Okçu nedir ki, hedef olmadan. İnsan denen varlık yol almak için yaratılmıştır. Bebekken içi süt dolu biberona yada oyuncak ayımıza doğru emekleriz, biraz daha büyüyünce ayaklanırız ve saklambaç oynarken arkadaşımızı sobelemek için kaleye doğru hareketleniriz, gençken meslek sahibi olmak için üniversitenin kampusuna yada hayat okulunun avlusuna gideriz, aşık oluruz sevdiğimizin kalbini çalmak için onun gönlüne gideriz, çoluğumuz çocuğumuz ailemiz olur ailemizin rızkı için ekmek peşinde gideriz... Modern insanda hedefler belli bir yaştan sonra bitiyor. Özellikle aile kurduktan sonra hayat bir rutine bağlanıyor. Monotonlaşıyoruz. Hayat bize armağan edilmiş koca bir potansiyel ama bizler yaş 35 yolun yarısından sonra hedefsiz kalıyoruz. Hayattaki tek gayemiz ailemizin ikbalini sağlamak olmamalı. Yuvamız bizim ateşimizle duvardaki meşaleleri yakarak aydınlattığımız aydınlık alanımız. Ama insana ateş gibi parlayan bir ruh verilmiş. Belli bir yaştan sonra köşeye çekilip sadece yuvamızın aydınlığına sığınacak olursak potansiyelimizi heba ederiz. Ezberin dışına çıkalım sevgili okur. Her ay 250 lira biriktirip şu vitrinde görüp beğendiğimiz kıyafeti alalım, yediğimizi kısıp 5 kilo verelim mesela. Yürüyüş yapıyorsak her gün mesafeyi azar azar arttıralım. Gitar çalıyorsak yeni bir şarkı öğrenelim. Sesimizin iyi olması önemli değil you tube dan bir şarkıyı öğrenelim ve sofrada ailemize söyleyelim. Kitap okuyalım. Böylece zihnimizi aydınlatalım. Hayata faydamız olsun. Sokak hayvanlarını besleyelim bunun için komşudan esnaftan yardım parası toplayalım. Bir Sivil Toplum Kuruluşuna katılalım. Topluma faydası olan bir hareketin parçası olalım. Ailemiz dışında da hayatımıza giderek büyüyecek küçük hedefler koyalım. Yeni yollar keşfedelim ve yeni yolculuklara çıkalım. Böylece ateşimizle hayat haritasının karanlık yerlerini aydınlatalım ve manzaranın tümüne hakim olalım. Bilgisayar oyunundaki harita gibi tümü açılınca belki oradan geçen kervanları fark edeceğiz ve bizim onlara onların bize katkısını hissedeceğiz.
30 Nisan 2024 Salı
29 Nisan 2024 Pazartesi
Kararsız
Doğru yolda olup olmadığımız konusunda kararsızız, mutlu muyuz mutsuz muyuz kararsızız, ülkenin nasıl yönetileceği konusunda kararsızız, değişim konusunda kararsızız, kısaca hayatlarımız ne giyeceğimize bi türlü karar veremediğimiz için çırılçıplak donla sokağa çıkmış bir vatandaşa benziyor. Yağmur yağınca üşüyor, güneş çıkınca yanıyoruz. Toplum olarak kararsızlıktan çok çekiyoruz. Kararsız nişanlılar evleniyor sonra en küçük krizde yuvalar dağılıyor. Vicdanıyla cüzdanı arasına sıkışmış kararsız müteahhitlerin yaptığı kararsız evler depremde on binlere mezar oluyor. Kararsız milli eğitim bakanlığının uydurduğu kararsız müfredatlar iki de bir değişiyor çocuklarımız aklı allak bullak oluyor, faiz sebep enflasyon sonuçdan faiz arttırımına gidilen ekonomi kararsız oluyor vatandaş ucuz ekmek, çıkma sebze kuyruğunda perişan oluyor, muhterem hoca efendiden, Türkçe olimpiyatından, "Ne istedilerse vermekten" hain FETÖ'ye evrilen muktedirin kararsızlığında Atatürkçü subaylara kumpas mumpas kuruluyor, ergenekon davası "Ben bu davanın savcısıyım " falan olunuyor, üstüne 15 Temmuz darbesi olup 250 vatandaş falan ölüyor. Müttefikliği konusunda kararsız kaldığımız ABD terör örgütüne silah veriyor olan bizim sıvalı hanelerde şehit düşen Memedin anne babasına oluyor, dul kalan karısına, yetim olan çocuğuna oluyor... Katil israil diye meydanlarda atılan nutuktan savaş başladığından beri en çok meyve sebze ihraç ettiğimiz, gemilerle hammadde gönderdiğimiz, ticareti kesmediğimiz İsrail ile olan kararsızlığımız ayrı bir mesele. Biz onlara elma armut ikram ederken onlar Gazze'ye bomba yağdırıyor, çocuklar ölüyor, öksüz kalıyor. Adaletimiz kararsız, ekonomimiz kararsız, eğitimimiz kararsız, siyasetimiz kararsız, koca bir ülke kararsız Atatürk'ün gösterdiği yönde mi gitmek, yoksa başımıza bela edilen 13 milyon mülteciyle beraber arap sevici siyasal islam anlayışıyla ortadoğu gericiliğine ve bataklığına mı gitmek arasında kararsız..Siz de durumlar ne sevgili okur? Bu saydıklarımdan sonra halen kararsız mısınız?
28 Nisan 2024 Pazar
Başarı
*Radyonun geleceği yok.
Lord Kevin-İskoçyalı fizik alimi*Atlar her zaman kullanılacaktır. Otomobil ise ancak geçici bir moda olabilir.
Henry Ford'un kredi talebi üzerine otomotiv sektörünün geleceği üzerine ekspertiz veren bir banka müdürü, 1903
*Uçaklar hoş oyuncaklar, ama askeri bir değerleri yok.
Mareşal Ferdinand Foch-1.Dünya Savaşında Fransız orduları başkomutanı,1911
*Artistlerin konuşmalarını kim duymak ister ki?
Harry M. Warner-Film endüstrisi yöneticisi. Belirttiği görüş o sıralarda yeni ican edilen sesli film üzerine, 1927
*Televizyon en geç altı ay içinde piyasadan silinecektir. İnsanlar her akşam böyle bir kutuya bakmak istemezler.
Daryik F. Zanuck-Twenty Century Fox'un başkanı, 1944
*Soundlarını beğenmedim, ayrıca gitar gruplarının modası geçti
Decca Record plak firmasının bir yöneticisi. Söz ettiği grup Beatles, 1962
*İnsanların evlerinde bilgisayar bulundurmaları için herhangi bir neden göremiyorum.
Kenneth Olsen-Digital Equipment Corp.'un başkanı, 1977
Gördüğünüz gibi dünyaya yön veren büyük fikirler vizyonsuz yöneticiler tarafından vakti zamanında reddedilmiş. Etrafımızda sen yapamazsın, olmamış diyen kişilerin umut kırıcı sözlerine maruz kalabiliriz. Ama kendimize inancımızı asla kaybetmemeliyiz. Azmin, sabrın ve yeteneğin önünde hiç bir şey duramaz. Size kendimden örnek vereyim. Ben 2013 yılından beri yazıyorum. Ancak yazdığım 5 kitap da yayınevleri tarafından reddedildi. Ben yaptığım işin kalitesine güveniyorum ve birgün şansımın döneceğine inanıyorum. İflah olmaz bir umutluyum. 5 kitabım reddedilmesine rağmen şuan altıncıyı yazıyorum. Büyük bir heyecan ve coşkuyla. Yazmaya da devam edeceğim. Yaşım 41. 60 yaşıma geldiğimde eğer yayınlatmayı başaramadıysam kitaplarımı kendim bastırıp sosyal çevreme ücretsiz hediye edeceğim. Hatta sosyal medyadaki takipçilerime ücretsiz hediye edeceğim. Hımm. Bu iyi fikirmiş. Hatta şimdiden bu işe başlayabilirim. Bu paylaşımın altına yorum kısmına mail adresinizi yazarsanız size son yazdığım öykü kitabını word formatında ücretsiz olarak ulaştıracağım. Hayallerinden vazgeçmeyenlere selam olsun. Herkese iyi pazarlar.
27 Nisan 2024 Cumartesi
Kuyu
Kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanar. Bir Çin atasözü.
***Hayatta keşfedilmeyi bekleyen o kadar çok şey var ki. Modern insan iş yaşamı, evde Netflix, elde akıllı telefon kendi kuyusunu kazmış ve dibinden hayata kuyunun ağzı kadar bir pencereden bakıyor. Biraz da insanları dinlemeyi denesek. Onlar kendimizi hapsettiğimiz hayat kuyumuzun yanından geçip gidiyor. Suni yaşamlarımızla oluşturduğumuz o kör kuyudan başımızı çıkarmamız gerekiyor onları dinlemek için. Herkes ayrı bir hikaye. Ve her hikaye ayrı bir zenginlik. Şahit olacağımız hikayelerle hayatımızın şükründe veya hatalarımızın telefasinde olabiliriz.
***
Kurbağa kardeşin o kuyusu bize güvenli geliyor. Konfor alanımızdan çıkmak istemiyoruz. Aynı şeyleri yapmaktan, aynı yerlere gitmekten bahsediyorum. Mesela her yıl yeni bir hobi edinsek. Müzik, resim, spor gibi... Beynimizi şaşırtsak. İnsan beyni karanlık bir şehire kuş bakışı yapıldığında gördüğümüz binaların, yolların ışıkları gibi. Aynı şeyleri yaparsak kafada hep aynı ışıklar yanıyor. Ama farklı şeyler denersek o kuş bakışı baktığımız karanlık şehirlerde yeni ışıklar yanıyor, yeni ışıklı yollar açılıyor. O yüzden yeni bir hobi edinelim, yeni bir projeye başlayalım sevgili okur. Misal ben geçen hafta müthiş bir fikir buldum ve yeni bir roman yazmaya başladım.
26 Nisan 2024 Cuma
Minority Report
George Orwell'in 1984 romanında kurguladığı distopik bir dünyada yaşıyoruz bir süredir. Dünya'nın ağır abilerinin uydurduğu bir pandemiyle dünya halkı hizaya sokuldu. Gripten dünyada her yıl 650.000 insan ölürken gribin bir kaç katı ölüm sayısına ulaşan korona neden bu kadar büyütüldü? İnsanlar evlere kapatılarak bize neyin antrenmanı yaptırıldı?
***Distopya makro ölçekte de devam ediyor mikro ölçektede devam ediyor ülkemizde. Adalet muktedirin maşası oldu ülkemizde. IŞİD'e tırlarla yapılan silah yardımını Cumhuriyet gazetesinde haber yapan Gazeteci Can dündar Almanya'da sürgünde. Çünkü gelirse tutuklanıp hapse konacak. Geziye destek verdiği için hedef haline getirilen Sanatçı Mehmet Ali Alabora'da Galler'de sürgünde. Orada tiyatro yapıyor. Gezinin belgeselini çektiği için değil bakın çektiği için değil " Çekmeyi tasarladığı için " Film yapımcısı Çiğdem Mater hapiste. Ülkemiz Tom Cruise'un oynadığı Minority Report Azınlık Raporu filmine dönüştü. Artık insanlar suçu işlemeden gelecekte suçu işleyecekleri için tutuklanıyor. Herhalde ülkemizi yöneten ağır abilerin gayibden haber veren medyumları var. Keşke o medyumlar 6 yıl önce Çorlu'da meydana gelen tren kazasını da haber verselerdi ve Oğuz Arda Sel ve diğerleri ölmeseydi. Oğuz Arda Sel'in annesi müthiş bir mücadele verdi kamuoyu oluşturdu ve adalet kazadan 6 yıl sonra olsa da geç de olsa geldi. Tren kazasından sorumlu 13 sanıktan 9 'u 8 ila 17 yıl arasında hapis cezası aldı. Galiba Adalet Bey'de bu devranın döneceğini ve ülkede bir gün iktidarın değişeceğini anlamış ki bunun tedirginliğiyle geç de olsa adil olmaya başladı.
***
Rüzdar mumu söndürür ama yangını alevlendirir. Eğer tek olursak mum olursak bizi sustururlar söndürürler. Ama birlik olursak ateş olursak yapacakları rüzgar ateşimizi daha da harlar, bu şekilde değişimi yapabiliriz.
