar. İnsanlar kadın-erkek farketmez tarihin ilk gününden beri makyaj yaparlar. Ruj, rimel, allık, fondoten Allah ne verdiyse boyandıkça boyanırlar. İnsanlar "Sen hatalısın" diyen vicdanlarını boyarlar ona makyaj yaparlar. Bu bir tür kandırmacadır. Çevreni kandırma daha da önemlisi kendini kandırma halidir. Bana ilginç gelen nokta insanların doğruyu söyleyen vicdanlarının sesini dinlemektense kendilerini kandırmayı seçmiş olmalarıdır. Sahtelik yaratan bu makyajın adı bahanedir.
Bahane gerçekleştiremediğimiz potansiyellerin yada vicdanımıza ters düşen eylemlerin üzerine attığımız toprak gibidir. Evet toprak. Bahane toprak gibi doğal görünüme sahiptir kusuru çok iyi saklar. Göze hoş görünür. İyi bir dekordur. Aslında çiçekli bir bahçe gibi gördüğümüz yer ölü doğan potansiyellerimizin yada yanlışlarımızın gömülü olduğu bir mezarlıktır. Bahaneyle yalan arasında ince bir çizgi vardır. Ürettiğimiz her bahanede aslında kendimizi kandırır, kendimize yalan söyleriz. Sigara, alkol, kumar tiryakiliği... Hepsini geçin. Dünyadaki en yaygın tiryakilik bahane tiryakiliğidir. Bu illetten kurtulabilmek için aynanın karşısına geçip kendimizle yüzleşmemiz gerekir. Bu çok zordur. Ama arınmamız için gerekli bir durumdur. Bahane kirdir, pastır. Aklımızda bulunan çöplüktür. Evimizi, bedenimizi nasıl temiz tutuyorsak aklımızı da öyle temiz tutmalıyız. Yıllardır biriktirdiğimiz, biriktirirken kendimize yalan söylediğimiz bahaneleri torbaya koyup sokak başındaki çöp konteynırına sallamalıyız.Bahanelerden kurtuldukça hayat size daha saf ve daha dostane olacak. Yolunuz açılacak. Denemesi bedava.
21 Ekim 2024 Pazartesi
Oyun
İnsan yazılımından gelen bir duyguyla kendini tekrar eden modellerin bir parçası olmak istiyor. Hergün egzersiz yapmak, piyano çalmak, yemek yapmak, örgü örmek, cep telefonundan oyun oynamak gibi. Hep aynı şeyi yapmamıza rağmen, aynı çevrimi yaşamamıza rağmen sıkılmıyoruz. Yaşımız kaç olursa olsun sürekli bir oyun oynama ihtiyacı duyuyoruz. Bu bana çok ilginç geliyor. Yani tekrar eden kalıplardan hiç sıkılmamamız. Eğer sıkılsaydık birbiri ardına çekilen aşk, komedi yada macera filmlerini hiç seyretmezdik. Aşk filmini ele alalım. Sonuçta birbirinden farklı kaç aşk kombinasyonu olabilir ki? Hollywood bundan yetmiş yıl öncede aşk filmi çekiyordu şimdide çekiyor. Ama bu filmler halen izleyici buluyor. Bünyemizin tekrardan hoşlanan bir yapısı var. Satrancı defalarca oynama, piyanoda aynı şarkıları defalarca çalma, hergün aynı sahildeki yolda yürüme gibi. Bizler tekrar eden eylemlerle alışkanlık ediniyoruz ve alışkanlıklarımızla kendimize güvenli kozalar örüyoruz. Güvenli alan yada konfor alanı da diyebiliriz. Bence tekrar eden eylemlere bukadar düşkün oluşumuzun sebebi bu. Bu bir tür meditasyon...Kaostan hoşlanmıyoruz. Hayatımızda belirsizlik istemiyoruz. Otuzuma kadar playstaion müptelasıydım. Sonra oyundan sıkılır oldum. Eskiden maraton koşan sıkı bir sporcuydum. Sabah bir saat koşu akşam bir saat ağırlık kaldırma antrenmanı yapardım. Otuz beşimde bundanda sıkıldım. Kırklarımın ortasına doğru gidiyorum ve yaklaşık on iki yıldır öykü, roman, günlük yazılar yazıyorum. Yazmaktan hoşlanıyorum ve koşu maceramın başına gelen şeyin yazma maceramın başına gelmeyeceğini umuyorum. Çünkü her yazıda yeni bir üretim yapıyorsunuz. Yazıda yarattığınız dünyada bir oyuncu oluyorsunuz ve kurgu kahramanlarınızın oyununda sizde bir oyuncu oluyorsunuz. Çok güzel bir duygu. Ne diyelim? Yazmak da benim vazgeçemediğim her gün tekrarlamaktan keyif duyduğum oyunum ( meditasyonum) olsun.
19 Ekim 2024 Cumartesi
Balta
Kahpe felek döndü değirmenin buğdayı öğütmesi gibi hayallerimizi ezdi. Biz o buğdaydan ekmek yapıp çorbamıza katacaktık, felek canımızı ezdi " Buyur çorbana bu can kırıklarını katacaksın " dedi. Rızıktır dedik o çorbayı içtik. İçerken dilimiz parçalandı, kan kustuk... Çocuklar "Ne oldu baba?" diye sorunca " Bir şey yok yavrucum kızılcık şerbeti içtim " dedik. Evet ya çocuklar. Para, mafya, tarikat üçgeninin kirletemediği geriye kalan sağ çocuklar. Geriye kalan sağ umutlar... Bermuda Şeytan Üçgenine giren uçaklardan, gemilerden bir daha haber alınamıyormuş. Siz birde Türkiye'deki tarikat-zır cahil-siyaset üçgenini görün! 22 yıldır üniversiteli işsiz gençlerin, kundaktaki bebeklerin, şiddete uğrayan kadınların, rejime muhalif gazetecilerin, sokaktaki hayvanların, insanların umutlarını, hayallerini kısacası iyiye dair ne varsa her şeyi bir karadelik gibi girdabına katıyor ve yok ediyor. Bizdeki bu şer üçgeninin yanında Bermuda Şeytan Üçgeni halt etmiş. Halkın yarısı celladına aşık olmuş. Ormandaki ağaçların sapı tahtadan diye her seçimde tekrardan baltaya oy vermesi gibi tekrardan baltayı seçip başa getiriyorlar. Sen yarın ahiret gününde sadece hayatında karşılaştığın insanlardan helallik alınca ilahi hesabın kapanacağını mı sanıyorsun? Yoo hayır iş o kadar basit değil, yanılıyorsun sevgili okur. Vatan elden giderken sustuğun için, isyan etmediğin için kurtuluş savaşını kazanıp bize bu güzel vatanı emanet eden kanlarını döken canlarını veren dedelerimiz ahiret gününde karşına dikilecek. Onlardan helallik alabilecek misin sevgili okur? Bi düşün onların yüzüne bakabilecek misin? Vatan elden gidiyor. Sadece dünyadaki vatanın değil ahiretteki vatanınıda kaybediyorsun... Bi düşün. Vakit şer üçgenine karşı inadına dikilme diklenme zamanıdır. Lütfen bi düşün...
18 Ekim 2024 Cuma
Korku
Korku. İnsan bilmediği ve hazır olmadığı durumlardan korkar. Bir öğrenci ders çalışmadıysa öğretmeninin onu sözlüye kaldırmasından korkar. Bir esnaf ekonomik krizden korkar. Çünkü dükkanının krizden nasıl etkileneceğini bilemez. Savaşta bombalanan şehirdeki bir kişi göklerde gürleyen uçak sesinden korkar. Çünkü bir sonraki bombanın evinin üstüne gelip gelmeyeceğini bilememektedir. Korkularımızın ardında; geleceğin bilinmez oluşu ve hayatın bizi eksilteceği, bizden birşeyler götüreceği gerçeği yatar. Korku salt kötü bir şeydir diyemeyeceğim. Korku insanı motive eder çaba göstermesini ve geleceğe hazırlık yapmasını sağlar. Ağustos böceği ile karınca masalındaki gibi karınca kışın aç kalmaktan korktuğu için tüm yaz boyunca çalışıp evine yiyecek depolar ve zorlu kışı rahat geçirir. Faydalı korkuyu böyle özetleyebiliriz. İnsanoğlunun en büyük korkusuna gelecek olursak. ÖLÜM. Öldükten sonra kefenlenip iki metrelik çukura kapatılacağımız fikri. Çok ürpertici değil mi? Karanlık, dar bi alanda tutsak olmak...Aslında biz doğduğumuz andan itibaren Tanrı'nın ruh parçası olan ruhlarımız kısıtlı algılara sahip beden kafesine kilitleniyor. Yaşamımız boyunca ruhlarımızın bedende tutsak kalması iki metrelik kabirde kalmamızdan çokda farklı bir şey değil. O yüzden çokda korkmamak lazım. Allah'ın planına yani kadere inanan kişi, ömrü boyunca vicdanını dinleyip ahlaklı yaşayan kişi, dinini kendini bilen ve yaşayan kişi hiç bir şeyden asla korkmaz. Korkmayalım. Korkularımızın efendisi olalım.Ama şunu unutmayalım. O sözlü var ve ahiret gününde hepimiz tahtaya o sözlüye kalkacağız... Bundan kaçış yok. O yüzden bunun farkında olarak kalan günlerimizi değerlendirelim.
16 Ekim 2024 Çarşamba
3 Kişi
Huzursuzluk insanın zihnindeki kararsızlıktan ortaya çıkar. Bizleri sadece konuştuğumuz insanlar etkilemez. Geçmişimize, geleceğimize dair zihnimizdeki düşüncelerin şu anımızla çelişkisi de psikolojimizi etkiler. İnsanın zihninde 3 kişi yaşar. Birincisi geçmişte olduğumuz kişi. İkincisi şuanda olduğumuz kişi. Üçüncüsü ise olmak istediğimiz kişi. Melankolik bir ruhumuz varsa geçmişteki kişiye özlem duyarız. Geçmişi özleriz onu geri getirmeye çalışırız. Ama hayat bir trende yapılan yolculuktur ve geride kalan durakları, manzaraları geriye getiremeyiz. Çünkü o tren hep ileri gider. Hayalperest biriysek gelecekte olmak istediğimiz karaktere özlem duyarız. Anın şükründe olmayız. Bunlar hep zihnimizde huzursuzluk ve karışıklık yaratır. Peki huzurlu olmak için ne yapmalıyız? Zihnimizde yer alan o üç kişiyi bir uzlaşma masasına oturtmalı ve birbirleriyle uzlaştırmalıyız. Geçmişte olduğumuz kişiyi, şuan olduğumuz kişiyi ve olmak istediğimiz kişiyi... Bu üçü birbiriyle diyalog kurmalı ve uzlaşmalıdır. Yıllarca terzilik yapmış birinden bir cerrahın yapması gereken karaciğer nakli ameliyatı yapmasını bekleyemeyiz. Yani birikimimiz neyse olmak istediğimiz kişi hedefini de ona göre belirlemeliyiz. Yada ağzında diş kalmamış, kamburu çıkmış artık kuşu ötmeyen bir ihtiyar adam seksi genç kızları tavlama hayalinden vazgeçmelidir. Çünkü o artık geçmişteki olmuş olduğu kişi değil, şuanda olduğu kişidir. Huzur arıyorsak işin sırrı zihnimizde yaşayan bu üç kişiyi bir masaya oturtmak ve onları uzlaştırmaktır sevgili okur.
Heykel
Sorulardan daha okul sıralarında korkmaya başlıyoruz. Öğretmen tahtaya zor bir matematik problemi yazıyor sınıftaki parmak kaldıran bi kaç inek haricindekiler sözlüye kalkmamak için içilmiş kutu kolanın tenekesi gibi ezilip büzülüyor küçülüp sıranın arkasına saklanıyor. Bu sorular üniversite sınavında kaderimizi belirliyor. Toplumda yolsuzlukları soran gazeteciler hapse atılıyor, demokratik hakkını kullanıp meydanlarda hesap soran vatandaş cop, bibergazı, tazyikli su, ters kelepçeye maruz kalıyor. Kısacası küçüğünden büyüğüne toplum olarak sorudan, soru sorandan hoşlanmıyoruz. Peki ama neden? Cevap için beynimizi çalıştırmamız, düşünmemiz ve kalıpları kırmamız gerekir. Biz hayatımızı düşünme, üretme, yenilenme üzerine değil, düzenin bize dayattığı ezber yaşamlar üzerine kurmuşuz. Sistemin elimizden aldığı adalet, eşitlik, refah, güvenlik olgularının eksikliğine şükretmemiz söylenmiş. Şükretmenin yozlaşmış devlet aygıtındaki karşılığı: görmezden gel, kabullen, sorgulaMAdır. Bu toplumsal vaziyet bireylerin her birine de sirayet etmiştir. Mesela kendinize çok basit bir soru sormanızı istiyorum şuan. Soru şu: " Ben ne için yaşıyorum? " Hayatınızda bir amaç, bir ideal, bir adanmışlık var mı? Buna cevap verebiliyor musunuz? Cevaplar şöyle mi? Çocuğum için, eşim için, ailem için, ülkem için, dünya için yaşıyorum. Ailem için yaşıyorum cevabını çok kutsal buluyorum. Bu birilerini sevdiğiniz anlamına geliyor. Seven kalpde sevgi vardır ve sevgi Tanrı'dır. Benim kişisel cevabım ise şöyle: Ben yazılarım için yaşıyorum. Toplumun dönüşümünde, değişiminde fikirlerimle bir kaç tuğla koymak derdindeyim. Soru kavramından buraya geldik onunla yazıyı noktalayalım. Soru sormaktan, sorgulamaktan korkmayalım. Çünkü soru heykeltraşın keskisidir ve heykeltraş eserini taşa vurduğu keski darbeleriyle oluşturur. Bizde zihinlerimizdeki hakikati ham aklımıza soracağımız sorularla ortaya çıkaracağız.
14 Ekim 2024 Pazartesi
Rüyalar
İnsanoğlu edebiyatla hayal edebilmeyi öğrendi. Sinemayla görsel fanteziler bombardımına tutulduğu ve zihni uç noktalara kadar uyarıldı. Yazının geçmişi 5000 yıllık. Sinemanın ise 150 yıl kadar. Edebiyat ve sinema insana hayal sunan, hayal eden ve hayal ettiren sanat dalları. Peki sanatın geleceğinde sonraki adım ne olacak? Işık hızında ilerleyen insan medeniyetinin teknolojisi bir sonraki adımda neye el atacak? Bence sonraki adımda sanat rüyalarımıza el atacak. Bi sonraki adımda bilimadamlarının insan rüyasını manipüle edecek cihazlar icat edeceğini düşünüyorum. Şimdi bir düşünün: Gece yatarken başınıza giyeceğiniz son teknoloji ürünü başlıkları teknoloji şirketlerinin size sattıklarını hayal edin. Film kiralar gibi rüyanızda kimi görmek istediğinizi şirketin web sayfasından işaretliyorsunuz. Bu kaybettiğiniz bir yakınınız yada hep gerçek hayatta tanışma hayali kurduğunuz dünyaca ünlü bir şarkıcı, bir sporcu yada bir aktör olabilir. Gece boyunca hayal ettiğiniz ünlüyle rüyanızda beraber oluyorsunuz. Bu korkunç bir ekonomi demek. Ünlüler izlendikleri rüya başına telif ücreti alacaklar, normal vatandaş izlediği rüya için şirkete kredi kartıyla rüya kiralama ücreti yatıracak. Oluşacak ekonomiyi hayal edebiliyor musunuz? Rüya manipülasyonunun sadace sanatla sınırlı kalmayacağını düşünüyorum. Eğitim ve iş dünyasındada gelecekte kullanılabileceğini düşünüyorum. Öğrencilerin okula gitmek yerine rüyalarında gece uyurlarken eğitime tabi tutulabileceklerini düşünüyorum. İş adamlarının toplantılarını rüya esnasında yapabileceklerini düşünüyorum. Eğitimi, sanatı, iş görüşmelerini rüyalarımız vasıtasıyla yapabileceğimiz bir gelecek olsa... Günün en değerli kısımlarını kendimize, ailemize ve sosyal hayatımıza ayırabilirdik. Bence bilim treninin bi sonraki durağı rüyalarımız olacak. Hatta bu konuyla ilgili önümüzdeki aylarda bir roman yazımına başlamak üzereyim. Siz ne düşünüyorsunuz?
Joker Filmi
Bugün sinemaya gittim ve Joker İki Delilik filmini izledim. Film gişede çakılmıştı ve çok olumsuz eleştiriler almıştı. Ben yine de film öncesi iyimserdim. Yalan yok bu ikinci film 2019 yapımı ilk Joker filminin gerisinde. Ama Lady Gaga filmde Joker'in sevgilisini oynuyor ve Joker'in şizofrenik hayal alemine daldığı fantezilerde Lady Gaga ( Harley Quin ) ve Joaquin Phoenix ( Joker ) birlikte şarkı söyleyip dans ederek filmin arasına muzikal esintiler bırakıyorlar. İlk film Arthur Fleck adlı psikolojik sorunları olan bir loser'ın yavaş yavaş aklını tamamen kaybedip bir caniye dönüşmesini anlatıyordu. Film karakterin psikolojik derinliğini izleyiciye geçiriyordu. İlk filmde konu ve mekan derinliği vardı. Netekim Joaquin Phoenix Joker rolüyle oscar kazanmıştı. İkinci film ise Joker'in tutulduğu hapishane ve yargılandığı mahkeme salonu gibi çok kısıtlı mekanlarda geçiyor. Sanki senaryo Joker'in yargılanması değilde hapishaneden kaçışı ve suç işlemeye devam etmesi üzerine kurulsa daha sürükleyici ve parlak olabilirmiş. Ah işte koskoca Hollywood bilememiş Yalova'da dere kenarında ahkam kesen yazdığı 6 kitapta yayın evleri tarafından reddedilmiş Salih Onur efendi biliyor bu işi. Şaka bi yana filmde Lady Gaga'nın ve Joaquin Phoenix'in birlikte dans edip şarkı söyledikleri müzikal kısımları güzeldi. Joker İki Delilik filmi meraklısını sinema salonlarında bekliyor.
11 Ekim 2024 Cuma
Kaos Teorisi
Jurassic Park filmini duymayanınız yoktur. Doksanlı yıllarda dünyada fırtına gibi esmişti. Ama bu film aslında bir roman uyarlamasıydı ve Michael Crichton'ın yazdığı yine aynı adlı romandan uyarlanmıştı. Kitapta kaos teorisinden bahsediliyordu. Dinazor parkının sahibi açılış öncesi parkı denetime gelen bilim adamlarına her şeyin kontrol altında olduğunu ve parkın güvenli olduğunu söylüyordu. Bir matematikçi olan Ian Malcom'da itiraz edip ortaya kaos teorisini sürüyor ve hiç bir sistemin güvenliğinin garanti edilemeyeceğini, bir kazanın beklenmeyen bir durumun vuku bulup sistemde kaos yaratacağını söylüyordu. Netekim parkta bir kaza oluyor, etobur dinazorlar serbest kalıyor ve trajik olaylar yaşanıyordu romanda. İster bireyler olsun, ister devletler olsun geleceğe giden yolu doğrusal olarak düşünüyorlar sanki A dan B ye B den C ye ve C den D ye noktaların düzenli şekilde takip edilip sonuca ulaşılabileceğini düşünüyorlar. Ama hayat Newton fiziğindeki gibi doğrusal ilerlemiyor. Beklenmedik anlarda kaoslar çıkıyor. Bu bir kaza olabilir, bir ekonomik kriz olabilir yada bir pandemi olabilir. O yüzden hayatta daima A planımızın yanında B ve C planlarımız da olmalı. Çünkü doğrusallık dünyayı değerlendirmenin suni bir yoludur. Hayat öngürülemez olayların gerçekleştiği yıkıcı olaylardan sonraki olaylara vardığımız tesadüfler silsilesidir.
6 Ekim 2024 Pazar
Pembe
Sabah namazından sonra camiden çıktım ve deniz kenarındaki aile çay bahçesine geldim yeni günü karşılamak için. Kargalar edepsizce, martılar arsızca ötüyordu. Birde serçelerin sesine kulak verdim. Ötüşmeleri içime huzur getiriyor. Üç kuş türünü karşılaştırıyorum o an. Ötüşlerini... Güzel olan hep mütevazı mı olur? Bu sabah hava ışık oyunları yapıyor Marmara'nın üzerinde. Marmara denizi ve üzerindeki hava tatlı bir pembeliğe boyanıyor belli belirsiz. Tıpkı utangaç bir çocuğun yanakları gibi. Bu bir kaç dakika sürüyor sonra geçiyor. Marmara genç bir kadın gibi gözüküyor gözüme. Yakışıklı bir erkeğin reveransı karşısında utanan, eğer ona oyun oynamaya kalkarsanız kurşuni bir griliğe bürünüp duygularını saklayan, haksızlık karşısında ortasında fırtınalar kopartan ve coşkun dalgalarıyla sahile tokatlar atan, ona sevgi verirseniz yazları güneşi maviliğinin ardına batıran ve gökle birlikte aşk turunculuğuna boyanan genç nazlı bir güzel Marmara. Marmara benim sırdaşım. Her sabah karşısına geçip Türk kahvemi yudumlarken dertleşiyorum onunla. Dudaklarımın kıpırdamasına gerek yok onunla konuşmam için. Ben ona kalbimi açıyorum o her şeyi anlıyor. Bazen bana tatlı bir dalgayla cevap veriyor bazen tatlı bir esintiyle. Güzel bir pazar günü daha başlıyor Atanın kenti Yalova'da ve her yerde. Ne zaman bu ülke düzelir biliyor musun sevgili okur. Marmara'nın pembeleşmesi gibi toplum olarak yüzlerimiz pembeleştiğinde düzeleceğiz. Biz yıllar önce utanmayı unuttuk. Ondan bu haldeyiz.
