Gençliğim salondaki vitrinin üzerinde duran çerçevelerin ardından bana bakıyor. Mecidiyeköy'de ki eski Ali Sami Yen'de uzun dalgalı saçlı bir genç, Roma'da arkasına Kolezyum'u almış Türk bayrağını gururla taşıyan bir maratoncu, Akçay'da kaslı mayolu bedenini sergileyen bir delikanlı. İnsanın kanı gençken "Deli" akar. Yaşlandıkça akıllanır insan. Akıllanmak unutmaktır. Beklentilerini, hayallerini unutmaktır. O yüzden karar veremedim büyümek iyi bir şey midir kötü bir şey midir diye... Hayat bir film izleme olayı. Yaşlandıkça o kadar çok film izlemiş oluyorsun ki izlediğin film yeni bile olsa artık sonunu tahmin edebiliyorsun. Buna " Deneyim " adını takmışlar. Bu tıpkı sürprizi kaçan bir doğum günü partisi gibi. Deneyim adındaki muzip arkadaşının senin için düzenlenen doğum günü partisini önceden gammazlaması gibi bir şey. İnsan gençliğinde filmin izleyicisi yaşlılığında filmin aktörü oluyor. Aktör olarak tüm senaryoyu hikayenin sonunu biliyorsunuz ama yönetmen motor dediğinde rolünüzü oynuyorsunuz. Hayal kurmak mı Tanrı'ya yakın durmaktır yoksa rolünü oynamak mı Tanrı'ya daha yakınlıktır? Şu yaşadığımız hayat Tanrı'nın hayalinden başka bir şey değil mi? İnsan gençken hayal kurar, yaşlanınca rolünü oynar. Rolünü oynamak boyun eğmektir biraz da. Yoksa hayatımız boyunca rol mü yapıyoruz da gençken kurduğumuz hayal ilüzyonu gözümüzü perdeleyip bizim birer aktör olduğumuzu unutturuyor. O halde yaşlanınca hatırlıyor insan. Kendini bu dünyada ki rolünü hatırlıyor. Hayat unuttuklarımızın ve hatırladıklarımızın toplamı oluyor. Tanrı'yı yüce makamına oturtan şey ise O'nun her daim " Bilmesi " oluyor. Geçmişi, şimdiyi ve geleceği...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder