30 Kasım 2024 Cumartesi

Bedava Peynir

 Adamın biri hayvanat bahçesi inşa etmiş ve giriş ücretini 300 lira yapmış. Hiç kimse gelmemiş. Daha sonra ücreti 200 lira yapmış beklemiş beklemiş yine kimse gelmemiş. Nihayet ücreti 10 liraya kadar düşürmüş ancak yine kimse gelmemiş. Adam sonunda hayvanat bahçesine girişi bedava yapmış ve o gün hayvanat bahçesi dolmuş taşmış. Adam insanlar içerdeyken aslanların kafesini açmış ve onları serbest bırakmış. Hayvanat bahçesininde çıkış kapılarını kilitleyip çıkış ücreti 500 lira yazmış. İnsanlar mecburen 500 lirayı ödeyip dışarı çıkmışlar.

Hayatta size bedava sunulan şeylere dikkat edin. Yüce gönüllü insanların yaptıkları karşılıksız iyilikleri bir kenara koyacak olursak şunu unutmamak gerekir. Bedava peynir sadece fare kapanında bulunur. 

29 Kasım 2024 Cuma

Diyet

 Diyet sadece neyi yediğin değildir.

Neyi SEYRETTİĞİN,

Neyi DİNLEDİĞİN,

Neyi OKUDUĞUN

Birlikte hangi İNSANLARLA takıldığındır.

Sadece mideni değil, ruhunu neyle beslediğine dikkat et! 


Enformasyon çağında yaşıyoruz. Televizyondan, radyodan, internetten sürekli bir bilgi bombardımına uğruyor zihnimiz. Akıllı telefonlar adeta vücudumuzun bir uzvu haline geldi. Bir dakka boş durmuyoruz, her an o mavi ışıklı ekranlara bakıyor beynimizi çer çöple dolduruyoruz. Zihnimize hiç dinlenme fırsatı vermiyoruz. Oysaki zihnimiz sadece veri alan bir depo değil. Onun birde algıladığı verileri yorumlama ve fikir üretme işlevi var. Lakin günümüzde modern insan zihninin yorumlama ve üretme işlevini yok sayıyor. Bu sağlıklı bir durum değil. Şimdi günde sadece öğün vaktinde değil sürekli yemek yediğinizi ve hiç tuvalete çıkamadığınızı düşünün. Yiyorsunuz, yiyorsunuz... karnınız şişiyor, şişiyor ve sonunda çatlıyorsunuz. İşte zihnimize de aynı şeyi yapıyoruz. Birde sağlıklı beslenme konusu var. Nasıl ki vücudumuzun sağlığı için sağlıklı besinler tüketmek zorundaysak aynı şey ruhumuz içinde geçerli. Ruhumuzu kaliteli içeriklerle beslemek zorundayız. Bunu televizyondaki psikoloji bozan haberlerden ve abuk sabuk programlardan uzak kalarak, kitap okuyarak, dost meclislerinde kaliteli sohbetlere katılarak ve sosyal medya detoksu yaparak sağlayabiliriz. Ben mesela televizyon izlemeyi bir süre önce bıraktım. Sadece seçtiğim içerikleri izliyorum o da günde enfazla bir buçuk saat. Kitap okuyorum. Haftada birgün iki saat süren felsefe seminerlerine katılıyorum. İnanın bu yaptıklarımın çok faydasını görüyorum. Birde zihninizin üretim fonksiyonunu da ihmal etmeyin. Önce sağlıklı verileri alın sonra fikir üretin. Bu dışavurum; yazarak, resim yaparak, müzikle, sanat ile sağlanabilir. 


27 Kasım 2024 Çarşamba

Adaptasyon

 "Derisini değiştirmeyen yılan ölmeye mahkumdur,bu durum fikirlerini değiştirmeyen insanlar için de geçerlidir." Friedrich Nietzsche.

Nietzsche'nin bu sözü aklıma adaptasyon konusunu getirdi. Mesela Nokia firması. Doksanlı yıllarda cep telefonu piyasaya sürüldüğünde Finlandiya merkezli Nokia firması piyasada rakipsizdi. Cep telefonu diyince akla direk Nokia gelirdi. Takoz gibi olan, fotoğraf çekemeyen, internet bağlantısız, dokunmatik ekranı olmayan, siyah beyaz ekranlı, tuşlu cep telefonları döneminden bahsediyorum. 2000 sonrası doğumlu genç kardeşlerimin bu sözlerime " Ne diyo bu Onur abi? " dediklerini duyar gibiyim. Ama devir öyle bir devirdi. Nokia pazarı ele geçirmişti ve kendine çok güveniyordu. Apple ve Samsung gibi firmalar yeni teknolojiler geliştirirken Nokia pazarı elde tutmanın verdiği kibire ve şımarıklığa kapılmış üretim stratejisine inovasyonu sokmuyordu. İki binlerin ortasına geldiğimizde rakipleri piyasaya android ve ios işletim sistemli yeni nesil telefonları sürdüler. Kalıplaşmış düşüncelerini değiştirmeyen kendisini yenilemeyen Nokia rakiplerine cevap veremedi ve çok kısa süre içinde piyasasını kaybedip battı. Bunu somut ibretlik bir öykü olduğu için anlattım. Siz alıp hayatın her alanına uygulayabilirsiniz. Hayat aslında adapte olma sanatı. Orkestra hangi şarkıyı çalıyorsa sizde ona göre doğru şarkıyı söylemelisiniz. Orkestrayı hayatın değişken faktörleri şarkı söyleyen solisti de birey olarak örneklersek; orkestra rock çalarken siz de rock söylemelisiniz, orkestra slow çalarken sizde slow söylemelisiniz. Yani hayata adapte olabilmelisiniz. Bunun içinde geleceğe yatırım yapmalı kendinizi geliştirmeli yeni şarkı sözleri öğrenerek potansiyel geleceğe adapte olabilmelisiniz.


25 Kasım 2024 Pazartesi

Özlem

 Özlemek ateş gibi bir duygudur. Ateş metaforunu yazılarımda çok kullanıyorum ama özlemek duygusuna gerçekten uyuyor. Ateş gibidir çünkü içinde sevgi barındırır. Sevgi karanlığı aydınlatır. Sevince dünyayı gerçekten görmeye başlarız. Ateş gibidir çünkü içinde özlem barındırır. Yani bir taraftan içinizi yakar. Sevgi olmadan özlem olmaz. İnsan çocukluğuna özlem duyar. İnsan hayatından çıkan dostlarına özlem duyar. İnsan sevdiğine özlem duyar. Eğer sevgi duyduğumuz şey sürekli elimizin altında olsa yani ona her an ulaşabilir olsak içimizi tatlı tatlı yakan o özlem ateşi asla varolmazdı. Aslında sevgi gönül ateşimizde pişen bir yemek. Özlem olmasa çiğ olurdu. O yüzden bir ömür boyu beklediğimiz aşk çok kıymetli oluyor, o yüzden hayatımızı adadığımız başarıya ulaşınca mutlu oluyoruz, o yüzden evlatlarımız kendi ayakları üzerinde durdukları olgunluğa eriştiklerinde huzurlu oluyoruz. Hayat bir ok ile yaydan ibaret. O oku atmak zorundayız. Biz bir yayız. O oku atmak için geriliyoruz, geriliyoruz... Gerildikçe canımız yanıyor. Ama yayı bırakınca ok yaydan fırlıyor ve hayat gayemize ulaşıyoruz. Canımız az evvel yaydayken şimdi attığımız oka dönüşüyoruz. Havayı yarıyoruz, rüzgarı bedenimizde hissediyoruz ve en tepe noktada hayatı kuşbakışı görüyoruz. İşte o zaman gerçekten yaşamanın farkına varıyoruz.Genelde insan geçmişine özlem duyar ama istisnaları da vardır. Bazen öyle bir hal olur ki sevdiğinizin elini tutarken onunla yanyanayken bile ona özlem duyarsınız. Bu çocuğunuz da olabilir, eşiniz yada sevgiliniz olabilir. Eğer etrafınızda böyle hissettiren kimseler varsa onlara sahip çıkın, değerini bilin. O oku mutlaka atın. Eğer siz atmazsanız başkasının yayına ok olursunuz.

24 Kasım 2024 Pazar

Öğretmenler Günü

 Çocuğunuzu canınızdan çok seversiniz. Öğretmen işte o yavrunuzu emanet ettiğiniz kişidir. Çocuğunuzun kışı geçirmesi için en sıcak tutan montu, şapkayı, botları alırsınız. Öğretmen ise yavrunuzun zihnini; bilgiyle, eğitimle  giydiren ve cehaletin soğuna karşı koruyup üşütüp cahillik hastalığına yakalanmasından koruyan kişidir. Öğretmen sabır abidesidir. Şöyleki; hepimiz öğrenci olduk. O dersleri bir sefer gördük o sınavlara bir kez girdik. Şimdi hangi anne babaya sorsan " Ne yeniden okul sıralarına dönüp birdaha öğrenci olmak mı? Asla!! " yanıtını verirler. Ama öğretmen yıllar boyu aynı dersleri tekrar tekrar konunun acemisi miniklere hiç sıkılmadan, of demeden öğretir. Tıpkı sürekli akan bir şelale gibidir. Öğretmen sabırdır. Çocuğunuzun sağlıklı büyümesi için peynir, süt, yumurta ile beslersiniz. Öğretmen ise yavrunuzun aklını; ilimle, bilimle besler. Yavrunuzun sadece boyu uzayıp kilosu artmaz. Öğretmeni sayesinde aklı uzar, karakteri gelişir. Yavrunuzun reşitliği ve bireyliği 18 yaşında başlamaz. Çünkü her öğretmen bir devlet başkanı her sınıf bir devlettir. Sınıftaki devlet başkanının siyah gözlüklü takım elbiseli koruma ordusuna ihtiyacı yoktur. Çünkü öğretmen dünyada hiç düşmanı olmayan tek başkandır. Çünkü öğretmen korkusuzdur. Çünkü öğretmeni herkes sever. Bu devlet başkanının emrinde olan medyası da yoktur. Öğretmen işini bir kara tahta bir tebeşirle halleder. Bu başkanın bir yerden bir yere giderken yüz araçlık konvoyu zırhlı mercedesi de yoktur. Öğretmen halkın arasındadır. Otobüse biner yada trenle gider. Bu başkanın saraya da ihtiyacı yoktur. Öğretmenin sarayı sınıfıdır.Her öğretmen bir başkan her sınıf bir devlettir dedik. Çocuklar doğru yaptıklarında ödülü, hatalı davrandıklarında cezayı öğretmenlerinden görürler. Bir nevi vatandaş olmanın ne demek olduğunu ilk sınıflarında deneyimlerler. Öğretmen demek her şey demektir. Buda bir öğretmenler günü yazısı olsun. Tüm öğretmenlerimizin ellerinden öpüyor önlerinde saygıyla eğiliyorum.

23 Kasım 2024 Cumartesi

Kuran'ı Kerim'in Sayısal Yapısı

 İslam demek yol demek. Kulu Allah'a kavuşturan bir yolculuktur. İnançlı kişinin kalbi sürekli bir tavaftadır. Bilirsiniz televizyonda görmüşsünüzdür. Hacılar Kabe'nin etrafında dönerler. Mescidi tavaf ederler. Bir sefer "yola" çıktık mı bizde hayatın merkezinin etrafında dönerek tavaf ederiz. Bu dönüşler; şükrümüzdür, duamızdır, ibadetimizdir, salih amelimizdir, yaptığımız iyiliktir. Merkezde ise yaradan vardır. Geçen hafta elime elektrik mühendisi Mustafa Kurdoğlu'nun Kuran'ı Kerim hakkında yaptığı matematiksel çalışmaları ve analizleri içeren kitabı geçti. Bir solukta okudum. Kitapta 19 ve 7 sayılarının Kuran sure ve ayetlerininde 1400 yıl önce insan eliyle yapılamayacak matematiksel denklikler, simetriler, eşitlikler ve benzerlikler oluşturduğunu ortaya koyuyor. Neden 19 ve 7 sayıları? Çünkü Kuran'da geçen " Andolsun ki biz sana tekrar eden yedi ayeti ve pek büyük olan Kuran'ı verdik " ve " Onun üzerinde on dokuz vardır " ifadeleri bu iki sayıya işaret ediyor. Kuran kusursuz bir matematiksel yapı ile korunmuş. Bir ayet dahi ekleyip çıkarsanız Kuran'ın sahip olduğu bu matematiksel simetri, eşitlikler ve denklikler bozuluyor. Mustafa Kurdoğlu'nun Kuran'ı Kerim'in Sayısal Yapısı kitabı bu durumu ortaya koyuyor. Yani anlayacağınız 1400 yıl önce insanlığa gelen kitap bir insanın yada bir gurup insanın yazmaya akıl ve yetenek kapasitesinin yetmeyeceği mükemmel bir matematiksel kriptolojiyle kodlanmış. Kuran'da mükemmel bir sayısal simetri, denklik, eşitlik ve kodlama olduğunu görüyoruz. Ortaya çıkan bu gerçekler " Ben yaratıcı bir güce inanıyorum ancak dinlere inanmıyorum " diyen deist kardeşlerimizin de aydınlanmasını sağlayacaktır inşallah. Bu kitap haricinde sizlere ayrıca Dr. Ömer Çelakıl'ın Kuran'ı Kerimin Şifresi ve Deniz Erten'in İşaret serisini tavsiye ediyorum. Selam olsun Allah'a teslim olanlara ve olacaklara...

22 Kasım 2024 Cuma

Pasaport

 Hayat dediğimiz koca bir şehir. Ve biz 18 yaşımıza geldiğimizde bu şehrin meydanında maceramıza başlıyoruz. Bizi birbirinden farklı semtlere götürecek otobüsler ve trenler etrafımızda bulunuyor. Cebimizde istanbul kart dıt dıt okutup bir yerlerden bir yerlere gidiyoruz. Sürekli bir yolculuk halindeyiz. Her yolculuk bize deneyim katıyor. Hayat boyu edindiğimiz deneyimlerden bir karakter inşa ediyoruz ve karakterimiz kaderimiz oluyor. Karakterimiz birnevi pasaportumuz oluyor. Eğer o pasaportumuzda vizelerimiz yoksa bazı ülkelere giremiyoruz varsa girebiliyoruz. Karşımıza kapılarda gümrük memurları çıkıyor. Yani onaylayıcılar. Karakterimize damga vurup onaylıyorlar. Bu başvurduğumuz işteki müdür olabiliyor, kız istemeye gittiğimizde gelinin babası olabiliyor dahada acısı kendimiz olabiliyoruz. Sürekli bir onaylanma ihtiyacı duyuyoruz. Onaylayacak kimseyi bulamazsak kendi kendimizi onaylamaya çalışıyoruz ve cebimizde sürekli taşıdığımız damgayı çıkarıp karakterimize basıyoruz. Bu durum çokda sağlıklı değil. Böyle yapınca Pamuk Prenses masalında kendine aynadan bakan cadıya benziyoruz. Ayna ayna söyle bana... diyoruz. Ama İstanbul kartın hep cebimizde olduğunu hiç unutmayalım. Onu dıt dıt okutup aşk trenine binelim. Dıt dıt okutup neşe otobüsüne binelim. Dıt dıt okutup bi gün huzur evler semtine gidelim başka bir gün şükür tepede manzarayı seyredip huzurla dolalım. Hayat boyu hep bir yolculukta olduğumuzu unutmayalım.

21 Kasım 2024 Perşembe

Kast Sistemi

 Geçtiğimiz akşam Aktif Felsefe derneğinde Sevda Hocamız bize doğa yasalarından bahsetti. Özellikle 4 nolu yasa olan kast sistemi ilgimi çekti. Kast sistemi bir kaç bin yıl önce Hindistanda doğan bir sistem. Sistem bireyleri kapasitelerine göre sınıflandırıyor. İlk sırada işçi sınıfı yer alıyor. Bu insanın bilinci kendiyle sınırlı, erdemi iyi niyet ve işi işçilik. İkinci sırada tüccar geliyor. Bu insanın bilinci dahada gelişmiş kendisini ve ailesini kapsıyor. Erdemi ölçülülük. İşi tüccarlık. Üçüncü sırada savaşçı yer alıyor. Savaşçının bilinci; kendini, ailesini ve şehrini kapsıyor. Erdemi cesaret işi savaşçı olmak. Dördüncü ve son sırada ise Brahma yani din adamı var. Bu kişiler en yüksek bilinçte ve bilinçleri; kendini, ailesini, şehrini ve evreni kapsıyor. Erdemi basiret, işi ise yönetici rahip. Şimdi bu dört farklı insanı bir piramidin içine yerleştirelim. Ancak piramidi yatay çizgilerle katlara bölüp en alt kata işçileri ve en üst kata rahibi koymayacağız. Olayın püf noktası burda. Piramidi dikey çizgilerle bölüp her bölüme soldan sağa doğru işçi, tüccar, savaşçı ve brahma sınıfını temsil eden çöp adamları koyacağız ve bu adamlar el ele tutuşmuş olacak. Tüccar işçiye, savaşçı tüccara brahma ise savaşçıya el verecek. Gerektiğinde onu aydınlatıp düştüğü yerden kaldıracak. Kast sisteminin en hoşuma giden yanı; katlardan oluşan klasik piramit ile ifade edilen en tepede ceo'nun, alt katında müdür yardımcılarının en aşağı katta işçi sınıfının yer aldığı günümüz şirket hiyerarşisinden farklı olarak dikey değil yatay bir yapıda olması ve işçi,tüccar,savaşçı, brahman sınıflarının aynı düzlemde, aynı katta el ele olması bana günümüzde uygulanan şirket yada devlet yapısına göre çok daha adil ve şık geldi. Siz nedersiniz?

20 Kasım 2024 Çarşamba

Sahte Alkışlar

 Başarı beraberinde alkış getirir. Başarılı olmak istememizin nedeni takdir toplamak için midir yoksa olmak istediğimiz kişi olmak için midir? Bakımlı, şık, güzel bir kadın yüksek sosyetelerde gezerek sosyal medya fenomeni olup tek fotoda binlerce like alabilir. O kadın artık like lar için yaşıyordur yani alkışlar için. Ama birde Anadolunun ücra bir köyünde bir kadın öğretmen vardır. Ömrünü sayısız çocuğun yetiştirilmesine adamıştır. O öğretmenin ise alkış umurunda olmaz. Yetiştirdiği çocukların büyüyüp vatana millete faydalı birer birey olmasının ona yaşattığı gurur yeter. Alkış salt kötü bir şeydir demiyorum. Hakedilen alkışlar da vardır. Madalya alan bir sporcunun yada sahnede oyununu oynayan tiyatrocunun aldığı alkış gibi. O alkışlar sonuna kadar helaldir. Çünkü ardında alın teri vardır. Ancak yaptığımız şeyin kalbimizde bir manası yoksa ve onu takdir edilmek için yapıyorsak kendimize sahte bir hayat kurmuşuz demektir. Sahtelik bizi hakikatten uzaklaştırır. Hakikat şu dünyada kim olduğumuzu keşfetmektir. Sahte alkışları dinlersek hayatın bize fısıldamasını asla duyamayız. Evet hayat her an bize fısıldar. Kim olduğumuzu fısıldar, doğruda olup olmadığımızı fısıldar. Karanlık bizi iyice ele geçirmişse doğruya tahammül edemeyiz ve o fısıltıyı duymamak için sahte alkışların peşine düşeriz. Nasıl ki bedenimizde bir sorun olunca acı duyarız vücut bize sinyal verir, hayatımızda sorun olunca da vicdanın o fısıltısını duyarız. Onu susturmak için morfin gibi sahte alkışlara sığınırız. Bu sahte alkışlar: sosyal medya like ları, paramızın bize sağladığı sahte güç, özünde sevgi olmayan sahte gönül ilişkileri gibi şeyler olabilir. Hayata ne gibi bir katkım var diye kendimizi sorguladığımız gün kurtuluş için ilk adımı atarız.

19 Kasım 2024 Salı

Yırtıcı Kuşlar Zamanı

 Ahmet Ümit kitapları bana yılda bir sefer yaşanan bayramlar gibi geliyor. Kitaplarını okurken 9 günlük bayram tatili hissi yaşıyormuşum gibi oluyorum. Okuyorum okurken eğleniyorum, Başkomser Nevzat'la birlikte suçluların peşine düşüyorum, yozlaşmış sistemi görünce bi durup düşünüyorum, sonunda iyiler kazanınca mutlu oluyorum. Hayatımda okuduğum iki kitap rüyalarıma girip gece yarısı beni yataktan fırlattı. Birincisi yıllar önce okuduğum Mario Puzzo'nun Omertası ikincisi ise Ahmet Ümit'in son kitabı Yırtıcı Kuşlar Zamanı. Kitap geçen ekim piyasaya çıktı. Müthiş bir polisiye, suç romanı. Başkomser Nevzat'ın sisli geçmişiyle giriştiği vicdan muhasebesini, üzerine kalan bir cinayet olayını, ülkemizde vatandaşlık verilen yozlaşmış siyasiler, adalet ve emniyet tarafından korunan balkanlardan gelen yabancı uyuşturucu ve suç baronlarını, güzellik merkezi açarak kara para aklayan maşaları, suçlularla boy boy fotoğrafları çıkan eski bakanları kısacası ana akım medyada haberi yapılmasına cesaret edilemeyen Türkiye'nin kirli yüzünü Ahmet Ümit cesurca gözler önüne seriyor. Başkomser Nevzat öldürülen karısı ve çocuğunun cinayetini çözmeye çalışırken bir taraftanda kendisini ortadan kaldırmaya çalışan karanlık güçlerin tetikçilerine karşı kendi canını ve hayat arkadaşı Evgenia hanımla kızları Azez'i korumaya çalışıyor. Nevzat'ın hatıralarının aklına gelişi ve gerçek suçlunun kim olduğunu düşünürken girdiği psikolojik girdabı kitabı okurken iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Ahmet Ümit'ten Yırtıcı Kuşlar Zamanı. İyi vakit geçirmek istiyorsanız alın okuyun.

18 Kasım 2024 Pazartesi

Kırık Not

 Geçen cuma namaza gittim. Vaaz bitmek üzereydi ve yerimi aldım. Başımı çevirdiğimde yanımda ortaokuldaki fen bilgisi öğretmenimi gördüm. Kendisine merhaba diyince o da tebessüm edip eliyle koluma dokundu. Kendisinin 1994-95 yılında öğrencisi olmuştum. Aradan 30 yıl geçmiş. Bu karşılaşma cuma namazında beni çocukluğuma götürdü. Orta birde ilk fen bilgisi sınavına iyi çalışmamış, dersi hafife almış zavallı annem tüm fen bilgisi kitabını okuyup çalışmam için renkli kalemlerle özetler çıkarmıştı. Buna rağmen o sınavdan 5 üzerinden 2 almıştım. Öğretmenim 2 aldığımı açıklayınca hüngür hüngür ağlamaya başlamış sınıfı birbirine katmıştım. Sanki zincirleme trafik kazasında tüm ailesini kaybetmiş bir  kişinin cenazede ağlaması gibi ağlamıştım. Ağlamam okuldan sonrada devam etmiş annemin eczanesinde oturup annemle karşılıklı ağlamıştık. O sınav bana ders olmuştu. Düşük not aldığım o sınav biyolojiyle ilgiliydi ve o tarihten sonra girdiğim tüm biyoloji sınavlarından orta okul, lise dahil hep yüksek notlar aldım. Hatta üniversite sınavında 13 biyoloji sorusunda 12 doğru 1 boş yapmıştım. Yani anlayacağınız yolun başında kendi kusurumdan kaynaklanan bir kaza bana ders olmuştu. Ama 30 yıl önce ortaokul velediyken girdiğim o ağlama krizini hatırlayınca camide dudaklarıma buruk bir tebessüm kondu. Kendi kendime düşündüm. Belki de bu olay benim çok hırslı biri olduğumu gösteriyordur. Bilemedim...

17 Kasım 2024 Pazar

Gladyatör 2

 Gladyatör. 2000 yılında çekilen yönetmen Ridley Scott'ın epik tarihi savaş filmi. Russle Crow önce Roma ordusu generali sonrasında tutsak düşen Kolezyum savaşçısı gladyatör rolünde efsaneleşmişti. Hans Zimmer'in film müzikleri müthişti. Geçen cuma Gladyatör 2 vizyona girince soluğu sinemada aldım. Filmde yine Ridley Scott imzası var ve ilk gladyatör filminden yıllar sonra yaşanan olayları anlatıyor. Dünün büyükleri yaşlanmış, küçükleri büyümüş. Bu cümle bir ipucu olsun size izleyince ne dediğimi anlarsınız. Savaş sahneleri yine çok gerçekçi ve bu sefer kolezyuma su doldurup deniz savaşı bile yapıyorlar. Film bir tarafta yozlaşmış Roma yönetimine karşı ülkeye adaleti getirmeye çalışan bir avuç cesur insanın hikayesini anlatıyor. Denzel Washington filmin ağır toplarından. Kötü film olmamış. İlk filmin hatrına izlenir diyorum. İyi pazarlar.

16 Kasım 2024 Cumartesi

Mike Tyson

 Aylardır beklenen Mike Tyson-Jake Paul maçı nihayet gerçekleşti. You Tuber Paul babası yaşındaki Tyson ile 8 raundluk kıyasıya bir mücadeleye girişti. Paul 28 yaşında ve Tyson 58 yaşında. Evet yanlış duymadınız eski ağır siklet boks şampiyonu Tyson 60 ına merdiven dayamışken tekrardan ringlere döndü. Tyson ilk iki raunda puan olarak öndeydi lakin sonraki 6 raundda yaşı nedeniyle geride kaldı. Maçta nakavt olmadı ve Paul maçı hakem puanlarıyla kazandı. Paul ününe ün kattı, takipçi kazandı ve 40 milyon doların sahibi oldu. Eski tüfek Tyson'a gelince: Tyson 60 ına merdiven dayasada halen kendisinde iş olduğunu gösterdi. Ben Tyson'ın bu cesaretini çok önemsiyorum. Gençliğin bir beden hali değil ruh hali olduğunu tüm dünyaya gösterdi. İnsanın yaşlanmaya karar verdiği gün gerçekten yaşlanacağını ve ruhunuz gençse yaşınız ne olursa olsun herdaim genç kalınabileceğini ispatladı. Tyson'ın bu cüreti herkese örnek olmalı. Maç sonunda kendisine sorulan " Bu son maçınız mıydı? " sorusuna " Devam etmek istiyorum " cevabını verdi. Bende eski bir sporcuyum maraton koşardım ve sporcuların içinde vahşi bir hayvan vardır. O hayvanı susturamazsanız size yaptırmayacağı şey yoktur. Bana Mısır'da çöl sıcağında 42 kilometre koşturmuştu mesela o hayvan. Anlaşılan o ki Tyson'ın içindeki o hayvan hala ona hükmediyor 60 ında bile.

15 Kasım 2024 Cuma

SSK

 Toplumda maalesef bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın düşüncesi hakim. Despotluğa karşı mücadele eden küçük bir azınlık var. Karanlığa karşı ellerinde taşıdıkları küçük meşalelerle ışık olmaya çalışan, cehalete karşı bilimi savunan, zorbalığa karşı sevgiyi kalkan yapan bir azınlık. Mücadelelerinde yalnız kalan bu yiğit insanlar bence kutsal bir savaş veriyorlar. Kutsal kitabımız Kuran bile " Oku " kelimesiyle başlıyor. Cahillik bir toplum için kanser gibi bir hastalıktır. Sinsice ilerler ve sonunda yaşamı yok eder. Cahillik sadece kültürel bir olgu değildir. Empatiden, adaletten, cömertlikten, merhametten yoksun  kişiler vicdani cahillerdir. Ben bu durumun düzeltilmesi hususunda sanatın iyileştirici gücüne çok inanıyorum. Örneğin edebiyat. Kitap okumanın okuyan kişiyi romanın kahramanı ile özdeşleştirip gerçek hayatta henüz yaşamadığı deneyimleri ona sanki bir oyundaymışcasına yaşatarak sanal bir deneyimle ona öğüt vermesi yada kişilik seviyesi atlatması durumu oluyor. Ama maalesef az okuyan bir toplumuz. Hadi kitap okumaya üşendik. Aynı olumlu etkiyi tiyatro vasıtasıyla da yaşayabiliriz. On günde bitireceğimiz bir kitap yerine doksan dakika süren bir tiyatro temsiline gittiğimizde yine aydınlanabiliriz. Bir tiyatro bileti 250 lira. Allah aşkına her gün nelere harcamıyoruz ki o kadar parayı. Devletin nasıl vatandaşın sağlığını güvenceye alan sağlık sistemi varsa bence birde Sosyal Sanatlar Kurumu oluşturulmalı ve sanatı tabana yaymalıdır. Devlet sağlık sistemi vatandaşın hastalıklarına tedavi sağladığı gibi kurulacak bir Sosyal Sanatlar Kurumu ile toplumsal cehalete de savaş açmalı; edebiyatı, tiyatroyu, sinemayı yani toplumu iyileştirecek sanatı halk arasında yaymalıdır.


14 Kasım 2024 Perşembe

Zihin Maçı

 İnsan sosyal bir varlık. Yetenek, beceri taşıyan bir varlık. Öyleki modern sanatlar doğmuş. Resim, müzik, edebiyat, mimari... Bence tüm sanat dallarının kökeni bu saydığım dördüne dayanıyor. İnsan tarih boyunca ürettiği sanatlarla kendini ifade etmiş ve sosyal hayatı kurmuş. Kendimizi ifade etmeye ihtiyacımız var. Yaşıyoruz, yaşadıkça algılıyoruz, o algılarla zihnimizde düşüncelere sahip oluyoruz ve bu düşünceleri paylaşmak ihtiyacı duyuyoruz. Bunu da sosyalleşerek yapabiliriz. Bu uzun girizgahı yapma sebebim iki haftadır felsefe derslerine katıldığım Aktif Felsefe derneği. Şu geçtiğimiz iki hafta içinde psikolojime o kadar iyi geldi ki... Yeni bilgiler öğrenmek, ders esnasında fikirlerimizi ifade etmek, yeni insanlarla tanışıp onlarla takım olmak. Bu durum tıpkı eskiden haftada bir arkadadaşlarla yaptığımız halı saha maçına benziyor. Ancak felsefeye giriş sınıfında bu işi fikirlerimizle yapıyoruz. Fikirlerimizle paslaşıyoruz, fikirlerimizle gol atıyoruz. Sınıf arkadaşlarımız ve hocamız takım arkadaşlarımız oluyor ve biz o iki saat boyunca zihnen bir maç yapıyoruz. Birnevi zihin sporu gibi bir şey. E 40 plus bir adamım ve insan 40 ından sonra bedensel aktiviteler yerine zihinsel aktiviteleri tercih ediyor. Ben Aktif Felsefe derneği ile kendi sosyalleşmemi buldum ve çok mutluyum. Siz de bulun. Musiki derneği, resim kursu, yazarlık atölyesi, halı saha maçı yada bir başkası. Kendinize muhakkak vakit ayırın. Farkı göreceksiniz. Benden söylemesi...

13 Kasım 2024 Çarşamba

Şükür

 İçimde bir umut var, rengi gökyüzü maviliğinde. Bana bundan sonra daha güzel olacak diyor. Soğuk kasım sabahında içimi balıkçı barınağında yanan odun sobası gibi çıtır çıtır ısıtıyor. Kederler geride kaldı diyor, yaşadığın anın şükrünü onlara borçlusun diyor. Bir an düşünüyorum: içimdeki ses doğru söylüyor. Keder para gibi bir şey. Onları harcayıp şükür satın alıyorsun. Şu hayatta paran kadar değil şükrün kadar zenginsin. Çatıma, aşıma, sağlığıma, imanıma şükürler olsun diyorum. Onlar var ki şükrediyorum. Pat pat pat bir tekne balıktan dönüyor. Kediler limana koşuyor bize de balık çıkar mı diye. Pat pat pat... Kalbim çarpıyor. Sürüncemede kalmış gri bir iş nihayetine eriyor. Artık o gri hava yağmur bile yağdırsa tınmam. Çünkü askıdaki o iş kalbimde sonuçlandı. Belkide bulutların bana sözleyeceği vardır. Islanıp o sözleri tenimle duymam gerekiyordur. Duyuyorum, duyuyorum bugün duyuyorum. İçimdeki umudu duyuyorum. Yeni doğmuş bir bebek gibi. Bana artık geçti, iyileştin diyor. Birde güzel şeyler olacak diyor. Simitçi amca geliyor. Bir simit alıp, tavşan kanı bir çay söylüyorum. Martılar çığlık atıyor, deniz maviliğini gözlerime sunuyor, radyoda Zeki Müren çalıyor. O an içimden bir şükür geçiyor, yada her şey şükür olmuş ben onun içinden geçiyorum...

11 Kasım 2024 Pazartesi

Tanrı olma Egosu

 Fizik beden, enerji beden, duygu beden, arzu zihin. İnsanın kişiliğini oluşturan dört farklı beden. Tıpkı dört katlı bina gibi. En altta fizik beden en üstte arzu zihin var. Ben bugün insanlardaki gıybet, kıskançlık ve öfke hallerini bu kapsamda incelemek istiyorum. Saydığım bu kötü haller duygu bedenle ilintilidir. Kıyaslandığımız bir kişiyle kendimizi ona karşı yetersiz hissettiğimizde eğer aziz değilseniz kıskançlık duygusu ortaya çıkar. Bu yetersizliğin nedeni ( sosyal statü, kariyer, sahip olunan veya olunmayan aile, cinsel yetersizlik) olabilir. Yetersizlik öfke doğurur. Çünkü çoğu insanda gizli bir Tanrı olma egosu vardır. Yani en iyi olma, kusursuz olma kompleksinden bahsediyorum. Duygu bedene tekabül eden element havadır. Kıskançlık duygusu öfke doğurur ve öfke kalıplar oluşturur. Öfke özgür olan duygu bedenimizi yani havayı kalıbın içine hapseder ve sıkıştırır. Sıkışan havanın bir yerde o kalıbı patlatması yani tekrardan özgür olması gerekmektedir. Ve bu patlama olur. Bu patlama kendimizi yetersiz hissettiğimiz insana gıybet, dedikodu ve daha ağarı şiddet yöneltmemizle olur. İşte hasta insanların çevrelerine uyguladığı psikolojik yada fiziksel şiddetin mekanizması böyle işler. Ancak daha önce değindiğim gibi tüm bunların nedeni insanların farkında bile olmadığı içlerine gizlenmiş Tanrı olma egosudur. İslamda kelime-i şehadet vardır. Müslümanım diyen insanlar bunu dilleriyle dile getirirler getirmesine ama bunu kalbiyle yerine getiren insan-ı kamile denk gelmek günümüzde çok zor maalesef.

8 Kasım 2024 Cuma

Macbeth

 Geçen perşembe akşamı Shakespeare'in eseri olan Macbeth temsilini izledim. Tek kişilik bir oyundu. Yönetmen ve oyuncu Sertaç Yekeboğa inanılmaz bir performans sergiledi. Bu eser komutan Macbeth'in vatansever ve dürüst kişiliğiyle kendisini krallığa götüren kanlı bir yolculuktaki şeytani kişiliği arasındaki çelişkiyi anlatıyor. Kalbinde tezatlıklar yaşayan Macbeth'in ruhunun savruluşunu, yaşadığı deliliği ve ikbal uğruna kendini şeytana satmasını sahnede izlerken iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Bu aslında güce hayran gücün peşinde koşan bir insanın gücü ele geçirdikten sonra gücün esiri olmasını anlatan bir hikaye. Sınırı bir kez geçen biri için artık sınırların olmadığı mesajını veriyor. Bu ödüllü bir oyun. Hem yönetmenliğini yapan hem Macbeth'i oynayan Sertaç Yekeboğa Macbeth rolüyle 24. Direklerarası Seyirci Ödüllerinde " En iyi tek kişilik performans ödülünü almış " Oyun prömiyerini 5 şubat 2024 de yapmış ve anladığım kadarıyla Türkiye turnesindeler. İnternetten oyun takvimine bakın derim ve Macbeth sizin şehrinize geldiğinde kaçırmayın derim.

7 Kasım 2024 Perşembe

Işık ve Bilinç

 İnsanlar ışığı görmez, ışıkla görür demiş Imanuel Kant. Gece olunca ışık kaynağımız olan güneş batıyor ve hava kararıyor. Eğer suni bir ışık yakmamışsak gündüz gördüğümüz cisimler karanlıkta kalıyor ve onları göremiyoruz. Cisimleri görmemizin sebebi bir ışık kaynağından yayılan ışınların cisim tarafından gözümüze yansıtılmasıdır. Bu olayın fiziksel boyutu. Hayattaki her cisim insana bir fikir verir. Algıladığımız her cisim zihnimizde oluşan bir düşünceye tekabül eder. Tenis topunun zihnimizde yuvarlak olduğu düşüncesi gibi, devleti soyan bir haydutun kötü biri olduğu düşüncesi gibi. Peki düşünce nasıl doğar? Düşünce algıladığımız öznenin zihnimizde yorumlanmasıdır. İşte zihnimizde bu yorumlamayı bilinç yapar. Zihnin bir özneyi görmesi olayı onunla ilgili bir düşünce oluşturmasıdır. Zihin sahip olduğu düşüncelerle görür bunu da bilinç yapar. Bilinç zihnin ışığıdır. Her bilinç bir ışıktır. Duyu organlarımızla topladığımız beynimize gelen veriyle etkileşime girer ve sahip olduğu deneyimle o veriye kimlik verir. Yani düşünceyi oluşturur. Herkesin sahip olduğu ışık farklıdır. Herkesin bilinç seviyesi varklıdır. İnsan oğlu beden ve ruhtan oluşur. Bedenimizdeki ve ruhumuzdaki blokajları yani tıkanıklıkları ne kadar giderebilirsek alacağımız ışık da o kadar kuvvetli olacaktır. O ışık Tanrının nurudur yani Tanrısal bilinçtir. Bilincinizi yükseltebilmeniz dileğimle...


İnsan Nedir?

 Pisagor'a vakti zamanında sen sofusun demişler. O da yok beni sofu değilim. Ben Philo Sofia' yım demiş. Philo: Aşk Sofia: Bilgelik demektir. Yani Pisagor " Ben bilgeliğe aşığım " demiş. Günümüzde kullandığımız filozof kelimesinin meydana gelme hikayesi işte böyle. Üniversite birin yaz tatilinde Tanrı arayışına girmiştim. Yaşım daha 20 bile değil. O yaz Platonları, Sokratları, Kantları, Descartesleri okumuştum. Sadece felsefeyle sınırlı kalmayıp içinde Big Bang teorisininde olduğu bilimsel makalelere de çalışmıştım. İnternetten bulup İngilizceden çevirmiştim. Felsefe yapmıştım, kendi kendime düşünmüştüm ve sonunda Tanrı'nın varlığını kabul etmiştim. Felsefeyi, felsefi yazılar üretmeyi severim beni bilirsiniz. Dün akşam Aktif Felsefe derneğinin Yalova'daki şubesinde 6 ay sürecek felsefe eğitimine başladım. Aktif Felsefe Derneği: felsefe, kültür, gönüllülük esaslarını yerine getiren 35 yıllık bir oluşum. 14 ilde 18 şubesiyle hizmet veriyor. Dün akşam çok sıcak bir ortam vardı ve ilk ders harika geçti. Bende bundan sonra orada öğrendiğim bilgileri sizlerle paylaşacağım. Dün insan konusunu işledik. Doğu felsefesine göre insan kişilik ve irade, aşk, zekanın olduğu iki kısımdan oluşur. Kişilik cismi bir kısımdır ve maske olarak da adlandırılır. Kişilik aşağıdan yukarıya doğru sırasıyla: Fizik Beden, Enerji Beden, Duygu Beden, Arzu Zihinden oluşur. Fizik bedeni toprak, enerji bedeni su, duygu bedeni hava ve arzu zihni ateş elementleri temsil eder. Kişiliği oluşturan bu bedenler aslında insanın hapisanesidir. Ve buradan çıkış için üst basamakların idrakinde olmamız lazım. Duygularımızı ve arzularımızı kontrol edersek bu beden hapishanesinden kurtuluruz. Üst basamaklarda ise bir piramidi hayal edin ve tabanında saf akıl, bir üstünde saf sezgi ve piramidin en ucunda saf irade vardır. Kişilik ile bu piramidi gümüş bir ip bağlar. Bu ise bilinçtir. Hayatımızda ilerlememizi engelleyen blokajlar kişiliğimizdeki bu 4 bedeni yönetememizden kaynaklanıyor. Bunlar arabayı çeken 4 at gibidir. Dizginler elimizde olmalı. Hangi bedenin ( fizik, enerji, duygu, arzu bedenleri ) neye ihtiyacı olduğunu bilirsek yönetiriz. Hepimizin hayatında aşamadığımız sorunlar var. Sorunun çözümü için kendimize şu soruyu sormalıyız: Benim bedenimde ne oluyor? Bu davranışı hangi bedenimle ( Fizik B., Enerji B. , Duygu B. , Arzu B. )yapıyorum? Benim bilimcim nerede? Benim bilincim hangi bedenimde? Güneş yani ışık bu piramidin üstündedir ve bedenlerimizdeki blokajları temizlersek o ışık saf iradenin olduğu piramidin en tepesinden girer ve aradaki tüm kademeleri aydınlatıp en alt kattaki fizik bedene kadar gidip onu da aydınlatır. Böylece tekamülde ilerleyip kişisel aydınlanmamızı yaşarız.

6 Kasım 2024 Çarşamba

Tercihler

 Tercihler: hayatımız her an her saniye yaptığımız tercihlerle şekilleniyor. Yaptığımız her tercihde seçtiğimiz yoldan ötürü birşeyler kazanır, seçmediğimiz yoldan ötürü bir şeyler kaybederiz. Mutlak bir kazanç getiren tercih yoktur. Tercihlerimizi yaparken fayda-maliyet analizi yapmamızı söyler aklımız. Birde kalbimiz vardır. Kalbimizle aldığımız kararlar... Kalp için önemli olan manevi faydadır ve o tercih bize fiziki kayıp yaşatacak olsa bile yürüyeceğimiz o yoldan duygusal kazanımlar elde ederiz. Peki bunun ortası yok mu? Yani hem maddi ( illa parayı kastetmedim. Fayda da diyebiliriz ) hem manevi kazanımlar elde edebileceğimiz bir tercihden bahsediyorum. Bunun için tutku duymalıyız. Neye tutku duyduğumuzu keşfetmeliyiz ve tutkumuz olan işi yapmalıyız. Peki tutkumuz olan işi yaptığımızda her zaman kazanır mıyız? Size kendimden örnek veriyim. On yıl öncesine kadar otel, okul, büyük site projeleri yapan başarılı bir mühendistim. Para kazanıyordum ve bu kazancımla yılda üç dört kez yurtdışı tatillerine gidiyor iyi vakit geçiriyordum. Birgün içimde bir yazma dürtüsü gelişti. İnsanlara anlatmak istediğim hikayelerim olduğunu hissettim. Kalbimdeki yazma tutkusunu keşfettim ve hayat beni bir yol ayrımına getirdi. Radikal bir karar aldım ve on yıl süren makine mühendisliği kariyerimi sonlandırdım. Tam zamanlı yazarlığa başladım. Geçen on yılda tam altı tane kitap ve sosyal medyada paylaştığım sayısız yazı yazdım. Peki bu radikal karar bana ne kazandırdı ne kaybettirdi? Şu ana kadar kitaplarımdan maddi bir kazanç elde etmedim. Maaşlı bir işten vazgeçtiğim için eskisi gibi tatillere gitmekten lüks yaşamdan mahrum kaldım. Ama yazılarım sayesinde sosyal medyada harika insanlarla ve takipçilerle tanıştım. Yazmak kendi içine yapılan bir yolculuk. Yazarken kendi kuytularımı keşfettim. Kendimi daha iyi tanıdım. Yazılarımın okurlarıma faydası oldu. Ve en önemlisi kalbimin istediği şeyi yaptım. On yıldır böyle az masraflı minimal bir hayat sürmemin bir sebebi de yalnız olmam. Bir ben bir de kedim. 2023 yazında whatsup üzerinden süren Yalova'ya uzak farklı şehirdeki kız arkadaşımla 2 aylık aşk maceramı saymazsak son ilişkimi 2012 yılında sonlanmıştı. 2025'e giriyoruz. 13 yıldır elime kadın eli değmemiş. Ben biraz fazla duygusal ve kırılganım. Zor aşık olur ama sevdim mi tam severim. Eğer yeniden seversem ve o kızla bir yola girme kararı alırsam hayat beni tekrardan bir tercih noktasına getirecek. Aşkım için, ailemiz için on yıl sonra tekrardan mühendislik kariyerine dönmekten ve ailemin, karımın rızkını kazanmaktan bahsediyorum. Bernard Shaw'un bir sözü var: " Bütün zekamı, yeteneğimi, şöhretimi, eserlerimi akşam eve zamanında gelip gelmeyeceğimi merak eden bir kadın için feda edebilirim " Hayat arkadaşımı bulsam yine az da olsa yazardım diye düşünüyorum. Ama o kadın için tekrardan mühendislik kariyerime döneceğimden eminim.

5 Kasım 2024 Salı

Şaşırmak Güzeldir

 Şaşırmak güzeldir. Bir tesadüf sonucu karşınıza çıkan bir yabancının ruhunuza şifa olması, karşılaştığınız küçük bir çocuğun size sorduğu bir soruyla o güne kadar oluşturduğunuz tüm kalıplarınızı sarsması, hesapta olmayan bir sokağa girdiğinizde oturduğunuz salaş lokantada yediğiniz yemeğin ağzınıza ve gönlünüze tat vermesi yada şaşırmaların en güzeli yani hiç beklemediğiniz yerden, hiç beklemediğiniz bir karşılaşma sonucu birinin kalbinizi çalması yani aşk... Kalp bence dünyadaki en saf şeydir. Çünkü aşk kapısını kaç sefer çalarsa çalsın, kaç yaşında olursa olsun, kaçıncı aşkı olursa olsun aşk karşısında her seferinde şaşırır. Anlıyacağınız kalp biraz saftiriktir. Tıpkı küçük deneyimsiz bir çocuk gibidir. İçinizdeki çocuğu ihmal etmeyin diye bir söz vardır ya olay tamda bu. Kalp hatıraları tutar. Hayatınızdaki her bir güzel anının fotoğraflarının asılı olduğu gizli hazine odası gibidir. O sizin odanızdır sizin hazinenizdir. Akıl ise duvarlarında duran ekranlarda karşılaştığınız rutine binmiş her gün karşılaştığınız sıradan olayları ve kişilerin videolarını oynatır. Sizi yeni bir şeyler yapma, hayatın farklı sokaklarına girme konusunda frenleyen gözünüzü korkutan geçmiş kötü deneyimlerinizin videolarını sürekli oynatıp durur. Şimdi bir tercih yapın. Siz hangi odada bulunmak isterdiniz? Aklınızın sizi monotonlaştıran odasında mı yoksa kalbinizin sizi şaşırtıp bir çocuk gibi sevindiren odasında mı? Bu tıpkı Matrix filminde Morpheus'un Neo'ya mavi ve kırmızı hapı vermesi gibidir. O yüzden biz kalbimize yatırım yapmalıyız. Okumayı ertelediğimiz o kitabı alıp okumalı, bazen yeni bir restorana gitmeli, yaşadığımız şehir de olsa keşfetmediğimiz yerler keşfetmeli, yeni insanlarla tanışmalı kendimizi şaşırtmalıyız. Hazine odamızın duvarlarına yeni hatıralara ait fotoğraflar asmalıyız.

4 Kasım 2024 Pazartesi

Utanmak

 Duygular halen yaşadığımızın kanıtıdır. Örneğin utanç: Ahlaki normlara karşı geldiğimizde utanç hissederiz. Bu güzeldir çünkü halen vicdanımızın tıkır tıkır işlediğini gösterir. Ama bu utanç duygusu kalbimizde yer edip kronikleşirse geçmişte yaptığımız bir hatadan ötürü sürekli suçluluk psikolojisine girersek bu duygu bize zarar verir. Sonuçta dinlerde bile "tövbe" müessesesi vardır. Hatamızın pişmanlığını kendi içimizde yaşamışsak ve aynı yanlışı bir daha tekrarlamamak gayretindeysek utancımızı terk etme zamanımız gelmiştir. Birde sosyal utanç kavramı var. Bir kişi cemiyete girdiğinde kıyafeti statüsü oradaki insanlardan daha düşük seviyede ise bundan utanç duyabilir. Kendini ezik hissedebilir. Böyle insanlar var maalesef ve bu çok yanlış bir duygu. Zenginlik, mal mülk, sosyal statü bif insanın kalitesini belirleyemez. İnsanın kaliteli yapan şey: Dürüstlük, yardımseverlik, sevgi ve adalet duygularıdır. Yani bir insanı sahip olduğu iyi ahlak değerli yapar. İnsan ahlakı arızalıysa utanmalıdır bunun dışında utanacak hiç bir şey yoktur. 

Sınırlar Sezgiseldir

 Bir kere sınırı aşan için artık sınır yoktur demiş Epiktetos. Sınırlar niye vardır? Güzelle çirkini, iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı ayırt etmek için vardır. Az önce saydığım kavramlar birbirlerine karşıt kavramlar. Sınırlar zaten birbirine tezat olan iki şeyin arasında oluşur. Sezgisel bir şeydir. Yani illa Doğu Berlinle ile Batı Berlini ayıran dikenli telli betonerme bir yapı olması gerekmez. Peki biz tolum olarak birbirimizin sınırlarına saygı gösteriyor muyuz. Duygusal, psikolojik, özel hayatımıza dair sınırlar. Dedimya bu sınırlar sezgiseldir ve bir başkası tarafından algılanabilmesi için empati ve saygı gereklidir. Karşımızdaki kişide empati duygusu gelişmemişse sınırlarınızı geçmekten tereddüt duymayacaktır. Örneğin görev tanımınızda olmamasına rağmen işyerindeki patronunuzun size ayak işlerini yaptırmak istemesi gibi. Empati yeteneği gelişmemiş kişi belkide sınırı ihlal ettiğinin farkında değildir. Ama empatisi gelişmiş lakin saygısı olmayan gruba giren kişiler çok tehlikelidir. Onlar sizin sınırlarınızı ihlal ettiklerinin farkında olmalarına rağmen size çektirdikleri rahatsızlıkla tatmin duyarlar bundan gizli bir zevk duyarlar. Bir sefer taviz verdiniz mi artık geri dönüşü yoktur hep taviz vermek zorunda kalırsınız. Birde kişisel sınırlarımız vardır. Ahlaki ve vicdani sınırlar. Yanlışı, kötüyü, çirkini tercih ettiğimizde yavaş yavaş karanlık tarafa geçeriz. Bu siyah giyen adamlarla beyaz giyen adamlar arasındaki halat çekme yarışı gibidir. Siyah giyen takım ( kötülük) halatı çekip ortadaki sınırı geçen bir adamınızı oyun dışına sürükledi mi rakip karşısında bir kişi eksilirsiniz. İşiniz daha da zorlaşır. Üstelik kaybettiğiniz o adam rakip takıma katılır. Doğruda kalmak dahada zorlaşır. O yüzden hayatta prensiplerimiz olmalı, sınırlarımızı belirlemeli ve hep doğruda kalmak için mücadele etmeliyiz.

3 Kasım 2024 Pazar

Boşverdik

 Boşverdik. Çocukken oyuna dalıp ödevleri boşverdik. Büyürken bocaladık. Çünkü okuldayken önce dersi görür sonra sınava girerdik. Büyüyünce bir baktık ki hayat önce sınava çekiyor sonra dersini veriyor. Haliyle hayat sınavından ikmale kaldık ama boşverdik.Sevdiğimiz kızı başkasına verdiler boşverdik. Semt pazarlarında hava karardıktan sonra çıkma sebze topladılar boşverdik. Ormanları yakıp yerine otel yaptılar boşverdik. Atatürk'e ayyaş dediler boş verdik. Orduya kumpas kurdular boş verdik. En yakınımız tuzak kurdu, zarar verdi boşverdik. Arifeyi gösterip bayramı yaşatmadılar boşverdik. " Hiç bardak kırıldı diye su içmekten vazgeçilir mi? " dedik yeniden aşık olduk kalbimizdeki yarayı boş verdik. Muktedir " Çapulcu, çürük, sürtük " dedi, TOMA, biber gazı, plastik mermi, çevik kuvvet geldi boşverdik. Yine Gezi'de ağaç nöbetindeydik. Aklımızı yitirdik Bakırköye girdik yine boşverdik. Milyonlarca dolar karapara aklayan " Enerciiii " leri 9 ayda saldılar boşverdik. Muktedirin ortağı milliyetçi püskevit "APO salıverilsin meclise gelsin konuşsun" dedi boşverdik. Para uğruna kundaktaki bebelere kıydılar boşverdik. Emekliyi 12.500 lira sadakaya mahkum ettiler boşverdik. Gençliğimizi yaşayamadan ömrümüz geçip gitti boşverdik. Sokak hayvanlarına kıydılar boşverdik. "Anayasa ilk 4 madde değiştirilsin" dediler boşverdik. Ülkeye 13 milyon mülteci doldurdular boşverdik. Boşverdik, boşverdik, boşverdik.Biz galiba insanca yaşamaya boşverdik...


1 Kasım 2024 Cuma

Salıncak

 Yalova sahilinde bir çocuk parkı var arkasında ise her sabah Türk kahvemi içtiğim çay bahçesi. Parkta bir salıncak var çocuklar için. Kahvemi içerken her sabah genç bir kadın geliyor ve salıncakta sallanmaya başlıyor. Bu durum ilk başlarda dikkatimi çekmemişti ama o kadın her sabah gelip çocuk salıncağında sallanınca dikkatimi çekti. O kadın belkide Yalova sahilindeki denize sallanarak dertlerini boşaltıyor. O çocuk salıncağında sallanıyor, sallanırken birleştirdiği ayakları önündeki Marmara denizinin üzerine çıkıyor ve derdi, tasası neyi varsa hepsini mavi gövdeli dalgaları tatlı tatlı sahile vuran denize emanet ediyor. Peki bizlerin derdimizi emanet edebildiğimiz bir deniz, bir ova bir dağ yada birisi var mı? Hayatlarımız geçmişin pişmanlığı ve geleceğin kaygısı içinde geçiyor. Hayatla helalleşebilmemiz lazım pişmanlıklardan kurtulabilmemiz için. Gelecek kaygısına gelince: zihnimiz gelecek ile ilgili korku filmi çekmeye bayılır. En kötü ihtimalin türlü türlü olasılıklarını aklımıza getirir ve gelecek konusunda bizi tedirgin eder. Aklımızda sinema oynatmaya bayılan o korku filmcisine çok da tınmamak lazım. Sonuçta gelecek henüz yaşanmadı ve kaderimiz bizim çabada ve tevekkülde olmamıza bağlı. İyisini hayal edelim iyi olsun. Bu sözlerim birazda bu satırların sahibi bana. Sonuçta hiç birimiz kusursuz değil. Dertlerinizi emanet edeceğiniz sahildeki o salıncağı bulmanız dileğiyle... Sevgiler.