5 Ekim 2024 Cumartesi
Maske
Maskeler... Maskeleri yalnızca kimliğinin anlaşılmamasını isteyen kişiler takar. Batman, Spiderman gibi kurgu karakterler. Şöyle bir hayata bakıyorumda toplum bizi daha küçük yaşlardan itibaren maskeler takmamız konusunda zorluyor. Erkek adam ağlamaz, iş yerinde gülümse gibi tabular var hayatımızda. Hayat her bir ferdi usta bir aktöre dönüştürüyor. Mutsuzken gülen emoji maskemizi takıyoruz, öfkeliyken tebessümlü emoji maskemizi takıyoruz. Bu maskeler yüzünden giderek kendimize yabancılaşıyoruz. Vakti zamanında tutmadığımız yaslar, zamanında dışa vurmadığımız duygular bir noktaya gelince patlıyor. Ruhumuz kırılıyor sinirlerimiz harab oluyor. Taktığımız maskelerin bir başka etkisi ise mizacımızı unutuyoruz. Maske bir silgi gibi ifadelerimizi siliyor. Yıllar sonra aynaya baktığımızda kendimiz yerine bir yabancıyı görüyoruz. Bunu yadırgamıyoruzda. Çünkü maskesiz dolaştığımız devirlerdeki kendimizi çoktan unutmuş oluyoruz. Duygularımız buharlaşmış oluyor. Saflığını yitirmemiş duygularımız ateşe daima galip gelir onu söndürür. Ancak bize suni bir karakter katan maskeler suyun bir kaba kalıba konması gibidir. Kaba koyulmuş duygular ateşle buharlaşır ve yok olur. Velhasıl kelam bizler hayatlarımızı yaşarken profesyonel olmak zorunda değiliz. Her şeyden önce kendimiz olmalı, saf duygularımızı yaşamalıyız. Batman yada Spiderman de olmadığımıza göre bırakalım maskeleri çizgi film kahramanları taksın. Biz takmayalım.
2 Ekim 2024 Çarşamba
Mutluluk
Mutluluk. Küçüklüğümüzde salonun ortasındaki bacalı odun sobasının üzerinde çıtırdayan mandalina kabuklarının kokusu etrafa yayılırken işten yorgun gelmiş babamızın koltuğa uzanmış gazete okuması, pencere önündeki koltukta annemizin kazak örmesi ve kardeşimizle birlikte sobanın dibinde kurşun askerlerimizi savaştırdığımız dışarıda lapa lapa kar yağdığı soğuk bir kış akşamı. Kulağa çok mu masalsı geldi? Bahsettiğim duyguyu eğer şanslı iseniz hepiniz küçüklüğünüzde deneyimlemişinizdir. Geçmişin pişmanlığını, geleceğin kaygısını taşımayan ruhu henüz kirlenmemiş saf kalpli çocuk mutludur. Babasını dünyadaki en güçlü kişi olarak gören çocuk kalbinde hissettiği huzurla her zaman mutludur. Annesinin kendisine karşı verdiği sevgiye sahip olan çocuk her zaman mutludur. Peki mutluluk çocukluk mudur? Filmi biraz ileri sarınca hikaye karışıyor. O çocuk büyüyor bu arada hayat canını yakıyor, kazık yiyiyor insanlara karşı güvenini yitiriyor, eğer şanslı bir azınlıkta değilse gençken kurduğu hayalleri suya düşüyor, aşık oluyor, reddediliyor aşk acısı çekiyor. Soluduğu hava içini yakmaya başlıyor. Öyle bir duruma geliyorki aldığı her nefes dünyada geçirdiği her saniye ona acı veriyor. Yada bu durumun da bir çözümünü buluyor ve duygularını kapatıyor ve hayallerini,umutlarını,arzularını öldürüp bir robota dönüşüyor. Yaşarken ölmeyi seçiyor. Verdiğim iki durumda vahim. Aslında bizi dünyaya getiren ailemiz haricinde de bir ailemiz var. Allah'ımız var peygamberimiz var İslam var. Allah kulunu bir annenin evladını sevmesinden kat kat fazla bir şekilde seviyor, şevkat gösteriyor ve merhamet ediyor. Allah bizimle hergün her an konuşuyor. Karşımıza derdimize derman olacak insanlar çıkararak, farkında bile olmadığımız belalara ramak kala bizi kurtararak. Şöyle bir sokakta karşınıza çıkan insanların tişörtlerindeki yazılara, yoldan geçen kamyonların üzerindeki yazılara, izlediğiniz filmde kahramanın ettiği laflara, okuduğunuz kitapta geçen bir cümleye bir bakın...Birde kendi hayatınıza bakın... Bulacağınız şey ahenk olacaktır. Evet ahenk...Bu ahengi yaşamaya başladıysanız bilinizki bu tesadüf değil. Tanrı'nın kelamıdır. Allah sizinle konuşuyordur. Sizinde onunla konuşma zamanınız gelmiştir. Buda namazla olur. Kuşların zikri ciklemesiyse müminin zikri namazdır. Daha ne kadar erteleyeceksin. Yazının başında mutluluk dedim ya... Mutluluk takvada... Mutluluk İslamda... Mutluluk Allah'da...
Ahlak
Bir adam kalabalık bir caddede çırılçıplak dolaşırsa bu ahlaksızlık olur. Ama aynı adam hiç bir insanın yaşamadığı ıssız bir adada çıplak dolaşırsa bu ahlaksızlık olmaz. Kimsesizlik ahlaksızlığı yok eder. Ahlak için kalabalığa ihtiyaç vardır. Hatasız insan hiç bir iş yapmayan insandır. Eğer insanların içine karışmışsak ve bir iş yapıyorsak muhakkak hatalarımızda olacaktır, kayıplarımızda olacaktır. Olayı fizik açısından ele alacak olursak: bir cisme belirli bir kuvvet uygulayıp onu ittiğimizde cisim üzerinde bulunduğu düzlemde belirli bir mesafe gittikten sonra durur. Çünkü ona yüzeyden gittiği yönün aksi istikametinde sürtünme kuvveti etki etmiştir. Eğer dünyada hiç sürtünme kuvveti olmasaydı o cisim kendisine uyguladığımız küçük bir kuvvetin etkinin ona kazandırdığı kinetik ( Haraket ) enerjiyle sonsuza kadar giderdi ama bu tabiat yasalarına aykırı bir durum. Hareket varsa sürtünme de var kayıpta var. Konumuza gelecek olursak; eğer toplumun bir parçasıysak hata da olacaktır. Mutlak ahlak insanların ulaşabileceği bir mertebe değildir. Dinler bu yüzden çıkmıştır ve kutsal kitaplarda tövbe ve pişmanlık kavramlarından bahsedilir. Biz yeterki vicdanımızı kaybetmemiş olalım ve toplum olarak suça bulaşmış gençlerimizi doğru şekilde rehabilite edebilelim. Evet gençler dedim. Geçen gün haberlerde 13 yaşında bir çocuğun koluna kaleşnikof dövmesi yaptırıp bir çeteye üye olduğu haberi vardı. Bu ciddi bir durum. Bir kaç hafta önce gencecik bir polis memuru olan kızımız 19 yaşında tam 26 suç kaydı olan biri tarafından öldürülmedi mi? Çok üzüldüm. Adalet sistemi suçluyu serbest bıraktıktan sonra polis on sefer tutuklasa ne yazar? Başta adalet sistemimiz olmak üzere son çeyrek yüzyılda devletimizin bütün kurumları yozlaştı. 26 suç kaydı bulunan ve polis kızımızı şehit eden suç makinasını cinayet işlemesi için serbest bırakan adalet haklarında hiç bir suçlama ve delil olmayan Çiğdem Mater, Osman Kavala, Can Atalay gibi insanlarımızı sırf iktidara muhalefet olan gezi direnişini destekledikleri için yıllardır hapiste tutuyor. Ülkenin çivisi çıkmış üzülmemek elde değil. Ama sabır. Bu devranda birgün dönecek...
30 Eylül 2024 Pazartesi
Zafer
Ömür boyunca kişisel savaşlar veriyoruz. İlk savaşımız anne karnından dış dünyaya çıkarken başlıyor. Büyüyoruz, ergenlikten yetişkinliğe geçerken karakter kazanıyoruz ve bunun sancılarını çekiyoruz. Okul, kariyer derken zalim iş yaşamındaki çakallar ellerine törpüler almış bizim prensiplerimizi köşelerimizi törpülemeye çalışıyorlar. Eşimizle hayat mücadelesine başlıyoruz. Çocuğumuz oluyor ve ailemizin geçimi için yaşam savaşı veriyoruz. Yaşlanıyoruz ve aile büyüklerimiz yanımızdan teker teker eksiliyor. Toprak altına saldığı sağlam kökleriyle fırtınalara karşı direnen ulu bir çınara dönüşüyoruz. Hayat tatlılıklarının yanında ne kadar acı da olsa ayakta kalma savaşı veriyoruz. Sevdiklerimiz için...Savaşılacak negatif bir unsur yoksa kazanılacak bir zafer de yoktur. Zorluklar galibiyetlerimizi anlamlı hale getiriyor. Yemek bile ateşte pişince lezzetli oluyor. Yay gerilince oku hedefe fırlatıyor. O yüzden zorluklardan korkmamak gerekir. Kara kış soğuk fırtına olmasa baharın kıymetini bilebilir miydik? Yada gece karanlık olmasa gündüzün aydınlığın kıymetini bilebilir miydik? Zorlukları yelkenimizi dolduracak rüzgâr yapmalı ve hayat denizinde yol almalıyız.
28 Eylül 2024 Cumartesi
Akıl ve Bilinç
Bilgisayarların icadı ile insanı insan yapan şeyin akıl değil bilinç olduğu ispatlandı. Bir bilgisayar bir matematik problemini insandan çok daha kısa sürede çözebilir. Bilgisayar insandan daha akıllı olabilir. Ama bilgisayarın asla bilinci olamaz. Kendinin farkında olamaz. Özleyemez, sevemez. Bilinç insana has bir özelliktir. Akif Manaf Değişim adlı kitabında akıl ve bilince bu şekilde değiniyor.Doğuyoruz büyüyoruz. Büyümek ömür boyu sürüyor. Bizlere Tanrı tarafından bahşedilen duyu organlarımız var. Bu duyularla çevreyi algılıyoruz ve veri topluyoruz. Bu verileri aklımızla yorumluyoruz ve fikir sahibi oluyoruz. Ancak bu fikirler mutlak doğru olmuyor. Zaten çevremiz yani yaşadığımız evren göreceli bir yer. Göreceli verilerin aklımızdaki yorumları yani fikirlerimiz de göreceli oluyor. Örnek verecek olursak: Bir köpeğin ısırdığı çocuk için köpek tehlikeli olurken, dağ kampında mahsur kalmış başka bir çocuğu ve ailesini havlayıp yardım çağırarak hayatını kurtaran köpek o çocuk için dost olabiliyor. Başka bir örnek verecek olursak: kuantum fiziğindeki Hesienberg belirsizlik ilkesine göre bir parçacığın momentumu ( kütle ile hızının çarpımı ) ile konumunu aynı anda belirlemek mümkün değildir. Bir elektronun hızını ölçtüğümüz anda konumu belirsizdir yani tam konumunu bilemeyiz. Konumunu ölçtüğümüz anda tam olarak hızını bilemeyiz. Yani duyularımız vasıtasıyla zihnimizde algıladığımız evren mutlak değil muğlaktır. Böylece aklımız da muğlakdır.
Mutlak olan tek şey bilincimizdir. Peki bilinç nedir? Bilinç yaşadığımız sanal evrenden yani göreceli algılardan ve bunların yarattığı göreceli fikirlerden sıyrılıp kendinin varoluşunun farkına varmaktır. Bilinç sevmektir. Çünkü mutlak olan tek şey SEVGİ dir.
Aşk din,
Mutluluk ibadet,
Sevgi ise Tanrıdır...
27 Eylül 2024 Cuma
Bir İhtimal daha Var
İntihar etmek bir kişinin umudunun kalmayıp, hayattan hiç bir çıkış yolu bulamayıp yaşamına son vermesi eylemidir. Size iki tip intihar vardır desem. Aktif intihar ve pasif intihar. Aktif intihar az önce açıkladığım intihar çeşididir. Bu yazının ana konusu olan pasif intihara değinmek isiyorum. Allah her insana gözler vermiş, nefis vermiş. Görüyoruz, duyuyoruz başkalarının hayatlarına bakarak onlara yada mutlu sonla biten masallara özeniyoruz. Umut ediyoruz çünkü Allah bize içinde isteklerimizi ve hayallerimizi yaratıp sakladığımız evrendeki en eşsiz organ olan kalpleri vermiş. Ama hayat her zaman toz pembe olmuyor. Ruhumuzun havası her zaman günlük güneşlik olmuyor bazende karanlık, bulutlu yağmurlu oluyor. Hayal kırıklıkları da yaşayabiliyoruz. Başarısızlık insana acı verir. Bu aşk anlamında da olabilir, eğitim anlamında da olabilir, kariyer anlamında da olabilir. Bu alanlarda başarısızlığa uğramışsak bir daha denemeye korkuyoruz. Çünkü acı çekmek istemiyoruz. İnancımızı, duygularımızı, hayallerimizi ve umutlarımızı öldürüp tekdüze bir yaşama devam ediyoruz. Ruhumuzun başarısızlıktan canı yandığı için duygularımızı öldürüyoruz. Yaşayan ölülere dönüyoruz. İşte bu pasif intihardır. İnsan hiç bardak kırıldı diye su içmekten vaz geçer mi? İşte biz pasif intiharla kalbimiz kırıldı diye sevmekten, umut etmekten vazgeçiyoruz. Bunu yapmamalıyız. Hayattaki mevki ve makamımızın hiç bir önemi yok. İşini iyi yapan bir çöpçü, ülkeyi kötü yöneten bir politikacıdan daha başarılıdır. Hayattan hep iyisini istemeli bunu hayal etmeli, bunun için çalışmalıyız. Pastör denemekten vazgeçse kuduz aşısı olmazdı. Edison denemekten vazgeçse elektrik olmazdı. Graham Bell denemekten vazgeçse bugün telefon olmazdı. Nefes aldığımız sürece ihtimal var. Bir ihtimal daha var. Bunu unutmayalım. Belki hayatımızın aşkı, hayalini kurduğumuz iş yada beklediğimiz aydınlanma karşımıza çıkmak için iki sokak ötede bizi bekliyordur. Biz yeterki çabada ve tevekkülde olalım sevgili okur.