29 Haziran 2025 Pazar

Sahiplenmek

 Para kazanıyoruz-kaybediyoruz, mevki-makam kazanıyoruz-kaybediyoruz, saygınlık kazanıp-kaybediyoruz, arkadaş kazanıp-kaybediyoruz, hadi olayı daha da büyüteyim: siyasiler seçim kazanıp-kaybediyor, ordular savaşlar kazanıp-kaybediyor. Hayatlar tenis maçı gibi sürekli bir kazanıp-kaybetme döngüsüne girmiş durumda. Tarih bile hep kazananları yazıyor. Bir şeyleri elimizde tutuyoruz. Ve bazen o elimizde tuttuğumuz şeyler avuçlarımızın arasından kayıp gidiyor. Madde dünyasında insanın "sahiplenme" duygusu gelişmiş ama insan asıl sahibini unutmuş. Karun gibi zengin olsakda ömrümüzün sonunda 2 metrelik çukura bir bez parçasıyla giriyoruz. İnsan kazandığı şeylerin; para, makam, çevre, aşk korumak için vicdanından ödün verdiğinde asıl kaybedenlerden olur. Hadi bunu tersinden söyleyelim: insan birşeyleri ( para, makam, çevre, aşk ) kazanmak için vicdanından ödün verirse asıl kaybedenlerden olur. Şu hayatta huzuru sahiplenme duygusundan vazgeçtiğimizde buluyoruz. Canımızın, tüm hayatın, evrenin bir sahibi olduğunu hatırladığımızda huzura eriyoruz. O yüzden kazanmanın ve kaybetmenin ötesine geçebilmeliyiz.

27 Haziran 2025 Cuma

Arayış

 Ömrümüz arayışla geçiyor. En çok da mutluluğu arıyoruz. İdeal eşi, ideal işi, ideal arkadaşı, ideal çevreyi bulmaya çalışıyoruz. Bir yerde hata yapıyoruz. Daha kendimizi bulmadan başka şeylerin arayışına düşüyoruz. Hayat bu hiç boş durmuyor. Acı-tatlı sürprizlerle sürekli bizi sınıyor. İnsanın sınanmaya karşı bir fobisi var. Bu fobi daha çocukluk yıllarından başlıyor. Sınıfta öğretmen, çıkarın kağıtları yazılı yapacağım, dedi mi midemize kramplar giriyor. Birde kopya çekmeye çok meraklıyız. Yetişkin olduğumuzda bile hayat bizi sınarken dostumuzun, komşumuzun hayatlarından beceriksizce kopya çekmeye çalışıyoruz. Oysaki herkesin sınavı farklı. Herkese sorulan sorular farklı. Kendimizi bulmanın yolu dertle, tasayla, sabırla, mutlulukla, bollukla, şükürle sınanmaktan geçiyor. Kendimizi bulacağız ki sonra diğer şeyleri doğru şekilde arayabilelim. İbn-i Arabi, insanın manevi olarak yükselmesini engelleyen 4 engel var, diyor. Bunlar: Kasa, masa, sefa, nisa. Kasa parayı, masa mevki-makamı, sefa rahatlığı, nisa erkek için kadın, kadın için erkek arayışını  temsil ediyor. Arayışta olmak iyidir, bu en azından kendimizi geliştirmek için çabada olduğumuzu gösterir. Ama Mevlana'nın şu sözünü unutmayalım: İnsanın değeri aradığı şeydedir. 

26 Haziran 2025 Perşembe

Günaydın

 Gün onu her sabah karşılayacak kadar güzel. Saat 5.30 ve ben çay bahçesinde Türk kahvemi içerken marmara denizini izliyorum. Etrafımı saran ağaçlardan kulağıma kuş cıvıldamaları geliyor. Doğmakta olan güneş doğudaki göğü turuncuya boyuyor. Kendimi hayatta her şeyin üstesinden gelebilecek gibi güçlü hissediyorum. Sabah kafası başka oluyor. Daha dingin, daha berrak, daha güçlü. O yüzden hayatımdaki önemli kararları hep sabah saatlerinde alırım. Çünkü şüphenin, acabanın nüfuz edemediği saatlerdir sabahlar. Mesela gece kuşu hiç değilimdir. Akşam ezanı okunup gün gölgelendi mi hemen yatağa girerim. İnsan dediğin tabiatın bir parçası. Tabiata göre yaşamalı. Kurumsal hayatı bırakalı çok oldu. Ama mesai yapan arkadaşlara önerim: tüm gün işte yorulmuş, yıpranmış bir kafayla akşam 18.00 den 24 de kadar vakit geçirmek yerine güne erken başlayıp dinç, dinlenmiş enerji dolu bir beden ve ruhla günü karşılamak daha güzel. Gününüz aydın olsun.

24 Haziran 2025 Salı

Yuva

 Evimiz var ama yuvamız yok. İşimiz var, gelirimiz var ama harcayacak zamanımız yok. Arkadaşımız var ama dostumuz yok. Kalbimiz var ama sevgi yok. Aklımız var ama hislerimiz yok. Bunlar aklıma gelenler. Bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz. Dikkat ettiyseniz örneklerde noksan olan şey mana. Hayatında mana olmayan insana insan diyebilir miyiz? Sahilden deniz kabuğu, postaneden pul, hediyeciden rozet toplar gibi birşeyleri sürekli biriktiriyoruz ama onlarla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Elimizde süper bir bilgisayar var ama kendimizinde hatırlamadığı zamanda yazılımını silmişiz, o bilgisayarı kullanamıyoruz. Yada arabamız evin önünde öylece duruyor mahalledeki haylaz çocuklar tozlu cama beni yıka yazmış. O arabayı yıkıyoruz yine kirleniyor yine yıkıyoruz ama içine benzin koyulacağını onun çalışan, taşıyan bizi bir yerlere götüren bir araç olduğunu unutmuşuz. Biz hayatı sahici olarak yaşamayı unutmuşuz. İçinde bizi gerçekten seven biri varsa o ev " Yuva " olur. Kendimize zaman ayırabildiğimizde çalıştığımız işin ve sahip olduğumuz paranın bir anlamı olur. Kötü günde yanımızda olan koşulsuz güvenebileceğimiz birisi " Dost " olur. Sevebildiğimizde kalbimiz " yürek " olur. Sadece düşünerek mantıkla değil hissedebildiğimizde " Duygu " muz olur. Hayatımıza manayı getirdiğimizde yaşadığımız hayat sahici olur.


23 Haziran 2025 Pazartesi

Rosa Parks

 Bazen tek bir kişinin eylemi tüm dünyayı değiştirebilir. O tek kişinin cesareti, isyanı bir kıvılcımdır ve o kıvılcım koskoca bir devrim ateşine dönüşür, karanlıkları aydınlatır ve mazlumları kendilerine biçilen karanlık dehlizlere hapsedilmiş kölelik rolünden gün ışığına çıkarır. Cesaret hiç korkmamak değildir, korkuya rağmen harekete geçmektir. Bugün size o cesur insanlardan birinden bahsedicem. 1950 li yıllarda Amerikada belediye otobüslerinde ön taraftaki koltuklara beyazlar oturur, siyahlar arka bölümdeki sahanlıkta ayakta yolculuk ederdi. Koltuklu ara bölme ise karmaydı ve bir beyaz ayakta kalmışsa koltukta oturan siyah ayaktaki o beyaz adama yer vermek zorundaydı. Aşağılanma bununlada bitmiyordu. Siyahlar ön kapıdan otobüse binemezdi. Biletlerinin parasını ön kapıdan ödeyip daha sonra otobüsten inip otobüsün arka kapısına yürüyüp oradan binerlerdi. Çoğu zaman bilet parası kesilen siyahlar arkaya yürüyüp arka kapıdan binemeden şoför gaza basar ve siyahları yolda bırakırdı. 1955 yılında 42 yaşında bir konfeksiyon atölyesinde terzi olarak çalışan Rosa Parks işinden evine dönüyordu. Afrikalılara ayrılan bölümdeki boş bir koltuğa oturdu. Birkaç durak sonra otobüs kalabalıklaştı. Beyazlar ayakta kaldı. Şoför koltuklarında oturan afrika kökenlileri sert bir biçimde " Beyaz yolculara yer verin " diye uyardı. Üç afrikalı koltuklarından kalktı ve yerlerine beyazlar oturdu. Rosa Parks ise kalkmadı. Bir beyaz yolcu ayakta kaldı. Şoför duruma sinirlendi ve " Ayaktaki yolcuya yer ver " diye Rosa'ya bağırdı. Rosa hiç istifini bozmadan " Ayakta gidemeyecek kadar yorgunum " dedi. Bunun üzerine şoför otobüsü durdurdu ve koltuğundan kalkkıp arkaya Roza'nın yanına geldi. O zamanlar şoförler silah taşıyabiliyordu. Silahını Rosa'ya doğrulttu. Sonrada polis çağırdı ve polis Rosa'yı kamu düzenini bozmak suçundan tutukladı. Rosa'nın tutuklanmasıyla beraber Amerikada hiç bir şey eskisi gibi olmadı. Roza'nın mahkemesinin olduğu gün Montgomery'de yaşıyan tüm Afro-Amerikanlar otobüse binmeme kararı aldı ve ogün 40 bin kişi işlerine yürüyerek gitti. Boykotlara beyazlar öfke gösterdi ama Afro-Amerikalılar geri adım atmadı. Şiddet olayları yaşandı ve sonunda 1956 yılında eylemler sonuç verdi. Anayasa mahkemesi bu eyalette süren ırk ayrımcılığı yasasını anayasaya aykırı buldu. Böylece Rosa Parks sivil haklar hareketinin annesi olarak tarihe geçti.

22 Haziran 2025 Pazar

Düşünmek

 Ezberci zihniyetle giriyoruz hayatın içine. E hayat bu boş durmuyor insanla oynamayı seviyor. Birazcık yürüyüşünü değiştiriyor, biraz ettiği lakırdıyı değiştiriyor karşısında afallıyoruz. Dikkat ettiyseniz hayata bir kişilik verdim. O tıpkı ailemizin şakacı dayısı gibi. Hep aynı esprileri yapsa, hep aynı kıyafetleri giyse, bizi hep aynı sokaklara götürse sıkıcı olurdu. Dinlenmek niye var? Yorulmak için. İnsan dediğin biyolojik bir makine. Doğumumuzdan ölümümüze kadar çalışmak için tasarlanmışız. Hayatın bizi yorması iyidir ama sakın ha tükeneyim demeyin. İnsan hedefsiz kalırsa monotonluğun, amaçsızlığın hapisanesine kendini koyar. Tiyatro üstadı Haldun Dormen'e bakıyorumda: kendisi 100 yaşına merdiven dayamış halen aktif olarak tiyatronun içinde. Eğitimler veriyor, filmlerde, oyunlarda rol alıyor. Haldun Bey tutkusunu keşfetmiş şanlı insanlardan biri. Ama insan kendi şansını kendi yaratır. 12 yıl önce bende tutkumu buldum. Benimkisi yazmak. Şu an sekizinci romanımı yazıyorum artı günlük blog yazılarımı sizinle paylaşıyorum. Yazarlık uğruna mühendislik kariyerimi terk ettim. Ha tutkumu paraya çevirebildim mi? Hayır. Ama yazarken içimdeki zehri akıttım, kendimi şifalandırdım. Kendimi tanıdım. Kendimi tanıdım dedim: anladım ki ben heyecansız kalmışım. Benim  biraz " heyecana " ihtiyacım var. Bu bir geri çekilme değil. Geri adım atmak değil. Yazmaya devam edeceğim. Sadece on yıldır içinde yaşadığım " ezber " hayatın dışına çıkacağım.  Hayatın sürprizlerinin beni yormasına ve düşündürmesine müsade edeceğim. Evet düşünmek. Bakın Einstein ne demiş? " Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın eğitilmesidir "

20 Haziran 2025 Cuma

Kadın

 Bilgin Gökberk " Türkiye'de ki kadınlar ölünce cehenneme girmeyecekler, merak etmesinler çünkü Türkiye'de kadınlar zaten cehennemi yaşıyorlar, Allah bir kişiyi iki kere cehenneme koymaz " dedi. Balık baştan kokuyor. Ülkenin başı kadınlara " Sürtük " diyor. Yirmi yıldan fazladır ülkeyi yöneten partinin kurucularından bir başka siyasi " Kadın dediğin edepsiz edepsiz kahkaha atmaz, gülmez " diyor. Böyle olunca bir kadını sokakta öpmeyi, bir kadını sokakta dövmekten daha büyük ahlaksızlık olarak görüyor bir takım yobazlar. Ya benimsin ya kara toprağınsın, denilip kadınlar öldürülüyor bu ülkede. Erkek kadını kölesi olarak görüyor. Psikolojik ve fiziksel şiddet uyguluyor. Kadınlar bu ülkede sesini duyurmak istiyor. 8 Martta feminist hareketin meydanlarda kendini göstermesinden bile korkan muktedirler emirlerindeki kolluk kuvvetlerine sokaklara Tomalarla, kalkanlarla barikat kuruyorlar kadınlara biber gazı sıkıyorlar. Bu ülkede kadının adı yok maalesef. Digital platformda Mezarlık diye bir dizi var. Bugünlerde onu seyrediyorum. Polisiye türünde bir dizi. Önem adında kadın bir başkomser ekibiyle birlikte kadın cinayetlerini araştırıyor. Oyuncuların performansları, senaryo, kurgu çok iyi. Dizi kadına şiddet ve kadın cinayetleri hakkında farkındalık yaratarak müthiş bir iş yapıyor. Ancak şimdiden uyarayım diziyi izleyebilmeniz için sağlam bir psikolojinizin olması lazım. Dizide cesetler, kadavralar, otopsi sahneleri rahatsız edici boyutta. Kadına şiddeti o kadar iyi yansıtıyor ki ben izlediğim her bölümde ağlıyorum ama yine de izlemeye devam ediyorum. Şimdilik 2 sezonu var. Türk işi polisiye-suç-gerilim dizisi arıyorsanız Mezarlık dizisini tavsiye ediyorum.

16 Haziran 2025 Pazartesi

Yap Boz Hayatlar

 Hayatta bazen dönemler kayma yapabiliyor. Geleceğimiz geçmişe, geçmişimiz gelecekte yaşanıyor. Çocukluğunuz ve gençliğinizde orta yaşları, otuzlarda emekliliği, orta yaşlarda ise gençliği yaşayabiliyorsunuz. Böyle olması sizin suçunuz değil. Bu biraz da kaderle ilgili bir şey. Ben böyle hayatlara yap boz hayatlar diyorum. Herkes kendi yap bozunu tamamlıyor. Bulmacayı çözebilenler mutlu oluyor, çözemeyenler noksan kalıyor. Bu yap boz hayatımızda iş, eş, arkadaş, amaç, adanma gibi parçaların bulunup yerine konmasıyla ilgili değil. Karakterin, kişiliğin yerine oturmasıyla ilgili. Aşk, iş, dostluklar ve hayat felsefesi zaten işin başından beri orada duruyor. Ama biz göremiyoruz. Karakter oturunca anlamlı hale geliyorlar.  İnsanın görmesi sadece gözleriyle ilgili bir olay değil. İnsan karakteriyle de olayların ardındaki anlamları görür. Para, makam peşinde harcanan hayatlar, sevginin noksan kaldığı yalancı aşklar, herkes yaptığı için yapılan özen gösterilmeyen çocukların yetiştiği hayatlar var. Bunlar hayatta çıkılan yolculuklar. Yarı yolda kalmamak için kendimize karşı dürüst olmalıyız. Çünkü bu sadece kendimizle ilgili değil BİZ'le ilgili bir şey. Yapmamız gereken; Yap bozumuzu tamamlamalı karakterimizi oturtmalıyız. Böyle olunca kader de bize yardım eder.


15 Haziran 2025 Pazar

Baba

 Baba deyince aklıma ilk okula giden küçüklüğüm gelir. Yeni beyin ameliyatı olmuşum, bir travma yaşamışım ve yerli yersiz ağladığım kötü hissettiğim dönemler. Öyle zamanlarda babam beni petrol yeşili Şahin model arabasına koyar ve yaşadığımız Yalova'dan Bursa'ya götürürdü. Şehrin merkezindeki Kültür Park'a giderdik. Yemyeşil ağaçları, çimleri, ortasındaki göleti ve elimden tutan babam... Gölette deniz bisikletine binerdik. Aile çay bahçesinde çayımızı içerdik. Bursa Kültür Park ameliyat sonrası travma yaşayan ruhuma iyi gelirdi. Orası çocukluk hatıralarımda en mutlu olduğum yer olarak kalmış aklımda. Çocukluğun üstünden on yıllar geçti kültür parka sevgilimi götürdüm, aklımın içindeki platonik sevgililerimi götürdüm, değer verdiğim dostlarımı götürdüm. Hani en sevdiğim insanları benim için en değer verdiğim yere götürdüm. Beni en çok mutlu eden, bana rahmetli babamı hatırlatan Kültür Park'taki gölete bakan o ağacın dibine... Sağlıklı olmanın kıymetini sadece 9 yaşında geçirdiğim beyin ameliyatından öğrenmedim. Babam gideli 20 yıl oldu. 2002 de beyin kanaması geçirip üç sene yatalak yaşayan babam bana sağlığın kıymetini öğretti. Üç yıl boyunca yemeğini yedirdim altını temizledim. Babam adeta bebeğim olmuştu. Ben o kabus gibi geçen üç yılda adeta babamım babası oldum. Belki hayatımda hiç karım ve çocuğum olmadı ama ben babama babalık yaparak babamdan babalığı öğrendim. Mekanın cennet olsun canım babam. Babalar günün kutlu olsun. Birgün inşallah tekrardan kavuşacağız. 

14 Haziran 2025 Cumartesi

İbrahim

 Herkesin kendine özgü kişisel deneyimi vardır ve evrende karşılaştığı her şeyi deneyimine göre yorumlar. Bir olay kimine göre iyi olurken kimine göre kötü olabilir çünkü yorumlayanlar farklıdır. Bu konu kendimiz içinde geçerlidir. Kendimize hangi değeri veriyorsak o kişi oluruz. İnsanın yorumladığı hayat görecelidir. Çünkü bunu bedenimizle yani sınırlı algılarımızla yaparız. Göreceli olan şey ise gerçek değildir. Ama hayat dediğimiz şeyin varlığı Tanrı katındaki "mutlakiyetten" kaynaklanmaktadır. İlahi ritmi yakaladığımızda BİR'liği deneyimleriz. Her şeyin herkesin bir olduğunu hissederiz. Hayata iyi tarafından bakarsak cenneti yaşarız, kötü tarafından bakarsak cehennemi yaşarız. Kendi cennetimizi yaratmak bizim elimizde. İbrahim olursan yakılmak için atıldığın ateş bile sana cennet olur, ferahlık olur. İnsan hallerin tümünü, evrenin tümünü bilemez. Sınırlı algılarıyla olsa olsa " sanar " Bilmek Allah'a mahsustur. Felsefeci Roma İmparatoru Marcus Aurelius şöyle diyor:

"Her şey olduğunu sandığın şeydir."

13 Haziran 2025 Cuma

Kendine karşı adil ol

 Kendini ifade edebilmeli insan. Patronuna karşı, eşine, ailesine, arkadaşlarına karşı diyalog kurabilmeli. Bir hal ona uygun düşmediğinde açıkça konuşabilmeli yanındakiyle. Bu diyaloglardan sonra elbette karşı tarafla fikir ayrılıkları olabilir ama en azından çevremize karşı dürüst olmuş oluruz. Tepkilerimize sınır koymamalıyız. Tepkisel olmak sağlıklı bir durumdur. Nasıl ki bedenimizin bir noktasında ağrı olduğu zaman hastalığın farkına varıp tedavi uyguluyorsak bizlerde aklımıza yatmayan, içimize sinmeyen, bize ters gelen durumları çevremizle paylaşmalıyız. Eğer tepkisiz kalırsak; rahatsızlık yaratan duygular birikir, yerinde göstermediğimiz refleks tepkiler öfkeye dönüşür ve kızacak birini bulamadığımız için kendimize kızarız. Kendimizi suçlamayı, benliğimizi yargılamayı ve cezalandırmayı adet haline getiririz. Kendimize haksızlık ederiz. En küçük bir hatamızda bugüne kadar yaptığımız irili ufaklı tüm hatalarımızın listesini aklımızın önüne sereriz. Kendimizi değersiz hissederiz. Unutma sen bir loser değilsin. Sen başarısız ve değersiz de değilsin. Şu güne kadar ki hayatında yaptığın iyi şeyler de oldu elbet. Aklın o kadar bulanık ve çalkantılı ki geçmişin düzgün bir şekilde sana yansımıyor kendini izlediğin suyun yüzeyinde. Önce düşüncelerini berraklaştır ve kendi kendinin celladı olmaktan vazgeç. Kendine karşı adil ol ki, hayatta sana adil davransın. Çevreni değiştirmeye çalışma ilk önce kendini değiştir. Hayat her zaman yolunda gitmeyebilir ama yaşadığımız başarısızlıklar bundan sonraki hayatımızda bizi gelecek olan başarılara ulaştıracak deneyimlerimiz olacaktır. Soğuk kanlı ol, pozitif ol, çabada ol ve sabırlı ol. Gör bak her şey nasılda güzel olacak.

12 Haziran 2025 Perşembe

Mesafeyi Anlamak

 Günümüz dünyasında ödülü amaç edinen bir sistem var. Sürekli bir yerlere varmaya çalışıyoruz. İnsanlar yarış atı gibi olmuş. Varacağımız yerdeki ödüle öyle bir konsantre oluyoruz ki gittiğimiz yolun güzelliklerinin farkına varamıyoruz. Okullarda öğrenciler takdir, teşekkür peşine takılıyor, aktörler, sporcular, sanatçılar; oskar, kupa, ödül peşine takılıyor ( ekranlarda koca koca adamları, kadınları bir elinde ödülü ağlarken akademiye teşekkür ederken görüyoruz ) , kurumsal hayatta çalışanlar terfi, para peşinde oluyor. Hep bir hedefi kovalıyoruz. Ödül kötü bir şeydir demiyorum. Ödül ağacın dalından meyveyi alıp yemektir lakin o ağaç sadece bize meyve verdiği için güzel değil. Ağacın gölgesinde oturmakta güzel, ağacın üzerine konan cıvıldayan kuşlar da güzel, ağacın yeşilyapraklarıyla manzaraya kattığı değer de güzel, hatta; o ağacın tohumunu ekip, sulayıp büyüyüşüne tanık olmakta güzel. Sonuç peşinde olmak şuna benziyor: Aşk-ı Memnu romanını eline alıp tüm kitabı bir kaç saniyede pas geçip sadece son üç sayfasını okuyup" Adnan Bey boynuzlandığını anlıyor ve Bihter intihar ediyor " demeye benziyor. Sadece sonuca odaklandığımızda yolculuğun, sürecin tadından mahrum kalıyoruz. Şule Gürbüz olayı ne güzel özetlemiş. Şöyle diyor: " Mesafe almak diye bir şey yokmuş, mesafeyi anlamak varmış. Bu bir gün de olabiliyormuş, bir ayda... "

11 Haziran 2025 Çarşamba

Tohum

 Vakti zamanında uzakdoğuda bir imparator artık yaşlandığına ve yerine geçecek birini seçmeye karar vermiş. İmparator varisini yardımcılarından yada akrabalarından değil ülkenin çocukları arasından seçmeye karar vermiş. Bu karar herkesi şaşırtmış. İmparator çocukları saraya çağırmış ve onlara birer tane tohum vermiş. " Size bir yıl süre. Bir yıl sonunda bu tohumunu sulayıp en güzel bitkiyi yetiştiren kişiyi yeni imparator olarak seçeceğim " demiş. Çocuklar tohumları alıp evlerine dönmüşler. Ling adlı çocuk da onlardan biriymiş. Ling'in annesi tohumu bir saksıya koymuş ve tohumu sulamaya başlamış. Bir kaç hafta geçmiş, Ling arkadaşlarından tohumlarının nasıl filizlendiği, çiçekler açtığının hikayelerini dinlerken kendi tohumunda hiç bir gelişme yokmuş. Aylar geçmiş ama Ling'in tohumunda hiç bir gelişme olmamış. Sonunda bir yıllık süre dolmuş. Arkadaşlarının hepsinin tohumu göz alıcı bitkilere dönüşmüşken Ling'in tohumu ilk günkü gibi kalmış. Ling annesine " Ben bu vaziyette İmparatorun huzuruna çıkıp rezil olmak istemiyorum " demiş. Annesi " Hayır oğlum. Saraya git ve imparatora gerçeği söyle " demiş. Ling saraya gitmiş. İmparator gelmiş. Bir yıl önce verdiği tohumların gösterişli bitkilere dönüştüğünü görmüş. Tüm çocuklar Ling ile alay ediyormuş. İmparator elinde boş saksı tutan Ling'i görmüş. Adamlarına onu yanıma getirin diye emir vermiş. Ling " Eyvah, beceriksizliğimden ötürü imparator şimdi canımı alacak " diye düşünmüş. Ling İmparatorun yanına gelmiş. İmparator Ling'in başını okşamış ve diğer çocuklara seslenmiş " Yeni İmparatorunuz Ling'i selamlayın " demiş. Herkes şaşırmış. İmparator devam etmiş " Bir yıl önce hepinize yanık tohumlar vermiştim. Tohumlarınız filizlenmeyince hepiniz verdiğim tohumu başka tohumla değiştirdiniz ancak sadece Ling verdiğim tohumu değiştirmedi ve saksısında bitki olmamasına rağmen bugün dürüst ve cesur bir şekilde huzuruma geldi. O yüzden yeni imparatorunuz dürüstlük ve cesaret erdemlerine sahip olan Ling " demiş. Şu hayatta hep doğruda kalabilmeliyiz. Dürüstlük ve cesaret uzun vadede her zaman bize kazandırır.


10 Haziran 2025 Salı

Aşk Kaostur

 Bakış açısını değiştirmeyen insanlar hayatın kendileri için sakladığı potansiyeli bulamazlar. Anne ve yavru kuşları örnek alalım. Anne yavrularını besler yavrular büyüyünce yavrusunu ağacın dalına yaptığı yuvadan aşağı ittirir. Yavrunun düşmemek için yapması gereken şey kanat çırpmaktır. Yavru kanadını çırpar ve uçar. İnsanlarda uçar. Yok yok, Batman'den yada Süpermen'den bahsetmiyorum. Her insan uçar. İnsan aşık olduğunda uçar. Artık hayat toz pembedir ve karşılıklı bir aşk yaşıyorsa o kişi artık bulutların üzerindedir. İnsan aşık olunca potansiyelini bulur: daha romantik, daha centilmen, daha asil, daha güzel, daha güçlü olur. Kaos insanın içinden bir kahraman çıkartır. Evet aşk kaostur. Düzenin dışına çıkmaktır. Sıradanlaşmış duyguların aşk sayesinde dopinglenmesi ve hisleri en uçlarda yaşama halidir. Aşk kontrolü kaybetme halidir, bir tür savrulmadır. İnsanlar farkında değil ama aşkın en cazip tarafı kaosa girmektir, kontrolü kaybetmektir. Hergün sevdiğine sürpriz yapma, hergün onun için daha komik olma, hergün onun için anlatacak yeni bir hikaye bulma, heyacanın-tutkunun içinde kaybolma halidir. Yeni bir maceraya yelken açmaktır. Sevdiği için: işini, şehrini, düzenini, kendini değiştirme ve sevgiye güvenerek bilinmeze doğru adım atmaktır. Aşk cesaret ister. Düzenini feda edebilenler, kaosa girebilecek kadar cesur olan kalpler gerçek aşka sahip olur. Japon yazar Murakami 1Q84 kitabında şöyle diyor: " Eğer dünyada bir kişiyi yürekten sevebilmişseniz hayatınız kurtulmuş demektir "


Kaoslar

 Tarih boyu doğada zaman zaman afetler yaşanmış, insanlık sıfırlanmış, ardından medeniyetler yeniden kurulmuştur. Kaos teorisi diye bir şey var. Hiç bir sistem mükemmel değildir ve her sistem kaosa gitmeye meyillidir, diye. Makro hayatta yaşadığı doğanın kaosa gitmesi insan denilen canlının kişisel hayatlarında da kaosları yaşamasına neden oluyor. İnsan dediğin alemin kopyası küçük bir alem. İnsanlar bence doğayı taklit ediyor. Görünürde kimse kaosu istemez ama bilinç altında insan krizler yaşamaya ve bunları aşmaya programlı. Bu tıpkı bir ordunun olası büyük savaşa tatbikatlarla hazırlık yapması gibi. Kaoslardan aklımızla, sabrımızla çıkıyoruz. Mental yeteneklerimizi bir kılıca yada bedenimizde ki kaslara benzetebiliriz. Kılıcın nasıl bilenmeye, kasların nasıl egzersize ihtiyacı varsa irademizinde kaosa ihtiyacı var. O yüzden kaos o kadarda kötü bir şey değil. Peki ama kaos olursa huzur kaçar diyeceksiniz. Huzur çevrede olumsuzlukların hiç olmaması değil, insanın hayata karşı aldığı bir tavırdır. Osmanlı devleti yıkılmasa, yurdumuz işgal edilmese yani topraklarımızda kaos olmasa Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider ortaya çıkabilir miydi? Büyük liderler, kanaat önderleri, bilim adamları, buluşlar tarih boyu hep kaos sırasında ortaya çıkmıştır. Biz yeterki kişisel kaosumuzu yaşarken bunun bir döngü olduğunu ve kaosun huzura, huzurunda kaosa evrildiğini unutmayalım. Tıpkı ilk bahar-yaz-son bahar-kış gibi bunun mevsim döngüsü gibi olup geçişlerin yaşandığının idrakinde olalım.


9 Haziran 2025 Pazartesi

Bardak

 Bilgi algıladığımız ve mantık çerçevemizin zeminine oturttuğumuz veridir. Verileri formüle eden matematik, fizik gibi bilimler bilgiyi kategorize etmiştir. Bilgi dediğimiz şey varlığın somutlaşmış halidir. Somuttur. Bilgelik ise algıyla kavranan bir şey değil akılla ve ruhla edinilen bir haldir. Hayatın bizi noksan bıraktığı yerlerden geçerek, o noksanlıklar üzerine düşünerek " oluruz " " Bardağın dolu tarafına bakarak bilgiye, boş tarafını sorgulayarak bilgeliğe doğru yol alırız " diyor Haşmet Babaoğlu. Bilgi yerseldir, bilgelik gökseldir. Bilgi vücutsa, bilgelik ruhdur. Bilgi görüntüyse, bilgelik manadır.Sadece bilgi tek başına işe yaramayacağı gibi sadece bilgelikte tek başına işe yaramaz. Bilgi ve bilgelik kuşun iki kanadı gibidir. Uçmak için ikisine de ihtiyacımız var. Bilgi için iyi bir gözlemci olmamız gerekirken, bilgelik için hayattaki noksanlıklarımıza sabırla, düşünceyle ve sorguluyarak yaklaşmamız gerekir. Tanrı hayatımızdaki noksanlıkları bilgeliğe ulaşmamız için bizlere bir araç olarak bırakmıştır. Noksanlığımıza doğru soruları sormalı ve cevaplarımızı bulmalıyız. Çiçekler bahara, nehirler denize, yıldızlar semaya, Adem Havvaya, dünya güneşe aşıktır. Güneşin sıcaklığı parlaklığı dünyanın edindiği bilgidir. Dünyanın hiç bir fiziksel bağlantı olmadan güneşin etrafında dönmesi ise manaya işarettir. O mana çekim kuvvetidir. Aşk sadece cismen bilgiyle olmaz. En azından gerçek aşk olmaz. Aşkın aşk olabilmesi için manaya da yani bilgeliğe de ihtiyaç vardır. Aşkın bilgeliği sevgidir. 

8 Haziran 2025 Pazar

Cam Tavan

 Sharon Stone. Tüm dünya onu Temel İçgüdü filmindeki yatağa girdiği erkekleri bir buz kırıcağıyla öldürdüğü karadul örümceğiyle örtüşen rolüyle tanıdı. Psikolojik-gerilim-polisiye türündeki film aynı zamanda erotik sahneler içeriyordu ve Sharon Stone gerçekten çok seksi ve güzeldi. İzlemediyseniz Basic Instinct ( Temel İçgüdü ) filmini izleyin derim. Sharon bir röportajında: 30 yıl önce Temel İçgüdü filminde Michael Dougles 14 milyon dolar kazanırken ben 500 bin dolar kazanmıştım. Geçen yıl 100 milyon dolar bütçeli bir filmden teklif aldım. Bana 500 bin dolar önerirlerken filmin hiç tanınmamış erkek başrol oyuncusuna 9 milyon dolar teklif ettiler, diyor. 30 yıllık Hollywood starı da olsanız bir türlü kıramadığımız eril zihniyetin oluşturduğu cam tavana takılıyorsunuz. Yakın geçmişe kadar filmlerde, romanlarda kahramanlar erkek olurdu. Köprü, bina yapan mühendisler, uçak kullanan pilotlar, ameliyat yapan cerrahlar yani elit mesleklerde hep erkek egemen bir durum söz konusu. İslam coğrafyalarında durum daha vahim. " kadın dediğin çocuk doğrur, çocuğa bakar " söylemi var. Buna hiç katılmıyorum. İslam gelmeden önce  araplar kız çocuklarını diri diri gömerlermiş. Nasıl bir cahillik ve zalimlik. Nil Karaibrahimgil şarkısında ne diyordu? " Çocukta yaparım, kariyer de " işte mottomuz bu olmalı. Tüm kız çocukları eğitim hakkına sahip olmalı, kafalardaki kadın-erkek eşitsizliği artık kırılmalı. Şunu unutmayalım ki: dünya kadınlarla güzel.

Erkekler

 Erkekler dalgın. Sabah hanımlarının ellerine verdiği alış veriş listesini unuturlar, çocuğun doğum gününü unuturlar, evlilik yıl dönümünü unuturlar ( ki bu kavga sebebidir ) ama tuttukları takımların 2010 yılında ki kadrosunu ezbere sayarlar.

Erkekler yorgun. İşten eve gelince salondaki koltuğa kaykılıp günün gazetesini okurlar, hanımları " Aşkım sahilde yürüyüşe çıkıp bir yerlerde oturalım " diyince yorgun olurlar ancak kankaları whatsup grubunda " Hadi bira içmeye gidiyoruz " diyince kendilerini bir anda palas pandıras sokağa atarlar.

Erkekler göbekli. Gençken deli fişek dönemlerinde karınlarında six pack ( baklavalarla ) dolaşırlar bir sefer hanımlarını tavlayıp evlenince 100 kiloya çıkarlar koca göbekli olurlar.

Erkekler zombidir. Birde 4 yılda bir yazın düzenlenen dünya kupası olayı var. Kupanın olduğu yazlarda iki ay boyunca erkekler televizyonun karşısında transa girerler, ey hanımlar: televizyonda maç varken kocanıza yada sevgilinize ev yanıyor deseniz tepkisiz kalırlar. Çünkü dünya kupası onları yaşayan ölülere yani zombiye çevirmiştir.

Erkekler bir Tazmanya canavarıdır. Hanımlar bir haftalığına memlekete anne babasının yanına gidince evdeki erkek hani o çizgi filmlerdeki Tazmanya canavarına dönüşür evi öyle bir dağıtırki ev bir haftada tanınmaz hale gelir.

Erkekler cesurdur: Borçtan, kavgadan, ekonomik krizden, enflasyon canavarından korkmazlar. Hakkını verelim erkekler hiç bir şeyden korkmaz ancak tek bir şeyden korkarlar: erkekler karılarından korkarlar. Bu aslında ciddi bir yazı olacaktı ama birazcık mizahi bir havaya büründü. İlhamımı Haşmet Babaoğlu'nun geçen günkü yazısındaki bir bölümden aldım:

" Erkekler ve devlet unutur...

  Kadınlar ve toplum hatırlar...

  Erkekler ve devlet unutturur...

  Kadınlar ve toplum hatırlattırır..."

Çok derin ve edebi çatışma değil mi?

Bugün olmadı ama belki başka zaman bu cümleler üzerine ciddi bir şeyler yazarım. Herkese iyi pazarlar.


7 Haziran 2025 Cumartesi

Güven

 Parayla en güzel kafede, restoranda oturabiliriz. Parayla denize sıfır en lüks dairede oturabiliriz. Parayla yazın en güzel plajda, kışın uludağda en güzel otelde oturabiliriz. Ancak parayla insanların kalbinde oturamayız. Bir insanın kalbinde olmak parayla değil karakterle olur. Tavırlarımızla, hayatın önümüze koyduğu dönüm noktalarında göstereceğimiz doğru davranışlarla karşımızdaki kişiyle bir bağ oluştururuz. Bu öyle bir bağdırki o kişi bize canını-malını gözünü kırpmadan emanet eder. İşte bu güvendir. Doğru karakter güveni yaratır. Güven öyle bir şeydir ki oluşmaşı bir ömür, yıkılması ise bir kaç saniye sürer. Şimdi iki elinizi havaya kaldırın ve onlara dikkatle bakın. Ne kadar güzeller değil mi? Güven dediğimiz şey ellerimiz gibidir. Eğer ihanet, aptal yerine konulma yada başka kötü bir muameleye maruz kalırsak güvenimizi yitiririz. Güvenimizi yitirince ellerimizi kaybederiz. Ellerinizin kesildiğini hayal edin. Affetmek herkesin yapabileceği bir erdem değildir. Zor bir işdir, yüksek tekamül olgunluk gerektirir. Diyelim ki affedebildiniz. Ancak artık size ihanet eden o kişiye sarılamazsınız. Çünkü artık güveninizi yitirmiş, ellerinizi kaybetmişinizdir. Şu hayatta biriktirdiğimiz para kadar değil, insanlara verdiğimiz güven kadar zenginiz. Güvenebileceğiniz insanların ve güven verdiğiniz insanların bol olması dileğiyle...

6 Haziran 2025 Cuma

Gerçek ile Doğru

 Murakami'nin şehir ve belirsiz duvarları romanında geçen bir cümleye takıldım. " Gerçek ile doğru aynı şey değildir " diyor Japon yazar. Doğru olan herkesin karnının doyması ama gerçek: dünyanın yarısı açlıktan ve susuzluktan kırılıyor. Doğru olan görünüşü değil içini sevmek ama gerçek: ruhları göz ardı ederek pahalı aksesuar takan, janti kıyafetler giyen, yatı-katı-arabası olanlara ilgi göstermek. Doğru olan adalet önünde eşitlik ama gerçek: yandaşa dokunmayan muhalifi ise doğrayan bir adalet. Doğru olan tüccarlıkta dürüst olma ama gerçek: para için insanları aldatma, kandırma. Doğru olan entellektüel aklın yönetici olması ama gerçek: kabadayı liderler. Doğru olan emekli maaşının geçinmeye yetmesi ama gerçek: ayın onbeşinde sıfırlanan maaşlara takviye için insanların ihtiyarlıklarında da çalışmaya mahkum edilmesi. Doğru olan kibarlık, alçak gönüllülük ama gerçek: kabalık, kibirli olma. Doğru olan BİR olan Allah'a inanma ama gerçek: paraya, mala, mülke, makama tapma. Bu liste uzayıp gider. Şöyle bir düşününce Murakami haklı. Gerçek ile doğru hakkaten aynı şey değil.

5 Haziran 2025 Perşembe

Kurban

 Bir bayramı daha karşılamak üzereyiz. Kurbanlar kesilecek, aileler bir araya gelecek, mezarlıklar ziyaret edilecek. Kimi gençler demokratik gösteri haklarını kullandıkları için, kimi siyasiler sırf muhalif oldukları için bayramı dört duvar arasında demir parmaklıklar ardında geçirecek. Dışarıdakiler yakınları içerdeyken bayram edebilecek mi? Ya Gazze? Yerle bir edilen yurtlarında yetim kalan bebeler, çocuklar yada sakat kalan insanlar soykırıma direnirken bayram edebilecek mi? Ülkemizde ve dünyada tüm bunlar yaşanırken biz bayram edebilecek miyiz? Etmeye çalışacağız o talihsiz insanların burukluğunu içimizde yaşayarak. Bu bayram kurban bayramı. Allah'ın emri üzerine kurbanlar kesilecek. Ama bir insanın asıl bayramı ne zaman olur biliyor musun sevgili okur? İçindeki hırs, kıskançlık, ihtiras, aç gözlülük, arzu, şehvet, kibir, ego dan oluşan kendi nefsini kurban ettiğinde, onu insanlıktan uzaklaştıran içindeki hayvanı kurban edebildiğinde, nefsinden vazgeçebildiğinde insan asıl bayramını yaşar. Kurban bayramınız mübarek olsun. Büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öpüyorum.

4 Haziran 2025 Çarşamba

Hayat

 Hayata karşı ilgini kaybetme. Bir kaç aşktan, bir kaç hatadan sonra rutine girmiş iş ve sosyal hayattan sonra içindeki beklentileri öldürme. Tatile gidecek imkan mı yok? O zaman şehrindeki hiç uğramadığın bir parka git, termosunda çay elinde bir kitap olsun. Oyun oynayan çocukları izle, temiz kalplerine hayran ol, bir zamanlar onlar gibi olduğunu hatırla. Bir yabancıyla sohbet et. Tanı, tanış. İnsanların hikayeleriyle barış. Hayattan sakın ama sakın korkma! Asla geç değil. Hayat belki sana can dostlar vermeye hazırlanıyordur. Ben mesela: en iyi dostlarımı 35 imden sonra buldum. Şükür olsun. Bir günlük tut. İçindeki yabani duyguları ve yaramaz arzuları yazarak ehlileştir ve kayda geçir. Yazınca hafifleyeceksin. Bir kahve koy ve telefonundan müzik aç. Şarkının sözlerine dikkat kesil. Yıllardır dinlediğin şarkıyı hissetmenin, anlamanın zamanı gelmiştir belkide. Zekatını ver. Mümkün değilse sadakanı ver. Bir insana yardım edince aslında kendine yardım edeceksin. Tecrübe sandığın şeylerle hayatı bir kalıba sokmaya, onu etiketlemeye sakın ha çalışma. Çünkü hayat su gibidir, tutamazsın, tutup bir bavula koyamazsın ellerinin arasından kaçıp gider. Olsa olsa ona kendini bırakırsın ve seni alır götürür. O yüzden akışta ol. Zaman senin düşmanın değil, dostun. Sen dalında bir meyvesin, olacaksın olgunlaşacaksın. Mutluluk kalbini büyütme sanatı. Tıpkı balon şişirme yarışması gibi. Nefesin Tanrı'dan gelirse kalbini istediğin kadar büyütebilirsin. Sev, sev, sev... herkesi, herşeyi sev. Sevdikçe kalbin büyüyecek. Büyüdükçe çirkinlik,kötülük, hüzün silinip gidecek. Kendinle ve kaderinle barışık ol. Ama kaderin gayrete aşık olduğunu da unutma! Bilincine, kendinin ve hayatın farkında olmana şükret. Bu harika bir şey. Vicdanını konuştur bazen. Bu yaptığım doğru mu, de. Kılavuzun vicdanın olsun. Dertlerin misafir olduğunu unutma. Onları iyi karşılarsan bir çay içip giderler. Kötü karşılarsan yatıya kalırlar. Sabır güzel bir erdemdir. Şunu unutma: en güzel günler geçmişte kalmadı. Zaten geçmiş diye bir şey de yok. Şimdi var. Ve şimdi sana güzel sürprizler yapmaya gebe.


3 Haziran 2025 Salı

Gri Şehrin Vahşi Atları

 Sabah kalkıp işe gidebiliriz, hafta sonu tonla alışveriş yapmak için avm lere gidebiliriz, arkadaşımızla iki lafın belini kırmak için kahve içmeye gidebiliriz yada yaşadığımız yerden çok uzaklara tatile gidebiliriz. Ancak kendi içimizdeki bene gidebildiğimiz zaman esas yolculuğu yapmış oluruz. İlk saydıklarım hep bir kaçış. Kendinden kaçma hali. Oysaki ruhumuzun kuytularındaki ehlileşmemiş vahşi duygular yüzleşilmeyi bekliyor. Onlar tıpkı vahşi atlar gibi. At arabasını yani aklımızı bir o yana bir bu yana çekiştiriyor. Hepsi başına buyruk bizi ait olmadığımız yerlere götürüyorlar. Görmezden gelemeyiz çünkü derinlerdeki ehlileşmemiş duygular biz farkında olmasak da hayatımızı etkiliyorlar. Kaçış mı? Hayır o bir çözüm değil. Cesur olmak zorundayız. Yüzleşme işini bizden başka yapacak biri yok çünkü. Ne kadar uzağa gidersek gidelim ruhumuzun tutsak olduğu yüksek duvarlı o viran gri şehir arkamızdan gelir. Ruhumuzu o gri şehirden kurtaramazsak gerçek huzuru bulamayız. Cesaretimizi toplamalı ruhumuzun kuytularına yürümeli ve kendimize varmalıyız. Bu hesaplaşmayı şimdi yaşarken yapmazsak yarın ahiret gününde yapacağız ve daha acılı olacak. Olmak için ölmeyi beklemeyelim. Ölneden önce ölelim ve gerçekten yaşamaya başlayalım.


2 Haziran 2025 Pazartesi

Korkma

 Korkuyoruz. Korkuyu kendimize arkadaş yapmışız, yaşamaktan korkuyoruz. İş kuracağım ya batarsam, kitap yazacağım ya kimse okumazsa, aşık olacağım ya terk ederse, yola çıkacağım ya yol biterse, sokağa çıkacağım ya yağmur yağarsa... diye diye korkuyoruz. Hayatta risk her zaman var. Risksiz yolculuk diye bir şey yok. Yaşıyorsak elbet krizlerle karşılaşabiliriz. Mühim olan problemlere çözüm getirmek. Hiç kullanmazsak aklımız bize gönül koyar. Şu hayatta tercihlerimizi yaşıyoruz. Engelli yolun ödülü de büyük oluyor. Sakın ha yanlış anlama asıl amaç kazanç değil, engellerin bize kattığı deneyim. Ne kadar çok deneyimimiz varsa o kadar az korkarız. Deneyimler anahtarlığımızdaki anahtarlar. Ne kadar çok anahtar o kadar çok açılacak kapı. Ne kadar çok kapı o kadar keşfedilecek oda anlamına geliyor. Daha öncede dedim: zihnimiz gelecekle ilgili korku filmi çekmeye bayılıyor. O fikirleri balon gibi iğneyle patlatmak lazım. Korkularımızın kölesi değil efendisi olunca hayatı gerçekten yaşamaya başlarız. Bugün zenginsen yarın fakir olabilirsin, bugün gülerken yarın ağlayabilirsin, mühim olan adapte olabilme sanatı. Allah kimseye kaldıramayacağı yük vermezmiş. Kaderin ilahi planına teslim olalım, çabada olalım gerisi gelecektir. 

Hayat Kütüphanesi

 Hayat dediğin kocaman bir kütüphane, insanlar da okunmayı bekleyen kitaplar. İnsanın okunmaya anlaşılmaya ihtiyacı var tıpkı bir kitap gibi. Hayat kütüphanesinde macera yaşamak isteyenler macera rafına gidiyor, aşk yaşamak isteyenler aşk rafına gidiyor, gerilim, bilimkurgu, polisiye herkes kendine uygun bir kitap seçiyor. Ha bazen tek bir türle sınıflandırılamayacak karışık insanlar da oluyor. Şu hayatta herkes herkesin denemesi oluyor. Başka biri tarafından okunan insan o kişide neden olduğu tepkileri anlıyor, bundan sonraki rotasını çiziyor. Okuyan kişi ise bir başkasının hayatından deneyimler kazanıyor. Hayat kütüphanesinin raflarındaki kitaplar tamamlanmış kitaplar değil. Canlı nefes alan her an kendini yazmaya devam eden kitaplar. Kendi kendini okuyan, bir başkasını okuyan ve kendini yazan kitaplar. Yazanda biziz okuyanda biziz. Herkesin bir karakteri var. Bazen bir karışıklık oluyor ve bir kitap ait olmadığı bir rafa konuyor. Yada insanın kendini tanıması zaman alıyor ve ömrünün çoğunu yanlış çevrelerde geçiriyor. Komedi okumak isteyenler dram kitabına denk gelince haliyle beğenilmiyor. Oysa ki dramın da öğretici bir yanı vardır. Kimisi ise beğenilmek için taklit ediyor ortaya suni bir hikaye çıkıyor. Herkes tarafından beğenilme uğruna aslını yitirenler oluyor. Şu hayatta en hatalı şey oldum demek. Ben oldum deyip bir canın ilk bir kaç sayfasını okuyup yarım bırakmak onun hakkında yargıya varmak. Bazen geçmişte karşılaştığımız bir canı hakkıyla anlayabilmemiz için bir ömür geçmesi gerekir. O kitaptan sonra okuyacağımız bir sürü kitaptan sonra o ilk kitap aklımıza gelir oturur ve " onu şimdi anlıyorum " deriz ama iş işten geçmiştir. Okumanın bir raconu vardır. O kitap sonuçta bir emektir, birikimdir, bir kişinin yüreğidir. Ona saygı duymalı, yarım bırakmamalıyız. Başkasını okuma cesaretini gösterenlere ve hayat boyu kendi hikayesini yazmaya çalışan insanlara selam olsun.