31 Aralık 2024 Salı

Yeni Yıl

 Yeniyi kutlamak lazım. Yeni bir işi, yeni arkadaşları, yeni duyguları, yeni şakaları, yeni şarkıları, yeni aşkları ve tabi yeni yılı. Eskiye teşekkür etmek lazım. Eski acıları, eski anıları, eski fotoğraflardaki insanları ve eski yılları. Yol yoksa kendimiz yeni bir yol açalım. Hep iyimser olalım. Bazen tüm kalabalıklığın içinde bile yalnız hisseder insan.Kendi saçımızı okşayalım ve kendimizi kocaman kucaklayalım. Kötülere de denk gelebiliriz.  O zaman o kötülerin gözünün içine bakıp kocaman bir kahkaha patlatalım.  İnadına yaşayalım. Hergün sağlığımıza, huzurumuza şükredelim. İhtiyacı olanları da düşünelim. Onlara sevgi, neşe, bilgi ve ilgi verelim. Kitap okuyalım. Sefillerde ki Jan Valjan'ın yetim bir kıza duyduğu şevkati, Hemingway'in ihtiyar adam ve deniz romanında ki ihtiyar balıkçının cesaretini öğrenelim. İkinci bir hayatımız olsun. Anne, baba, sevgili, çalışan rolleri dışında bir hayatımız. Maskemizi yüzümüze takıp adeta bir Batman bir Spiderman olalım o ikinci hayatta. Tutkumuzu bulalım ve ibadet eder gibi sürekli o tutkumuzu yapalım. Resim, müzik, dans, heykel, yazmak, spor... Neyi seviyorsak onu yapalım ve o zamanlarda birinci hayatlarımızdan sıyrılıp nefes alalım. Hayal kuralım ve hayallerimizi kovalayalım. Güzel olanın varılacak yer değil yolculuğun kendisi olduğunu unutmayalım. Herkesi dinleyelim ama en çok kendimizi dinleyelim. İçimizdeki BEN'i keşfedelim. Şükredelim ve kadere güvenelim. Tanrı'ya teşekkür edelim. O'nu unutmayalım. Çünkü O bizi unutmuyor. Bu da yeni yıl yazısı olsun. Herkesin yeni yılı kutlu-mutlu olsun.


26 Aralık 2024 Perşembe

Hatırlamak

 Şu hayatımız bir bilgi yarışması gibi. Yarışma doğumumuzla başlıyor son nefesimize kadar sürüyor. Hatırlamamız gereken cevaplar var. Bir tür kendimizi bulma oyunu oynuyoruz. Dünya bir stüdyo karşımızda bize bazen kolay bazen kazık soruları soran ketum bir hayat, cevapları hatırlamaya çalışıyoruz. Cevaplar ruhumuzda saklı lakin bize bedenimizle ve algılarımızla verilen yaşam toprak gibi üstünü örtmüş. Haz duymaya düşkünlüğümüz derinlerdeki cevapların üstünü örten bir tuzak. Hazzımızı besledikçe üzerine toprak boca ediyoruz ve cevaplardan uzaklaşıyoruz. İçimizdeki o bilgi mutlak bir bilgi. Ve onu görecelik yaratan algılarımızla değil algılarımızın ötesine geçerek kavrayabiliriz. Çoklukta değil, yoklukta bulabiliriz. Tıpkı güneşin yokluğundaki gecede gökyüzündeki yıldızları fark edebilmemiz gibi. Platon: " Ruh öğrenmez, hatırlar " demiş. Etrafımızda cereyan eden olaylar, insanlar, tabiat, fizik yasaları aslında ruhumuzun bir gölgesi. Biz o gölgeden ilham alarak evrenin mekaniğini, hayatın amacını öğrenmeye çalışıyoruz. Sınırlı bedenimiz ve izafi algılarımızla uzayıp kısalan şekil değiştiren hakikatin göreceli gölgeleriyle oyun oynuyoruz. Ama Platon'un dediği gibi ruhumuz gerçekten " Hatırlayınca " bakış açımızı değiştirip duvara yansıyan iki boyutlu siyah karaltıyı yaratan üç boyutlu renkli hakikati görüyoruz. Bu hakikat algılarımız ötesinde bir varoluş oluyor.


25 Aralık 2024 Çarşamba

Yılın Muhasebesi

 Yazı yazmak aslında yalnız yapılan uzun bir yolculuğun son aşaması. Gemilerle okyanus ötesinden getirilen hammaddelerin fabrikada üretim bandına girmesi, binbir türlü proseslerden geçip işlenmesi ve sonunda ortaya çıkan ambalajlı bir ürün yazı yazmak. Sürekli iyi bir gözlemci olmanız gerekiyor. Bunu bana yıllar önce yazarlık atölyesine katıldığım Pınar Kür söylemişti. İzlediğiniz iki saatlik bir filmin içinde bir an yaşanan bir diyalog, okumak için bir hafta ayırdığınız bir kitapta rastladığınız kısa bir cümle yada sosyal medyada gördüğünüz bir hal o yazıyı yazmak için ilham oluyor. Bu tıpkı yürürken sokakta bir düğme bulup bu düğmeye şu ceket gider, bu cekete şu pantalon gider, bu takıma şu palto gider diyip bir düğmeden tepeden tırnağa yeni bir kıyafet diktirmeye benziyor. Yazıyı yalnız yazıyorsunuz ancak paylaştığınızda her bir okurun zihninde farklı bir yorum kazanıyor. Gelişen, değişen organik bir şey oluyor. Bu yazı aslında sonuna geldiğimiz 2024 yılının muhasebesi. Bu yıl şimdiye kadar 262 yazı yazmışım. Bu yazıyla beraber 263 yazı ediyor.Dilekolay haftada 5 yazı ediyor. Yazılarımı takip edip okuyan, beğenip paylaşan, sessizce beğenip like lamayan ( sizi gidi sizi ;) tüm okurlarıma teşekkür ediyorum. Yeni yılda Allah izin verirse yazılarımla huzurunuzda olmaya devam edeceğim. Şimdiden mutlu yıllar diliyorum.

24 Aralık 2024 Salı

Ötesi

 Buda'nın öğretilerinin yeraldığı DHAMMAPHADA kitabını okudum. Kitapta şöyle bir cümle geçiyor:

"Bu hayatta, iyinin ve kötünün ötesine geçebilen, acıdan ve tutkudan özgür olan, saf kişi; Brahmin'dir." Bu cümle zihnimde bir ışık yaktı. Bu arada Brahmin: Hinduizm'de nesiller boyu kutsal öğrenme rahipleri olarak uzmanlaşmış varna (sınıf) demektir.

İyinin ve kötünün ötesine geçebilmek... Şu hayatta hep iyiyi isteriz. İyi bir iş, iyi bir eş, iyi bir ev, iyi bir yemek, iyi bir kıyafet, iyi bir araba vs. İyiye olan açlığımız içimizdeki arzu ateşini parlatır. Bu ateş tehlikelidir. Etrafımız daha iyiye ulaşmak için vicdanını susturan ve ruhunu satan insanlarla dolu değil mi? İşte bu arzu ateşi insanın vicdanını da yakar ruhunu da satar. İyinin birde başka bir tehlikesi vardır. İyi söz işittiğimizde ( iltifat ) , iyiye sahip olduğumuzda bu egomuzu okşar. Havalara gireriz ve mütevaziliğimizi kaybederiz. Bu sefer içimizde ki kibir ateşi parlar ve o parlak ateş gözümüzü kör eder. O yüzden iyinin ötesine geçmiş insanlar arzu ve kibirden arınmış insanlardır.

Cümledeki kötülüğün ötesine geçmek kısmına değinecek olursam. Kimse kötü iş, kötü eş, kötü ev, kötü kıyafet istemez. Kötü bir şeye sahip olduğumuzda içimizde bu sefer isyan ateşi yanar. Dahada kötüsünün olabileceğini düşünemeyip o isyan ateşinin huzurumuzu, mutluluğumuzu yakmasına izin veririz. ACI ÇEKERİZ.Yada kötü bir söze, kötü bir davranışa maruz kaldığımızda bu sefer içimizde öfke ateşi yanar. Ama hayatta kötünün de ötesine geçebilmiş kişiler acıdan özgürleşmiş kişilerdir ve şükür ile kutsanmışlardır.

22 Aralık 2024 Pazar

Yaşlanmak

 Ölümsüzlüğe bu kadar kafayı takıpda ölümü bu kadar kolay unutan insandan başka bir varlık yoktur şu dünyada. Piyasa sağlıklı yaşam gurularından, anti eeycing koçlarından, yüz geren, liposakşın yapan cerrahlardan, uzun yaşamanın sırları diyen kitaplardan geçilmiyor. Evet yaşlanınca gençliğimizdeki güzelliğimizi ve enerjimizi yitiriyoruz. Ama ben yaşlılığın da kucaklanması gereken bir hal olarak görüyorum. Vücut fiyakamızın bozulduğu ve güçten düştüğümüz yaşlılık; dörtte üçü genç ve sağlıklı geçen ömrümüz için ödediğimiz bir zekat gibi bence. Nasıl ki zengin olan her yıl malının dörtte birini yoksula dağıtıyorsa bizde 60 yılı genç geçen ömrümüzün son çeyreğinde güzelliğimizi ve enerjimizi hayata emanet edip ihtiyar bir sonbaharı yaşıyoruz. O yüzden yaşlanmaya çokda kafayı takmamak lazım. Size asla yaşlanmayan bir şey söyleyim mi? İyi kişinin erdemleri asla yaşlanmaz. Böylece onlar iyi kişilere iyiyi öğretebilirler. Evet asla yaşlanmayan şey iyiliktir. İyilik meşalesini taşıyan kişi o ateşi başka insanlara da verirse taşınan meşaleler çoğalır ve yaygınlaşır. Ve meşaleler ilk sahipleri yaşamını tamamlasa bile nesilden nesile taşınmaya devam eder. O yüzden herzaman iyilik peşinde olalım, hayata iz bırakalım işte o zaman hayata kalıcı bir dokunuş yapmış oluruz.

19 Aralık 2024 Perşembe

Masum Değiliz

 Olay hafızalarımızda dün gibi taze. Hatırlarsınız 8 yıl önce DAEŞ terör örgütünüe mensup üç terörist Atatürk Havalimanına gelip önce uzun namlulu silahlarla ateş açmış sonra canlı bomba eylemi yapmış ve 45 vatandaşımız katledilmiş 236 vatandaşımız yaralanmıştı. 13.Ağır Ceza Mahkemesi saldırının failleri oldukları için 6 sanığa 46 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası vermişti. Yargıtay aldığı yeni bir kararla 12 Aralık perşembe günü bu 6 sanığı tahliye etti. Olay medyada duyulmaya başlanınca da DMM den yani Dezenformasyonla Mücadele Merkezinden şöyle bir açıklama geldi: 


"...Ancak tahliye edilen söz konusu 6 sanık 8 yıldır tutuklu olup, saldırının faili değillerdir. Bu kişiler, örgüt üyeliği, örgütün finansı gibi suçlardan yargılanmaktadırlar. 6 sanığa isnat edilen suçlar yönünden tutuklu kaldıkları süreler verilecek cezaları karşılama ihtimali bulunduğundan tahliyelerine karar verilmiştir. " 


Tahliye edilen DAEŞ terör örgütüne mensup bu 6 sanık meğerse olayın faili değilmiş sadece finansmanını sağlıyorlarmış. Yani sağlanan o finansmanla Atatürk Hava Limanında 45 vatandaşımızı katleden uzun namlulu silahlar ve kendini patlatan canlı bombanın bombası alınmışsa bile olay sadece finansmanmış ve çokda şey etmemek lazım mış ki bu 6 sanık 8 yıl yattıktan sonra serbest bırakılmış. Arkadaşlar bu olayı anlamak için filmi biraz geriye sarmamız gerekiyor. Bakın Yılmaz Özdil Gaslight kitabında 337 ve 338. Sayfalarda ne anlatıyor: 


" Paris'te G20 zirvesi düzenlendi. Putin orada gazetecilerle konuştu. Birebir şu cümleleri kullandı. ' Türkiye Rus uçağını DAEŞ'le petrol ticaretini korumak için düşürdü, DAEŞ ve diğer terör örgütleri tarafından kontrol edilen ham petrolün Türkiye topraklarına girdiğini kanıtlayan bulgular elde ettik, buradaki meslektaşlarımıza uzaydan ve uçaktan çekilen fotoğrafları gösterdim, yasadışı petrol ticaretinin boyutlarını kanıtlayan fotoğraflar, tanker konvoyları kilometrelerce uzuyor, Suriye ve Türkiye topraklarındaki bu petrol sevkiyatı yollarının güvenliğini sağlamak için Rus uçağını vurduklarını düşünüyoruz, Türkiye'nin Suriye'deki Türkmenleri koruması elbette sadece bir bahane' dedi. 


"... Yetmedi Rusya savunma bakan yardımcısı Antonov daha ağır suçlamalarda bulundu, ' Suriye'de teröristlerin gaspettiği petrol binlerce tankerden oluşan canlı boru hattıyla, üç güzargah üzerinden Türkiye'ye sevk ediliyor. Erdoğan ve ailesi bu petrol sevkiyatıyla ilişkili ' dedi, uydu fotoğraflarını basına dağıttı. Bu vahim açıklamalar, dünyada gümbür gümbür manşet oldu... " 


Yani anlayacağınız Türkiye kafa kesen DAEŞ terör örgütüyle petrol ticareti yapıyordu. Daha da vahimi vardı. Filmi biraz daha geriye sarıyorum. 29 Mayıs 2015 Can Dündar imzalı haberde Cumhuriyet gazetesi MİT tırlarıyla bölgeye ilaç götürüyoruz kamuflajıyla DAEŞ terör örgütüne silah taşındığının haberini fotoğraflarıyla manşetten verdi. Görüntüler 19 Ocak 2014 tarihine aitti. Bu haberi yapan Cumhuriyet yazarı Can Dündar tutuklandı. Sonra serbest kaldı. Bir kez daha tutuklanıp demir parmaklıkların ardına gönderilmeden önce yurt dışına çıktı. Yıllardır Almanya'da sürgün hayatı yaşıyor ve memleket hasreti çekiyor. 


Günümüze gelecek olursak. Suriye'de Esad rejimi devrildi. Bu operasyonu HTŞ  Heyeti Tahrir El Şam adında bir örgüt yaptı. Bu örgüt esasında DAEŞ li eski teröristlerden oluşuyor ve Türkiyenin desteklediği Özgür Suriye Ordusu ÖSO ve Suriye Milli Ordusuyla bölgede iş birliği yapıyorlar. Şimdi Suriye'de Esad rejiminden sonra egemen olan eski DAEŞ'li teröristlerden oluşan HTŞ' ye şu açıdan bakmanızı istiyorum. Türkiye devleti yeni Suriye'de kurulacak rejimde söz sahibi olmak isteyecektir ve bunun için HTŞ'yi oluşturan eski DAEŞ'li teröristlerle diyalog halinde olması muhtemel. Zaten belgeleriyle teröristlerle petrol ticareti ve silah yardımı yaptığımızı yazının önceki bölümlerinde anlattım. Sizden yargıtayın geçen hafta serbest bıraktığı Atatürk Hava Limanı saldırısından tutuklu olan 46 kez müebbet almış 6 DAEŞ'li teröristi neden serbest bıraktığı konusunu; geçmişte DAEŞ'le yaptığımız petrol ticareti, MİT tırlarıyla DAEŞ'e yapılan silah yardımları ve Suriye'de Esad'ı deviren eski DAEŞ'li teröristlerin oluşturduğu HTŞ ile diyaloğumuzu göz önünde bulundurarak bir kez daha değerlendirmenizi rica ediyorum.

Masum değiliz...

Zehir

 Bilim ilerledikce insanoğlu kendini gelişen teknolojiyle daha çok mukayese etme şansı buluyor. Kendimizi daha iyi tanıyoruz. İnsan dediğin biyolojik bir bilgisayar. Ruhu ise bilgisayarın yazılımı. Hayat dediğimiz koca bir internet ve insan hayatla sürekli online konumunda. Hayata bağlanıyoruz, etkileşime giriyoruz ve bilgi alışverişi yapıyoruz. Hayatta daima temiz veriler olmuyor. Tıpkı internette olduğu gibi zararlı yazılımları ve virüsleri bünyemize alabiliyoruz. Eğer karakterimiz zayıfsa bu kötü veriler bizi hata yapmaya ve günah işlemeye yönlendiriyor. Bu kötü veriler tıpkı tohum gibi. Eğer bünyemizde elverişli toprak yani " Kötülük " bulurlarsa oraya yerleşip filizleniyorlar ve sonunda zehirli bir ormana dönüşüyorlar. O sebepten nasıl banyo yapıp bedenimizi temizliyorsak aynı şekilde ruhumuzu da yıkamalıyız. Ruhumuzu temiz tutmalı onu kötülüklerden temizlemeliyiz. Bu da kendimizle yüzleşmek, itiraf, tövbe,dua ve kendimizi sık sık hesaba çekmekle mümkündür. Elinde zehir taşıyan bir kişinin elinde yara yoksa zehir o kişiye zarar veremez. Aynı şey kötülük için de geçerlidir. İçinizde kötülük yoksa size isabet eden kötülük size zarar veremez.


17 Aralık 2024 Salı

Gölge ve Işık

 Gölgelerden korkarız. Bu korku bize binlerce yıl önce yaşamış atalarımızın DNA'sından geçen bir mirastır belkide. Eski çağlarda insanlar avcı-toplayıcı iken geceleri karanlık bastımı ormandaki yırtıcı hayvanların tehditlerine maruz kalırlarmış. Hep tetikte olurlar uykuları hafif olurmuş. Günümüze gelecek olursak: Çocukluğunuzu hatırlayın. Gece oldumu odamızda ütü masasının yada askıdaki paltonun gölgesini çocuk aklımızla canavarlara çevirir karanlıktan korkardık. Anne babamıza lütfen koridorun ışığını açık bırak derdik. Büyüyünce de gölgelerden korkuyoruz. Ruhumuzda kontrol edemediğimiz hayvansı dürtülerimizi barındıran gölgelerden, hayatımızdaki bilinmezlikleri yaratan gölgelerden yada tadımızın üzerine leke olan keyfimizi kaçıran olumsuzluk olarak adlandırdığımız gölgelerden korkuyoruz. Kaçırdığımız nokta şu: Her gölgenin arkasında bir ışık vardır. Gölgeyi kabullenki ışığı bulasın. Evet hayatımızdaki problemlerden kaçmak onları inkar etmek yerine işe ilk olarak onları kabul ederek başlamalıyız. Sorunlarla yüzleşmeliyiz. Çünkü gölgeyi kabullendiğimiz anda ardında onu yaratan ışığın da farkına varacağız. Ve durduğumuz odada iki adım yana çekilerek yüzümüzü pencereye dönerek o ışığa kavuşacağız. Tüm olay bakış açını değiştirmekle ilgili. Gölge varsa ışıkta var. Soru varsa cevapta var. Problem varsa çözümde var. Biz yeterki kabul edelim ve yüzleşelim.


15 Aralık 2024 Pazar

Saatler

 Saat dediğimiz alet hayatlarımız için ne kadar önemli hiç düşündünüz mü? Uyumanın bir saati var, işe gidip çalışmanın bir saati var, yemek yemenin bir saati var. Birde kollarımıza takıp, duvarlara astığımız saatlerin dışında her insanın içinde tıkır tıkır çalışan bir saat daha var. İçimizdeki bu saatler bazen doğru zamanı göstermeyebiliyor. Mesela bir olumsuzluk yaşamışsak yada Allah korusun bir kayıp yaşamışsak o saat duruyor. Geçmişteki bir anda ve tarihte duruyor. O durunca biz de duruyoruz. İstiklal caddesinin ortasında etrafımızdan kalabalık ve hayat akıp giderken biz hiç kıpırdamadan duran donmuş bir heykel gibi duruyoruz. Bedenimiz şimdide ruhumuz ise geçmişte takılı kalıyor. 40 plus bir adamım ve ben geçmişte; hayalini kurduğum işten de kovuldum, kalbim kırılıp aşk acısı da çektim, sağlığımı yitirdiğim dönemler de oldu ve ebeveyn kaybı da yaşadım. Şimdi bir imkan olsa ve 20 yıl önceki 20 lerimin başındaki kendime şunu söylemek isterdim: hayatta hiç bir olayın seni geçmişine hapsetmesine izin verme. Çünkü yaşanması gereken yaşanıyor ve yaşanacak. Bunun önüne geçemeyiz. Sen hayattaki rolünü oynamak için bu hikayeye üstün bir zeka tarafından yerleştirildin. Sen özelsin. Bunun farkında ol ve hayatının her anında bunu kutla. Bazen kötü olaylar da olacak. O kötüler karşına dikilip çirkin suratlarıyla sana dik dik bakacak. Onlara kızma, öfkeye kapılma. O çirkin suratların gözlerinin içine bak ve bir kahkaha patlat. Öyle bir kahkaha at ki karşında dikilen o çirkin kötüler hasetlerinden paramparça olsunlar. Kadere güven ama çabada ol. Cömert ol. Ama az ama çok mutlaka sadaka ver. Zekat da ver. İnsanlara gülümse neşenin zekatını ver. Bilgini paylaş bilgeliğinin zekatını ver. Şevkatli ol ve sevginin zekatını ver. Son olarak şükretmeyi unutma. Çünkü sen hayatta şuanda oynadığın rol için seçildin. Bunun için oyunun sahibine teşekkür etmeyi unutma. Bu hayata bir kere geliyorsun. Tadını çıkar!

13 Aralık 2024 Cuma

Diken

 Bembeyaz bir masa örtüsünün üzerindeki küçücük lekeye takılırız, koca bir duvardaki küçücük çatlağa, 24 dört saat yaşadığımız koca bir günde bir yabancıdan işittiğimiz 3 saniyelik nahoş bir söze kafayı takarız. İnsan olarak kusurları abartmayı severiz. Sinek kadar olan bir kusuru abartır kocaman bir uçağa çeviririz. Kusur kandaki alyuvar hücreleri gibidir. Kanda bulunan alyuvar hücreleri dokulara oksijen taşır. İşte kusurlar hayatımızı besleyen alyuvar hücreleri gibidir. Kusurların bagajına " şükür " yüklersek maneviyatımızı olumlu anlamda besler onu yükseltiriz. Kusurların bagajına " memnuniyetsizlik " veya " isyan " yüklersek o zaman yavaş yavaş ruhumuzu zehirler kendimizi hasta ederiz. Bu konuda Mevlana ne güzel demiş: " Gülün dikeni var diye üzüleceğine dikenin gülü var diye sevin " Şu hayatta her şeyin layık olduğu bir yer var. Bir inşaat makinası olan o sarı renkli kepçeye yolda yavaş gidiyor diye kızamazsınız. Onu spor arabaların arasına koyup pistte yarış yapmasını bekleyemezsiniz. Kepçe hızlı bir araç olmadığı için kusurlu değildir. O kepçeyi inşaata koyarsanız o görevini yapar. Kusursuz hayat kusursuz insan yok. Pozitif olmalı hayatı kusurlarıyla sevmeliyiz.

12 Aralık 2024 Perşembe

Pasword

 Kendini fethet, dünyayı fethedersin demiş Platon. İnsanoğlu tarih boyunca yaşamın anlamını arayıp durmuş. Yaşam dediğimiz şey koca bir dünyada olup bitiyor. Tarihsel olayları ve savaşları inceliyoruz, bize yabancı olan insanları inceliyoruz, tabiatı inceliyoruz, dinleri inceliyoruz, bilim dalları geliştirip hayatın modelini çıkarmaya çalışıyoruz. Hayat girilecek bir kapıysa anahtarı biziz. O kapıyı açacak 4 haneli pasword biziz. O şifre bizde saklı ama bunun farkında değiliz. Tarihteki savaşları anlamak için kendi ruhumuzda yaşadığımız çatışmalara bakmamız yeterli. Bir tohumun topraktan çıkıp ağaç olmasını anlamak istiyorsak hayatta kendimizi bilinç ve ruh anlamında nasıl tekrar tekrar doğurduğumuzu anlamamız yeterli. Bir şehri yerle bir eden kasırgayı anlamak istiyorsak bakışlarımızı kendi öfkemize çevirmemiz yeterli. Dünyanın güneşin etrafında neden döndüğünü anlamamız için fizik bilimini bilmemize gerek yok kendimizin nasıl sevgilimizin, eşimizin etrafında döndüğümüze bakmamız yeterli. Geceleyin çok uzaklarda parlayan yıldızların sırrına erişmemiz için en umutsuz ve karanlık anımızda içimizde parlayan umut duygusuna bakmamız yeyerli. Dinleri anlamak istiyorsak Aşk'a bakmak yeterli. İbadeti anlamak istiyorsak mutlu olmak yeterli. Tanrı'yı anlamak istiyorsak sevmek yeterli. Velhasıl kelam dünyayı bilmek için kendini bilmek yeterli.


10 Aralık 2024 Salı

Cenga

 Cenga oyununu duymuş muydunuz? Hani prizma şeklindeki küçük ahşap parçalarından yaptığınız kuleden oyuncu arkadaşınızla sırayla bir parça çekiyorsunuz ve kulenin üzerine koyuyorsunuz. Oyun ilerledikçe zorlaşıyor çünkü masanın üzerindeki kuleyi ayakta tutan temellerinden bir sürü parça çekmiş oluyorsunuz ve o parçayı kulenin üzerine koyarken kule yıkılıveriyor ve oyunu kaybediyorsunuz. Hayatta tıpkı bir cenga oyunu gibi. Yıllar geçtikçe içimizden bir şeyler çekip çıkarıyor ve geçmişimizden çıkan şeyin yerine bugünümüze yani kulemizin üstüne yeni bir tuğla koyuyoruz. Mühendislik okurken statik dersi görmüştük. Eğer kulenin ağırlık merkezini gözardı ederek yanlış yere tuğlayı koyarsak o kule yıkılıyor. İnsan da öyle. Hayat bizden anamızı, babamızı, ailemizi dostlarımızı alabiliyor. Onların yeri boş kalıyor. Kulenin altı yani geçmişimiz eksiliyor. Ama oyunun kuralı bu. Çıkan her parça için bugünümüze yani kulenin üzerine yeni bir parça katmalıyız. Hayatımıza katacağımız yeni olayları, yeni insanları yaşamımızın dengesini göz ardı ederek yer verecek olursak maalesef cenga oyunundaki kule gibi yıkılıveririz. Bunu söylemek hoşuma gitmiyor ama hayat ortaya kendi yaşamımızı koyduğumuz; dikkat, denge, özen gerektiren tehlikeli bir oyun. O yüzden hayatımıza kimleri aldığımıza, hangi olayları odağımıza oturtacağımıza dikkat etmeliyiz. Bu olay, bu insan yaşamımda dengesizlik yaratır mı diye sorgulamalıyız. Yoksa kule yıkılır.


Labirent

 Hayatı çok da ciddiye almamak lazım. Hayat içinde kaybolduğumuz bir labirent değil.Bazen öyle hissederiz. Ama o labirenti kendimiz yaratıyoruz. Terk etmekten korktuğumuz tutkularımızla, ısrarcı olduğumuz isteklerimizle yada elde edince herşeyin değişeceğini sandığımız hayallerimizle. Hayat müzik çalan bir orkestra. Orkestra rock çalıyorsa rock söylemeliyiz, orkestra slow çalıyorsa slow söylemeliyiz. Yani arka fonda çalan şarkıya eşlik edebilmeliyiz. Eğer orkestraya eşlik edemiyorsak o zaman yaşama ritmimizi kaybeder ve kendi labirentimizi yaratır ve tutsak düşeriz. Bazen bırakmak, terk etmek gerekir. Tutkularımızı, isteklerimizi ve hayallerimizi... Bunlar sözlerini bildiğimiz bizim şarkılarımızdır. Her şarkı her yerde söylenmez. Bahsettiğim bu bırakma olayını başarabilirsek gerçekten özgür oluruz. Eğer çalan şarkıyı bilmiyorsak o zaman bildiğimiz şarkıları çalan başka bir mahalledeki orkestraya gitmeli şarkımızı orada söylemeliyiz. Hayatla ahengi yakaladığımızda gerçekten mutlu oluruz.

6 Aralık 2024 Cuma

Dikkat

 Dedem doktordu. Kadın doğum uzmanıydı. Babam doktordu. Göğüs hastalıkları uzmanıydı. Şimdiyse abim doktor. O bir genel cerrah. Yani anlayacağınız bizim ailede hekimlik 3 kuşaktan beri devam eden bir gelenek. Bi ben arada manyak çıkmışım ve yazar olmayı seçmişim. Benim ise doktorlukla tek ortak yanım berbat bir el yazısına sahip olmam. Bilgisayarlardan önce  doktorların berbat el yazılarıyla yazdıkları reçeteleri anlamaya çalışan zavallı eczacı annemi hatırlıyorum. Annemin özel bir yeteneği vardı.Reçetelerdeki kargacık burgacık yazıları NSA'de çalışan bir kriptoloji uzmanı yada Dan Brown'un Davinci Şifresi kitabının kahramanı semboloji uzmanı Robert Langdon gibi çözerdi annem. Dedim ya 3 kuşaktan beri ailemde doktor olmasına rağmen benim doktorlarla tek ortak yanım berbat bir el yazım olması. Bu uzun girizgahı niye yaptım izah edeyim. Dikkat hiçi her şeye dönüştürür demiş Goethe. İlk okulda güzel yazma dersimiz vardı. Mürekkebin koyulduğu hokkaya dolma kalemimizi daldırır, sonra deftere yazardık. Şimdi hokkadaki mürekkebi deftere döksek kağıdın üstünde hiç bir anlama gelmeyen anlamsız bir leke oluşur. Yani elde ettiğimiz şey hiçtir. Ama o mürekkebi dolma kalemin içine koyup kağıdın üstüne anlamlı kelimeler yazabiliriz. İşte burada mürekkepten anlamlı kelimeler çıkaran dolma kalem Goethe'nin bahsettiği "dikkattir". Dolma kalem bir "hiç" olan hokkadaki mürekkebi yazıya dönüştürerek "herşey" anlamına getirir. Bunu hayatın her alanına uygulayabiliriz. Dikkatimizi vererek yaptığımız işler değerli işlerdir.


5 Aralık 2024 Perşembe

Bahçe

 Çiti olmayan bahçeden herkes meyva koparır. Bahçeyi parçalarlar. O yüzden bahçeye çit çekmek lazımdır. Burada kullandığım bahçe aslında bir metafor. O bahçe aslında sizin kişiliğiniz ve kişiliğinizi yansıdığı yaşama şeklinizdir. O bahçedeki ağaçlar sizin karakteriniz ve ağaçların dallarında ahlak meyvaları bulunmaktadır. Cömertlik, adalet, dürüstlük gibi meyvalar. Bunlar bizi daha iyi bir insan yapar. Ama bu bahçeye saldırılar da olur. Hayatın karşımıza getirdiği bizi ideal varoluşumuzdan uzaklaştırıp, kötü varoluşun karanlıklarına çekmeye çalışan insanlar ve olaylar tarafından. Bunlar sürekli bahçemize saldıran yabancılar gibidir. Daha da vahimi bahçemize saldıran bazen ikilem yaşayan kendi nefsimiz de olabilir. En tehlikelisi budur. İnsan dışardan gelen tehditlere önlem alabilir ama içerden gelen yani nefsimizden gelen tehdite gafil avlanabilir. Kişiliğimizin erozyona uğramasını istemiyorsak o bahçeye çit çekip sınırlarımızı korumamız gerekir. Yoksa yabancılar ağaçlarımıza saldırır ve ahlak meyvalarımızı dalından koparır. Oysa ki ahlaklı kalabilmemiz için o meyvaları yemeye ihtiyacımız vardır. Bize güç veren bahçemizdeki o ahlak meyvalarıdır. Tıpkı Temel Reisin ıspanakdan aldığı güç gibi. Çitlerden bahsettim.O çitler esasında vicdanımız ve sağ duyumuzdur. Bu sağ duyu iyiyle kötüyü ayırt edebilme gücümüzdür. Eğer biz hayatta sınırlarımızı çizebilirsek o zaman kişiliğimizi ve ahlakımızı da koruyabiliriz.

1 Aralık 2024 Pazar

Yükseliş

 " İnsanlar hızla yükselmek istiyorlar. Oysa ki en hızlı yükselen şeyler; toz, duman, saman ve tüydür. Yani hafif olan şeyler hemen yükselir " Hz.Ali 


Yükseklik iyi midir? İnsanoğlunda bir büyük olma kompleksi vardır. Madde ve mana arasında debelenir durur olamamış insan. Güç peşinde koşar. Gücün; parada, makamda, mevkide olduğunu sanır. Manaya uzak düşer. Bu sahte gücü biriktirdikçe kendini diğerlerinden üstün hisseder. Zaten tüm mesele bundan ibarettir. Üstün olma... Çünkü insanda daha öncede bahsettiğim gizli bir " Tanrı Olma Egosu " vardır. Bu ego insanı şaşı eder. BİR'i iki gördürür. Tanrı'ya şirk koşmaya kadar götürür insanı ama kişi bunun farkına varamaz. Dağın zirvesinden belki manzara güzeldir ama oraya çıktıkça yaşama uzak kalırsınız. Ağaçlara, öten kuşlara ve diğer insanlara. Bu uzak kaldığınız şeyler aslında sizin ruhunuzdur yani manadır. Siz zirve için ruhunuzu terketmişinizdir. Size ayna olan insanları, hayatı geride bırakmışınızdır. İlahi sese sağırlaşmışınızdır. Çünkü Tanrı insanlarla hayatın içine sakladığı işaretler vasıtasıyla konuşur. Sokakta yürürken gözünüze ilişen bir dükkanın tabelası, yan masada oturan kişiden işittiğiniz bir söz, bir kitapta okuduğunuz cümle yada karşınıza çıkan bir yabancı. Bu olaylar size bir şeyler anlatmak ister eğer " farkındaysanız " 

İlkelerinizi, onurunuzu, değerlerinizi, karakterinizi; para, mevki, makam ile yani " güç " ile takas edersiniz. Ettikçe mananızdan eksilirsiniz ve hafiflersiniz. Bir toza, dumana, samana, tüye dönüşürsünüz ve hafifledikçe yükselirsiniz. Oysa ki insan hafifledikçe yükselmez. Asıl yükselişi ağır olanlar yani ruhuna; acı, deneyim, federkarlık, sabır, mütevazilik, şükür katanlar yani manası ağır basanlar gerçekleştirir.