29 Şubat 2024 Perşembe

Çekiç

 Bir geminin makinesi bozulmuş ve hiç kimse tamir edememiş. Sonra yaşlı bir usta getirmişler. Usta makineyi incelemiş incelemiş. Sonra çantasından bir çekiç çıkartıp makinenin bir yerine vurmuş ve şak makine çalışmaya başlamış. Herkes şaşırmış. Günlerdir onca ustanın yapamadığını bu usta bir çekiç vuruşuyla yapmış. Ustaya " Borcumuz nedir? " diye sormuşlar. Usta " On bin dolar " demiş. Geminin sahibi şaşırmış. " Sadece çekiçle bir vuruş yaptın. Niye bu kadar çok para istiyorsun? " demiş. Usta da " Çekiç 2 dolar. 40 yıllık tecrübe ve nereye vuracağını bilmek 9998 dolar " demiş.Bu hikayeden ne anlıyoruz sevgili okur? Tecrübeye, bilgiye ve emeğe saygı duymak gerek.

28 Şubat 2024 Çarşamba

Adalet

 Mısır tarihinde ilk kez demokratik seçimle göreve gelmiş Mursi'ye darbe yapan ve ülke yönetimini ele geçiren Sissi, " Katil Sisi " Gazeteci Kaşıkçı'yı İstanbul'daki konsoloslukta gönderdiği özel ekiple öldürten ve cesedini parçalara böldüren Selman " Katil Selman " " Katil İsrail " " Eyy AB " şimdi Eyy AB'nin çöplerini depoluyoruz. Savaş başladığından beri çoluk çocuk 30 bin Filistinliyi öldüren İsrail'e meyve-sebze ihraç eden birinci ülkeyiz. Yani sayın muktedirin deyişiyle " Katil İsrail'e " meyve ikram ediyoruz . Katil Sisi' yi ziyaret etti kardeşim Sisi oldu. Katil Selman'ı ziyaret etti kardeşim Selman oldu. Dış politikada katil dedikleriyle kucaklaşabilen, elma armut ikram eden bu yüce gönüllük içeri gelince Osman Kavala'yı affetmiyor. Can Atalay'a, Çiğdem Mater'e ve diğerlerine kini bitmiyor. Şeriata laf söyledi diye bir avukat hanımı göz altına alabiliyor ama Atatürk'e söven Şevki Yılmaz'a karşı sus pus oluyor. Bu ülkede adalet kaldı mı?

Eskiden bir ülke varmış. Sıradan birisi öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalarmış. Soylu birisi öldüğünde çan iki sefer çalarmış. Kralın yakınından biri ölmüşse üç sefer çalarmış. Kral ölürse çan dört kez çalarmış. Birgün suçsuz bir adamı haksız yere hapise atmışlar ve çan beş kez çalmış. Halk şaşırmış. Kraldan önemli kim var ki ölmüş de çan beş kez çaldı diye. Kraldan önemli ADALET var ve o ülkede adalet maalesef ölmüş.

27 Şubat 2024 Salı

Mana

 İnsanlar size zarar veremezler, ders verebilirler. Olaylar size acı vermez, deneyim verir. Yeterince yanmış bir ruhun acı eşiği ortadan kalkar. Dönüşümünü tamamlar ve tatlı bir kelebek olur, özgür olur. Çünkü artık kanatları vardır ruhunda. İnsanların arasına karıştığımızda ve yakından tanıdığımızda aslında hikayelerimizin benzer olduğu ortaya çıkar. Dertsiz insan çok az. Herkesin bir imtihanı olmuş şu hayatta. İnsan dediğin içi boş bir kamış. Hayat o kamışın üzerine dağlayarak delikler açıyor. Her delik açılırken canımız yanıyor. Sonunda o içi boş kamış bir mana kazanıyor. Kamış yedi delikli bir neye dönüşüyor ve ilahi nefesle Tanrı'nın müziğini çalmaya başlıyor. Şu hayatta ki yegane gayemiz mana kazanmak. Tohum ağaç olunca, insan kendini bulunca, kamış ney olunca mana kazanıyor. Plazalara sıkışıp sadece mesai-maaş-hobi üçgeninde kalırsak, yaşamı sorgulamazsak manaya uzak düşeriz. Herkesin bir manası vardır. Hayata, insanlara katkımız olduğunda manamızı buluruz. Ney olmuşsak içimizden müzik çıkartmak için bir de nefese ihtiyacımız var. O nefes Tanrı'nın nefesidir. Ve o nefes şükürle ve zekatla gelir. Şükür halinden mutlu olmaktır. Benim meşhur bir sözüm var: Aşk din, mutluluk ibadet, sevgi ise Tanrı'dır diye. İşte o "mutluluk" şükürdür yani ibadettir. Zekata gelecek olursak. Bunu yılda bir kere paramın kırkda birini verdim oldu bitti sanmayın. Zekat vermek için illa zengin olmanıza gerek yok. Tebessüm ederek neşenizin de zekatını verebilirsiniz. Bilgiyi başkalarıyla paylaşarak alimliğinizin de zekatını verebilirsiniz. Sevgiyi paylaşarak aşkınızında zekatını verebilirsiniz.

26 Şubat 2024 Pazartesi

Meyve Sebze falan

 


Fotoğrafta şunu diyor. " Savaş sırasında İsrail'e en çok sebze ve meyve İhracatı yapan ülkelerin sıralaması. " Kaynak İsrail tarım bakanlığı. Bu haberi Quds News Network adlı Filistin haber ajansı yaptı. İşte Buyruk ve Kuyruk düzeni böyle işliyor sevgili okur. Buyruk " Katil İsrail " diye meydanlarda nutuk atıp Filistin meselesini iç siyaset malzemesi yapıp seçmenine " Biz Filistinin yanındayız " diyip oy devşirmeye çalışırken, Buyrukun oğlu ve dağmadı sokaklarda Filistine özgürlük mitingleri yapıp halkın duygularını sömürürken ve araya da gıcık olduğu Atatürk'e ve laik cumhuriyete karşı arapça hilafet, şeriat pankartları serpiştirip üvey evlat yaptığı yüzde ellinin sabrını zorlarken; Buyrukun kuyrukları Gazze'nin elektriğini, suyunu kesen gıda sevkiyatını engelleyip Filistinlileri açlığa mahkum eden ve 7 Ekimden beri kadın çocuk demeden 30 bin kişiyi öldüren  İsrail'e savaş başladığından beri meyve-sebze ihracatını yapıyorlar. Bir tarafta Gazzelileri açlığa mahkum eden İsrail, bir tarafta bu zalim İsrail'i gönderdiği meyve-sebzelerle savaşın başından beri besleyen Buyruk'un Kuyrukları. Bir taraftan da Starbucks basıp kahveleri yere dökerek İsrail'e zarar verdiğini sanan gerizekalı cahil yobazlar. Peki kuyrukların İsrail'e gönderdiği bu meyve-sebzelerden Buyrukun haberinin olmaması mümkün mü? Bir tiyatro oynanıyor hayatlarımızla ve güzel ülkemin geleceğiyle.

25 Şubat 2024 Pazar

Pislik

 Felsefe hocası derste pislik nedir diye sorar. Öğrenciler cevap verir ancak hoca cevapları kabul etmez. Sonra kendisi doğru cevabı verir.

" Pislik bulunmaması yerde bulunan şey veya kişidir " der. Sınıf " Nasıl yani? " der. Hoca açıklar.
Örneğin annenizin saçı. Onu öpersiniz, okşarsınız seversiniz. Ama annenizin saçı içtiğiniz çorbanın içinden çıkarsa mideniz bulanır ve o şey pislik olur. Yada yediğiniz yemeğin yağı. Ona ekmek banar keyifle yersiniz. Ama o yağ pantolonunuza sıçrarsa leke yapar ve o şey de pislik olur. 

3000 Dolar

 Bugün pazar. Neşeli bir şeyler yazayım dedim. Keyfiniz, neşeniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar. Adamın biri New York'da bir geneleve gider. Sandra'yı görmek istiyorum der. Sandra gelir. Alımlı, çalımlı çok güzel bir kadındır. Adama yalnız benim ücretim yüksektir 1000 dolar isterim der. Adam ödemeyi yapar ve o gece birlikte olurlar. Ertesi gün adam yine geneleve gider. Sandra'yı görmek istiyorum der. Kapıdaki görevli Sandra'dan daha güzel kızlarımız da var der. Adam ben Sandra'yı görmek istiyorum der. Sandra gelir ve adamı görünce yine mi sen der. Ücretim 1000 dolar der. Adam parayı verir ve yine geceyi birlikte geçirirler. Ertesi gün adam yine geneleve gider. Sandra'yı görmek istiyorum der. Sandra gelir ve artık inanamıyorum yine mi sen der. Ve devamlı müşterilere herhangi bir indirim yapmıyorum. Ücret aynı 1000 dolar vereceksin der. Adam parayı verir ve birlikte olurlar. İşleri bitince Sandra seni biraz tanımak istiyorum nerelisin diye sorar. Adam Tel Aviv diyince, Aa inanmıyorum benim kız kardeşim de Tel Aviv'de yaşıyor der. Adam biliyorum sana vermem için bana 3000 dolar verdi der.

24 Şubat 2024 Cumartesi

Chaplin'in Esprisi

 

Charlie Chaplin'i duymuşsunuzdur. Sinemanın sessiz olduğu dönemde çektiği komedi filmleriyle tüm dünyayı güldürmeyi başarmış İngiliz sinema yönetmeni, oyuncu, yazar ve komedyen. Chaplin bir gün sahneye çıkmış. Salon ağzına kadar doluymuş. Bir espri yapmış ve herkes kahkahalarla gülmüş. Sonra biraz beklemiş ve tekrardan az önce yaptığı espriyi yapmış. Bu sefer salonun hepsi değil ama bazı kişiler gülmüş. Biraz daha beklemiş ve tekrardan aynı espriyi yapmış. Bu sefer kimse gülmemiş. Chaplin demiş ki " Komedi bile olsa aynı espriye üçüncü kez gülmüyorsunuz " Buradan şuna gelmek istiyorum. Biz insanlar aynı espriye bile üçüncü kez gülmüyorken aynı acılara yıllardır üstüste niye ağlıyoruz? 1999 Gölcük depremini yaşadık. İmar barışını getiren ve geçen yıl Kahraman Maraş depreminde 200.000 bin canı yitirmemiz yetmemiş ki devletin  "Kurumsal " aklının büyük bir deprem beklenen İstanbul'u yönetmesini istiyor "Buyruk" düzeni. Buyruk depremzede Hatay'a gidiyor ve " Oy vermezseniz hizmet miz met gelmez " derken aslında insanlığın hezimetini ilan ediyor. Çünkü bu " Buyruk " Kuyruklara alışmış. Buyruk ve Kuyruk düzenini tahsis etmiş son yirmi yılda. Kuyruklar da Buyruka kul olunca rantlanıyorlarlar, gecekondusundaki Ahmet amca ısınmak için tahinini yerken, terfi tayin alıyorlar kuyruklar. Soma'da 300 madencinin ölümü yetmiyor, İliç'de kayan siyanürlü toprak 9 madenciye mezar oluyor. Başbakanlık da yapmış, 5 yıl önce İstanbul kızımıza da talip olmuş ama kızın ailesi tarafından 800 bin oy farkla reddedilmiş başka bir kuyruk Cin Ali Bey yıldırım hızıyla Kanadalı maden şirketinin avukatlığına soyunuyor. Buyruk-Kuyruk düzeni de bu arada soyunuyor. Soyundukça altından şeriat, hilafet arzuları fışkırıyor. Bu arada Buyruk'a kulluk eden ve Kuyrukların özel güvenliği haline getirilmiş Tomaların fışkırtığı tazyikli su zeytinlikleri korumaya çalışan köylü amca ve teyzelerimizi havalara uçuruyor. Havalara uçan sadece onlar olmuyor. 2012 eylülünde Afyon'daki cephanelik infilak ediyor ve şehit olan 25 askerimizin parçalarıyla havaya uçuyor. Onu gören dolar-faiz durur mu? Onlar da havalara uçuyor yoksulun avuçlarından kayan alım gücüyle. Biz ise aynı espriye bile üçüncü kez gülmezken aynı acılara defalarca ağlamaya devam ediyoruz sevgili okur

23 Şubat 2024 Cuma

Sağduyu

 Sürekli bir defans halindeyiz. Süper ligde küme düşmemeye oynayan anadolu takımı gibi defans yapıyoruz. İncinmekten çok korkuyoruz. Metrodaki adam bir şey söylerse, iş yerinde eleştirilirsek yada arkadaş grubunda küçük düşersek diye farkında olmadığımız ama göğsümüzün içindeki keman tellerini gıy gıy da gıy gıy diye çalan sürekli bir gerilim filminin içindeyiz. Hayatı kazanıp kaybetmek gibi algıladığımız bir futbol maçına çevirmişiz. Eğer birinden bir azar yersek küçük düşeceğimizi ve sadece bir kaç saniye süren o andan ötürü gemimizin su alacağını ve Titanik gibi batacağımızı zannediyoruz. O yüzden hem yumruklarımız sıkılı geziyoruz. Her an karşılık vermeye hazırız, her an yangın ihbarı bekleyen bir itfaiyeci gibi teyakkuzdayız. Bu durum bizde gereksiz stres yaratıyor. Stres demek huzursuzluk demek  huzursuzluk hayat kalitemizin düşmesi demek. Gelen her oka duvar mı örmeliyiz? O zaman gitgide bizi sıkıştıran duvarlardan oluşan hücreye hapsederiz kendimizi. Özgür olmalıyız ve aksiliklerden korkmamalıyız. Bize yönelen her saldırıya cevap vermek ve tartışma alevlendirmek zorunda değiliz. Alttan aldığımız zaman gol yemeyiz sevgili okur. " Kusura bakmayın düşünememişim, haklısınız, pardon " demek gemimizi batırmaz. Değerli vaktimizi niye asabımızı bozacak tartışmalara kurban edelim ki. Tartışmadan kaçınmakta önemli bir yetenektir. Yıllar önce okuduğum Tongue Fu kitabında Türkçe karşılığı Dil kungfusu gibi bir şey, siz karşılık verdikçe karşınızdaki kişiye yeni saldırı şansı verirsiniz. Ama karşınızdakine 'Evet haklısın' derseniz o agresif kişinin size sözle saldırı kabiliyetini sıfırlamış olursunuz diyordu. Çok acayip insanların yaşadığı çok acayip bir ülkede yaşıyoruz. Hele büyük şehirler... Her an başka bir şeye sıkkın öfkesini sizden çıkartmak isteyen birine denk gelebiliriz. Sürekli defansta kalmadan, hayatımıza bizi tutsak eden duvarlar örmeden en iyisi o agresifleri muhatap almadan ustaca o düğüm haline gelebilecek tartışmalardan kaçınmak diye düşünüyorum. Karşınızdaki ateşse siz su olun.


21 Şubat 2024 Çarşamba

Hayır'ın Gücü

 Ben insan ruhunu bir ağaca benzetiyorum. Bedenimizden taşan dalları, yaprakları güneşe uzanan kocaman bir ağaç. Gövdemizden çıkan dallarda duygularımızı hatıralarımızı yeşertiyoruz. Ruhumuz biz göremesekte bir canlı. Hayata tohum olarak başlıyoruz, fidan oluyoruz sonra bir ağaca dönüşüyoruz.Ruhumuzun da da suya beslenmeye ihtiyacı var tıpkı bir ağaç gibi. Ruhumuzun gıdası: neşe, kahkaha, umut ve sevgi. Kendimize bunları verdiğimiz zaman yeşerip çiçekleniyoruz. Türlü türlü uyarıcılara maruz kalıyoruz şu hayatta. Karşılaştığımız her şey neşe, kahkaha, umut ve sevgi olmuyor maalesef. Başkalarını kırmama adına sonunda kendimiz kırılıyoruz. Hayat bazen bizi yapmak istemediğimiz şeylere, olmak istemediğimiz hallere zorluyor. Neden HAYIR demeyi başaramıyoruz? İçinde bulunmak istemediğimiz rutinlerimiz bizi mutsuz ediyorsa hayır demesini bilmeliyiz. Yazının başında ruhumuz bir ağaç gibidir dedim ya Kendini hayır ile buduyorsun. Solan yapraklarını, fazla dallarını kesip atıyorsun. Eksiliyorsun tekrardan sağlıklı şekilde büyümek için. Gereksiz olaylar, gereksiz hatır için mış gibi yapmalar ruhumuza yük oluyor. Eğer hayır diyebilirsek tıpkı bir ağaç gibi fazlalıklarımızı budayıp yola daha sağlıklı devam edebiliriz. Yani hayırda da bir hayır vardır.

20 Şubat 2024 Salı

Sarhoşluk

 

İçkiye yaklaşımınız nasıldır bilmiyorum. Bunu sorgulamıyorum da. Herkesin meşrebine göre durum değişir. Ama eminim ki çoğu kişi ilk gençlik yıllarında çakır keyif olup kıyak kafayla arkadaşlarıyla tozutmuştur. 18 yaşıma gelince bende özendim ve kullandım. Abim ve arkadaşlarından oluşan bir grubumuz vardı. İçip içip az tozutmadık. Sonra sporculuk yıllarım başladı. Yıllarca bırakın içkiyi ağzıma bin bir emekle oluşturduğum sporcu formumu bozacak hiç bir gıda koymadım. Bu dönemimle de gurur duyuyorum. Yakın zamana kadar haftada yada on günde bir iki bira yapıyordum. Ancak şimdi onu da terk etmeye karar verdim. İçki matah bi şey değil arkadaşlar. Bağımlılığın her türlüsü kötüdür. Kutsal kitabımızda bile içkiden uzak durun deniyor. Allah sarhoş olup kendimizi kaybetmememizi emrediyor. Kusura bakmayın uzun bir grizgahtan sonra asıl konumuza geldik. Sadece içki içtiğimizde mi sarhoş oluruz? Müslümanlığı ile övünen, halkı siyasal İslamla kandırıp oy devşirenler yirmi yıldan fazladır muktedir olan kişiler güç ve iktidar sarhoşluğu içinde değiller mi? Çok içki içip tozutana alkolik diyorsak, yapıştığı iktidar koltuğuyla sarhoş olana ne diyeceğiz? İktidarkolik. Makamına tapınca da sarhoş olursun, sahip olduğun paralar, altınlar sana kendini kaybettiriyorsa akçeyle de sarhoş olursun, şöhretin kibrine kapılmış ve ne oldum delisi olmuşsan şöhretle de sarhoş olursun. Sarhoş olmak sadece içki içmekle ilgili bir durum değildir. İnsanlar maalesef malla-mülkle, parayla, mevki makamla ve şöhretle de kendini kaybediyorlar ve sarhoş oluyorlar. İçki içmiyorum diyen ülkeyi yöneten muktedirler farkında değiller ama gücün, paranın, makamın sarhoşu olmuşlar ama farkında değiller. Sarhoş olmasalar düzmece ergenekon davalarıyla orduya kumpas kurulmasını destekler miydi? Sarhoş olmasalar FETÖ'nün ABD de yaşayan elebaşının elini eteğini öpüp, muhterem hoca efendi diyip ne istedilerse verirler miydi? Sarhoş olmasalar imar affı çıkarıp bir kaç binlira gelir ve oy için insanları çürük binalarda kaderine terk edip 6 şubat Maraş depreminde 200.000 evet yazıyla da yazayım İKİ YÜZ BİN canımızın gitmesine müsade ederler miydi? Sarhoş olmasalar ülkemize milyonkarca ne idüğü belirsiz Suriye'li, Afgan'ı doldurup sınırlarımızı folloş edip ülkeyi dingonun ahırına çevirirler miydi? Evet sevgili okur ülkemizi yönetenler maalesef sarhoş. Çünkü bu kadar vahim hata ayık kafayla asla yapılmaz. Güç-iktidar sarhoşu olmuşlar.

19 Şubat 2024 Pazartesi

Madame Web

 


Marvel evreni genişlemeye devam ediyor. Zincirin son halkası Madame Web. Hollywood bir kadın süper kahraman filmi daha çekmiş. Sinema tarihi sigara içen sert erkeklerden oluşan kovboy filmlerine sahne olmuştu. Sonra 007 James Bond'lar, Ethan Hunt'lar vesaire vesaire. Hollywood son on beş yılda cinsiyet eşitliğini ön planda tutmaya başladı. Önce Avengers'da Black Widow karakteri, sonrasın da Captain Marvel ve son olarak Madame Web. Film geçen cuma vizyona girdi bende ezeli bir Marvelsever olarak soluğu sinamada aldım. Başrolde New York şehrinde bir ilk yardım görevlisi olan Cassandra karakterini Dakota Jonhson canlandırıyor. Ah o grinin elli tonundaki Dakota. Sırf onun güzelliğini görmek için bile bu film izlenir. Cassandra gelecekte olacak olayları 6. hissiyle görmeye başlıyor. Sürekli dejavular yaşayıp bocalarken üç genç kızın hayatını kurtarıyor. Kızları öldürmeye çalışan insanüstü güçlere sahip bir kötü adam karşısında Cassandra'nın geleceği görme gücünü buluyor. Fizik güçle zeka gücü karşı karşıya kalıyor. Cassandra genç kızları korurken geçmişindeki sırlarla yüzleşiyor ve güçlerinin farkına varıyor ve gelecekte süper kahramana dönüşecek kızlara önderlik ediyor.Fantastik-Aksiyon türünde bir film. 2 saat sürüyor. Yaş kırkı geçince çok film görmüş oluyorsunuz bu film bana Terminatör 2 de T-1000'e karşı Jonh Conner'ı koruyan Arnold'un senaryosunu hatırlattı. Klasik bir marvel filminde olan uçarlı-kaçarlı fantastik efekler yok. Ama sürükleyici ve güzel bir film. Tavsiye ederim.

18 Şubat 2024 Pazar

Bahçe

 Bugün pazar. Neşeli bir şeyler yazayım dedim. Neşeniz keyfiniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar.

İhtiyar adam hapisanedeki oğluna mektup yazar. " Sevgili oğlum, korkarım bu yıl domates yiyemeyeceğim. Artık çok yaşlıyım ve bahçeyi kazamıyorum. Keşke yanımda olsaydın ve bahçeyi kazmama yardım etseydin " Hapisteki oğlu mektubu okur ve babasına cevap yazar. " Babacığım, sakın bahçeyi kazma çünkü ben oraya son banka soygununda çaldığım altınları gömdüm " Bu mektuptan sonra polisler ihtiyar adamın evine baskın düzenlerler ve bahçenin her tarafını kazıp etrafı didik didik ararlar ama altınları bulamazlar. Bir kaç gün sonra ihtiyar adam oğlundan bir mektup daha alır. " Sevgili babacığım, artık domates yiyebilirsin. Zannedersem bahçen kazıldı. Buradan yapabileceğim anca bu kadar "

16 Şubat 2024 Cuma

Yaşama Sanatı

 


Yazın deniz kenarında kumda oynayan çocukları görmüşsünüzdür. Plastik kürek ve kovalarla kumdan kaleler yaparlar. Bir yetişkin olarak yanlarına gidip " Boşuna yapma. Birazdan bir dalga gelip yaptığınız her şeyi bozacak. Yarın hiç bir şey kalmayacak " deseniz, çocuk yüzünüze tuhaf bir bakış atıp " Banane yarından " diyecektir. İşte bu kadar basit bir şeyi ıskalıyoruz biz yetişkinler. Çocukların kaygısız oluşları ve mutlak mutluluk halleri sadece anda yaşamalarından kaynaklanıyor. İşin sırrı şimdide. Şimdi yarın dün olacak, şimdi sonraki gün gelecek oluyor. Kafamızda hayaletlerle dolaşıyoruz. O hayaletler bize geçmişin pişmanlıklarını ve geleceğin kaygılarını fısıldıyor. Ve biz maalesef hayatta çoğu zaman anı yaşayamıyoruz, ıskalıyoruz. Ve bize sunulan muhteşem hayatın hakkını veremiyoruz. Geçmiş hatalarımız ayaklarımıza bağlanmış prangalar asla olmamalı. Ne olmuş yani hata yapmışsak. Hatadan dolayı özür dilemişsek, onu düzeltmek için çaba sarfetmişsek çok da takılmamak lazım. Zaman her şeyin ilacı. Hayatta geri alınamayacak, düzeltilemeyecek yanlış yoktur. Ölüm hariç. Şimdi bizi üzen şeye beş yıl sonra güleceğini sakın unutma sevgili okur. Bir de gelecek kaygısı var. Sen elinden geleni yap ve gelecek ile ilgili kötü ihtimalleri bertaraf et. Allah'a güven, tevekkül et. Çünkü insan beyni boş bırakırsan korku filmi çekmeye bayılır. Gelecekle ilgili korku filmleri... Sen plajda oynayan kumdan kaleler yapan çocuğu örnek al. Sadece anda kal. Sevgili Azra Kohen'in dediği gibi. " Hayat bir an. Ya efendisi olursun, ya kölesi "

15 Şubat 2024 Perşembe

14 Şubat

 Şarkılar çok enteresandır. Aşklara eşlik ederler. Bir şarkıyla aşk başlar bir şarkıyla terk edersin bir şarkıyla yad edersin. Duygularımız görünmez adamlar. Bunlar hobit gibi küçük adamlar ve sürekli etrafımızda dolanıyorlar. Göremiyoruz ama varlıklarını hissediyoruz. İşte aşık olunca dinlediğimiz romantik şarkı bu görünmez adamlara birer elbise giydiriyor ve onları artık görebiliyoruz. Onları sevgilimizin tebessümünde, bakışında, saçında, sesinde yanındayken bile onu çok özlemimizde ve onun için kalbimizin yanmasında görüyoruz. Kalbimizde ki duyguların yansıması o küçük adamlar. Başlayan aşkların çoğu ömürlük olmuyor maalesef. Buna sahip şanslı çiftlerin sayısı çok az. Onlar ellinci evlilik yıl dönümlerinde gençken ilk flört zamanlarında dans ettikleri şarkıyı dinleyip tekrardan dans ediyorlar. Biten bir aşkın ardından kayalıklara oturmuş birasını yudumlayan genç kalbinin acısını denizin mavi gövdeli dalgalarına emanet ederken cep telefonundan açtığı hüzünlü bir aşk şarkısıyla sevdiceğiyle helalleşiyor. Bir kafede oturmuş bir kişi tesadüfen radyodan çalan ve ona yirmi yıl önceki aşkını hatırlatan bir şarkıyla eski aşkını yad ediyor. Süreniyle, biteniyle, yad edileniyle aşk dediğimiz şey insanı mutlu eden, bazen acı veren ama bu yaşattığı acıyla öğreten çok güzel bir duygu. Her insanın hayatında muhakkak en az bir sefer yaşaması gereken bir duygu. Gerçek aşk bize karşılıksız sevmeyi, kendini adamayı öğretir. Buda geç bir 14 Şubat yazısı olsun. Tüm sevgililerin 14 Şubatını kutluyorum. Aşkınız daim olsun.


14 Şubat 2024 Çarşamba

Etiketler

 Görebilmek için baktığımız şeyin ismini unutmalıyız. Bu söz ressam Claude Monet'e ait. İsimlere çok takılıyoruz. Elbise alırken, arabaya binerken, restorana giderken hep marka olmasını istiyoruz. Ve bu markalara dünyanın parasını döküyoruz. Kıza damat alırken bile etiket arıyoruz. Doktor olsun, mühendis olsun diyoruz... İsimlere bu kadar çok takıldığımız için o kişinin veya o şeyin özünü kaçırıyoruz. Etiketler bizim mantığımızı, karşımızda ki kişiyi algılamamızı, değerlendirme yeteneğimizi by pass ediyor. Hadi kıyafeti elektronik eşyayı beğenmedin dolaba koyup satarsın peki ya etiketine kanıp da hayatımıza aldığımız kişileri ne yapacağız? Eş seçiminden bahsediyorum. İnsanoğlunun partner seçme mekanizması çok tuhaf bir şey. Direk göze hoş gelen, cinsel dürtülere hitap eden " Dış güzellik " olgusu üzerine çalışıyor. İnsan güzel bir kız yada yakışıklı bir erkek gördüğünde mantığı genelde by pass oluyor. Kalbine hitap eden bu dış güzellik o kişinin zihnine " Her ne olursa olsun ben bu kadını ben bu adamı seveceğim " şeklinde kodlanıyor. İlk flört dönemlerinde partnerin kusurları, sıkıntılı yanları beyin tarafından dikkate alınmıyor çünkü karşındaki kişiye ilk vurulma anında onun bizi çarpan dış güzelliği, etiketi yada ismi tarafından zihnimize " Onu sev. Ondan asla vazgeçme. Ona tap. Ona kendini ada " türevlerinde bir kod yerleşiyor. İlk başta karşımızda ki kişinin karakterini tartmadan adım attığımız ilişkiler sonunda kalp ve hayal kırıklığıyla sonuçlanıyor. O yüzden bir şeyin değerli olup olmadığına ismine bakarak değil özüne bakarak karar vermeliyiz. Çünkü isimler bizi ön yargıya götürür ve ön yargıda hatalı seçimler yapmamıza neden olur.

13 Şubat 2024 Salı

ŞIPSEVDİ

 



Her bir Hüseyin Rahmi Gürpınar romanını bitirdikten sonra ona hayranlığım daha da artıyor. Bugün Şıpsevdi romanını bitirdim. Ortalıkta dolaşan küfürü, argoyu komiklik sanan sitcomları boşverin. Gürpınar bundan 100 yıl önce edebiyatla komedi yapmış. Amca parasıyla Fransa'da bir kaç yıl geçiren ama okumak yerine para yiyip gününü gün eden otuzundaki Meftun beyin kulaktan dolma bilgilerle temelsiz Fransız kültürüyle çevresine hava atmasını, yüklü bir mirasa konmak için kendisinin ve ailesinin onurunu yok etmesini, Meftun'un anne, teyze, anane, erkek kardeş, kız kardeş, kız yeğenler ve köşkteki hizmetlilerle olan komik olayları okurken eğleniyorsunuz. Ama hikeyenin sonu okuyunca okura sille vuran bir dramla bitiyor.

Gürpınar'ın bu romanındaki mekan tasvirleri ve karakter betimlemeleri çok zengin. Böylesine detaylı betimlemeleri Nazım Hikmetin Memleketimden İnsan Manzaraları kitabından hatırlıyorum. Bence bu romanın ana teması aldatmak. Eşlerin birbirlerini aldatmaları, menfaat için insanların birbirlerini aldatmaları daha vahimi yine menfaat için Mösyö Meftun'un ruhunu şeytana satması ve kendi kendisini aldatması ikbali için tüm ailesini ahlaksız fikirleriyle zehirleyerek ailesini yavaş yavaş felakete sürüklemesi. Ve romanın son anında dahi Meftun'un en ufak bir vicdan azabı çekmemesi ve kendini haklı görmesi. Gürpınar bu romanında Meftun karakteri üzerinden şeytanı mükemmel bir şekilde tasvir ediyor. Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Şıpsevdi. Muhakkak okuyun derim.

12 Şubat 2024 Pazartesi

Lamborghini'nin Hikayesi

 



Kendini yoktan vareden, sınırsız hayal gücü ve vizyonlarıyla başarıya ulaşan insanlara bayılıyorum. Lamborghini'yi bilirsiniz. Ferrari markasının en iyi spor araba olma konusunda tahtından eden İtalyan spor araba. Lamborghi'ni markasının doğmasının arkasında ilham verici bir hikaye var. Bugün uykum biraz hafifti erken kalktım ve Lamborghini: Efsanenin ardındaki adam adlı filmi izledim. Film Lamborghini markasının yaratıcısı Ferruccio Lamborghini'nin hayatını anlatıyor. Ferruccio babasının çiftliğinde çalışan genç bir adamken hiç yapılmamış bir traktör üretmenin hayalini kuruyor. Ancak parası yok. Babasını hayaline ikna ediyor ve çiftliklerini ipotek ediyorlar. Bu arada karısı doğum sırasında ölüyor çocuğu sağ kalıyor. Çok zor bir süreçten geçiyor lakin sonunda benzerlerinden iki kat güçlü ve çok daha ucuza Lamborghini traktörlerini üretmeyi başarıyor. Fabrika kuruyor zengin oluyor. Ferrari tutkunu olduğu için bu arabayı alıyor ve kullanıyor. Ferrarilerde debriyaj problemi olduğunu farkediyor. Birgün Ferrari fabrikasına gidiyor ve Ferrari'nin patronuna " Debriyaj problemini çözebilirim. Lamborghini-Ferrari ortaklığını kuralım " diyor. Ferrarinin patronu Ferruccio'yu aşağılıyor. Ferruccio hırs yapıyor ve " Ferrariden daha iyi bir araba yapacağım " diyor. Eski Ferrari mühendislerini işe alıyor. Mühendislerine fikrini açıkladığında " Bu yapılması imkansız " bir araba diyorlar. Ama patronlarının kararlılığı karşısında ikna oluyorlar ve 6 ay gibi bir sürede Cenevre Fuarına ilk Lamborghini arabasını yetiştiriyorlar. Feruccio'nun tabiriyle Herkül kadar güçlü, Sophia Loren kadar güzel bir araba ortaya çıkıyor.Lamborghini fuarın yıldızı oluyor ve Ferrariyi gölgede bırakıyor. Bir traktör hayaliyle yola çıkan Ferruccio tüm otomobil severlerin kalbine Lamborghini markasıyla sonsuza kadar yer ediyor. Lamborghini'nin Miura modeli New York sanat müzesi tarafından en güzel araba olarak seçilmiştir. Lamborghini'nin hikayesi bize azim,hayal gücü, çalışkanlık ve cesaretin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağını anlatıyor.

11 Şubat 2024 Pazar

Kral, kız ve vezir

 Bugün pazar. Neşeli bir şeyler yazayım dedim. Neşeniz, keyfiniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar.

Birgün bir kral ve veziri köye inmişler. Bir evin kapısını çalmışlar. Genç bir kız kapıyı açmış.
Kral kıza sormuş
-Baban nerededir?
Kız
-Azı çok yapmaya gitti.
Kral yine sormuş
-Annen nerededir?
Kız
-Biri iki yapmaya gitti.
Kral kıza demişki
-Kızım eviniz çok güzel ama galiba bacası yamuk.
Kız
-Efendim siz onun eğri olduğuna bakmayın dumanı doğru çıkar.
Kral
-Peki kızım sana bir kaz yollasam onu yolar mısın?
Kız
-Tabi efendim en ince tüyüne kadar yolarım
Kral ve vezir evden ayrılmışlar. Vezir meraktan çatlayacak. Krala demiş ki
-Kralım az evvel köydeki kızla ne konuştunuz ben hiç bir şey anlamadım
Kral
-Demek anlamadın. Eğer ne konuştuğumuzu bulamazsan seni vezirlikten azad ederim.
Vezir
-Aman kralım yapmayın
Vezir kralın yanından ayrılmış ve yana yakıla köydeki kızın kapısını çalmış. Kıza demişki
-Az evvel yanımdaki adamla ne konuştun. Bana açıkla
Kız
-On altınını alırım
-Tamam kabul
- Babam çiftçidir. Küçücük tohumlardan büyük ekinler elde eder, o yüzden azı çok yapmaya gitti dedim. Vezir kıza bir kese altın vermiş.
-Ya sonra?
-Yine on altınını alırım
-Tamam
-Annem ebedir. Doğuma gitmişti. Bir anneden ikinci bir can çıkaracağı için biri iki yapmaya gitti dedim. Vezir kıza bir kese altın daha vermiş.
-Ya sonra
-Yine ol altın isterim
-Tamam
-Benim gözlerim şaşıdır. Adam evin bacası eğri derken gözlerimi kastetti bende baca eğridir ama dumanı doğru çıkar diyerek gözüm şaşıdır ama iyi görür demek istedim. Vezir durumu anlayınca kıza bir kese altın daha vermiş. Ve sormuş:
- Peki o kaz neyin nesi?
Kız
-Yolunacak kaz da sen oluyorsun demiş.

10 Şubat 2024 Cumartesi

Kirli Çamaşır

 Yeni evli bir çift sabah kahvaltısı ediyormuş. Kadın pencereden dışarı bakmış ve " Şu karşı komşunun çamaşırları amma kirli. Herhalde yıkamasını bilmiyor ve yanlış deterjan kullanıyor " demiş. Günler birbirini kovalamış ve kadın her kahvaltı sofrasına oturduğunda pencereden karşı balkonda ipte asılı duran çamaşırlara bakıp komşusunun kirli çamaşırlarını küçümseyip eleştirmiş. Aradan bir ay geçmiş karı koca yine bir sabah kahvaltıya oturmuşlar. Kadın pencereden dışarı bakmış ve " Vay canına çamaşırlar bu sefer temiz. Acaba kadına çamaşır yıkamayı kim öğretti? " demiş. Kocası " Hayatım bu sabah erken kalktım ve mutfağımızın camını sildim " demiş. Aslında kirli olan çamaşırlar değil, kadının mutfağının camıymış.

Eleştirmeyi ve küçümsemeyi çok seviyoruz. Birinin kusurunu bulunca sanki banka hesabımıza 1000 lira atmışlar gibi seviniyoruz. Sanki başkasında bir eksiklik farkedince kendimizin büyüdüğünü hissediyoruz. Evet büyüyen bir şey var ama o şey kibrimiz. Bazı insanlar birini eleştirip küçümseyince tatmin oluyorlar. Bu kendi kendine tatmin olma durumu gibi bir şey. Bu tip insanlar başkasının kusurunu ortaya çıkarıp onları küçümseyince sanki masturbasyon yapmış gibi oluyorlar. Bu durumdan haz alıyorlar.İkili diyaloglarda bazen anlaşmazlık olur ve bi taraf bi tarafı suçlar. Suçlamak, kabahati başkasında görmek en kolayı. Halbuki kişi ilk önce kendine baksa, ben hatalı mıyım dese herkes başkasını suçlamak yerine kendi noksanlarını masaya serse ne kavga çıkar ne kalpler kırılır ve anlaşmazlıklar son bulur.

9 Şubat 2024 Cuma

Aile Çay Bahçesi

 Sabah erkenden ofise gelmişim. Şiirlerimi, yazılarımı yazdığım mekana. Önümde koyu mavi sakin bir deniz. Sakin tıpkı benim gibi... Belki o yüzden denizi seyretmeyi seviyorum. Şu hayatta kendim gibi birini arıyorumdur belki. Ve o uysal mavilik bana tanıdık geliyor. O koyu mavilik, açık mavilikle çizgide öpüşüyor. Açık mavilik her tarafa yayılıyor. Tıpkı hayallerim gibi. Hayallerim gökyüzü. İçinde çığlık atan martılar, istediğin şekle benzettiğin gezgin bulutlar ve karanlık olsa bile bana umut veren yıldızlar var. Sesinizi duyuyorum. Şimdi bana şöyle diyorsunuz: "Bi dakika sen bize yazının başında ofisteyim demiştin. Bu nasıl ofis? Denizli, bulutlu, gökyüzülü?? " Ha ha ha. Unutmayın. Ben bi yazarım ve benim ofisim sabahları Türk kahvemi içip Yalova'dan İstanbul kıyılarını seyrettiğim, Marmara denizini ve mavi gökyüzünü izlediğim aile çay bahçesi. Ben bu ofise kira olarak günde 30 lira kahve parası veriyorum. Ayda bin lira bile etmez. Bu devirde böylesi bulunmaz. Bazen uzaktaki arkadaşım Sevo aradığında " Neredesin? " diyor. " Ofisteyim " diyince kahkahayı basıyor. Anlıyor aile çay bahçesinde olduğumu. Aile çay bahçesi. Belkide buraya çocukluğumdaki ailem artık "uzaklarda" olduğu için geliyorum. Adı " Aile " olduğuna göre belki bende yeni bi aileye sahip olabilirim diye. Burada her sabah yanıma gelip göbeğini okşatan şişman kedi dobi, martılar, izlediğim deniz ve mavi gökyüzü yeni ailem oldular. Aklıma geçenlerde gördüğüm rüya geliyor. Annem, babam ve abim. Eski evimizdeyiz. Herkes sağ ve sıhatli. Bir doğum günü partisi vereceğiz. Tüm oyuncaklarım salona yayılmış. Ninja Kaplumbağlarım, Batmanlerim, He-Manlerim. O an mutluyuz çünkü birlikteyiz. Evet birlikteyiz ve bu mutlu olmak için yeterli... Sonra uyanıyorum. Şimdi aile çay bahçesindeyim. Birbiriyle öpüşen iki maviliği ailem yaptım.Denizi ve gökyüzünü.Kelimeleri ve şiirleri ise oyuncaklarım. Taklit etmeye çalışıyorum geçen gece gördüğüm rüyayı...

8 Şubat 2024 Perşembe

Mutlak Mantık

 



Bana ait olan bir söz var. O da şu: Mantık algının menzili kadardır. Şimdi bir zaman makinesine binelim ve zamanda bin yıl geriye gidelim. Bin yıl önce bir kıtadan diğerine yelkenli bir gemiyle gitmek aylarca sürerdi. Ama şimdi uçakla on bin kilometrelik yolu yarım günde alıyoruz. Bin yıl önce insanın uçak gibi bir taşıtla uçması akla hayale gelir bir şey değildi. Tribün, motor, aerodinamik, malzeme, mühendislik teknolojisi henüz gelişmemişti. Yada bir kral bir ülkeye haber göndermek istediğinde atlı ulakları kullanırdı. Bir kaç gün süren yolculuğun ardından mesaj ulaştırılırdı. O zaman kralın cep telefonu olsa ve diğer ülkede ki krallar görüntülü konuşsa bu teknolojiye yabancı olan halk bu olaya büyü yada sihir derdi. Çünkü bin yıl önce böyle teknolojiler insanın mantığını aşıyordu. İnsanın mantığı almıyordu. Niye? Çünkü eski çağ insanının algısı gelecek çağ teknolojisini algılamakta yetersiz kalıyordu. Algı sınırlı olunca mantık da sınırlı oluyordu. Buradan yazının başında dediğim " Mantık algının menzili kadardır " sözüne geliyoruz. Ben insanoğlu olarak ürettiğimiz teknoloji ve sanayinin doğanın kötü bir taklidi olduğunu düşünüyorum. Şimdi size birbirleriyle telepatik olarak haberleşen, binlerce kilometre öteye astral olarak birkaç saniyede seyahat edebilen, başkasının zihnini okuyabilen insanlardan bahsetsem... Böyle saçma şey olur mu? Bu söylediklerin mantık dışı dersiniz. Evet mantık dışı. Çünkü bu dediklerim algımızı aşan konular. Ama tarihte bazı ermişlerin bu dediklerimi yapabildikleri söylenmektedir. Deniz Erten'in İşaret kitabında söylediği gibi. İnsan oğlunun high tech'i var. Birde Allah'ın insana verdiği ama çoğumuzun keşfedemediği bir HAYY TEK var. ( Hayy Allah'ın esmalarından biri. Tek de birliği ifade ediyor. Hayy Tek söylemiyle High Tech kavramına kelime oyunu yapılmış) Mantık algımızın sınırı kadardır ve algımızı aşabilirsek mutlak mantığa ulaşabiliriz.

7 Şubat 2024 Çarşamba

Sabır

 



Sabır çok özel bir davranıştır. Tohum karanlıkta sabreder ağaç olur. Anne dokuz ay sabreder bebek olur. Tabiat kışın sabreder, sonu bahar çiçek olur. Sabretmenin güzelliğini tabiat bizlere her an mucizevi bir şekilde gösterirken biz insanoğlu maalesef şu sabır dersinden her yıl bütünlemeye kalıyoruz. Üniversiteden yeni mezun genç sahada çalışmadan masa başı müdür maaşı istiyor, kalantor patronlar üç ayda bitecek bir projeyi bir ayda bitmesini istiyorlar çalışandan, daha makro örneklere geçeyim: Vakti zamanında ordusunu, istihbaratını yam yam ABD'ye teslim etmiş ve darbeler görmüş bir ülke hemen tam demokrasi istiyor, seçilmiş milletvekilini sırf muhalif olduğu için hapiste tutan ve kendi anayasasını çiğneyerek vekilliğini düşüren, muhalif fikirleri yargı sopasıyla ezen demokrasi ve insan haklarından son yirmi iki yılda uzaklaşmış bir devlet AB'ye girmek istiyor, batının kültürel asimilasyonuna, ekonomik istismarına ve askeri boyunduruğuna uğramış bahtsız dünya savaşlar bir anda bitsin istiyor. Sabrı boyun eğmekle sakın ha karıştırmayalım. Ortada bir haksızlık varsa bunu değiştirecek planlar yapılmalı ve değişim süreci sabırla yürütülmelidir. Ama haksızlığa karşı eyleme geçmeyen birine sırf sabır gösterdi ve durumu kabullendi diye Allah bile yardım etmez. Tekrar sabrın insani boyutuna dönecek olursak. Sabır şükür ile kardeştir. Başımıza kaza, bela, hastalık gelebilir. Metin olmak zorundayız. Eğer hayatın şükründe olursak ve onu iyisiyle kötüsüyle her yönüyle kabul edersek o zaman içimizdeki sabrı da keşfeder ve kriz süreçlerini sağlıklı yönetebiliriz.

6 Şubat 2024 Salı

Çinli Çiftçi

 


Vakti zamanında Çinli bir çiftçi varmış. Bir gün çiftçinin atı kaçmış. Komşuları gelmiş ve " Bu çok kötü " demişler. Çiftçi " Belki " demiş. Ertesi gün çiftçinin kayıp atı beraberinde 7 vahşi atla birlikte çiftliğe geri dönmüş. Komşular " Bu çok iyi oldu " demişler. Çiftçi " Belki " demiş. Ertesi gün çiftçinin oğlu yeni gelen vahşi atlardan birine binmeye çalışırken düşmüş ve ayağını kırmış. Komşular " Bu çok kötü oldu " demiş. Çiftçi yine " Belki " demiş. Ertesi gün Çin ordusu ölümcül bir savaşın eşiğindeymiş ve kapı kapı gezip askere adam topluyorlarmış. Çiftçinin oğlunun ayağı kırık diye onu orduya almamışlar. Komşular " Bu çok iyi oldu " demiş. Çiftçi ise " Belki " demiş.
İbret verici bir hikaye değil mi? Bize her hayırda bir şer her şer de bir hayır olduğunu anlatıyor. Şu hayat herkesin kendi resmini çizdiği devasa bir tablo. Bu tabloya herkes kendi renkleriyle bir şeyler boyuyor. Ama biz faniler palette ki bazı renkleri biliyoruz. Algımız sınırlı. Oysaki Tanrı paletteki tüm renkleri biliyor. Bilgisi sonsuz. O yüzden hayatta elimizden geleni yapmalı Tanrı'nın planına yani kadere teslim olmalıyız. Çinli çiftçinin hikayesinden şunu anladım.Kötüye iyiye pek inanmamak lazım.Maharet kötünün içindeki iyiyi, iyinin içindeki kötüyü bulmaktır bence.

5 Şubat 2024 Pazartesi

Hırvat Dede

 




2011 Nisanı. Hırvatistan'ın Adriyatik kıyılarında yapılan bir yarışta koşuyorum. Hayatımda ki ilk yarı maraton. Oldukça zorlanıyorum. Yarışın sonlarına doğru ihtiyar bir dede yanıma yanaşıyor. Yaşı en az seksen. Kamburu çıkmış, ağızda diş kalmamış. Dede de benimle birlikte yarışta koşuyor. Bana yaklaşıyor ve Hırvatca bir şeyler söyledikten sonra gaza basıyor ve beni geçiyor. Finişe dede önde ben arkada giriyoruz. O gün seksenlik Hırvat dedenin ne dediğini anlamadım ama sanırsam o gün yarışa katılan tüm gençlere sekseninde yarı maraton koşarak şu mesajı vermek istedi:


Gençlik bir hayat devresi değil, bir akıl halidir.
Yıllar cildi buruşturabilir,
Ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
İnsan kendine olan güveni kadar genç,
Kuşkusu kadar yaşlı,
Cesareti kadar genç,
Korkuları kadar yaşlı,
Umudu kadar genç,
Bezginliği kadar yaşlıdır.
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran ideallerin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.
İnsan yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır…

*Bu sözler rahmetli Hıncal Uluç’ un ‘Yaşlanırken Gençleşebilmek’ adlı yazısından alınmıştır.

4 Şubat 2024 Pazar

Siyaset Nedir?

 Pazar günü neşeli bir şeyler yazayım dedim. Neşeniz, keyfiniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar. Öğretmeni Ali'ye siyaset nedir diye ödev verir. Ali kitapları karıştırır, araştırır ama siyasetin ne olduğunu bir türlü anlamaz. Babasına sorar. Babası " Bak oğlum. Bu evde parayı eve kim getiriyor? Ben. O halde ben kapitalist sistemim. Bu evde gelen parayı kim kullanıyor. Gelen parayla ailenin yeme, içme ve diğer ihtiyaç hizmetlerini kim yapıyor? Annen. O halde annen hükümet. Bu evde temizliği kim yapıyor, küçük kardeşine kim bakıyor? Hizmetçi kadın. O halde o işçi sınıfı. Kardeşin ise daha bebek. O ise geleceğimiz. Sen ise halksın. Şimdi siyasetin ne olduğunu anladın mı yavrum? " " Anladım babacım " O gece sabaha karşı Ali uykusundan uyanır. Çünkü küçük kardeşi ağlıyordur. Kardeşinin yanına gider. Kardeşi altını pisletmiştir. Annesini uyandırmaya çalışır ama annesi derin bir uykudadır. Hizmetçiyi uyandırayım bari der. Hizmetçinin odasına gider ve babasıyla hizmetçiyi uygunsuz bir vaziyette yakalar. Ve Ali şunu söyler " Kapitalist sistem işçiyi sömürüyor. Hükümet uyuyor. Gelecek ise bok içinde. Halk ne yapsın? "

3 Şubat 2024 Cumartesi

Karateci Çocuk

 


Kusurlarımızdan utanırız. Bende şu noksan ben o yüzden bu işi hayatta yapamam lafını çok duyarız. Kusur doğuştan da gelebilir, sonradan da karşımıza çıkabilir. Kusurlu olan kişi çoğu zaman kendini kurban psikolojisine sokar ve istediği şeyi denemeden daha işin başında vazgeçer. Ben bu konuda kaderci olmaya asla katılmıyorum. Çünkü aslında hatamız kadar orjinaliz. Kusurdan üslup yapabiliyor muyuz ona bakmalı. Bugün size bu konuyla alakalı mükemmel bir hikaye anlatacağım. Japonya'da bir çocuk talihsiz bir kaza sonucu sol kolunu kaybetmiş. Ama çocuğun en büyük hayali karateci olmakmış. Birgün bir karate üstadıyla tanışmış ve beraber çalışmaya başlamışlar. Üstad çocuğa tek bir hareket öğretmiş. Hergün aynı hareketi tekrarlıyorlarmış. Günler, haftalar, aylar geçmiş. İlk günkü dersten beri aynı hareketten başka hiç bir şey yapmayan çocuk sıkılmış ve sonunda üstadına isyan etmiş. " Bir yıldır tek bir hareketten başka bir şey yapmadım. Ben bu karateyi bırakacağım galiba " demiş. Üstad " Hayır bırakmayacaksın çünkü artık hazırsın. Turnuvaya katılacağız " demiş. Çocuk " Ama bana sadece tek bir hareket gösterdin başka bir şey bilmiyorum. Turnuvada hiç şansım olmaz " demiş. Üstad ise ona gülümsemiş. Turnuva başlamış. Çocuk bütün rakiplerini tek tek devirerek finale gelmiş. Finalde de en güçlü rakibini yenmiş ve şampiyon olmuş. Çocuk sevinçle üstadın yanına gelmiş " Bunu nasıl başardım? " diye sormuş. Üstad " Sana öğrettiğim teknik karatedeki en güçlü hareketlerden biriydi ve o hareketin tek savunması rakibinin sol kolunu tutarak yapılıyordu " demiş.

2 Şubat 2024 Cuma

Koşu Hikayem

 


Maraton günlerimden bir hatıra. Yüzüme bakın nasıl da mutluyum. Oldum olası şişman bir çocuk ve genç olmuştum. 9 yaşında geçirdiğim beyin ameliyatından sonra kullandığım ilaçların yan etkisiyle kilo almış tatlı bir tosuncuk olmuş ve bu durum yirmili yaşlarımın ortasına kadar böyle gitmişti. Birgün arkadaşım neden koşmuyorsun? Dedi. İyi de tam 107 kiloydum ve bu cüsseyle nasıl koşacaktım? Bende yürümeye başladım. Her akşam canım kentim Yalova'nın küçücük çevresinde elips çizerek dolandım. Bir süre sonra bu yürüyüşlerin içine kısacık koşular ekledim. 5 ay sonra 32 kilo vermiş ve artık Her akşam dolandığım o 7 kilometrelik elipsin tamamını koşabiliyordum. Yeni bedenimle kendimi muhteşem hissediyordum. Birgün avrasya maratonuna katıldım ve koşarak boğaz köprüsünden geçtim. Bu hayatımda deneyimlediğim en güzel duyguydu. Bir sefer maraton virüsünü bünyeye almıştım. Bu virüs beni Mısır'ın çöllerine, Dubai'nin ütopik şehrine, Madrid'e, Berlin'e, Roma'ya ve Hırvatistan'daki Adriyatik kıyılarına götürdü. Oralarda gezdim, tatil yaptım ve maratonlar koştum. Hepsi ayrı güzellikte deneyimlerdi.2009-2016 arası profesyonel bir sporcu gibi yaşadım. Sabahları koştum, sonra işe gidip mesai yaptım, akşamları ise salona gidip ağırlık çalıştım. Yediğime içtiğime yaşantıma dikkat ettim. Güzel yıllardı. İnsanın rutinleri olmalı. Hayatımızı rutinler üzerine inşa etmemiz gerektiğine inanıyorum. Şimdilerde her sabah bir saat yürüyorum egzersizi bırakmadım yani sadece hafiflettim. Eskiden sahip olduğum koşma olayı şimdi başka bir rutine evrildi. O da yazma. Hergün farklı içerikteki yazılarımla huzurlarınızda oluyorum. Yazmak için; okuyorum, izliyorum ve düşünüyorum. Maraton yıllarımda ki beden işçiliğim şimdi kırklarımda akıl işçiliğine evrildi. Bu durumdan mutluyum. Maraton maceralarımı ve seyahatkerimi anlattığım START isimli bir kitap bile yazdım. Birgün anılarımın ve diğer kurmaca romanlarımın sizlerle buluşacağına inanıyorum. 2017 yılından beri çeşitli kitaplarımın yayın evleri tarafından 7895 kez reddedilmesine rağmen inancımı koruyorum. Son olarak şunu söylenek istiyorum: " Neden koşmuyorsun? Bence bi dene "

1 Şubat 2024 Perşembe

Jonh Wick

 


Süper kahraman filmlerine evet ama salt şiddet, kavga olan filmleri özel olarak sinemaya gidip seyretmiyorum. Keanu Reeves'i severim. Hem aktörlüğü hem yaşadığı trajedilere rağmen hayatla barışık kalmaya devam etmesi ve mütevaziliği beni hep etkilemiştir. Keanu için prensibimi bozdum ve Jonh Wick serisini izlemeye başladım. 3 bölüm bitti. Geriye dördüncüsü kaldı. John Wick ölen karısından hatıra olan köpeğini öldürüp, arabasını çalan mafyadan intikam alan emekli bir tetikçi. Sonrasında kendini ölümcül olayların içinde buluyor ve seri boyunca bolca adam öldürüyor. Jonh Wick beni şiddet içeren filmlerin topluma etkisini sorgulamaya itti. Eskiden olsa; çocuklara kötü örnek oluyor ve onların şiddete meğilini arttırıyor diye konuyu kestirip atardım. Ama olayın başka bir boyutu var. Biz insanlar kan döken, tarih boyu savaşmış ve halen savaşan bir türüz. Kan dökme, şiddet dürtüsüne sahibiz. Bu kavga etme duygusu genlerimizde yani yazılımımızda var. Acaba Jonh Wick tarzı filmlerde film icabı sanal bir şiddeti deneyimleyerek içimizde ki şiddete meğilli olan tarafımızı bu şekilde tatmin ediyor olabilir miyiz? Yani bu tarz filmlerde dökülen kana, ölüme, kavgaya şahit olunca içimizdeki o şiddet dürtüsü törpüleniyor olabilir mi? Şiddet içerikli filmlerin toplumsal yada bireysel şiddeti frenlemesi gibi faydalı bir işlevi olabilir mi? Uzmanlar konuyu bu boyutuyla ele alsa ve araştırma yapsalar ne güzel olur.