Türk kahvesi olmazsa olmazım. Her sabah Yalova sahilindeki aile çay bahçesine giderim. Marmara denizi, adaları ve adaların ardındaki İstanbul kıyılarını izlerken sade Türk kahvemi içerim. Kahve mutluluk gibidir. Azdır yudum yudum keyfini çıkara çıkara tüketirsin. Ama etkisi büyüktür. Bugün size kahvenin keşfediliş hikayesini anlatacağım. Eskiden Yemen illerinden Karen'in çorak tepelerinde yaşayan bir çoban varmış. Dervişane bir yaşam süren Hz. Üveys Veysel Karani köylülerin kendisine emanet ettiği keçileri otlatırmış. Birgün keçilerinin anormal şekilde hareketlendiğini, hopladığını zıpladığını farketmiş. Keçilerini güçlükle devşirmiş. Keçileri az önce bir ağacın meyvalarından yiyormuş sonra ne olmuşsa olmuş. Karani ağacı merak etmiş ve meyvalarından bir avuç almış. Bir tanesini ağzına atmış ve ağzında acı ve buruk bir tat oluşmuş. Yenilecek şey mi bu! Ama Allah hiç bir şeyi boşuna yaratmamıştır demiş. Eve dönmüş. Felçli annesinin yemeğeni yedirmiş, temizlemiş. Daha sonra topladığı çalı çırpıyla akşam ateşini yakmış. Ateşin karşısında zikirle ve ibadetle meşgul olmaya başlamış ve tefekkür etmiş. O esnada bugün ağaçtan topladığı taneleri ateşe atmış. Çok geçmeden közde tüten tanelerin kokusu burnuna çarpmış. Ne güzel kokuyorlardı. Güzel kokmaya başlayan taneleri ateşten almış ve ağzına atmış ve gülümsemiş. Acılıktan eser kalmamış ve ağzına müthiş bir tat vermiş ve yemesi pek keyifli olmuş. Daha bir saat geçmeden Karani vücudundaki değişiklikleri fark etmiş. Yorgunluğundan iz kalmamış, zihni berraklaşmış ve vücudu kuvvet bulmuş. Kendi kendine: şimdi anlaşıldı keçilerin bugünkü halleri ne mübarek meyva demiş. Bunun bir ismi olmalı insanlar bundan keyif bulacak. Dileyen Hakka yakınlaşmanın keyfini, dileyen de nefsininkini. Adı da keyif veren keyfe olsun demiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder