Çayımı yudumluyorum aile çay bahçesinde. Karşımda kumsal ve marmara denizi. Salıncakta sallanan çocuklar, sahilden geçen elele tutuşmuş sevgililer, arabasında biberonundan süt içen bebeler, parktaki çocuğuna gözkulak olan anneler, hayatının sonbaharını geçiren emekliler... Hayatın tüm ihtimalleri tek bir fotoğrafa sığmış gibi. Yirmi yıl sonra biberonundan süt içen bebek sevgilisiyle elele gezecek, sevgilisinin elini tutan kız orta yaşlı bir anne olarak parkta oynayan çocuğunu bekleyecek, emekli amcalar ve teyzelerin mezarında ise çiçekler bitecek. Ama sahilde gördüğüm hiç kimse bunları düşünmüyor. Belki biraz emekliler... Anı yaşıyorlar. Anı yaşamak güzel şey ama akıbetinin farkında olduktan sonra. Mesela genç sevgililerin evlenince nasıl geçineceklerini, çocuklarına nasıl bir gelecek hazırlayacaklarını düşünmeleri gerekmez mi? Yaşam mücadelesi başladığında hayatlarına sirayet eden çalışma düzeninin getirdiği monotonluk aşkı yavaş yavaş öldürmez mi? Yoksa aşkın ilk büyülü anlarını yaşayan bu genç çifti rahat mı bırakmalıyım. Aşkın güzelliği zaten yarın yokmuşcasına yaşamak anın büyüsüne kapılmak değil mi? Ya şu emekliler? Nasıl bir hayat geçirdiler? Yaşamlarından yaşadıklarından razılar mı? Peki Allah onlardan razı mı? Sütünü içen bebek nasıl bir insan olacak? İyiyi mi seçecek, kötüyü mü seçecek. Hayata insanlara faydası mı yoksa zararı mı olacak? Hayat, dışarıdan maruz kaldığımız etkilere karşı verdiğimiz tepkilerin toplamı değil mi? Kişisel kitabımız böyle yazılıyor birgün önümüze geitirilip okunmak üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder