Bazen çok fazla düşünmemek lazım. İçgüdüyle hareket etmek lazım. Düşünceler yaşayabileceğimiz güzel anlara prangalar vurabiliyor. Ya şöyle olursa ya böyle olursa demekten daha yaşanmamış anları yargılayabiliyoruz. Tıpkı seyretmeye başladığımız bir filmi zaman çubuğunu ileri almak gibi filmin sonunu ileri sarıp izliyoruz ve tadını kaçırıyoruz. İnsan dediğin tam bir kontrol manyağı ve geleceği bilme meraklısı. O yüzden tarih boyu fal, astroliji, rüya yorumu gibi şeylere hep ilgi duyulmuş. Ama bu fıtratımıza ters. İnsan dediğin anı yaşamak için var edilmiş bir canlı. Gelecek belirsiz. Kader denen bir şey var. Orada şimdimizde yapacağımız tercihlere göre milyonlarca olasılık var. O olasılıklarda bile kader, kaza gibi mekanizmaların devreye girip bizi nerelere götüreceğini bilemiyoruz. Ha, insan geleceğine biriktirdiği deneyimleri, dostlukları, sevapları, günahları, karmasını götürüyor. Bunlar elimizde olan şeyler. Ama yaşamak istiyorsak aklımızda sürekli bizi yargılayan " Yargıcı " pek de takmamak lazım. Her an her şeyi kontrol altında tutma isteği Tanrı olma egosudur ve bizim işimiz Tanrı olmak değil kul olmaktır. Birazda bilinmeze teslim olmamız gerekiyor. Ben belirsiz yolda yürümem diyen kişi hayatta hiç yol almayan kişidir. Sakın bunları sadece size söylüyorum zannetmeyin sevgili okur. Kendime de söylüyorum. Bu bir günlük ve ben sadece okurlarla değil kendimle de konuşuyorum. Yazarak zihnimi, fikirkerimi belli bir forma sokuyorum. Boşuna dememişler: söz aklın kıyafet giymiş halidir diye. Bilinç altımızda farkında olmadığımız sevimli hayalet Casper gibi uçuşan, duyguların içinden geçen, görünmeyen hayaletler var. Biz yazarak bu hayaletleri görünür kılıyoruz ve bilinç altımızı gün ışığına çıkarıyoruz. Tıpkı torağı kazarak dinazor fosillerini meydana çıkaran arkeologlar gibi. O yüzden yazmayı seviyorum. Yazmak bir yüzleşme oluyor. Hem kendimle hem yazılarımı okuyan okurların kendileriyle. Çok uzattım farkındayım. Burada kesiyorum. Herkese iyi hafta sonları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder