10 Ağustos 2025 Pazar

Yaban

 Günümüzde Atatürk'ü kötüleyen, ülkemizi Atatürk çizgisinden koparmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti'nin dahili ve harici düşmanları lütfen Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Yaban adlı romanını okusunlar. Yaban'da Yakup Kadri, 1. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte Sakarya Savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir Anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, Milli Mücadele'ye ilişkin tavırlarını bir aydının gözünden verir. Anadoluyu işgal eden düşman uğradıkları köyleri yakıp, yıkmış, yağmalamış, camileri yakmış, genç kızların ırzına geçmiştir. Eğer Atatürk Milli Mücadeleyi başlatmasa ve Kurtuluş Savaşı'nı kazanmasak bugün Anadolu coğrafyasında Türk Ulusu yaşamıyor olurdu. Dedelerimizden, ninelerimizden " sağ kalanlar " bu coğrafyadan sürülmüş olurdu. Atatürk'e dil uzatan dahili ve harici düşmanlar bunu iyi anlasın. Bugün olduğu gibi yüz yıl öncede cahil Anadolu halkı propaganda savaşıyla beyni yıkanmaya çalışılmıştır. Savaş esnasında Yunan uçakları havadan broşür atmışlardır. İşte size kitaptan bir bölüm: "... Muhterem Anadolu ahalisi, Kemal çeteleri mahvolmuştur. Adım, adım bütün şehirleri kasabaları zapt ettik. Şimdi Ankara üzerine yürüyoruz. Sakın bize karşı düşmanca harekete kalkışmayın. Biz sizi, Halife tarafından kurtarmağa geliyoruz... " Gördüğünüz gibi düşman kurtuluş savaşı veren kuvai milliyeden " Kemal çeteleri " diye bahsediyor, sanki köyleri onlar yakıp yıkmamış gibi " Halife tarafından kurtarmağa geliyoruz " diye ülkesini, milletini düşmana satmış tek derdi saltanatı olan padişah Vahdettin adına " kurtarıcı " olduğunun propagandasını yaparak Anadolu halkını kandırmaya çalışıyorlardı. Ha bunlara kananlarda vardı. Bakın kitapta köyün muhtarına göre Atatürk ne yapıyormuş " ... Ona göre Kemal Paşa'nın açtığı yol, çıkmaz bir yolmuş. Çünkü padişah kendisiyle beraber değilmiş. Padişah düşmanla çoktan barış yapmış. Sonra " Avrupa" diye bir kraliçe varmış...Tehlikeli bir yolmuş. Çünkü... düşman yalnızca İzmir'de çoğunup otururken, Kemal Paşa'nın ettiklerine kızıp daha ileriye varmış. Bursa'ya kadar gelmiş. Nihayet geçen gün İnönü'ye dayanmış ..." gördüğünüz gibi sevgili okur. Atatürk Kurtuluş savaşını ihanet içindeki Padişah ve düşman propagandasından etkilenen cahil ve içimizdeki işbirlikçilerine rağmen kazanmıştır. 

9 Ağustos 2025 Cumartesi

Şans

 İnsan şans diye bir kelime icat etmiş. İyi bir şey olduğunda " Ben başardım " kötü bir şey olduğunda " şansım yaver gitmedi " diyoruz. Şansı günah keçisi gibi bir şey ilan etmişiz. Peki Tanrı gerçekten zar atar mı? Yani hayatımız boyunca yaşayacağımız şeyler şansa bırakılır mı? Ben buna inanmıyorum. Hayat şansa bırakılmayacak kadar değerlidir. Şu hayatta tercihlerimizi yaşıyoruz. Eylemlerimizin ve hatta daha ileri gideyim " düşüncelerimizin " sonuçları karşımıza çıkıyor. Hayata biraz daha dikkatli bakarsanız onun bize yaşattığı ahengi yakalayabilirsiniz." İnsan dediğin bir ney "  demiştim geçmişte. Kendi kendimize düşüncemizi üflüyoruz ve ilahi müziği şakıyoruz. Şakıdığımız müzik de işlenmiş düşüncelerimiz oluyor. Ve bu müzik hayatın içindeki ahenkleri, tefavukları aydınlatıyor. İlahi müziği ne kadar güzel çalarsak gölgeler içindeki ahenkler, tevafuklar yada konuya yabancı kişilerin ağzından konuşacak olursam: tesadüfler, şanslar o kadar çok karşımıza çıkıyor. Mühim olan şans dediğimiz şey karşımıza çıktığında "hazır" olup olmadığımız. Seneca ne güzel demiş: " Şans, hazırlık fırsatla buluştuğunda gerçekleşir. "

8 Ağustos 2025 Cuma

Af

 Nokta yalnızdır, hüzünlüdür. Ama büyük cümleleri bitirme özelliği vardır. Bazıları sizinle aranızda olan geçmişe kendileri nokta koyar ama bunun farkına varamazlar. O noktayı koymak hem kolay hem zordur. Güven mesela: oluşturması yıllar alır, kırılması ise bir hataya bakar. O yüzden kolaydır. Kendime bakıyorum da 12 yıl önceki otuzundaki Onur'a göre daha affedici, daha az üzülen, daha uyanık, daha soğuk kanlı, daha az kafaya takan biriyim. Yıllar önce nokta koyduğum bazılarına bakıyorum da; geçen onca yılda bir arpa boyu yol gidememişler. İçlerinde aynı kıskançlık, aynı haset, kalplerinde aynı kötülük, aynı kısır döngüde debelenip duruyorlar ve acıklı sonlarına doğru son sürat gidiyorlar. Ateşe... Aydınlanmış bi tarafları da var Tanrı onlara lütufkar davranmış. Ama onlar bu hüneri insanlara kötülük için kullanıyorlar. O yüzden aynı zamanda kör ve sağır taraflarıda var. Tımar edilmek istenen davardan farksızlar. Üç yıl önce instagram profilimde sabitlediğim bir paylaşım var. Elimde Türk bayrağı ile Roma maratonunda finişi geçme fotoğrafımın bulunduğu paylaşımımın altına bir manifesto yazmıştım. " Bana zararı dokunanları ve dokunacakları affediyorum " demiştim. Büyük laf. Geçmişi ve geleceği kapsıyor. Ben hala lafımın arkasındayıp. O kişilere Rabbimden şifa diliyorum. Rabbim merhamet etsin.


7 Ağustos 2025 Perşembe

Tatmin

 Tatmin olunmuş bir hayat mı yoksa başarılı olunmuş bir hayat mı? Her başarı tatmin duygusunu getirir mi? Bence zor. Hollywood starı ünlü komedyen Jim Carrey " Herkesin bir gün ünlü ve başarılı olup hayallerini gerçekleştirmesini isterdim, çünkü o zaman bunun gerçek cevap olmadığını anlayacaklar" demiş. Başarı nedir? İyi bir kariyer mi? Zengin olmak mı? Ün mü, şöhret mi? Başarı bence insanın kendini tanımasıdır. İnsan kendini anlayınca gerçekte neye ihtiyacı olduğunu bilir ve hayat rotasını ona göre çizer. Paranın gücüne güvenmemek lazım. Çünkü parayla satın alınan sadakat, daha fazla para ile de satılır. Herkes kendi bahçesine bakmakla yükümlü. Allah kimine küçük bir bahçe verir, kimine çok büyük bahçe verir. Bir köy meydanında uyanarak başlıyoruz şu hayata ve ömrümüz kendi bahçemizi aramakla geçiyor. O bahçe sadece bize özel. Onu bulup ekip biçmeliyiz. Çiçekler meyveler yetiştirmeliyiz. Bunu başardığımız gün hayattan tatmin olacağız ve gerçekten " mutlu " olacağız. Şunu unutmayalım: tatmin olunan bir hayat başarılı bir hayattan daha değerlidir. Çünkü başarımız başkaları tarafından ölçülür. Tatmin ise  kendi ruhumuz, aklımız ve kalbimiz tarafından ölçülür.

6 Ağustos 2025 Çarşamba

Komedi

 Sözüm hayatı ciddiye alıp her anının hakkını verenlere değil. Onlar zamanın israf edilemeyecek kadar değerli olduğunun farkındalar. Biz biyolojik bir makinayız ve doğumumuzdan son nefesimize kadar kalbimiz atmaya devam ediyor. Başladığımız her işin neticelenmesi gerekmiyor sonuçta Tanrı niyete bakıyor. Etik hareket etmek zorundayız. Çalışırken, gezerken, alış veriş yaparken, birden fazla çocuğumuz varsa onlara karşı bile adil olmalıyız. Buna hayatımızdaki tüm insanları bile katabiliriz. Belediye işçisine yada kahve ısmarladığımız garsona tepeden bakıp, iş yerinde amirimize secde ediyorsak o iş olmaz. Allah bitek bana secde edin diyor. Hayatı ciddiye almayın, diyen kişisel gelişimciler türedi son zamanlarda. Size yapılan kaprisi, size yöneltilen haksız öfkeyi yada size edilen haksız kötü sözleri ciddiye almayın deseler anlayacağım. Ama bunlar hayatı bir oyun sanıyorlar. Hayatı "alaya" alıyorlar onu bir sit com bir komedi formatına sokuyorlar. Bebekleri öldüren hastane çetesinin, ihmal sonucu tatil için Bolu'da gittikleri otelde yanarak can veren insanların, içindeki canlılarla yanıp kül olan ormanların, okulda 16 yıl dirsek çürüterek alın teriyle alınan diplomaların parayı bastırana bir haftada sahtesinin verildiği, devletin bizzat " imar barışı " adını verdiği ölüm fermanıyla insanların ruhsatsız, çürük binalara doldurulup Maraş depreminde elli bin kişinin öldüğü, siyasi rakip olduğu için 30 yıl önceki diploması iptal edilen, yolsuzluk soruşturmalarının sadece "muhalif" belediyelere yapıldığı, muhalif gazetecilerin ve siyasilerin her gün hapse atıldığı, 15 yaşındaki Mattia Ahmet'in bıçaklanarak öldürüldüğü bir ülkede hayata  "komedi" diyemezsiniz. Hayatı komedi sananlar, son espriyi iyi düşünsünler.


4 Ağustos 2025 Pazartesi

Soykırım

 Yakup Kadri Yaban romanında şöyle diyor: aç olanlar mutludur, doyunacakları için. Çıplak olanlar mutludur giyinecekleri için. Zulme uğrayanlar mutludur, adalete kavuşacakları için. Birinci dünya savaşı sefil kalmış, gelişmemiş ve acı çeken anadolu köyünde yazarın yaptığı bu gözlem aradan yüz yıl geçse de dünyanın başka bir coğrafyasında mesala Gazze için de geçerli olabiliyor. Soykırımcı İsrail devleti İstanbul'un anca bir semti büyüklüğünde Gazze şeridi adı verilen bir alana sıkışmış 2 milyon Filistinliyi bombalarla yok ediyor, bombaların öldüremediklerini ise kalori hesabı yaparak kısıtlı gıda yardımlarına izin vererek kadınları, küçücük çocukları açlıktan ölüme mahkum ediyor. Hele geçen hafta yaşanan olay ruhumu alt üst etti. 6 yaşındaki Filistinli bir çocuk bir torba un ve şeker için çıplak ayaklarla yardım yapılan noktaya 12 kilometre yürüdükten sonra evine dönerken İsrail askerleri tarafından sırtından vurularak öldürüldü. Paolo Coelho " Gerçek güç sana zarar verenlere benzemeden iyileşmektir " diyor. İsrail sınıfta kaldı ve bugün Filistinlilere soykırım yaparak vakti zamanında soydaşlarına acı çektiren faşist diktatör Adolf Hitler'e benzedi. Bir bakıma geçmişteki savaşı maalesef Hitler kazandı.

3 Ağustos 2025 Pazar

Tercihler

 Hayat zor. Bekarlık zor, evlenip ailenin sorumluluğunu taşımak zor. 16 yıl iyi öğrencilik yapıp diploma almak zor, çıraklıkla başlayıp bir meslek erbabı usta olmak zor. Kalabalıkta, hava kirliğiyle, trafik keşmekeşiyle büyük şehirde yaşamak zor, tenhalığıyla, huzuruyla ama sosyal noksanlıklarıyla küçük bir kasabada yaşamak zor. Hep göz önünde olup, kalabalık bir sosyal ortamda yaşamak zor, yalnız olup tenhalıkta yaşamak zor. Şu hayatta tercihlerimizin acısını çekiyoruz. Acısız hayat yok. Acı çekip çekmeyeceğimizi seçemiyoruz ama ne için acı çekmek istediğimizi seçiyoruz. Mühim olan tercihlerimizin içimize sinmesi. Tatmin olmamız. Herhalde hayatta insanın başına gelen en kötü şey yaşanmış koca bir hayatın sonunda insanın geçmişinden memnun olmaması kalbinde bir boşlukla ölmesidir. Siz tercihinizi doğru yapın. O yolculuk yarım bile kalsa tercihiniz doğruysa sizin o yarım kalan hikayeniz başkalarının tamamladığı nice ruhsuz yolculuktan daha değerli olacaktır.

31 Temmuz 2025 Perşembe

Vixit

 Birinin hayatı sonlanmış artık aramızda yoksa "ölü" deriz. Bu dünyadan göçmüş kişinin hayata bıraktığı izler kuma yazılmış yazıyı bir dalganın silmesi gibi siliniyor. Yada bize öyle geliyor. Bitişlere çok meraklıyız. Bitişleri çok kutsuyoruz. Yaşamı niye kutlamıyoruz? Tuna Kiremitci'nin son romanı Kumarbaz'da bakın şu ifadeler geçiyor: " Vixit Latince'de ' yaşadı ' anlamına geliyordu. Eski Romalılar biri dünyadan göçtüğünde ' öldü ' yerine bu sözcüğü kullanıyor, mezar taşına yazıyorlardı. " Biz farkında değiliz ama hayata büyük katkılarımız oluyor. Sokakta yürürken çöp kutusunu bulana kadar elimizdeki çöpü taşıdığımızı ve sonunda onu kutuya attığımızı gören bir çocuk yıllar sonra büyüyüp bir fabrika müdürü olduğunda fabrikasının zararlı atıklarına karşı en pahalı en modern arıtma tesisini kurup bir şehri çevre kirliliğinden koruyabiliyor. Yada veznedeki bir memurun müşterisine gösterdiği güler yüz sonrası günü güzel geçen müşteri evde eşini de mutlu ediyor ve mutlu olan eş bir müzik besteliyor. Böyle insanı motive eden bir müzik. Yıllar sonra dünyanın başka bir ülkesinde o müziği dinleyen bir bilim adamı motive oluyor müzikten ilham alıyor ve insanlığı tehdit eden bir hastalığın tedavisini buluyor. Demem o ki yaşamınızı asla küçümsemeyin çünkü kime ilham vereceğinizi asla bilemezsiniz. Her yaşam önemlidir ve siz siz olun yaşamı, yaşamayı hep kutlayın.


29 Temmuz 2025 Salı

Huzur

 Hepimiz huzuru arıyoruz. İş hayatı stresli, sokak stresli, mahalle stresli, ülke gündemi stresli... Siz ne zaman huzurlu oluyorsunuz? Eşinizle, çocuğunuzla akşam sofraya oturduğunuzda mı, sessiz bir odada kitap okurken mi, sabah yürüyüşe çıktığınızda mı yada bir hobinizi yaparken mi? Yaz geldi mi denizde havuzda yüzeriz. Benim stilim: dört kulaçtan sonra yandan nefes alma. Hayat biraz da yüzmeye benziyor. Çocukluk dönemimiz bitip gençliğe adım atınca hepimiz sırayla o suyun içine bırakılıyoruz. E hayat bu; bazen dalgalı bazen rüzgarlı oluyor. O hayat okyanusunda bir yerlerden bir yerlere yüzüyoruz. Kimimiz bir adaya bir sahile ulaşacak kadar şanslı oluyor. Hayat mücadelesine devam edebilmemiz için tıpkı yüzmede olduğu gibi nefes almamız gerekiyor. İşte o dört kulaç ardındaki nefeslenmemiz aslında hayatımızda ki "huzur" anları. Bizim sağlıklı yaşamak için huzura ihtiyacımız var. Huzurda olmak diyince benim aklıma Tanrının huzurunda olmak geliyor. Huzurda olmak... O'nun huzurunda olmak. Bu bilinçte olursak en stresli ortamlarda bile olaylardan etkilenmeden huzura sahip olabiliriz. Hiç batmayan gemi gibi oluruz. Bir gemi etrafı suyla çevrili olduğu için batmaz içine su aldığı için batar. Biz içimizi sağlam tutarsak, her daim huzurda olursak istikamette oluruz.

Dedikodu

 Şu insanın dili... Bazen beyinden bağımsız çalıştığına inanıyorum. İnsan vücudunun en pis yeri sindirim ve boşaltım sisteminin en son noktası olan anüsü değil. İnsanın dili bazen kakasını yaptığı mabadının deliğinden daha pis olabiliyor. O dil: iftira atıyor, dedikodu yapıyor, adeta zehir saçıyor. Dedikodu yapmadan duramayan hasta ruhlu insanlar var. Onlar için hiç farketmiyor: popçunun, topçunun, aynı mesaiyi yaptığı arkadaşının yada ülkeyi yöneten siyasinin özel hayatları hakkında dedikodusunu yapıyorlar. Bir bilseler bunu yaptıklarında ne kadar iğrençleştiklerini. Ağız isali olmuşlar, ağızlarından pislik kusuyorlar ve kendi pislikleri içinde boğuluyorlar. Bunlar sakat ruhlu insanlar. Kendi duruşundan emin olan insanların başkalarını aşağılamak gibi bir huyları yoktur. Bu tipler hayattan noksan kalmış, sevgi açlığı çeken kendilerine itiraf edemedikleri eksikliklerinden ötürü başkasına bok atarak tatmin olmaya çalışan zırtapozlar. Ne diyim: Allah ıslah eylesin, ıslah olmuyorlarsa Rabbim kahhar ismiyle kahru perişan eylesin. Diliniz yansın inşallah!


28 Temmuz 2025 Pazartesi

Olgunluk

 Gençken en basit olaylara bile büyük tepkiler verebiliyoruz. Problemleri gözümüzde çok büyütüyoruz. Olgunlaşınca insan olayların üzerine çıkabilme gücü kazanıyor, problemlere daha soğuk kanlı yaklaşıyor. Gençlikten ve olgunluktan yani insanın yaşından bahsettim. İnsanın sadece biyolojik yaşı yoktur. Bir insan küçükken de büyüyebilir yada yaşlı olmasına rağmen olgunlaşmamış ham olabilir. İnsanı büyüten şey deneyimdir özellikle de çektiği acıdır. Acı kötü bir şey değildir. İnsanda sabır duygusunu geliştirir ve onu Tanrı'ya yakınlaştırır. Acı bizi olgunluğa götüren bir taşıttır. Ama sonsuza kadar sürmez. Elbet biteceği bir zaman vardır. Dara düştüğümüzde ağaçları hatırlamalıyız. Ağaçlar hiç bir zaman " Ya bahardan sonra yaz gelmezse " diye endişeye kapılmazlar. Bizde öyle olmalıyız. Şunu unutmayalım. İnsan hep imtihan olur. Cevher har'da, insan dar'da işlenir.

27 Temmuz 2025 Pazar

Yolculuk

 Zihinlerimizde " mutluluk " diye bir şey icat etmişiz sürekli onu kovalıyoruz. Sahibinin attığı tenis topunu kovalayan küçük tatlı bir köpek gibiyiz. Mutluluğu varılacak bir yer değil, yolculuğun kendisi olduğunu unutmuşuz. "İşimde terfi edince, o arabayı alınca, onunla sevgili olunca..." diye diye mutluluğu hep yarına erteliyoruz. " Bana mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? "Bir resmi yapmak aylar sürer, bitince ona bakmak ise bir kaç saniye. Asıl mutluluk hergün tuvalin önüne geçip ona fırça darbelerini vurmaktır. O yüzden asıl mutluluk resme bakmak değil, onu oluşturduğumuz süreçtir. Hedefler koymak ve o hedefler için vaktimizi, enerjimizi harcamak acaba monotonlaşmış hayatlarımızdan sakınmak için geliştirdiğimiz bir çözüm mü? Peki bu doğru bir yöntem mi? Yaşamı, nefesi, anın hakkını veremediğimiz için " Mutluluk " adını takdığımız hedefe varınca gerçekten mutlu olamıyoruz. Çünkü yolculuğun hakkını yemiş oluyoruz. Bakın Grange ne güzel demiş: mutlu olmayı yarına bırakmak, karşıya geçmek için nehrin durmasını beklemeye benzer ve o nehir asla durmaz.


26 Temmuz 2025 Cumartesi

Don Kişot ile Şeytan

 15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemize ordu içindeki FETÖ örgütünün elemanları tarafından yapılan darbe girişiminden sonra Atatürk'ün Türkiye'deki tekke ve zaviyeleri kapatıp diyanet işleri başkanlığı kurmasının ne kadar isabetli bir karar olduğunu anlamış olduk. Gerçi siyasal İslama karşı olan Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı olan azıcık muhakeme yeteneği gelişmiş bir kesim bu kararı zaten anlamış ve taa eskiden beri cemaat olarak bilinen ülkeyi yönetenler tarafından "ne istedilerse verilen " müridlerini ülkenin kritik kadrolarına atayan, Türkçe olimpiyatlarında " Gel artık bitsin bu hasret " diyenler, ordudaki Atatürkçü askerlere FETÖ cü yargı ve polisler tarafından kumpas kurmak amacıyla düzenlenen kod ergenekon davaları için " Ben bu davanın savcısıyım" diyenler, 15 Temmuz darbesi sonucu " Kandırıldık, aziz milletimiz affetsin " diyen muhteşem muktedirler tarafından darbe teşebbüsünde 250 vatandaşımız ölmeden, F16 lar tarafından meclis bombalanmadan, tanklar sokaklara çıkıp boğaz köprüsü kapatmadan anlaşılamamıştı. İşin ilginç yanı 23 yıldır ülkeyi yöneten ve İsmet İnönüyü zaman zaman eleştiren asrın liderimizi ilk okul mezunu FETÖ kandırdı ama İnönü'yü Churcill bile kandıramadı. FETÖ olsun dini siyasete alet eden partiler olsun aklıma hep Don Kişot kitabındaki şu bölümü getirir:

" Şeytan giderken Don Kişot arkasından bağırdı "

Don Kişot: ormandan geçerken naralar atanlar senin adamların mıydı?

Şeytan: Evet, benim adamlarım çoktur.

Don Kişot: İyi ama " Allah, Allah " diye bağırıyorlardı.

Şeytan: E ne sanmıştın? Şeytan, şeytan diye mi bağıracaklardı? Bizim işimiz bu. Aldatmak. Daima aldatmak.


Ateşkes

 İnsan kabul etmediği şeylerin kölesi olur. Kibrimiz, egomuz " Sen daha iyisine layıksın " diye zihnimizden benliğimize sürekli fısıldar. Huzurumuzu kaçırır. Kibir ve ego çok tehlikeli marifetli avukatlar gibidir. Bir süre sonra hayatın size haksız davrandığına sizi ikna ederler ve bünyede kronik bir mutsuzluk yaratırlar. İnsanın kendini kurban gibi hissetmesi, kurban psikolojisinde olması kaçınılmaz olur. Bunun tekbir ilacı var. " Kabul " etmek. Siz hayat şartlarınınızı kabul edince kibriniz ve egonuzla barış yaparsınız. Bu bir nevi ateşkes antlaşması gibidir. Böyle olunca zihniniz kendinizi kurban psikolojisine sokan parazitleri artık üretmez ve berraklaşır. Berrak bir zihinle ihtimalleri ve hayatın size sunduğu fırsatları daha iyi görürsünüz ve o yönde sağlıklı adımlar atarsınız. Lütfen bu yazıdan, talihe isyan etmeyelim kuyruğu kıstırıp kaderimize razı olalım, tarzında yanlış bir anlam çıkarmayalım. İsyankar da olalım ve kaderimizi değiştirecek çabada olalım lakin isyan ederken kibrimizi ve egomuzu besleyip bizi kronik mutsuzluğa sürükleyecek kurban psikolojisine girmeyelim.

24 Temmuz 2025 Perşembe

Din

 Dün öğlen vakti bir dost ortamında sohbet ediyorduk. Masada dört kişiydik. Konu dine geldi. İçimizden yaşca en büyük olan mühendis abim " Ben hac da umre de yaptım ama 15 yıldan beri dine inanmayı bıraktım. Dinleri insanlar uydurmuştur " dedi. Masadaki emekli asker bir diğer abim " Dini siyasete alet edip uzun süredir ülkeyi idare ediyorlar. Ben bunların dinine inanmıyorum, kendimi hiç bir dine ait hissetmiyorum " dedi. Ben ikisininde görüşüne katılmıyordum ama itiraz etmedim. Hac umre yaptıktan sonra, 55 ülke gezmiş seksenine merdiven dayamış bir büyüğümün kararını nasıl değiştirebilirdim ki? Diğeri neredeyse 60 yaşında siyasilere kızdığı için dinden soğumuş bir emekli asker. Ama benim yerime masadaki üçüncü kişi çok güzel bir laf etti. " Matematik bir bilim değil mi? Matematik dersinden çakan bir kaç aptal yüzünden matematik kitabını yakmaya kalkışmamalıyız " dedi. Bunu hergün sohbet ettiğim yetmişindeki bir doktor abim söyledi. Bir yazar olduğum için yeni insanlar tanımayı, yeni hikayeler dinlemeyi seviyorum. 25 yıldır " Biz dindarız, muhalefet ise dinsiz " diye seçmenden oy alan muktedirler dine çok zarar verdi. Şimdiki gençlerin arasında ateizm ve deizm çok yaygın. İnanç konusunda karar aşamasında olan kardeşlerime şunu söylemek isterim. Kutsal kitap Kuran bir insan tarafından yazılamayacak harikulade matematiksel simetriye sahip mucizevi bir kitap. İçinden bir ayet bile değişse kitabın matematiksel simetrisi değişiyor. Bu konuda yapılmış araştırmaları ve yazılmış kitapları inceleyebilirsiniz. Birde kuran 1400 yıl öncesinde günümüzdeki bilimsel gerçekleri işaret ediyor. Din konusunda karar vermeden önce Dr.Ömer Çelakıl'ın Kuran-ı Kerim'in Şifreleri kitabını alın okuyun derim. O zaman Kuran'ın Allah katından geldiğine ve İslama yeni bir perspektiften bakacaksınız. Ah o Adem ilk yaratıldığında Allah'a isyan eden, lanetlenen ve insanı yoldan çıkarmak için Yaradandan ahiret gününe kadar mühlet isteyen şeytan yok mu şeytan... Bazen düşünüyorum: 124 bin peygamberin yola getiremediği, 1 şeytanın yoldan çıkardığı insanoğlu... İnsanoğlu bu hayatta ahiretini belirleyecek çok çetin bir sınav veriyor.

21 Temmuz 2025 Pazartesi

Anlamak

 Akıl insana bahşedilmiş büyük bir güç. Hava gibi, internet gibi, Tanrı gibi fiziksel olarak kavranamayan lakin etkisini yaşadığımız varlığını bildiğimiz bir şey. Gelgelelim hayat dediğimiz şey sadece akılla, düşüncelerle yaşanamayacak bir yer. O yüzden cismi bir dünyada yaşıyor, fiziksel bedenlerimizle deneyimliyoruz. İnsan anlamak ister. Doğayı anlamak, fiziksel yasaları anlamak, toplumu anlamak, tarihi anlamak, Tanrı'yı anlamak ve kendini anlamak ister. Anlayamadığı şeyden korkar. Belirsizlik yani gri bölge insanın kabusudur. O yüzden; matematik, fizik, kimya, biyoloji, felsefe gibi bilimler gelişmiştir. Yalnız anlamak konusunda aklın yetersiz kaldığı durumlar olabilir. Bazen anlamak için deneyim gerekir. Yeni doğan bebeğini ilk kez kucağına alan bir anne, ibadet ettikten sonra yaratıcısına dua eden bir müminin kalbinde duyduğu huzur, iki aşığın tek yürek olmuş bir çarpan kalplerinde hissettikleri sevgi... Tüm bunlar eğer ortada deneyim yoksa sadece düşünerek kavranamayacak olaylardır. Şu noktaya geliyoruz: Anladığımız için yapmadık, yaptığımız için anladık.

20 Temmuz 2025 Pazar

Halı

 Her şeyin kolayını istiyoruz. Kolay bir iş, kolay zengin olma, kolay bir hayat, kolay kolay kolay... Değerli olanın zordan geldiğini unutuyoruz. Bir kaç saat sürecek maraton için yüzlerce saat antrenman yaptığımı hatırlıyorum. Mühendis olabilmek için toplamda 16 yıl okul sıralarında dirsek çürüttüğümü hatırlıyorum. Bir kaç saatte okunup bitecek bir roman için bir yıl çalıştığımı hatırlıyorum. Sporcu Onur, mühendis Onur, yazar Onur... Bunlar kolay olmadı. Ama içlerinde en zoru bugün kırklarımda ki " olgun " Onur'a ulaşmak oldu. İlk okulda geçirdiğim beyin ameliyatı, üniversite okurken felçli yatalak babama bakmam, sonu mutlu sonla bitmeyen ama yaşarken her anı sevgi,aşk,mutluluk veren İspanyol sevgilimle 4 yıl süren aşk hikayem, yakınım bildiklerimden kazık yemem, başka bir aşk macerasında reddedilip kalp kırıklığı yaşamam,alzheimer olan annemin beni tanımayacak hale gelmesi,sağlık sorunu yaşayıp hastanelere düşmem. Siz hiç bir halıyı özlediniz mi? Evet bir halı. Ben ruhumun sakatlandığı bir dönemde kaldığım bakırköyde koğuşta diğer " delilerle " volta atarken çıplak, soğuk zemine bakıp evimdeki halıyı özledim. Çünkü bakırköy gerçekten soğuk, tekinsiz, zor bir yerdi. İnsan halıyı da özleyebilirmiş meğersem. Hayat bana şunu öğretti: Allah'dan kolay bir yol dileyeceğinize, güçlü bacaklar dileyin.


17 Temmuz 2025 Perşembe

Meşale

 Biliyorsunuz 4 yılda bir olimpiyatlar yapılır. Gezegendeki en büyük spor fenomenidir. Oyunların başlamasına bir kaç yıl kala meşale taşınmaya başlanır. O meşale dünyayı kateder elden ele binlerce kişi tarafından taşınır, en son olimpiyat açılışında son kişiye verilir ve o son kişi stadyumdaki meşaleyi tutuşturur. O an tüm kameralar stadyumdaki meşaleyi tutuşturan o ünlü kişiyi çeker. Ama hikayenin arkasında binlerce kilometre yol ve taşıyıcı vardır. Sosyal medyanın hayatlarımıza girmesinden sonra başarı " ünlü " ve " bilinir " olmakla ölçülür oldu. Değer dediğimiz şeyin şöhretle bir alakası yok sevgili okur. Eğer her sabah işe gidip ailenizin rızkını kazanıyorsanız, akşam yorgun argın çocuğunuzla oynayıp ona masal okuyorsanız, iş hayatındaki sorunları eve sokmuyorsanız ve eşinize iki tatlı söz söyleyip, sarılıp, öpüp onun gönlünü alıyorsanız siz çok " değerlisiniz" İlla bir aileniz olması şart değil. Belki siz de benim gibi Red Kit'siniz yani yalnız kovboysunuz. Eğer kendinizi ve hayatınızı sevip şükrediyorsanız siz zaten değerlisiniz.Kameraların kimi çektiğini ve kimin popüler olduğunu bir kenara bırakın. Siz de o meşale taşıyıcılarından birisiniz. Siz hayat maratonuna ve o meşaleyi taşımaya devam edin. Bakın Albert Camus ne demiş: Bazen devam etmek, sadece devam etmek insan üstü bir başarıdır. 


13 Temmuz 2025 Pazar

Roller

 Seviyoruz, darılıyoruz, gülüyoruz, kızıyoruz. Hayatı her an birbirine benzemeyen duygularla yaşıyoruz. Hayat çözülecek bir matematik denklemi değil. Çünkü kontrolümüz altında olmayan değişkenler dahil oluyor her an. Hayat boyanacak bir tablo, yazılacak bir şiir, bestelenecek bir senfoni. Hayat yaşanacak bir sanat. Yani bir matematik problemi değil. Biz ise kişisel deneyimlerimizden kurallar çıkarmaya bayılıyoruz. Denklemler yazıp geleceği tahmin etmeye kalkıyoruz. Geleceği bilince ne olacak ki? Eğer bilinmesi gereken bir şey olsaydı Tanrı zaten hepimize bildirirdi. Şu an yaşanmadan gelecek tayin edilemez. Mühim olan bugünümüzü güzel yaşamak. Hayat sürprizlerle dolu. Karşımıza çıkardığı kişilerle, işaretleriyle, sınavlarıyla ve yaşattığı olaylarla. Asla "asla" dememek lazım. Hayat önümüze öyle dönüm noktaları koyuyorki, bir yıl önceki ben ile bir yıl sonraki ben birbirinden tamamen farklı oluyor. Aslında hepimiz birer aktörüz. Bazen neşeli kişiyi, bazen hüzünlü kişiyi, bazen güçlüyü, bazen zayıfı oynuyoruz. Hangi seneryonun ne zaman geleceğini bilemiyoruz. Tamamen sürpriz. Bize düşen rolümüzü oynamak. Oynadıkça kişiliğimiz derinleşiyor, karakterimiz gelişiyor daldaki meyve gibi olgunlaşıyoruz. İki şeyi atlamamamız gerekiyor. Varlıkta şükür, yoklukta sabır. Sabır ve şükrü kalbimizde taşırsak hayatı severiz, gerçekten mutlu oluruz. 

10 Temmuz 2025 Perşembe

Hayat ve Zaman

 İnsanın hatırlamaya ihtiyacı vardır. O yüzden devletler ölçütünde tarih bilimi gelişmiştir, o yüzden toplumun en küçük yapı taşı olan insan ölçütünde nostalji vardır. Hatıra dediğimiz şey biraz flu bir bölgedir. Hiç bir zaman net olmamıştır. İnsanın yaşanmışlıkları arttıkça zihnimiz geçmişi yeniden yorumlar ve hatıralar değişime uğrar. Yıllar önce beyin cimnastiği yaptığım bir dönem not defterime düşüncelerimi aktarırken " Geleceği hatırlamak " diye bir ifade yazmıştım. Size de muhakkak olmuştur. Bazen rüyalarımız çıkar, andığımız biri biraz sonra telefon eder, aklımıza gelen şey başımıza gelir yada geçmişte hayalini kurduğumuz hayat vakti gelince gerçek olur. Ben etrafımızda cereyan eden 3 boyutlu maddesel hayatı akan bir nehrin yüzeyine benzetiyorum. Biz ise boynumuza kadar gelen suda durarak hayatın gözlemcisi oluyoruz.Nehrin üzerinde yüzen ve görebildiğimiz uzaktan gelip yanımızdan geçip giden balıklar var. Bu yüzeydeki balıklar şimdiki zamanı temsil ediyor. Yani aslında hayat dediğimiz şey bir noktadan diğer noktaya yapılan bir yolculuk değil. İnsan yerinde ( suyun üstünde ) sabit kalıyor, zaman insanın içinden geçip gidiyor. İnsan statik, zaman ise dinamik. İşte kendini akışa bırakmak dediğimiz şey tam olarak bu. Hayat suyun üzerinde kalabilme sanatı. Su yani zaman ( hayat ) bizim dostumuz, kaldırma kuvveti var.Akıp giden derenin dibinde ve dışarıdan bakınca çıplak gözle göremediğimiz balıklar ise gelecek zamanı temsil ediyor. İşte bazen insanlar bilinç altına ( nehre ) dalarak suyun dibinde yüzen geleceğe dair kesitleri ( balıkları ) görebiliyor. Yani geleceği hatırlıyor. Bu rüyalar, ilham, işaretler vasıtasıyla gerçekleşiyor. Ama bilinç altına dalmak her zaman mümkün olmuyor. Çünkü nefesimiz yetmiyor. Bilinç altında sürekli kalmaya çalışırsak psikolojik anlamda boğuluruz hasar alırız. O yüzden dikkatli olmalıyız.

8 Temmuz 2025 Salı

Öfke

 Bilgeye öfke nedir diye sormuşlar. Çok güzel bir cevap vermiş. Başka birinin hatası için kendini cezalandırmaktır, demiş. Öfke adaletsizliğin olduğu yerde ortaya çıkar. İnsanın ruhunu yakar. Orada parlayan bir ateş gibidir ve tehlikelidir. Kontrolden çıkan öfke duygusu hem insana hem çevresine zarar verir. Öfke içimizdeki yırtıcı bir hayvan gibidir. İnsan öfkesini kucaklayıp, pışpışlayıp sakinleştirmeyi öğrenmeli. Ham insan öfkesinin esiri olur.Tecrübeli insan öfkeye kapılır ama onu kontrol altında tutar. Olgun insan ise hiç öfkeye kapılmaz. Şimdi " Ne yani haksızlıklara karşı tepkisiz mi kalalım? " diyeceksiniz. Öfkenin kör ettiği gözlerle aksiyon almak yerine sukunetle, serin kanlılıkla planlı adımlar atın diyorum. Her insanın içinde bir bilgelik var. Buna sağ duyu da diyebiliriz. Bu sağ duyu su gibidir ve sağ duyumuzla nice yangınları söndürebiliriz. Ama sağ duyumuzu tutsak ettiğimizde öfke onu kolayca yok eder. Mevlana şöyle demiş: su ateşe galip gelir ama kaba koydunmu ateş suyu buharlaştırıverir.

Maymun Tuzağı

 Asya'da avcıların maymunları yakalamak için kullandıkları ilginç bir tuzak vardır. Hindistan cevizini alırlar, içini oyup tatlı bir yiyecek koyarlar, hindistan cevizini de iple bir ağaca bağlarlar. Maymun yiyeceğin kokusunu alır ve hindistan cevizinin yanına gelir. Elini içeri sokar ve yiyeceği çıkarmaya çalışır. Avcı hindistan cevizindeki yarığı öyle bir oymuşturki maymun elini kapalı ( yumruk ) iken dışarı çıkaramaz. Elini anca açtığında dışarı çıkarabilir. Maymun yiyeceği dışarı çıkarmak için inat eder eli tuzakta takılı kalır. O esnada avcı gelir. Maymun tuzaktaki yiyeceği bıraksa elini kurtarabilecektir ama bırakmaz elini hindistan cevizinden kurtaramaz ve avcıya yakalanır. Bu hikayeyi duyunca aklıma günümüz insanı geldi. Mallar kullanılmak içindir, insanlar sevilmek için. Ama artık biz: malları seviyoruz, insanları ise kullanıyoruz. Para, pul, makam, mevki için hayatlarımızı, geri gelmeyecek zamanımızı takas ediyoruz. Yarın kabre girdiğimizde bize: kaç para kazandın, hangi şirketin müdürüydün, emrinde kaç kişi çalıştırdın, hangi lüks otelde tatil yaptın, araban son model miydi, diye sormayacaklar. Bize: kaç kalp kırdın, kaç gönül kazandın, insanlara yardım ettin mi, yalan söyledin mi, dürüst müydün, para-pul, mevki-makam, şehveti ilah yapıp yaradanına şirk koştun mu, diye soracaklar. Sosyal medyada kaç like aldın mı diye değil, kaç rekat namaz kıldın, zekat verdin mi diye soracaklar. Biz o hikayede ki maymunuz ve nefsimizin nedeniyle hikayedeki avcıya yani şeytana yakalanıyoruz maalesef.


4 Temmuz 2025 Cuma

Çizgiyi Kısaltmak

 Vakti zamanında uzakdoğuda bir bilge yaşarmış. Birgün bu bilge meditasyon yaparken yanına bir adam gelmiş. Bilgeye " Beni öğrencin olarak kabul eder misin? " demiş. Bilge toprağa eliyle ince uzun bir çizgi çizmiş. Adama dönmüş ve " Bu çizgiyi kısalt " demiş. Adam biraz düşündükten sonra toprağın üzerindeki çizginin bir kısmını eliyle silmiş. Bilge toprağa bakmış ve " Sen bir yıl sonra tekrar gel " demiş. Adam şaşırmış ama bir şey diyememiş ve bilgenin huzurundan ayrılmış. Bir yıl sonra tekrar bilgeye gitmiş. Bilge ondan toprağın üzerindeki çizgiyi kısaltmasını söylemiş. Geçen seferki başarısızlığını hatırlayan adam daha temkinliymiş. Topraktaki çizginin üzerine eğilmiş bu sefer toprağı bozmadan koluyla topraktaki çizginin bi bölümünü kapatmış. Bilgeye bakmış. Bilge " Olmadı. Bir sene sonra tekrar gel " demiş. Adam şaşkınlık içinde evine dönmüş. İçi içini yiyormuş, bilgenin sorduğu sorunun cevabı ne acaba, diyormuş. Bir yıl daha geçmiş. Adam tekrardan bilgeye gitmiş. Bilge toprağı işaret etmiş ve " bu çizgiyi kısalt " demiş. Bir kez daha başarısız olmak istemeyen adam " Hocam çok düşündüm sorunun cevabını bulamadım. Lütfen cevabı siz söyleyin " demiş. Bilge toprağa daha önce çizdiği çizgiden daha uzun bir ikinci çizgi çizmiş ve " İşte şimdi kısaldı " demiş. Kıssadan hisse: İlerlemek için başkalarını azaltman gerekmiyor, kendini arttırman yeterli.

1 Temmuz 2025 Salı

Tercihler

 İnsan tercihlerini yaşar. Peki tercihlerimizde ne kadar yetkiniz? Hedefi olan insan zihninde belli bir karar alma sistematiği geliştirir. Kararlarını belli bir mantık çerçevesinde alır. Bu mantık bir elek gibidir. Hedefe uyanlar geçer, uymayanlar elekte takılı kalır. Hedefler huzura, mutluluğa, dünyaya faydaya hizmet ettiğinde anlamlıdır. Ama bu saydıklarımı yanlış yerde aramamamız gerekir. Bir insanın kaderi seçimlerinde değil, seçmediklerinde saklıdır. Bazen bir kuş gibi yükselip hayata yukarıdan bakmak gerekir. Hiç geçmişte yapmadığınız tercihlere şöyle bir dönüp baktınız mı? Şimdinizi oluşturan tercihler yerine, seçmediğiniz tercihlerin yolundan gitseydiniz bugün daha farklı bir hayatınız olur muydu? Hepimizin bir karar alma sistematiği var. Nasıl ki telefonlarımıza belli zamanlarda güncelleme geliyor, sağlıklı kararlar alabilmemiz için bazen bizim de zihnimizdeki karar alma sistematiğini güncellememiz gerekiyor. On yıl önce bize seçimler yaptıran insanla bugünkü biz aynı kişi değiliz. " Ama benim prensiplerim var " demeyin. Belkide o prensip dediğiniz şey sizi güzel bir gelecek yaşamaktan mahrum bırakıyor. Kaprise dönüşmüş prensip kadar tehlikeli bir şey yoktur. İnsan dediğin yaşayan, değişen, gelişen bir varlık. Mantığın yanına bir de karakterimizi koymamız gerekiyor seçimlerimizi neler etkiliyor sorusunu cevaplamak için. Karakterimizin sınırlarını erdemlerle çizecek olursak " doğru " yoldan gideriz. Aslında şu hayatta tek amacımız var. Yüzleşmek. Kendimizle yüzleşmek. Kendimizden kaçmak, uzaklaşmak değil, kendimize varmak. Bizi kendimize götüren tercihler ve seçimler doğru olanlardır.


29 Haziran 2025 Pazar

Sahiplenmek

 Para kazanıyoruz-kaybediyoruz, mevki-makam kazanıyoruz-kaybediyoruz, saygınlık kazanıp-kaybediyoruz, arkadaş kazanıp-kaybediyoruz, hadi olayı daha da büyüteyim: siyasiler seçim kazanıp-kaybediyor, ordular savaşlar kazanıp-kaybediyor. Hayatlar tenis maçı gibi sürekli bir kazanıp-kaybetme döngüsüne girmiş durumda. Tarih bile hep kazananları yazıyor. Bir şeyleri elimizde tutuyoruz. Ve bazen o elimizde tuttuğumuz şeyler avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor. Madde dünyasında insanın "sahiplenme" duygusu gelişmiş ama insan asıl sahibini unutmuş. Karun gibi zengin olsakda ömrümüzün sonunda 2 metrelik çukura bir bez parçasıyla giriyoruz. İnsan kazandığı şeylerin; para, makam, çevre, aşk korumak için vicdanından ödün verdiğinde asıl kaybedenlerden olur. Hadi bunu tersinden söyleyelim: insan birşeyleri ( para, makam, çevre, aşk ) kazanmak için vicdanından ödün verirse asıl kaybedenlerden olur. Şu hayatta huzuru sahiplenme duygusundan vazgeçtiğimizde buluyoruz. Canımızın, tüm hayatın, evrenin bir sahibi olduğunu hatırladığımızda huzura eriyoruz. O yüzden kazanmanın ve kaybetmenin ötesine geçebilmeliyiz.

27 Haziran 2025 Cuma

Arayış

 Ömrümüz arayışla geçiyor. En çok da mutluluğu arıyoruz. İdeal eşi, ideal işi, ideal arkadaşı, ideal çevreyi bulmaya çalışıyoruz. Bir yerde hata yapıyoruz. Daha kendimizi bulmadan başka şeylerin arayışına düşüyoruz. Hayat bu hiç boş durmuyor. Acı-tatlı sürprizlerle sürekli bizi sınıyor. İnsanın sınanmaya karşı bir fobisi var. Bu fobi daha çocukluk yıllarından başlıyor. Sınıfta öğretmen, çıkarın kağıtları yazılı yapacağım, dedi mi midemize kramplar giriyor. Birde kopya çekmeye çok meraklıyız. Yetişkin olduğumuzda bile hayat bizi sınarken dostumuzun, komşumuzun hayatlarından beceriksizce kopya çekmeye çalışıyoruz. Oysaki herkesin sınavı farklı. Herkese sorulan sorular farklı. Kendimizi bulmanın yolu dertle, tasayla, sabırla, mutlulukla, bollukla, şükürle sınanmaktan geçiyor. Kendimizi bulacağız ki sonra diğer şeyleri doğru şekilde arayabilelim. İbn-i Arabi, insanın manevi olarak yükselmesini engelleyen 4 engel var, diyor. Bunlar: Kasa, masa, sefa, nisa. Kasa parayı, masa mevki-makamı, sefa rahatlığı, nisa erkek için kadın, kadın için erkek arayışını  temsil ediyor. Arayışta olmak iyidir, bu en azından kendimizi geliştirmek için çabada olduğumuzu gösterir. Ama Mevlana'nın şu sözünü unutmayalım: İnsanın değeri aradığı şeydedir. 

26 Haziran 2025 Perşembe

Günaydın

 Gün onu her sabah karşılayacak kadar güzel. Saat 5.30 ve ben çay bahçesinde Türk kahvemi içerken marmara denizini izliyorum. Etrafımı saran ağaçlardan kulağıma kuş cıvıldamaları geliyor. Doğmakta olan güneş doğudaki göğü turuncuya boyuyor. Kendimi hayatta her şeyin üstesinden gelebilecek gibi güçlü hissediyorum. Sabah kafası başka oluyor. Daha dingin, daha berrak, daha güçlü. O yüzden hayatımdaki önemli kararları hep sabah saatlerinde alırım. Çünkü şüphenin, acabanın nüfuz edemediği saatlerdir sabahlar. Mesela gece kuşu hiç değilimdir. Akşam ezanı okunup gün gölgelendi mi hemen yatağa girerim. İnsan dediğin tabiatın bir parçası. Tabiata göre yaşamalı. Kurumsal hayatı bırakalı çok oldu. Ama mesai yapan arkadaşlara önerim: tüm gün işte yorulmuş, yıpranmış bir kafayla akşam 18.00 den 24 de kadar vakit geçirmek yerine güne erken başlayıp dinç, dinlenmiş enerji dolu bir beden ve ruhla günü karşılamak daha güzel. Gününüz aydın olsun.

24 Haziran 2025 Salı

Yuva

 Evimiz var ama yuvamız yok. İşimiz var, gelirimiz var ama harcayacak zamanımız yok. Arkadaşımız var ama dostumuz yok. Kalbimiz var ama sevgi yok. Aklımız var ama hislerimiz yok. Bunlar aklıma gelenler. Bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Dikkat ettiyseniz örneklerde noksan olan şey mana. Hayatında mana olmayan insana insan diyebilir miyiz? Sahilden deniz kabuğu, postaneden pul, hediyeciden rozet toplar gibi birşeyleri sürekli biriktiriyoruz ama onlarla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Elimizde süper bir bilgisayar var ama kendimizinde hatırlamadığı zamanda yazılımını silmişiz, o bilgisayarı kullanamıyoruz. Yada arabamız evin önünde öylece duruyor mahalledeki haylaz çocuklar tozlu cama beni yıka yazmış. O arabayı yıkıyoruz yine kirleniyor yine yıkıyoruz ama içine benzin koyulacağını onun çalışan, taşıyan bizi bir yerlere götüren bir araç olduğunu unutmuşuz. Biz hayatı sahici olarak yaşamayı unutmuşuz. İçinde bizi gerçekten seven biri varsa o ev " Yuva " olur. Kendimize zaman ayırabildiğimizde çalıştığımız işin ve sahip olduğumuz paranın bir anlamı olur. Kötü günde yanımızda olan koşulsuz güvenebileceğimiz birisi " Dost " olur. Sevebildiğimizde kalbimiz " yürek " olur. Sadece düşünerek mantıkla değil hissedebildiğimizde " Duygu " muz olur. Hayatımıza manayı getirdiğimizde yaşadığımız hayat sahici olur.


23 Haziran 2025 Pazartesi

Rosa Parks

 Bazen tek bir kişinin eylemi tüm dünyayı değiştirebilir. O tek kişinin cesareti, isyanı bir kıvılcımdır ve o kıvılcım koskoca bir devrim ateşine dönüşür, karanlıkları aydınlatır ve mazlumları kendilerine biçilen karanlık dehlizlere hapsedilmiş kölelik rolünden gün ışığına çıkarır. Cesaret hiç korkmamak değildir, korkuya rağmen harekete geçmektir. Bugün size o cesur insanlardan birinden bahsedicem. 1950 li yıllarda Amerikada belediye otobüslerinde ön taraftaki koltuklara beyazlar oturur, siyahlar arka bölümdeki sahanlıkta ayakta yolculuk ederdi. Koltuklu ara bölme ise karmaydı ve bir beyaz ayakta kalmışsa koltukta oturan siyah ayaktaki o beyaz adama yer vermek zorundaydı. Aşağılanma bununlada bitmiyordu. Siyahlar ön kapıdan otobüse binemezdi. Biletlerinin parasını ön kapıdan ödeyip daha sonra otobüsten inip otobüsün arka kapısına yürüyüp oradan binerlerdi. Çoğu zaman bilet parası kesilen siyahlar arkaya yürüyüp arka kapıdan binemeden şoför gaza basar ve siyahları yolda bırakırdı. 1955 yılında 42 yaşında bir konfeksiyon atölyesinde terzi olarak çalışan Rosa Parks işinden evine dönüyordu. Afrikalılara ayrılan bölümdeki boş bir koltuğa oturdu. Birkaç durak sonra otobüs kalabalıklaştı. Beyazlar ayakta kaldı. Şoför koltuklarında oturan afrika kökenlileri sert bir biçimde " Beyaz yolculara yer verin " diye uyardı. Üç afrikalı koltuklarından kalktı ve yerlerine beyazlar oturdu. Rosa Parks ise kalkmadı. Bir beyaz yolcu ayakta kaldı. Şoför duruma sinirlendi ve " Ayaktaki yolcuya yer ver " diye Rosa'ya bağırdı. Rosa hiç istifini bozmadan " Ayakta gidemeyecek kadar yorgunum " dedi. Bunun üzerine şoför otobüsü durdurdu ve koltuğundan kalkkıp arkaya Roza'nın yanına geldi. O zamanlar şoförler silah taşıyabiliyordu. Silahını Rosa'ya doğrulttu. Sonrada polis çağırdı ve polis Rosa'yı kamu düzenini bozmak suçundan tutukladı. Rosa'nın tutuklanmasıyla beraber Amerikada hiç bir şey eskisi gibi olmadı. Roza'nın mahkemesinin olduğu gün Montgomery'de yaşıyan tüm Afro-Amerikanlar otobüse binmeme kararı aldı ve ogün 40 bin kişi işlerine yürüyerek gitti. Boykotlara beyazlar öfke gösterdi ama Afro-Amerikalılar geri adım atmadı. Şiddet olayları yaşandı ve sonunda 1956 yılında eylemler sonuç verdi. Anayasa mahkemesi bu eyalette süren ırk ayrımcılığı yasasını anayasaya aykırı buldu. Böylece Rosa Parks sivil haklar hareketinin annesi olarak tarihe geçti.

22 Haziran 2025 Pazar

Düşünmek

 Ezberci zihniyetle giriyoruz hayatın içine. E hayat bu boş durmuyor insanla oynamayı seviyor. Birazcık yürüyüşünü değiştiriyor, biraz ettiği lakırdıyı değiştiriyor karşısında afallıyoruz. Dikkat ettiyseniz hayata bir kişilik verdim. O tıpkı ailemizin şakacı dayısı gibi. Hep aynı esprileri yapsa, hep aynı kıyafetleri giyse, bizi hep aynı sokaklara götürse sıkıcı olurdu. Dinlenmek niye var? Yorulmak için. İnsan dediğin biyolojik bir makine. Doğumumuzdan ölümümüze kadar çalışmak için tasarlanmışız. Hayatın bizi yorması iyidir ama sakın ha tükeneyim demeyin. İnsan hedefsiz kalırsa monotonluğun, amaçsızlığın hapisanesine kendini koyar. Tiyatro üstadı Haldun Dormen'e bakıyorumda: kendisi 100 yaşına merdiven dayamış halen aktif olarak tiyatronun içinde. Eğitimler veriyor, filmlerde, oyunlarda rol alıyor. Haldun Bey tutkusunu keşfetmiş şanlı insanlardan biri. Ama insan kendi şansını kendi yaratır. 12 yıl önce bende tutkumu buldum. Benimkisi yazmak. Şu an sekizinci romanımı yazıyorum artı günlük blog yazılarımı sizinle paylaşıyorum. Yazarlık uğruna mühendislik kariyerimi terk ettim. Ha tutkumu paraya çevirebildim mi? Hayır. Ama yazarken içimdeki zehri akıttım, kendimi şifalandırdım. Kendimi tanıdım. Kendimi tanıdım dedim: anladım ki ben heyecansız kalmışım. Benim  biraz " heyecana " ihtiyacım var. Bu bir geri çekilme değil. Geri adım atmak değil. Yazmaya devam edeceğim. Sadece on yıldır içinde yaşadığım " ezber " hayatın dışına çıkacağım.  Hayatın sürprizlerinin beni yormasına ve düşündürmesine müsade edeceğim. Evet düşünmek. Bakın Einstein ne demiş? " Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın eğitilmesidir "

20 Haziran 2025 Cuma

Kadın

 Bilgin Gökberk " Türkiye'de ki kadınlar ölünce cehenneme girmeyecekler, merak etmesinler çünkü Türkiye'de kadınlar zaten cehennemi yaşıyorlar, Allah bir kişiyi iki kere cehenneme koymaz " dedi. Balık baştan kokuyor. Ülkenin başı kadınlara " Sürtük " diyor. Yirmi yıldan fazladır ülkeyi yöneten partinin kurucularından bir başka siyasi " Kadın dediğin edepsiz edepsiz kahkaha atmaz, gülmez " diyor. Böyle olunca bir kadını sokakta öpmeyi, bir kadını sokakta dövmekten daha büyük ahlaksızlık olarak görüyor bir takım yobazlar. Ya benimsin ya kara toprağınsın, denilip kadınlar öldürülüyor bu ülkede. Erkek kadını kölesi olarak görüyor. Psikolojik ve fiziksel şiddet uyguluyor. Kadınlar bu ülkede sesini duyurmak istiyor. 8 Martta feminist hareketin meydanlarda kendini göstermesinden bile korkan muktedirler emirlerindeki kolluk kuvvetlerine sokaklara Tomalarla, kalkanlarla barikat kuruyorlar kadınlara biber gazı sıkıyorlar. Bu ülkede kadının adı yok maalesef. Digital platformda Mezarlık diye bir dizi var. Bugünlerde onu seyrediyorum. Polisiye türünde bir dizi. Önem adında kadın bir başkomser ekibiyle birlikte kadın cinayetlerini araştırıyor. Oyuncuların performansları, senaryo, kurgu çok iyi. Dizi kadına şiddet ve kadın cinayetleri hakkında farkındalık yaratarak müthiş bir iş yapıyor. Ancak şimdiden uyarayım diziyi izleyebilmeniz için sağlam bir psikolojinizin olması lazım. Dizide cesetler, kadavralar, otopsi sahneleri rahatsız edici boyutta. Kadına şiddeti o kadar iyi yansıtıyor ki ben izlediğim her bölümde ağlıyorum ama yine de izlemeye devam ediyorum. Şimdilik 2 sezonu var. Türk işi polisiye-suç-gerilim dizisi arıyorsanız Mezarlık dizisini tavsiye ediyorum.

16 Haziran 2025 Pazartesi

Yap Boz Hayatlar

 Hayatta bazen dönemler kayma yapabiliyor. Geleceğimiz geçmişe, geçmişimiz gelecekte yaşanıyor. Çocukluğunuz ve gençliğinizde orta yaşları, otuzlarda emekliliği, orta yaşlarda ise gençliği yaşayabiliyorsunuz. Böyle olması sizin suçunuz değil. Bu biraz da kaderle ilgili bir şey. Ben böyle hayatlara yap boz hayatlar diyorum. Herkes kendi yap bozunu tamamlıyor. Bulmacayı çözebilenler mutlu oluyor, çözemeyenler noksan kalıyor. Bu yap boz hayatımızda iş, eş, arkadaş, amaç, adanma gibi parçaların bulunup yerine konmasıyla ilgili değil. Karakterin, kişiliğin yerine oturmasıyla ilgili. Aşk, iş, dostluklar ve hayat felsefesi zaten işin başından beri orada duruyor. Ama biz göremiyoruz. Karakter oturunca anlamlı hale geliyorlar.  İnsanın görmesi sadece gözleriyle ilgili bir olay değil. İnsan karakteriyle de olayların ardındaki anlamları görür. Para, makam peşinde harcanan hayatlar, sevginin noksan kaldığı yalancı aşklar, herkes yaptığı için yapılan özen gösterilmeyen çocukların yetiştiği hayatlar var. Bunlar hayatta çıkılan yolculuklar. Yarı yolda kalmamak için kendimize karşı dürüst olmalıyız. Çünkü bu sadece kendimizle ilgili değil BİZ'le ilgili bir şey. Yapmamız gereken; Yap bozumuzu tamamlamalı karakterimizi oturtmalıyız. Böyle olunca kader de bize yardım eder.


15 Haziran 2025 Pazar

Baba

 Baba deyince aklıma ilk okula giden küçüklüğüm gelir. Yeni beyin ameliyatı olmuşum, bir travma yaşamışım ve yerli yersiz ağladığım kötü hissettiğim dönemler. Öyle zamanlarda babam beni petrol yeşili Şahin model arabasına koyar ve yaşadığımız Yalova'dan Bursa'ya götürürdü. Şehrin merkezindeki Kültür Park'a giderdik. Yemyeşil ağaçları, çimleri, ortasındaki göleti ve elimden tutan babam... Gölette deniz bisikletine binerdik. Aile çay bahçesinde çayımızı içerdik. Bursa Kültür Park ameliyat sonrası travma yaşayan ruhuma iyi gelirdi. Orası çocukluk hatıralarımda en mutlu olduğum yer olarak kalmış aklımda. Çocukluğun üstünden on yıllar geçti kültür parka sevgilimi götürdüm, aklımın içindeki platonik sevgililerimi götürdüm, değer verdiğim dostlarımı götürdüm. Hani en sevdiğim insanları benim için en değer verdiğim yere götürdüm. Beni en çok mutlu eden, bana rahmetli babamı hatırlatan Kültür Park'taki gölete bakan o ağacın dibine... Sağlıklı olmanın kıymetini sadece 9 yaşında geçirdiğim beyin ameliyatından öğrenmedim. Babam gideli 20 yıl oldu. 2002 de beyin kanaması geçirip üç sene yatalak yaşayan babam bana sağlığın kıymetini öğretti. Üç yıl boyunca yemeğini yedirdim altını temizledim. Babam adeta bebeğim olmuştu. Ben o kabus gibi geçen üç yılda adeta babamım babası oldum. Belki hayatımda hiç karım ve çocuğum olmadı ama ben babama babalık yaparak babamdan babalığı öğrendim. Mekanın cennet olsun canım babam. Babalar günün kutlu olsun. Birgün inşallah tekrardan kavuşacağız. 

14 Haziran 2025 Cumartesi

İbrahim

 Herkesin kendine özgü kişisel deneyimi vardır ve evrende karşılaştığı her şeyi deneyimine göre yorumlar. Bir olay kimine göre iyi olurken kimine göre kötü olabilir çünkü yorumlayanlar farklıdır. Bu konu kendimiz içinde geçerlidir. Kendimize hangi değeri veriyorsak o kişi oluruz. İnsanın yorumladığı hayat görecelidir. Çünkü bunu bedenimizle yani sınırlı algılarımızla yaparız. Göreceli olan şey ise gerçek değildir. Ama hayat dediğimiz şeyin varlığı Tanrı katındaki "mutlakiyetten" kaynaklanmaktadır. İlahi ritmi yakaladığımızda BİR'liği deneyimleriz. Her şeyin herkesin bir olduğunu hissederiz. Hayata iyi tarafından bakarsak cenneti yaşarız, kötü tarafından bakarsak cehennemi yaşarız. Kendi cennetimizi yaratmak bizim elimizde. İbrahim olursan yakılmak için atıldığın ateş bile sana cennet olur, ferahlık olur. İnsan hallerin tümünü, evrenin tümünü bilemez. Sınırlı algılarıyla olsa olsa " sanar " Bilmek Allah'a mahsustur. Felsefeci Roma İmparatoru Marcus Aurelius şöyle diyor:

"Her şey olduğunu sandığın şeydir."

13 Haziran 2025 Cuma

Kendine karşı adil ol

 Kendini ifade edebilmeli insan. Patronuna karşı, eşine, ailesine, arkadaşlarına karşı diyalog kurabilmeli. Bir hal ona uygun düşmediğinde açıkça konuşabilmeli yanındakiyle. Bu diyaloglardan sonra elbette karşı tarafla fikir ayrılıkları olabilir ama en azından çevremize karşı dürüst olmuş oluruz. Tepkilerimize sınır koymamalıyız. Tepkisel olmak sağlıklı bir durumdur. Nasıl ki bedenimizin bir noktasında ağrı olduğu zaman hastalığın farkına varıp tedavi uyguluyorsak bizlerde aklımıza yatmayan, içimize sinmeyen, bize ters gelen durumları çevremizle paylaşmalıyız. Eğer tepkisiz kalırsak; rahatsızlık yaratan duygular birikir, yerinde göstermediğimiz refleks tepkiler öfkeye dönüşür ve kızacak birini bulamadığımız için kendimize kızarız. Kendimizi suçlamayı, benliğimizi yargılamayı ve cezalandırmayı adet haline getiririz. Kendimize haksızlık ederiz. En küçük bir hatamızda bugüne kadar yaptığımız irili ufaklı tüm hatalarımızın listesini aklımızın önüne sereriz. Kendimizi değersiz hissederiz. Unutma sen bir loser değilsin. Sen başarısız ve değersiz de değilsin. Şu güne kadar ki hayatında yaptığın iyi şeyler de oldu elbet. Aklın o kadar bulanık ve çalkantılı ki geçmişin düzgün bir şekilde sana yansımıyor kendini izlediğin suyun yüzeyinde. Önce düşüncelerini berraklaştır ve kendi kendinin celladı olmaktan vazgeç. Kendine karşı adil ol ki, hayatta sana adil davransın. Çevreni değiştirmeye çalışma ilk önce kendini değiştir. Hayat her zaman yolunda gitmeyebilir ama yaşadığımız başarısızlıklar bundan sonraki hayatımızda bizi gelecek olan başarılara ulaştıracak deneyimlerimiz olacaktır. Soğuk kanlı ol, pozitif ol, çabada ol ve sabırlı ol. Gör bak her şey nasılda güzel olacak.

12 Haziran 2025 Perşembe

Mesafeyi Anlamak

 Günümüz dünyasında ödülü amaç edinen bir sistem var. Sürekli bir yerlere varmaya çalışıyoruz. İnsanlar yarış atı gibi olmuş. Varacağımız yerdeki ödüle öyle bir konsantre oluyoruz ki gittiğimiz yolun güzelliklerinin farkına varamıyoruz. Okullarda öğrenciler takdir, teşekkür peşine takılıyor, aktörler, sporcular, sanatçılar; oskar, kupa, ödül peşine takılıyor ( ekranlarda koca koca adamları, kadınları bir elinde ödülü ağlarken akademiye teşekkür ederken görüyoruz ) , kurumsal hayatta çalışanlar terfi, para peşinde oluyor. Hep bir hedefi kovalıyoruz. Ödül kötü bir şeydir demiyorum. Ödül ağacın dalından meyveyi alıp yemektir lakin o ağaç sadece bize meyve verdiği için güzel değil. Ağacın gölgesinde oturmakta güzel, ağacın üzerine konan cıvıldayan kuşlar da güzel, ağacın yeşilyapraklarıyla manzaraya kattığı değer de güzel, hatta; o ağacın tohumunu ekip, sulayıp büyüyüşüne tanık olmakta güzel. Sonuç peşinde olmak şuna benziyor: Aşk-ı Memnu romanını eline alıp tüm kitabı bir kaç saniyede pas geçip sadece son üç sayfasını okuyup" Adnan Bey boynuzlandığını anlıyor ve Bihter intihar ediyor " demeye benziyor. Sadece sonuca odaklandığımızda yolculuğun, sürecin tadından mahrum kalıyoruz. Şule Gürbüz olayı ne güzel özetlemiş. Şöyle diyor: " Mesafe almak diye bir şey yokmuş, mesafeyi anlamak varmış. Bu bir gün de olabiliyormuş, bir ayda... "

11 Haziran 2025 Çarşamba

Tohum

 Vakti zamanında uzakdoğuda bir imparator artık yaşlandığına ve yerine geçecek birini seçmeye karar vermiş. İmparator varisini yardımcılarından yada akrabalarından değil ülkenin çocukları arasından seçmeye karar vermiş. Bu karar herkesi şaşırtmış. İmparator çocukları saraya çağırmış ve onlara birer tane tohum vermiş. " Size bir yıl süre. Bir yıl sonunda bu tohumunu sulayıp en güzel bitkiyi yetiştiren kişiyi yeni imparator olarak seçeceğim " demiş. Çocuklar tohumları alıp evlerine dönmüşler. Ling adlı çocuk da onlardan biriymiş. Ling'in annesi tohumu bir saksıya koymuş ve tohumu sulamaya başlamış. Bir kaç hafta geçmiş, Ling arkadaşlarından tohumlarının nasıl filizlendiği, çiçekler açtığının hikayelerini dinlerken kendi tohumunda hiç bir gelişme yokmuş. Aylar geçmiş ama Ling'in tohumunda hiç bir gelişme olmamış. Sonunda bir yıllık süre dolmuş. Arkadaşlarının hepsinin tohumu göz alıcı bitkilere dönüşmüşken Ling'in tohumu ilk günkü gibi kalmış. Ling annesine " Ben bu vaziyette İmparatorun huzuruna çıkıp rezil olmak istemiyorum " demiş. Annesi " Hayır oğlum. Saraya git ve imparatora gerçeği söyle " demiş. Ling saraya gitmiş. İmparator gelmiş. Bir yıl önce verdiği tohumların gösterişli bitkilere dönüştüğünü görmüş. Tüm çocuklar Ling ile alay ediyormuş. İmparator elinde boş saksı tutan Ling'i görmüş. Adamlarına onu yanıma getirin diye emir vermiş. Ling " Eyvah, beceriksizliğimden ötürü imparator şimdi canımı alacak " diye düşünmüş. Ling İmparatorun yanına gelmiş. İmparator Ling'in başını okşamış ve diğer çocuklara seslenmiş " Yeni İmparatorunuz Ling'i selamlayın " demiş. Herkes şaşırmış. İmparator devam etmiş " Bir yıl önce hepinize yanık tohumlar vermiştim. Tohumlarınız filizlenmeyince hepiniz verdiğim tohumu başka tohumla değiştirdiniz ancak sadece Ling verdiğim tohumu değiştirmedi ve saksısında bitki olmamasına rağmen bugün dürüst ve cesur bir şekilde huzuruma geldi. O yüzden yeni imparatorunuz dürüstlük ve cesaret erdemlerine sahip olan Ling " demiş. Şu hayatta hep doğruda kalabilmeliyiz. Dürüstlük ve cesaret uzun vadede her zaman bize kazandırır.


10 Haziran 2025 Salı

Aşk Kaostur

 Bakış açısını değiştirmeyen insanlar hayatın kendileri için sakladığı potansiyeli bulamazlar. Anne ve yavru kuşları örnek alalım. Anne yavrularını besler yavrular büyüyünce yavrusunu ağacın dalına yaptığı yuvadan aşağı ittirir. Yavrunun düşmemek için yapması gereken şey kanat çırpmaktır. Yavru kanadını çırpar ve uçar. İnsanlarda uçar. Yok yok, Batman'den yada Süpermen'den bahsetmiyorum. Her insan uçar. İnsan aşık olduğunda uçar. Artık hayat toz pembedir ve karşılıklı bir aşk yaşıyorsa o kişi artık bulutların üzerindedir. İnsan aşık olunca potansiyelini bulur: daha romantik, daha centilmen, daha asil, daha güzel, daha güçlü olur. Kaos insanın içinden bir kahraman çıkartır. Evet aşk kaostur. Düzenin dışına çıkmaktır. Sıradanlaşmış duyguların aşk sayesinde dopinglenmesi ve hisleri en uçlarda yaşama halidir. Aşk kontrolü kaybetme halidir, bir tür savrulmadır. İnsanlar farkında değil ama aşkın en cazip tarafı kaosa girmektir, kontrolü kaybetmektir. Hergün sevdiğine sürpriz yapma, hergün onun için daha komik olma, hergün onun için anlatacak yeni bir hikaye bulma, heyacanın-tutkunun içinde kaybolma halidir. Yeni bir maceraya yelken açmaktır. Sevdiği için: işini, şehrini, düzenini, kendini değiştirme ve sevgiye güvenerek bilinmeze doğru adım atmaktır. Aşk cesaret ister. Düzenini feda edebilenler, kaosa girebilecek kadar cesur olan kalpler gerçek aşka sahip olur. Japon yazar Murakami 1Q84 kitabında şöyle diyor: " Eğer dünyada bir kişiyi yürekten sevebilmişseniz hayatınız kurtulmuş demektir "


Kaoslar

 Tarih boyu doğada zaman zaman afetler yaşanmış, insanlık sıfırlanmış, ardından medeniyetler yeniden kurulmuştur. Kaos teorisi diye bir şey var. Hiç bir sistem mükemmel değildir ve her sistem kaosa gitmeye meyillidir, diye. Makro hayatta yaşadığı doğanın kaosa gitmesi insan denilen canlının kişisel hayatlarında da kaosları yaşamasına neden oluyor. İnsan dediğin alemin kopyası küçük bir alem. İnsanlar bence doğayı taklit ediyor. Görünürde kimse kaosu istemez ama bilinç altında insan krizler yaşamaya ve bunları aşmaya programlı. Bu tıpkı bir ordunun olası büyük savaşa tatbikatlarla hazırlık yapması gibi. Kaoslardan aklımızla, sabrımızla çıkıyoruz. Mental yeteneklerimizi bir kılıca yada bedenimizde ki kaslara benzetebiliriz. Kılıcın nasıl bilenmeye, kasların nasıl egzersize ihtiyacı varsa irademizinde kaosa ihtiyacı var. O yüzden kaos o kadarda kötü bir şey değil. Peki ama kaos olursa huzur kaçar diyeceksiniz. Huzur çevrede olumsuzlukların hiç olmaması değil, insanın hayata karşı aldığı bir tavırdır. Osmanlı devleti yıkılmasa, yurdumuz işgal edilmese yani topraklarımızda kaos olmasa Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider ortaya çıkabilir miydi? Büyük liderler, kanaat önderleri, bilim adamları, buluşlar tarih boyu hep kaos sırasında ortaya çıkmıştır. Biz yeterki kişisel kaosumuzu yaşarken bunun bir döngü olduğunu ve kaosun huzura, huzurunda kaosa evrildiğini unutmayalım. Tıpkı ilk bahar-yaz-son bahar-kış gibi bunun mevsim döngüsü gibi olup geçişlerin yaşandığının idrakinde olalım.


9 Haziran 2025 Pazartesi

Bardak

 Bilgi algıladığımız ve mantık çerçevemizin zeminine oturttuğumuz veridir. Verileri formüle eden matematik, fizik gibi bilimler bilgiyi kategorize etmiştir. Bilgi dediğimiz şey varlığın somutlaşmış halidir. Somuttur. Bilgelik ise algıyla kavranan bir şey değil akılla ve ruhla edinilen bir haldir. Hayatın bizi noksan bıraktığı yerlerden geçerek, o noksanlıklar üzerine düşünerek " oluruz " " Bardağın dolu tarafına bakarak bilgiye, boş tarafını sorgulayarak bilgeliğe doğru yol alırız " diyor Haşmet Babaoğlu. Bilgi yerseldir, bilgelik gökseldir. Bilgi vücutsa, bilgelik ruhdur. Bilgi görüntüyse, bilgelik manadır.Sadece bilgi tek başına işe yaramayacağı gibi sadece bilgelikte tek başına işe yaramaz. Bilgi ve bilgelik kuşun iki kanadı gibidir. Uçmak için ikisine de ihtiyacımız var. Bilgi için iyi bir gözlemci olmamız gerekirken, bilgelik için hayattaki noksanlıklarımıza sabırla, düşünceyle ve sorguluyarak yaklaşmamız gerekir. Tanrı hayatımızdaki noksanlıkları bilgeliğe ulaşmamız için bizlere bir araç olarak bırakmıştır. Noksanlığımıza doğru soruları sormalı ve cevaplarımızı bulmalıyız. Çiçekler bahara, nehirler denize, yıldızlar semaya, Adem Havvaya, dünya güneşe aşıktır. Güneşin sıcaklığı parlaklığı dünyanın edindiği bilgidir. Dünyanın hiç bir fiziksel bağlantı olmadan güneşin etrafında dönmesi ise manaya işarettir. O mana çekim kuvvetidir. Aşk sadece cismen bilgiyle olmaz. En azından gerçek aşk olmaz. Aşkın aşk olabilmesi için manaya da yani bilgeliğe de ihtiyaç vardır. Aşkın bilgeliği sevgidir. 

8 Haziran 2025 Pazar

Cam Tavan

 Sharon Stone. Tüm dünya onu Temel İçgüdü filmindeki yatağa girdiği erkekleri bir buz kırıcağıyla öldürdüğü karadul örümceğiyle örtüşen rolüyle tanıdı. Psikolojik-gerilim-polisiye türündeki film aynı zamanda erotik sahneler içeriyordu ve Sharon Stone gerçekten çok seksi ve güzeldi. İzlemediyseniz Basic Instinct ( Temel İçgüdü ) filmini izleyin derim. Sharon bir röportajında: 30 yıl önce Temel İçgüdü filminde Michael Dougles 14 milyon dolar kazanırken ben 500 bin dolar kazanmıştım. Geçen yıl 100 milyon dolar bütçeli bir filmden teklif aldım. Bana 500 bin dolar önerirlerken filmin hiç tanınmamış erkek başrol oyuncusuna 9 milyon dolar teklif ettiler, diyor. 30 yıllık Hollywood starı da olsanız bir türlü kıramadığımız eril zihniyetin oluşturduğu cam tavana takılıyorsunuz. Yakın geçmişe kadar filmlerde, romanlarda kahramanlar erkek olurdu. Köprü, bina yapan mühendisler, uçak kullanan pilotlar, ameliyat yapan cerrahlar yani elit mesleklerde hep erkek egemen bir durum söz konusu. İslam coğrafyalarında durum daha vahim. " kadın dediğin çocuk doğrur, çocuğa bakar " söylemi var. Buna hiç katılmıyorum. İslam gelmeden önce  araplar kız çocuklarını diri diri gömerlermiş. Nasıl bir cahillik ve zalimlik. Nil Karaibrahimgil şarkısında ne diyordu? " Çocukta yaparım, kariyer de " işte mottomuz bu olmalı. Tüm kız çocukları eğitim hakkına sahip olmalı, kafalardaki kadın-erkek eşitsizliği artık kırılmalı. Şunu unutmayalım ki: dünya kadınlarla güzel.

Erkekler

 Erkekler dalgın. Sabah hanımlarının ellerine verdiği alış veriş listesini unuturlar, çocuğun doğum gününü unuturlar, evlilik yıl dönümünü unuturlar ( ki bu kavga sebebidir ) ama tuttukları takımların 2010 yılında ki kadrosunu ezbere sayarlar.

Erkekler yorgun. İşten eve gelince salondaki koltuğa kaykılıp günün gazetesini okurlar, hanımları " Aşkım sahilde yürüyüşe çıkıp bir yerlerde oturalım " diyince yorgun olurlar ancak kankaları whatsup grubunda " Hadi bira içmeye gidiyoruz " diyince kendilerini bir anda palas pandıras sokağa atarlar.

Erkekler göbekli. Gençken deli fişek dönemlerinde karınlarında six pack ( baklavalarla ) dolaşırlar bir sefer hanımlarını tavlayıp evlenince 100 kiloya çıkarlar koca göbekli olurlar.

Erkekler zombidir. Birde 4 yılda bir yazın düzenlenen dünya kupası olayı var. Kupanın olduğu yazlarda iki ay boyunca erkekler televizyonun karşısında transa girerler, ey hanımlar: televizyonda maç varken kocanıza yada sevgilinize ev yanıyor deseniz tepkisiz kalırlar. Çünkü dünya kupası onları yaşayan ölülere yani zombiye çevirmiştir.

Erkekler bir Tazmanya canavarıdır. Hanımlar bir haftalığına memlekete anne babasının yanına gidince evdeki erkek hani o çizgi filmlerdeki Tazmanya canavarına dönüşür evi öyle bir dağıtırki ev bir haftada tanınmaz hale gelir.

Erkekler cesurdur: Borçtan, kavgadan, ekonomik krizden, enflasyon canavarından korkmazlar. Hakkını verelim erkekler hiç bir şeyden korkmaz ancak tek bir şeyden korkarlar: erkekler karılarından korkarlar. Bu aslında ciddi bir yazı olacaktı ama birazcık mizahi bir havaya büründü. İlhamımı Haşmet Babaoğlu'nun geçen günkü yazısındaki bir bölümden aldım:

" Erkekler ve devlet unutur...

  Kadınlar ve toplum hatırlar...

  Erkekler ve devlet unutturur...

  Kadınlar ve toplum hatırlattırır..."

Çok derin ve edebi çatışma değil mi?

Bugün olmadı ama belki başka zaman bu cümleler üzerine ciddi bir şeyler yazarım. Herkese iyi pazarlar.


7 Haziran 2025 Cumartesi

Güven

 Parayla en güzel kafede, restoranda oturabiliriz. Parayla denize sıfır en lüks dairede oturabiliriz. Parayla yazın en güzel plajda, kışın uludağda en güzel otelde oturabiliriz. Ancak parayla insanların kalbinde oturamayız. Bir insanın kalbinde olmak parayla değil karakterle olur. Tavırlarımızla, hayatın önümüze koyduğu dönüm noktalarında göstereceğimiz doğru davranışlarla karşımızdaki kişiyle bir bağ oluştururuz. Bu öyle bir bağdırki o kişi bize canını-malını gözünü kırpmadan emanet eder. İşte bu güvendir. Doğru karakter güveni yaratır. Güven öyle bir şeydir ki oluşmaşı bir ömür, yıkılması ise bir kaç saniye sürer. Şimdi iki elinizi havaya kaldırın ve onlara dikkatle bakın. Ne kadar güzeller değil mi? Güven dediğimiz şey ellerimiz gibidir. Eğer ihanet, aptal yerine konulma yada başka kötü bir muameleye maruz kalırsak güvenimizi yitiririz. Güvenimizi yitirince ellerimizi kaybederiz. Ellerinizin kesildiğini hayal edin. Affetmek herkesin yapabileceği bir erdem değildir. Zor bir işdir, yüksek tekamül olgunluk gerektirir. Diyelim ki affedebildiniz. Ancak artık size ihanet eden o kişiye sarılamazsınız. Çünkü artık güveninizi yitirmiş, ellerinizi kaybetmişinizdir. Şu hayatta biriktirdiğimiz para kadar değil, insanlara verdiğimiz güven kadar zenginiz. Güvenebileceğiniz insanların ve güven verdiğiniz insanların bol olması dileğiyle...

6 Haziran 2025 Cuma

Gerçek ile Doğru

 Murakami'nin şehir ve belirsiz duvarları romanında geçen bir cümleye takıldım. " Gerçek ile doğru aynı şey değildir " diyor Japon yazar. Doğru olan herkesin karnının doyması ama gerçek: dünyanın yarısı açlıktan ve susuzluktan kırılıyor. Doğru olan görünüşü değil içini sevmek ama gerçek: ruhları göz ardı ederek pahalı aksesuar takan, janti kıyafetler giyen, yatı-katı-arabası olanlara ilgi göstermek. Doğru olan adalet önünde eşitlik ama gerçek: yandaşa dokunmayan muhalifi ise doğrayan bir adalet. Doğru olan tüccarlıkta dürüst olma ama gerçek: para için insanları aldatma, kandırma. Doğru olan entellektüel aklın yönetici olması ama gerçek: kabadayı liderler. Doğru olan emekli maaşının geçinmeye yetmesi ama gerçek: ayın onbeşinde sıfırlanan maaşlara takviye için insanların ihtiyarlıklarında da çalışmaya mahkum edilmesi. Doğru olan kibarlık, alçak gönüllülük ama gerçek: kabalık, kibirli olma. Doğru olan BİR olan Allah'a inanma ama gerçek: paraya, mala, mülke, makama tapma. Bu liste uzayıp gider. Şöyle bir düşününce Murakami haklı. Gerçek ile doğru hakkaten aynı şey değil.

5 Haziran 2025 Perşembe

Kurban

 Bir bayramı daha karşılamak üzereyiz. Kurbanlar kesilecek, aileler bir araya gelecek, mezarlıklar ziyaret edilecek. Kimi gençler demokratik gösteri haklarını kullandıkları için, kimi siyasiler sırf muhalif oldukları için bayramı dört duvar arasında demir parmaklıklar ardında geçirecek. Dışarıdakiler yakınları içerdeyken bayram edebilecek mi? Ya Gazze? Yerle bir edilen yurtlarında yetim kalan bebeler, çocuklar yada sakat kalan insanlar soykırıma direnirken bayram edebilecek mi? Ülkemizde ve dünyada tüm bunlar yaşanırken biz bayram edebilecek miyiz? Etmeye çalışacağız o talihsiz insanların burukluğunu içimizde yaşayarak. Bu bayram kurban bayramı. Allah'ın emri üzerine kurbanlar kesilecek. Ama bir insanın asıl bayramı ne zaman olur biliyor musun sevgili okur? İçindeki hırs, kıskançlık, ihtiras, aç gözlülük, arzu, şehvet, kibir, ego dan oluşan kendi nefsini kurban ettiğinde, onu insanlıktan uzaklaştıran içindeki hayvanı kurban edebildiğinde, nefsinden vazgeçebildiğinde insan asıl bayramını yaşar. Kurban bayramınız mübarek olsun. Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öpüyorum.

4 Haziran 2025 Çarşamba

Hayat

 Hayata karşı ilgini kaybetme. Bir kaç aşktan, bir kaç hatadan sonra rutine girmiş iş ve sosyal hayattan sonra içindeki beklentileri öldürme. Tatile gidecek imkan mı yok? O zaman şehrindeki hiç uğramadığın bir parka git, termosunda çay elinde bir kitap olsun. Oyun oynayan çocukları izle, temiz kalplerine hayran ol, bir zamanlar onlar gibi olduğunu hatırla. Bir yabancıyla sohbet et. Tanı, tanış. İnsanların hikayeleriyle barış. Hayattan sakın ama sakın korkma! Asla geç değil. Hayat belki sana can dostlar vermeye hazırlanıyordur. Ben mesela: en iyi dostlarımı 35 imden sonra buldum. Şükür olsun. Bir günlük tut. İçindeki yabani duyguları ve yaramaz arzuları yazarak ehlileştir ve kayda geçir. Yazınca hafifleyeceksin. Bir kahve koy ve telefonundan müzik aç. Şarkının sözlerine dikkat kesil. Yıllardır dinlediğin şarkıyı hissetmenin, anlamanın zamanı gelmiştir belkide. Zekatını ver. Mümkün değilse sadakanı ver. Bir insana yardım edince aslında kendine yardım edeceksin. Tecrübe sandığın şeylerle hayatı bir kalıba sokmaya, onu etiketlemeye sakın ha çalışma. Çünkü hayat su gibidir, tutamazsın, tutup bir bavula koyamazsın ellerinin arasından kaçıp gider. Olsa olsa ona kendini bırakırsın ve seni alır götürür. O yüzden akışta ol. Zaman senin düşmanın değil, dostun. Sen dalında bir meyvesin, olacaksın olgunlaşacaksın. Mutluluk kalbini büyütme sanatı. Tıpkı balon şişirme yarışması gibi. Nefesin Tanrı'dan gelirse kalbini istediğin kadar büyütebilirsin. Sev, sev, sev... herkesi, herşeyi sev. Sevdikçe kalbin büyüyecek. Büyüdükçe çirkinlik,kötülük, hüzün silinip gidecek. Kendinle ve kaderinle barışık ol. Ama kaderin gayrete aşık olduğunu da unutma! Bilincine, kendinin ve hayatın farkında olmana şükret. Bu harika bir şey. Vicdanını konuştur bazen. Bu yaptığım doğru mu, de. Kılavuzun vicdanın olsun. Dertlerin misafir olduğunu unutma. Onları iyi karşılarsan bir çay içip giderler. Kötü karşılarsan yatıya kalırlar. Sabır güzel bir erdemdir. Şunu unutma: en güzel günler geçmişte kalmadı. Zaten geçmiş diye bir şey de yok. Şimdi var. Ve şimdi sana güzel sürprizler yapmaya gebe.


3 Haziran 2025 Salı

Gri Şehrin Vahşi Atları

 Sabah kalkıp işe gidebiliriz, hafta sonu tonla alışveriş yapmak için avm lere gidebiliriz, arkadaşımızla iki lafın belini kırmak için kahve içmeye gidebiliriz yada yaşadığımız yerden çok uzaklara tatile gidebiliriz. Ancak kendi içimizdeki bene gidebildiğimiz zaman esas yolculuğu yapmış oluruz. İlk saydıklarım hep bir kaçış. Kendinden kaçma hali. Oysaki ruhumuzun kuytularındaki ehlileşmemiş vahşi duygular yüzleşilmeyi bekliyor. Onlar tıpkı vahşi atlar gibi. At arabasını yani aklımızı bir o yana bir bu yana çekiştiriyor. Hepsi başına buyruk bizi ait olmadığımız yerlere götürüyorlar. Görmezden gelemeyiz çünkü derinlerdeki ehlileşmemiş duygular biz farkında olmasak da hayatımızı etkiliyorlar. Kaçış mı? Hayır o bir çözüm değil. Cesur olmak zorundayız. Yüzleşme işini bizden başka yapacak biri yok çünkü. Ne kadar uzağa gidersek gidelim ruhumuzun tutsak olduğu yüksek duvarlı o viran gri şehir arkamızdan gelir. Ruhumuzu o gri şehirden kurtaramazsak gerçek huzuru bulamayız. Cesaretimizi toplamalı ruhumuzun kuytularına yürümeli ve kendimize varmalıyız. Bu hesaplaşmayı şimdi yaşarken yapmazsak yarın ahiret gününde yapacağız ve daha acılı olacak. Olmak için ölmeyi beklemeyelim. Ölneden önce ölelim ve gerçekten yaşamaya başlayalım.


2 Haziran 2025 Pazartesi

Korkma

 Korkuyoruz. Korkuyu kendimize arkadaş yapmışız, yaşamaktan korkuyoruz. İş kuracağım ya batarsam, kitap yazacağım ya kimse okumazsa, aşık olacağım ya terk ederse, yola çıkacağım ya yol biterse, sokağa çıkacağım ya yağmur yağarsa... diye diye korkuyoruz. Hayatta risk her zaman var. Risksiz yolculuk diye bir şey yok. Yaşıyorsak elbet krizlerle karşılaşabiliriz. Mühim olan problemlere çözüm getirmek. Hiç kullanmazsak aklımız bize gönül koyar. Şu hayatta tercihlerimizi yaşıyoruz. Engelli yolun ödülü de büyük oluyor. Sakın ha yanlış anlama asıl amaç kazanç değil, engellerin bize kattığı deneyim. Ne kadar çok deneyimimiz varsa o kadar az korkarız. Deneyimler anahtarlığımızdaki anahtarlar. Ne kadar çok anahtar o kadar çok açılacak kapı. Ne kadar çok kapı o kadar keşfedilecek oda anlamına geliyor. Daha öncede dedim: zihnimiz gelecekle ilgili korku filmi çekmeye bayılıyor. O fikirleri balon gibi iğneyle patlatmak lazım. Korkularımızın kölesi değil efendisi olunca hayatı gerçekten yaşamaya başlarız. Bugün zenginsen yarın fakir olabilirsin, bugün gülerken yarın ağlayabilirsin, mühim olan adapte olabilme sanatı. Allah kimseye kaldıramayacağı yük vermezmiş. Kaderin ilahi planına teslim olalım, çabada olalım gerisi gelecektir. 

Hayat Kütüphanesi

 Hayat dediğin kocaman bir kütüphane, insanlar da okunmayı bekleyen kitaplar. İnsanın okunmaya anlaşılmaya ihtiyacı var tıpkı bir kitap gibi. Hayat kütüphanesinde macera yaşamak isteyenler macera rafına gidiyor, aşk yaşamak isteyenler aşk rafına gidiyor, gerilim, bilimkurgu, polisiye herkes kendine uygun bir kitap seçiyor. Ha bazen tek bir türle sınıflandırılamayacak karışık insanlar da oluyor. Şu hayatta herkes herkesin denemesi oluyor. Başka biri tarafından okunan insan o kişide neden olduğu tepkileri anlıyor, bundan sonraki rotasını çiziyor. Okuyan kişi ise bir başkasının hayatından deneyimler kazanıyor. Hayat kütüphanesinin raflarındaki kitaplar tamamlanmış kitaplar değil. Canlı nefes alan her an kendini yazmaya devam eden kitaplar. Kendi kendini okuyan, bir başkasını okuyan ve kendini yazan kitaplar. Yazanda biziz okuyanda biziz. Herkesin bir karakteri var. Bazen bir karışıklık oluyor ve bir kitap ait olmadığı bir rafa konuyor. Yada insanın kendini tanıması zaman alıyor ve ömrünün çoğunu yanlış çevrelerde geçiriyor. Komedi okumak isteyenler dram kitabına denk gelince haliyle beğenilmiyor. Oysa ki dramın da öğretici bir yanı vardır. Kimisi ise beğenilmek için taklit ediyor ortaya suni bir hikaye çıkıyor. Herkes tarafından beğenilme uğruna aslını yitirenler oluyor. Şu hayatta en hatalı şey oldum demek. Ben oldum deyip bir canın ilk bir kaç sayfasını okuyup yarım bırakmak onun hakkında yargıya varmak. Bazen geçmişte karşılaştığımız bir canı hakkıyla anlayabilmemiz için bir ömür geçmesi gerekir. O kitaptan sonra okuyacağımız bir sürü kitaptan sonra o ilk kitap aklımıza gelir oturur ve " onu şimdi anlıyorum " deriz ama iş işten geçmiştir. Okumanın bir raconu vardır. O kitap sonuçta bir emektir, birikimdir, bir kişinin yüreğidir. Ona saygı duymalı, yarım bırakmamalıyız. Başkasını okuma cesaretini gösterenlere ve hayat boyu kendi hikayesini yazmaya çalışan insanlara selam olsun.

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Casper

 Bazen çok fazla düşünmemek lazım. İçgüdüyle hareket etmek lazım. Düşünceler yaşayabileceğimiz güzel anlara prangalar vurabiliyor. Ya şöyle olursa ya böyle olursa demekten daha yaşanmamış anları yargılayabiliyoruz. Tıpkı seyretmeye başladığımız bir filmi zaman çubuğunu ileri almak gibi filmin sonunu ileri sarıp izliyoruz ve tadını kaçırıyoruz. İnsan dediğin tam bir kontrol manyağı ve geleceği bilme meraklısı. O yüzden tarih boyu fal, astroliji, rüya yorumu gibi şeylere hep ilgi duyulmuş. Ama bu fıtratımıza ters. İnsan dediğin anı yaşamak için var edilmiş bir canlı. Gelecek belirsiz. Kader denen bir şey var. Orada şimdimizde yapacağımız tercihlere göre milyonlarca olasılık var. O olasılıklarda bile kader, kaza gibi mekanizmaların devreye girip bizi nerelere götüreceğini bilemiyoruz. Ha, insan geleceğine biriktirdiği deneyimleri, dostlukları, sevapları, günahları, karmasını götürüyor. Bunlar elimizde olan şeyler. Ama yaşamak istiyorsak aklımızda sürekli bizi yargılayan " Yargıcı " pek de takmamak lazım. Her an her şeyi kontrol altında tutma isteği Tanrı olma egosudur ve bizim işimiz Tanrı olmak değil kul olmaktır. Birazda bilinmeze teslim olmamız gerekiyor. Ben belirsiz yolda yürümem diyen kişi hayatta hiç yol almayan kişidir. Sakın bunları sadece size söylüyorum zannetmeyin sevgili okur. Kendime de söylüyorum. Bu bir günlük ve ben sadece okurlarla değil kendimle de konuşuyorum. Yazarak zihnimi, fikirkerimi belli bir forma sokuyorum. Boşuna dememişler: söz aklın kıyafet giymiş halidir diye. Bilinç altımızda farkında olmadığımız sevimli hayalet Casper gibi uçuşan, duyguların içinden geçen, görünmeyen hayaletler var. Biz yazarak bu hayaletleri görünür kılıyoruz ve bilinç altımızı gün ışığına çıkarıyoruz. Tıpkı torağı kazarak dinazor fosillerini meydana çıkaran arkeologlar gibi. O yüzden yazmayı seviyorum. Yazmak bir yüzleşme oluyor. Hem kendimle hem yazılarımı okuyan okurların kendileriyle. Çok uzattım farkındayım. Burada kesiyorum. Herkese iyi hafta sonları.


30 Mayıs 2025 Cuma

Yaz

 Bu yaz da güneş denizin ardına batacak. Sevgililer bankta el ele tutuşup oturmuş gün batımında aşklarının rengine boyanmış ufkun kızıllığına bakacak. Gece sahilde bir ateş yanacak. Bir gitar çalacak. Gece olunca boğucu sıcak uykuya dalacak ama ateşin başındaki gençler şarkılarla mutluluk nöbeti tutacak, sabaha kadar uyanık kalacak. Çocuklar dondurma alacak. Soğuk derede çatlayan karpuz ağızlara tat olacak. Piknikci baba rakı kadehini sağlığa kaldıracak. Kırk yıllık yazlıkçı komşular tekrardan buluşacak. Çamların altında muhabetler gölge gibi koyulaşacak. Karnelerini alan çocuklar hırsız polis oynayacak, harçlıklarıyla süt mısır alacak. Plajlar dolacak, kızgın kumlardan serin sulara atlanacak. Yine yaz aşkları olacak. Sevgi yaz güneşi gibi kalpleri altına boyayacak. Komşularla balkonlarda çekirdek çitlenecek.Ama  kimse o balkonda ne konuşulduğunu bilmeyecek. Sırlar sandıklara kilitlenecek. Evsizler ve kediler sokakta üşümeyecek. Kışın yakacak odun bulamayanlar en azından bu mevsim üzülmeyecek. Aileler tatile gidecek. Anne baba çocuklar... Belki çocuklar şimdi bilemeyecek ama bu tatillerin anısı kalan ömürlerine sinecek. Memlekette ki büyükler evlat yolu gözleyecek. Yaz güzeldir. Yazın insan geleceğini yazar. Geleceğe umutla bakar. Yazın olur yeni başlangıçlar. Bir yaz daha geldi. Hoş geldin yaz!


Köy

 Klasik bir iş hayatı ve mesai kavramlarının  dışına çıkalı çok oldu. Güneş doğmadan önce güne erkenden başlıyorum. İki fincan kahve eşliğinde youtube dan müzik dinleyerek kendime geliyorum. Sonra deniz kenarındaki çay bahçesinde Türk kahvemi içerken marmara denizini, denizin üzerindeki adaları ve sisli İstanbul siluetini izliyorum.  İstanbul'a mesafeli olmak ona uzaktan bakmak daha güzel... Arkamdan sabah güneşi vurmaya başlıyor ve ağaçlardaki kuşların ötüşmelerini dinliyorum. Sahile vuran dalgaların sesi bana huzur veriyor ve günlük blog yazımı yazıyorum. Sonra 2 enyakın  dostum olan abilerim katılıyor bana. Yıllar önce bir üniversite öğrencisiyken yaz tatilimde yerde sırt üstü yatarken Allah'a ettiğim dua aklıma geliyor" Allah'ım beni yalnızlığın cehenneminden kurtar " diyordum. Halen bir hayat arkadaşına sahip olmasamda çok şükür artık en azından dostlarım var. Çay bahçesinde muhabbetimizi yaptıktan sonra arabaya biniyoruz ve dört arkadaş Yalovanın Gacık köyüne gidiyoruz. Ne zaman dört oldunuz diye soracaksınız şimdi. Dördüncümüz arabayı kullanan Murat abimin küçük oğlu. 4 yaşında çok tatlı bir oğlan. Üzerinde İcardi tişörtü, elinde babasının bir kaç gün önce aldığı cep telefonu. Telefonla etrafın, bizlerin habire fotoğrafını çekiyor. Köye yaklaştıkça şehir betonluğunu yitiriyor ve bağlar, bahçeler, ormanlar başlıyor. İnsan tabiatın içine girince kendini nefis hissediyor. Bazen doğaya kaçmak lazım. Köyde Volkan abimin annesini ziyaret ediyoruz elini öpüyoruz. Sonra dev çınar ağacının altındaki kahvede çaylarımızı içiyoruz. Birden bire aklıma geliyor bundan 35 yıl önce rahmetli babam beni bu köye getirmişti diye. O zamanlar Murat abimin oğlundan biraz daha büyüktüm daha çocuktum. Yıllar ne kadar çabuk geçmiş diyorum. Artık orta yaşlı bir adamım. Paragöz müteahhitlerin ve onları rantlayan siyasilerin tecavüzüne uğramamış halen yeşilliğini ve doğasını koruyan köylere, yanımdaki 4 yaşındaki masumiyetini korumuş Murat abimin oğluna bakınca içim umutlanıyor. Çocuklarımıza daha iyi bir ülke ve gelecek bırakmak için kalemimin son kelimesine kadar mücadele ediceğime dair kendi kendime söz veriyorum.


28 Mayıs 2025 Çarşamba

Aşk

 Her insan bir süper kahramandır. Gizli gücü kalbinde saklıdır. Bir şeyi tutkusu yapınca, ruhuna prangalar vuran mantık ile değil kalbiyle karar aldığı zaman; imkansızı mümkün kılar. Mesafeler, engeller, şüpheler yok olur sevginin gücü sayesinde. Kendimden örnek verecek olursam: Ben hayatımda beni mutlu eden anların hepsini kalbimle aldığım kararlar sonrasında yaşadım. Sevmenin gücüne çok inanıyorum. Her önüne gelene yürüyüp tensel tatminler için sevgiyi alet etmedim o yüzden. Sevgi çok özel bir duygu. Her zaman yaşanmayacak ama yaşandı mı bir ömrü etkileyecek sevenin ve sevilenin kaderinde ve karakterinde dönüşümler başlatan bir mucize. Sevince ıspanak yemiş temel reis gibi oluyoruz ve gücümüz dorukları aşıyor. Yapamam dediğimiz o şeyleri " onun " için yapıyoruz, içimizden kendimizin en iyi versiyonunu çıkarıyoruz. Nedensiz yere sürekli bir mutluluk halinde oluyoruz. Yıllardır aradığımız noksan parçamız tamamlanıyor. İnsanda her şeyden iki tane vardır. Bir çift göz, bir çift kulak ama Allah insana tek bir kalp vermiştir. O kalbi bir başkasının kalbiyle tamamlamak için. Aşk dünyadaki en güçlü duygudur. Uğruna şarkılar bestelenmiş, şiirler ve romanlar yazılmış, filmler çekilmiştir. Benim meşhur bir aşk-mutluluk-sevgi üçlemem var biliyorsunuz. Aşk din, mutluluk ibadet, sevgi ise Tanrıdır, diye. Din yol anlamına da gelir. Aşk olunca bir yola çıkarız. Yoldaki belirsizlikler ve zorluklar bizi korkutmaz. Çünkü elini tuttuğumuz sevgilimizle her şeye göğüs gerebiliriz. İbadet şükürdür, sahip olana teşekkürdür. Aşıkken her daim mutluyuzdur ve mutluluk ibadettir. Aşık olunca Tanrıyı anlarız çünkü artık kalbimizde sevgi vardır. Yani Leyladan mevlayı buluruz. Aşka şans vermek gerek daha önce kötü deneyimlerimiz olmuşsa bile. O deneyimler şimdiki aşkınızı daha iyi yaşamak için öğretmendi. İnsan hiç bardak kırıldı diye su içmekten vazgeçer mi? Bir sefer kalp kırıldı diye sevmekten de vazgeçmemeli insan. O yüzden siz siz olun aşk kapıyı çaldı mı ona cevap verin. Çünkü aşk şu hayatta yaşayabileceğiniz en harika şey.


27 Mayıs 2025 Salı

Şüphe Balonları

 Hayatımız mucizelerle dolu ama çoğu zaman o mucizelerin katili oluyoruz. O şüphe yok mu o şüphe... Kimbilir kaç mucizeyi o şüpheye kurban etmişizdir. Şüphe mucizelerin işlemediği tek tuzaktır. İnsanla konuşan bir iç ses var. Bize bazen hayaller kurduruyor bazense kötümser olup hayallerimizi yıkıyor. Bu kötümserliği birazda öz eleştiri olarak ele alabiliriz. Duygularımızı, fiziksel ve mental yetkinliğimizi ölçen ve beynimize geri bildirimde bulunan bir sensör bir aygıt gibi. Bu aygıt düşüncelerimizi mantıksal bir düzleme oturtuyor. Ama duygusal ve hayalperest biri olarak ben bu mantıksal olma işini kabul etmiyorum. Einstein mantık sizi A noktasından B noktasına götürür hayal gücü ise her yere demiş. O şüpheler web sayfasının köşesinde aniden beliren pop up lar gibi önümüze geliyor. Ben ne zaman bir şüphe balonu görsem elimde bir iğne pat diye o şüphe balonunu patlatıyorum. Eğer şüphelerime yenilsem, dünyanın dört bir yanında 42 kilometre maratonlar koşmazdım. Eğer şüphelerime yenilsem, bugün sekizinci romanımı yazıyor olmazdım. Eğer şüphelerime yenilsem, mühendis olup otel, okul, yüzkerce dairelik büyük site projeleri yapmazdım. O yüzden sizde elinize o iğneyi alın  şüphe balonlarını tek tek patlatın.

26 Mayıs 2025 Pazartesi

Prometheus

 Prometheus'un hikayesini duymuşsunuzdur. Prometheus Tanrılardan çaldığı ateşi insanların hizmetine vermiştir. Bilim ve aydınlanmanın sembolü olan bu ateşle insanlık aydınlanmıştır fakat Prometheus Tanrılara karşı gelmesi nedeniyle cezalandırılmıştır. Onu kafkas dağının zirvesine bağlamışlar ve her gece yeniden oluşan karaciğeri gündüzleri bir kartal tarafından yenilerek parçalanmıştır. Bilgi zaman zaman çok tehlikeli olabiliyor. Bilgi tıpkı ateş gibi. Onunla karanlığı aydınlatıp yolunuzu da bulabilirsiniz onunla bir ormanı içindeki canlılarla beraber yakabilirsiniz.Olgun olan ama yeteri kadar olgun olmayan birinin sağlıklı değerlendirmede bulunamayacağı veriye sahip olmaması gerekir. Yoksa filmin bir saniyesine takılıp hikayenin tamamını gözden kaçırabilir ve istemeden de olsa hem kendine hem karşısındakine vereceği yanlış kararla haksızlık yapabilir. O yüzden bilgiyi analiz ederken defalarca gözden geçirmeli, sakin kalmalı ve sakin bir kafayla karar almalıyız.

Balonlar

 Ülkede hergün asabımızı bozan haberler duyuyoruz. Kadın cinayeti, iş kazası, çocuk tacizi... Ne ararsan var. Ama enseyi karatmayacağız. Bu ülkede güzel şeyler de oluyor. Ali Asaf'ın hikayesi de onlardan biri. Her şey bir kaç hafta önce altı yaşındaki Ali Asaf'ın babası Samet Demir'in sosyal medyadan yaptığı bir çağrıyla başladı. Baba Samet Demir: " Arkadaşlar, bizim fazla çevremiz yok. Oğlum kanseri yendi, balon uçurmak istiyor. Gelir misiniz? " paylaşımını yaptı.  Bu paylaşım kısa sürede sosyal medyada viral oldu. Sancaktepe Belediyesi de olaya el attı ve dün Sancaktepe meydanında buluşan binlerce kişi, lösemi ile iki yıl savaş verip hastalığı yenen altı yaşındaki minik kahramanımız Ali Asaf ile birlikte gökyüzüne balon uçurdular. Orada Ali Asaf için toplanan binlerce kişi Ali Asaf'ı belki tanımıyordu ama o çocuğun kansere karşı verdiği cesur mücadele ve Ali Asaf'ın ölümün kıyısından döndükten sonra içindeki yaşama sevincinin hikayesi onlara tanıdık gelmişti. Bu sefer mutlu sonla biten bir çocuğun hikayesi orada toplanan binlerce kişiye ilham oldu. " Bu ülkede halen umut var " diye düşündüler ve altı yaşındaki Ali Asaf'la birlikte gökyüzüne binlerce renkli balon uçurdular. Bu ülke insanı bir araya geldi mi yenemeyeceği zorluk yok. Bir araya gelmeye tek yürek olmaya o kadar ihtiyacımız varki... Acıların sebeplerini unutmadan, umudumuzu arkadaş yapıp hep birlikte güzel günlere yürümemiz dileğiyle...

Fenerbahçe Beko

 Fenerbahçe Beko basketbolda 2017 den sonra 2025 sezonunda da Avrupa şampiyonu oldu. Spor seyirciliğim küçük yaşlardan itibaren futbolla başlamış olsa da 90 lı yıllarda Murat Murathanoğlu ve rahmetli İsmet Badem ikilisinin müthiş maç anlatımlarıyla Koraç kupasına uzanan Efes Pilsen maçlarıyla basketbol da tutkum haline geldi. Fenerbahçe eskiden Türkiye liginde Efes-Ülker hegomonyası varken şampiyon olamıyordu. Daha sonra bence Türk spor tarihinin en iyi kulüp başkanı olan Aziz Yıldırım göreve geldi.  Basketbolda sponsorluk anlaşması yaptı, Ataşehire NBA standartlarında bir spor salonu yaptı ve kulüpte bir basketbol kültürü oluşturdu. Forma satın alan, kombine alan her maç salonu dolduran, küfürsüz medeni bir basketbol taraftarı modeli yarattı. İlk yıllarda Fenerbahçe Türkiyede şampiyonluklar kazandı. Sırada Avrupa vardı. Aziz Başkan vizyonerdi ve takımın başına Avrupanın en iyi koçu olan Obradovici getirdi. Obradovic ile Fenerbahçe Avrupa'da büyük oynadı ve büyük oldu. Önce bir kaç final four yaşadı ama kupayı alamadı. Ama hedefine 2017 yılında uzandı. Ve Türkiyeye Avrupanın bir numaralı kupasını getiren ilk takım oldu. Efes de boş durmadı ve Fenerden sonra 2 kez de onlar kupayı kazandı. Son olarak dün akşam finalde Monaco'yu yenen Fener bir kez daha Avrupanın en büyüğü oldu. Start up yapan şirketler sıfırdan zirveye nasıl ulaşılır konusunu incelemek istiyorlarsa Fenerbahçe basketbol takımının başarı hikayesini araştırmalılar bence. Bu başarının üzerine tezler yazılması gerekir. Tebrikler şampiyon Fenerbahçe!

25 Mayıs 2025 Pazar

Bencilliği yenince ne olur?

 Cesaret  belirsizliğe rağmen yola çıkabilmektir. Cesaret kadere güvenmektir. Yola koyulmak ve yolun da bir sahibi olduğunu hatırlamaktır. Sonunu bilseniz o kitabı okumanın ne zevki kalırdı? Her şey tam oldu mu monotonlaşır hayat. İçinde ama büyük ama küçük hasret barındırmayan hayat monotonlaşmaya mahkumdur. İnsanın hasreti olmalı. Çok çalışıp yorulurken pazar gününü özlemeli, evden uzaktayken eşini özlemeli, kader bu ya; geliri kısıldığında zengin kahvaltıları özlemeli, hastayken sağlığını özlemeli... Sağlık, para, yorgunluk, hasret: bunlar hep insanların denemeleri. Bu denemeler zaman içinde artabilir yada eksilebilir ama insan şartlar ne olursa olsun saflığını muhafaza etmeli. Su gibi olan ruhu çalkantılı değil durgun, duru olmalı ki göksel sevgiyi yüzeyinde yansıtabilsin. Ancak sevgiye sahip yürekler zorluklara katlanabilir. Eğer bir yol zorsa sonunda mükafatıda büyük olur. İnsan bencildir. Parasını paylaşmak istemezken, makamını paylaşmak istemezken, evini paylaşmak istemezken, zamanını paylaşmak istemezken; ondan biriyle kalbini paylaşmasını istemek, birini kalbinde yaşatmasını istemek hayalcilik olur. Aşk bencilliği yenebilmektir. Kalbini bir başkasına açabilmektir. Gerçek aşkı bencilliğini yenebilen kişiler yaşar. Yoksa gerçek aşkı bulamazlar.

24 Mayıs 2025 Cumartesi

4 Anlaşma

 Biri sizi sinirlendirmişse sizi ele geçirmiştir demiş Konfüçyüs. Bir cümlenin kapladığı yer ufacık bir şey. Hepi topu yanyana gelmiş bir kaç kelime. Ama öyle cümleler var ki zehirli. Kendini tamamlayamamış noksan insanların içlerindeki zehri başkalarına akıtma gibi huyları var. Bu kişilerin kalpleri yıllardır öyle karanlıkta kalmış ki saflığı unutmuşlar. Gördükleri her erdemli davranışın arkasında bir bit yeniği arayıp dururlar:

*Yok yok. Ahmet bu iyiliği karşılıksız yapmış olamaz. Kesin bir çıkarı vardır.

* Şu ikisi arkadaş gibi duruyor ama kesin yaşadıkları bir şey var.

*Bu devirde kim Şule kadar para kazanıyor? Bu kazancın arkasında kesin bir yolsuzluk var.

Bu tip cümleler kurup her şeye bir kulp takarlar. Yaptığınız on işten dokuzu güzelse sizi kötü olan bir iş için eleştirirler. Hep kötümserlerdir. Bardağın dolu tarafını görmezler. Sokrates'in bu tiplere uyan bir sözü var: Saf olmayan biri için saflığı anlamak imkansızdır. Bu tip insanları kaale almayın. Dikenli cümlelerinin ruhunuzu zehirlemesine izin vermeyin. Daha öncede bahsetmiştim. Güney Amerikalı yazar Miguel Ruiz'in meşhur dört antlaşması var:

1-Hiç bir şeyi kişisel alma

2-Varsayımda bulunma

3-Sözlerinde özenli ol

4-Daima yapabildiğinin en iyisini yap

Ben on yıldır bu dört anlaşmayı uyguluyorum ve hayatım kurtuldu diyebilirim. Sizde deneyin. Daha ileri bilgi için Miguel Ruiz-Dört Anlaşma kitabını okuyabilirsiniz.

23 Mayıs 2025 Cuma

Kendi Ufkundan Doğ

 Sen bir mucizesin. Çünkü sana bir hayat emanet edilmiş. Heybetli bir dağ gibisin hatta ondan da irisin.İriliğin eşsiz ruhundan geliyor.Varoluşun bilgisini dağlar bile taşımaktan çekinmişken bu emanet sana verilmiş. Sakın dünyanın ruhunu kirletmesine izin verme. Çalış, oku, arın. Unutmaki çok kıymetli her anın. İnşallah çok güzel olacak yarın. Dolu dolu yaşa şu hayatı. Kutla gelmekte olan yazı, doğadaki uyanışı, kaçırma büyülü gün batımlarını. Küçük şeylerle mutlu ol. Hep umutlu ol. Sakın gülmeyi unutma. İntikam zayıfların işidir. Şunu unutma: iyi yaşamak alınacak en güzel intikamdır. Dedikodudan uzak dur. Kaygılarına tuzak kur. Sakın ha nazara gelme tahtalara vur. Dünyanın en zengin insanı olduğunu unutma. " Senin gözlerini alacağız bunun karşılığında bir milyar dolar vereceğiz" deseler kabul eder miydin? Etmezdin. İşte buyüzden sen zenginsin. Parayla pulla işin olmasın. Bir güneş gibi kendi ufkundan doğmalısın. Kibri, haseti, öfkeyi çöpe atarak o hain şeytanı boğmalısın. Sevmeyi unutma. Önce sev kendini sonra evrendeki her şeyi. Ve son olarak Tanrıyı unutma. Çünkü O seni unutmuyor.

22 Mayıs 2025 Perşembe

İnsanın 3 Atı

 Zaman hem dost hem düşman insana. İnsan yaralarını emanet ediyor ona. O da istisnasız dil, din, ırk ayırt etmeden herkesin yarasını şifalandırıyor. Ancak insan zordayken dertlerle, tasalarla bir oluyor bu sefer yavaş akıyor ve çekilen acıyı katmerliyor. Dostluklar, aşklar zamanla sağlamlaşıyor, güzelleşiyor. Zaman gençken yavaş belli bi yaştan sonra hızlı akıyor. Tıpkı bir tepeye tırmanmak gidi. Ağır ağır çıkıyorsunuz sonrada son sürat yokuş aşağı iniyorsunuz. İndiğin yokuşu tırmanan başka kişilere rastlıyorsunuz. Siz inerken onlar yeni çıkıyor. Aslında onlar başkası değil sizin öteki benleriniz oluyor. Onlarla karşılaştığınızda iki kelam ediyorsunuz, tecrübelerinizi aktarıyorsunuz. Bak şurada bir tümsek var, şurada bir çukur, şurada bir diken dikkat et ayağına batmasın diyorsunuz. Zaman dağ başında yanan bir ateş. O ateş doğumunuzda yanıyor ve ölünce sönüyor. Herkesin kendi ateşi var. O ateşe odun olarak gençliğinizi atıyorsunuz ve karşılığında karanlığınızı aydınlatan tecrübeyi yani ışığı satın alıyorsunuz. Geçmiş zaman, hatıralarımızın karıştığı artık aklımıza ait bir parça oluyor. Hafıza oluyor. Özlemimiz oluyor, kararlarımızı şekillendiren deneyimimiz oluyor Gelecek ise umudunuz oluyor, kabul olacak duanız oluyor. Şu hayatta insanın üç atı oluyor. Geçmiş zihnimize bağladığımız atımız oluyor. Gelecek zaman ise üzerinden inemediğimiz bizi nereye götüreceğini bilemediğimiz ovalarda dört nala giden pranga vurulmaz vahşi bir at oluyor. Gerçekten yaşadığımız tek an şimdimiz. Buda dizginleri elimizde olan söz geçirebildiğimiz başka bir at. Ona iyi davranırsak biz nereye istersek oraya gidiyor. Hayat bir an. Ya efendisi oluyoruz yada kölesi.

21 Mayıs 2025 Çarşamba

Terzi

 Hayatın ilginç bir huyu var.Aramayı bırakınca aradığınız şey sizi buluyor. Denemekten korkmamalı insan. Çünkü hayat bir köşeye çekilip onu film gibi izlemek için değil yaşamak için var. Denemekten korkmamalı insan. Kötü çıkarsa tecrübe olur, iyi çıkarsa mutlu olunur. Her iki ihtimalde de kazançtayız. Biz yeterki deneyelim. Okumak iyidir. Kitaplardan çok şey öğrenebiliriz. Ama hayatı okuyarak hayattan da çok şey öğrenebiliriz. Algılarımızı açık tutalım. Baktığımızı görelim, işittiğimizi duyalım. Çevremizdeki olayları ve kişileri doğru konumlandıralım. Hayat birazda candy crush oyunu gibi. Parçaları doğru konumlandırırsan duvarları patlatıyorsun ve imkansızı mümkün yapıyorsun. Bu konumlandırmanın üzerinde durmak istiyorum. Eğer yanlış kişiyi rol model seçmişsen hayallerinden uzaklaşırsın. Yanlış kişileri arkadaş edinmişsen ağzının tadını bozarsın. Yanlış işi seçmişsen potansiyelini öldürürsün. Herkes biraz kendinin terzisi olmalı. Hemen izah edeyim. Vücudumuzun ölçüsünü almaktan ve ölçülerimize göre uygun kıyafeti seçmekten bahsediyorum. Ölçümüzü bilmesek o kıyafet çuval gibi ya bol gelir yada düdük gibi dar gelir. Seçimlerimiz de böyledir. Bazı insanlar ve olaylar bize hafif veya ağır gelebilir. Çevremizi doğru konumlandırabilmemiz için önce kendimizi tanımamız ( ölçüyü almamız ) gerekir. İnsan kendini pek çok hatadan sonra tanır. İşte biz buna tecrübe diyoruz.

20 Mayıs 2025 Salı

Aşk Nedir?

 Gerçek aşk her iki tarafında tanışıklığın en başında birbiriyle senkronize olması ve aynı anda birbirinden hoşlanmasıyla mümkün oluyor. Sonrasında ki süreçte birbirini tanırken tarafların özen, hassasiyet ve sevgi göstermesi gerekiyor. Özen ve hassasiyet: karşı tarafın hikayesindeki noksanlıklara, özel durumlarına karşı gösterilecek anlayıştır. Kimse mükemmel değil. Zaten aşk, mükemmel partneri bulmak değil, karşındakiyle uyumlu olma sanatı. Aşk bir yolculuk. Aşk varılacak bir yer değil, sevgilinizle adımları birlikte attığınız yolculuğun kendisi. " İlişki bu, ilişkide ufak tefek kavgalar da olur bunlar ilişkinin tuzu biberi. Yada gülü seven dikenine katlanır " gibi söylemlere katılmıyorum. Bu tip ufak tefek gibi görülen tartışmalar basıncı arttırır ve o tencere gün gelir patlar. Aşk susmaktır, aşk karşındakine toz bile kondurmamaktır. Sarıp sarmalamak onu kalbinde saklayıp büyütmektir. Aşk bazende fedarkarlıktır. Birini gerçekten seviyorsanız zaten o iş gözünüzde fedarkarlık olarak görünmez. Aşk sevgilinle birlikte saçmalamaktır, birlikte gülmektir, ikili bir takım olmaktır. Aşk yanındayken bile onu özlemektir. Bir bankta oturup onun elini tutarken dünyanın en mutlu insanı olmaktır. Sana bakan sevgiyle parıldayan gözlerinde aşkı hissetmektir. Dünyanın tüm karmaşası ve acımasızlığına karşı " O bana yeter " demektir. O'nun yanında olduğu her yeri evin gibi hissetmektir. Aşk insanın başına gelen en güzel şeydir.


19 Mayıs 2025 Pazartesi

19 Mayıs

 Atatürk Türk milletinin ikbalini kendi canından önce tuttu. Tüm orduları dağıtılmış, tüm tersanelerine girilmiş, gaflet delalet ve hatta hıyanet içinde olan idarecileri olan  elindeki neşterlerle düşman devletlerin parça parça doğrayıp paylaşmak istediği narkozlanmış derin bir uykuda ve uyuşuklukta olan hasta adam Osmanlı'nın ve Türk milletinin ana yurdu anadoludan işgale karşı direniş ateşinin yakıldığı bir tarihtir 19 Mayıs. 19 Mayıs son cürettir. Emperyalizmin boğmaya, yok etmeye, geride kalanları anadoludan sürüp Türk milletini vatansız bırakmak isteyen acımasız, şeytani ve hain bir plana karşı tek silahı cesaret olan bir halkın gösterdiği son cürettir.19 mayıs ezelden beri hür yaşamış hür yaşayan Türk Milletinin kurtuluş savaşının başlangıcıdır. Bugün ülkede askıya alınan demokrasiye, adaletsizliğe, ekonomik krize karşı " Aman takipçi kaybetmeyim, aman muktediri kızdırmayım, apolitik olayım, her devrin adamı olayım " düşünceleriyle sessiz kalan sanatçılara, iş adamlarına, kanaat önderlerine bakıyorum da.... Atatürk ve dedelerimiz, ninelerimiz bu vatan için canlarını, hayatlarını ortaya koymuşlar. Biz gerçekten 19 mayısı hakediyor muyuz? Ama 19 Mayıs aynı zamanda Gençlik bayramı. Bütün umudum gençlerde... Çünkü gençlerimiz cumhuriyetimizin umudu ve geleceği... 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.

Zero Day

 O harika bir adam. O bir efsane. O Robert De Niro. De Niro'nun Zero Day adlı dizisini izledim. Yeni tarihli bir dizi. ABD'de İletişim ve altyapı sistemlerini kontrol eden bilgisayarlar sabote edilir ve binlerce kişi ölür. Eski başkan Mullen'ın ( De Niro ) olayı aydınlatmak için demokrasinin askıya alınacağı ve sıkıyönetim uygulayacak bir komisyona başkanlık etmesi istenir.Zero Day komisyonu. Emekli başkan sahalara geri döner. Dizi artık hayatın her alanına nüfuz etmiş bilgisayarların ve dijital araçların bir grup kötü niyetli kişinin elinde toplum  için nasıl tehlikeli bir silaha dönüşebileceği, siyasi entrikalar, halkı gaza getiren ve dezenformasyon yapan internet fenomenleri, ülkeye yapılan bir darbe ( siber ) anında toplumun nasılda karışmaya, dalgalanmaya müsait olduğu ve savaşların artık topla, tüfekle değil bilgisayar kodları ve virüsleriyle yapıldığı  konularını işliyor. 6 bölümlük mini dizi gerçekten güzel bir iş olmuş.Ben Amerikalı aktör Robert De Niro gibi yaşı ne olursa olsun işini tutkuyla yapan insanlara hayranım. Mesela Fatih Terim, mesela son nefesine kadar köşe yazısı yazan rahmetli Hıncal Uluç. Onlar gençliğin bir yaş hali değil ruh hali olduğunu ispatlıyorlar. Biyolojik yaşları ne olursa olsun bitmeyen hayalleri, delikanlı umutları ve gencecik ruhlarıyla harika işler üretmeye devam ediyorlar. Son olarak:Dizide proteus diye bir olgu geçiyor. Ben bi yorum yapmak istemiyorum, zaten yapamam ama o proteus olgusu hakkında sizi derin derin düşünmeye davet ediyorum.

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Saklambaç

 Çocukken oynadığımız oyunlar bile kaçmak, saklanmak üzerine. Ebeleme yada saklambaç oyunları mesela.Ya ebeden kaçıyoruz yada saklanıyoruz. Büyüyünce de sorumluluk almak yerine hayattan kaçıyoruz yada saklanıyoruz. Ya batarsam diye hayalimizdeki işi kurmaktan, ya bana gülerlerse diye aklımızdaki fikri söylemekten, ya biterse diye aşık olmaktan korkuyoruz. Henry Ford batmaktan korksaydı bugün otomobil yerine at arabası kullanıyor olurduk. Atatürk aklındaki cumhuriyet fikrini bana gülerler diye açıklamasaydı bugün ne meclisimiz ne de demokrasimiz olurdu ve başımızda astığı astık, kestiği kestik bir padişah olurdu. Leyla ile Mecnun ya birgün aşkımız biterse diye korksaydı bugün onların dillere destan aşkı olmazdı.Acısızlığı idealize etmiş modern dünya insanı. Acının sicil bozan bir negatiflik olduğu gibi hatalı bir kanaat var toplumun genelinde. Oysaki acı ile deneyim kazanırız. Acı çok iyi bir öğretmendir. İnsanın tekamülü için gereklidir.Hiç kaybetmemek mi iyidir yoksa kaybettiğinde acı çekmek mi iyidir? Eğer acı çekiyorsan o şeye değer verdiğin anlamına gelir. Gönülde bir şeye değer veriyor olmak duygusu acı çekmekten daha kıymetlidir.

13 Mayıs 2025 Salı

Bir şey olmak

 Komşunun çocuğunu, yeğenimizi, kardeşimizi gördüğümüzde pat diye  " Büyüyünce ne olacaksın? " diye soruyoruz. Bir şey olmaya o kadar kafayı takmışız ki arada mutlu olmayı unutmuşuz. Zengin olayım, popüler olayım, yakışıklı-güzel olayım, filancanın sevgilisi olayım diyoruz. Bu hedefler uğruna karakterimizden, sevdiklerimize ayıracağımız zamandan ve kendimizden tavizler veriyoruz. Kendimizi başkalarıyla kıyaslıyoruz. Bu kıyas tehlikeli bir haldir. Bünyede haset, kıskançlık ve kendinden memnun olmama hali yaratır. Şükrü unutturur. Hayatta bir şey olmak o kadar da matah bir şey değil. Olacaksan iyi insan ol, olacaksan mutlu ol. Amerikalı aktör Robin Williams dünyayı güldürdü ama kendini bir türlü güldüremedi ve intihar etti. Milyonlarca hayranı içinde kendini yalnız hissetti. Hayatta hedefler içinde çalışmak değerlidir. Kendi içinde değişim başlatmak, dönüşmek. Her hedefe ulaşamayabiliriz ama yola çıkmakda değerlidir. Yolculuklar bize yeni şeyler öğretir. Ama unutmayalım ki yolculukların en kıymetlisi kendi içimize yaptığımız yolculuktur. O zaman kendimizi tanırız. Kendini tanıyan dünyayı tanır. Gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu biliriz, elimizdekilere şükrederiz, kaderle barışırız ve kendimizi akışa bırakırız. Biz " Bir şey olmak " zorunda değiliz. Ama mutlu olmak zorundayız.

12 Mayıs 2025 Pazartesi

Bir İhtimal Daha Var

 Ata Demirer'in yeni dizisi Bir İhtimal Daha Var'ı seyrettim. Ata abi yine yapmış yapacağını. Komedi-polisiye türünde bir dizi bazen de hüzün de var. Cennet Urla'da geçiyor ve diziyi izlerken Urla'nın güzel sokaklarında, bağlarında ve sahilinde sizler de gezintiye çıkıyorsunuz. Ata Demirer İsa karakterine hayat veriyor ve İsa Refik adlı ( Uğur Yücel ) yeni ölmüş Urla'lı bir iş insanının hayaletini görmeye başlıyor. Demirer ve Yücel muhteşem bir ikili olmuş ve İsa'nın hayalet Refik ile diyalogları her seferinde sizi güldürüyor. Hayalet Refik İsa'dan kendi cinayetini çözmesini istiyor ve İsa polisiye ve entrika dolu olayların içine giriyor. İsa'nın halası rolünde Lale Mansur, eniştesi rolünde Hakan Salınmış, Hayalet Refik'in kızı rolünde Esra Bilgiç ve İsa'nın babası rolünde Altan Erkekli var. 8 bölümlük dizide karakterlerin hayatında geçmişten gelen düğümlerin çözümlenmesi, hayatla yüzleşme, bir polisiye ve aşk hikayesine tanıklık ediyoruz. Ata Demirer her filminde farklı bir tarzda ki karaktere hayat veriyor ve büründüğü karaktere orjinal bir tat vermeyi başarıyor. Ata Demirer 25-30 yıldır popüler ve gündemde olmayı başarıyor. Ben yaptığı işi uzun soluklu yapan ve kariyerlerini tıpkı bir atlet gibi maraton koşularına çevirenlere büyük hayranlık duyuyorum. Ata Demirer, Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar ülkemizin yetiştirdiği özel sanatçılar ve gelecekte tarih yazaldığında bu isimler; Kemal Sunal, Şener Şen, Zeki-Metin ve Levent Kırca gibi isimlerinin yanında yer alacaklar. Bundan eminim. Bölümler 35'er dakika ve izlemeye değer bir yapım. Bir İhtimal Daha Var sizi polisiye,komedi ve aşk dolu bir hikayenin izleyici olarak parçası olmaya davet ediyor. Muhakkak izleyin derim.

11 Mayıs 2025 Pazar

Anne

 Anne çocuğunu dokuz ay karnında taşır sonra bir ömür yüreğinde taşır. Anne diyince aklıma gelen ilk şey fedakarlık kelimesi. Hayatımda bir dönem annem çalışan bir bireydi. Hem rızkını kazanırdı hem evin işine bakardı hem babama eş hem abimle bana anne olurdu. Şimdi evlilik hayatının sorumluluğundan çekinen kendime bakıyorum da... Yahu ben sevgili annem Üstün hanımın gölgesi bile olamam. Annem aynı anda farklı rolkeri nasıl oynuyormuş farklı kimlikleri nasıl taşıyormuş aklım almıyor. İlk okulda beyin ameliyatı geçirdikten sonraydı. MR sonuçlarını düzenli olarak İstanbul'daki doktoruma götürürdük. Doktor Onur sağlam nüksetmemiş diyince, annemin gözünden süzülen sevinç göz yaşlarını ve " Üzerimden bir ton yük kalktı " deyişleri halen aklımda.Bence evlilik töreninde " ...İyi günde kötü günde, sağlıkta hastalıkta..." sözü tam da annemi tanımlıyordu. Neden mi? Öyle fedarkar bir kadındı ki felçli rahmetli babama üç yıl boyunca en iyi şekilde bakmasına şahidim. 20 yıl önce babam rahmetli olunca annemle çok iyi bir double team olduk. Biz muhteşem bir ikiliydik. İlk kitabım koştuğum maratonlarla ilgiliydi. Ama inanın hayatta sadece madalyalar kazandığım maratonlardan ibaret değildi. Hayatımın kendisi, her evresi başlı başına bir maratondu. Çocukluğum, okul hayatım, gençliğim, iş hayatım... Hepsi ama hepsi birer maratondu ve Üstün hanım kitabımın ön sözünde belirttiğim gibi hayatımdaki tüm koşularda en büyük destekçim oldu. Annem öyle müthiş bir kadındı ki kendinden sonra bana sahip çıkacak en yakın dostlarını bıraktı.Onlar özel dostlar... O dostlar bana annemden hatıra. Bir gülüşleri, bir tatlı sözleri, bir nasılsın demeleri bile bana yetiyor. Annemin alzheimer hastalığının sekizinci yılı ve artık beni tanımıyor. Ama ben her sabah onun resmine bakarak güne başlıyorum. Kırkımdan sonra anladığım kadarıyla anne olmak şu: " Onsuz yaşayamayacağınız birini sizsiz yaşayabilsin diye büyütüyorsun " Çocuğu olsun olmasın bence her kadın annedir. Nasıl mı? Sevgili Haşmet Babaoğlu köşe yazısında şöyle diyor: " Bütün kadınlar annedir... Çünkü kimi gerçekten sevseler onu yeniden dünyaya getirirler." Hepinizin anneler gününü en içten dileklerimle kutuluyorum. İyi ki varsınız!