25 Nisan 2024 Perşembe
Düşünmek
Edward de Bono şöyle diyor: " Zeka bir arabanın beygir gücü gibidir. Sadece potansiyeldir. Motoru güçlü bir araba kötü kullanılabilir. Düşünme becerisi araba kullanma becerisine benzer. Öğrenmemiz gerekir "
Hayat yolda karşımıza problemler çıkaran uzun bir yolculuk. Problemlerden korkan ve yolculuğa cesaret edemeyen bireyler köylerinden dışarı çıkamazlar ve kendilerine verilmiş koca bir potansiyeli heba ederler.Nasıl ki ses duymak için varsa, manzara görmek için varsa problemler de düşünüp çözüm bulmak için var. Allah bize kullanmamız için zeka vermiş.Zeka bizim silahımız. Zeka problemlerin çözümünü sağlar. Ama zeka aynı zamanda bizi yıpratacak, kazanamayacağımız savaşlardan uzak tutan bir sağ duyudur. Yani benim silahım var diye gücünü hesaplamadığımız her düşmana savaş ilan etmemek gerekir. Zeka gerektiğinde geri adım atabilmektir.
Zeka sadece problem çözme ile sınırlandırılabilecek bir olgu değildir. Birde duygusal zeka vardır. İdeal varoluşta olan biri adalet, merhamet ve cömertlik duyguları gelişmiş biridir. Zekasını iyi ahlaklı olmaya ve elindekini ihtiyaç sahipleri ile bölüşmeye programlıdır. Bilgisinin, sevgisinin ve parasının zekatını diğerlerine vermekten kaçınmaz. Zekasını sevmek ve sevilmek için kullanır. Kötü varoluştaki bir kimse ise sadece kendini sever. Tevhid'den uzaklaşmış kendi egosunu putlaştırmış ona tapmaktadır. Bu kişilerde cimrilik, zalimlik, adaletsizlik duyguları hakimdir ve duygusal zekalarını iyi ahlaklı olmak için kullanmazlar. Zekaları onlara belki şan, şöhret, makam, para getirmiştir ama aslında onlar kayıpta olan kimselerdir.
Hayat yolculuğundan ve karşılaşacağımız problemlerden korkmayalım, zekamıza güvenelim. Ve zekanın çözüm, kazanmak faaliyetlerinin ötesinde birde sahip olduklarımızı diğerleriyle paylaşmak olduğunu unutmayalım.
Planck'ın zor tercihi
Max Planck kuantum fiziğinin öncülerinden Nobel ödüllü bir bilim adamıdır. Zorlu ve acılı bir hayatı olmuştur. Çocukluk aşkı olan karısını 1909 da kaybeder ardından birinci dünya savaşında büyük oğlu cephede ölür. Daha sonra çok sevdiği iki kızı bir kaç yıl sonra ardarda doğum yaparken ölürler. 1944 de ikinci dünya savaşı sırasında müttefik kuvvetleri tarafından evi bombalanır ve Planck'ın tüm notları, günlükleri, belgeleri yitip gider. Son kalan oğlu Erwin, 1944 de Adolf Hitler'e suikast düzenleme suçundan tutuklanır. Naziler yaşlı Planck'a: " Nazizm'e inanç ve bağlılık duyurusunu imzala, oğlun kurtulsun " derler. Planck oğlunun tek kurtuluş umudu olan Nazi duyurusunu yaşam anlayışına ters olduğu için imzalamaz ve oğlu idam edilir. Planck da 1947 de vefat eder. Kaçımız Planck'ın yaptığını yapabilirdi? Bir tarafta oğlunun hayatı diğer tarafta onuru. Nazi bildirisini imzalasa oğlunun hayatı kurtulacaktı. Ama bu sefer inanmadığı bir propagandanın parçası olacak ruhunu şeytana satacaktı. Evlat bu. İnsanın hayattaki en kıymetli varlığı. Bir kalemde silinip bir köşeye atılamaz. Ama Planck oğlunu değil diktatörün karşısında adaleti, demokrasiyi savunmayı seçti. Belki de onun bu dürüst karakteri, kötü olaylar karşısında ki sabrı, azmi onu büyük bir bilim adamı yaptı, ona büyük keşifler yaptırdı kim bilir?
23 Nisan 2024 Salı
23 Nisan
Ey çocuk. Ruhunda tatlı bir rüzgar esiyor senin. Biz büyüklerin yıllar önce kaybettiği bir rüzgar. Adı masumiyet. Masumiyetini rüzgarın yap ve doldur umudundan yaptığın kanatlarını. Kanat çırp hayal gücünün göklerine. Orada barışı, adaleti ve kardeşliği selamla. Orada Atatürk'ü selamla. Karşına engeller çıkacak. Hayalini yakmak isteyen kötü kalpli ejderhalar, umudunu zehirlemek isteyen yılanlar. Vakti zamanında onlarda çocuktu. Ama paraya, mevkiye, makama biat etmekten o putların önünde eğilmekten yerlere geçmekten sonunda yerlerde sürünen gücün esiri olmuş sürüngenlere dönüşmüşler. Sakın ha sen onlardan olma. Senin kutsalın adalet, cömertlik ve merhamet olsun. Masum, çocuksu kalbinden güzel yarınlar doğsun. Bir macera bekliyor seni. Sana söz: Bu macerada senin yardımcın olacağım. Ejdaralara ve yılanlara karşı seni uyaracağım. Bazen moralin bozulacak, kalbin kırılacak, gücüm gitti diyeceksin. Ben gitsin diyeceğim ve seni kucaklayacağım. Şunu sakın unutma; Bizler Atatürk'ün çocuklarıyız ve ödevimiz muhasır medeniyetler seviyesine çıkmak. Ulu önderimizin gök mavisi gözlerinden çıkan ışık karanlığımızı aydınlatacak. Yılanlar, yobazlar kaçacak delik arayacak. Düsturumuz şu olacak: imkansız diye bir şey yoktur, mucizeler biraz zaman alır. Kaybettiğin zaman değil vazgeçtiğin zaman yenilirsin. Vaz geçmeyeceğiz çocuk. Vaz geçmeyeceğiz adaletli, kardeşlik türkülerinin söylendiği yarınlardan... Bugün 23 Nisan. Senin bayramın. Kutlu mutlu olsun çocuk.
22 Nisan 2024 Pazartesi
Din
İmanın tohumdur. Son nefesteki şehadet doğumdur. Edep, ahlak lokumdur. Heybeni sevapla doldur. Yalan dünyada ne çok insan şeytanla dosttur. Nefsini yenebilen neredeyse hiç yoktur.İmanın kabesi topraktır. Sana doğruyu fısıldayan vicdandır. İmtihan verdiğin hayattır. Tabi olduğun kitaptır. Din aşktır. Aşk Leyla ile mecnundur. Yaratılanı yaradandan ötürü sevmektir. Sevebilip sevginin ne olduğunu bilmektir. Çünkü Tanrı sevgidir. Din Leyla'dan Mevlaya geçmektir. Adalet, cömertlik, merhamet ile giyinmektir. Ruhuna doğru ahlak kumaşını biçmektir. Suyun bile helalini içmektir. Nefsini ateşe verip bitmektir. Bir damla olup okyanusta yitmektir. Mutluluk ibadettir. Şükretmektir. Başını koyduğun secdedir. İbadet nefsine karşı yaptığın cenkdir. Bedirdir, Çanakkaledir. Giydiğin kefendir... Din kalemdir. Yaşadığın kaderdir. Kurandan aldığın haberdir. Şeytana karşı savunduğun kalendir. Hesabını vereceğin kıyamettir.
21 Nisan 2024 Pazar
Kahve
Türk kahvesi olmazsa olmazım. Her sabah Yalova sahilindeki aile çay bahçesine giderim. Marmara denizi, adaları ve adaların ardındaki İstanbul kıyılarını izlerken sade Türk kahvemi içerim. Kahve mutluluk gibidir. Azdır yudum yudum keyfini çıkara çıkara tüketirsin. Ama etkisi büyüktür. Bugün size kahvenin keşfediliş hikayesini anlatacağım. Eskiden Yemen illerinden Karen'in çorak tepelerinde yaşayan bir çoban varmış. Dervişane bir yaşam süren Hz. Üveys Veysel Karani köylülerin kendisine emanet ettiği keçileri otlatırmış. Birgün keçilerinin anormal şekilde hareketlendiğini, hopladığını zıpladığını farketmiş. Keçilerini güçlükle devşirmiş. Keçileri az önce bir ağacın meyvalarından yiyormuş sonra ne olmuşsa olmuş. Karani ağacı merak etmiş ve meyvalarından bir avuç almış. Bir tanesini ağzına atmış ve ağzında acı ve buruk bir tat oluşmuş. Yenilecek şey mi bu! Ama Allah hiç bir şeyi boşuna yaratmamıştır demiş. Eve dönmüş. Felçli annesinin yemeğeni yedirmiş, temizlemiş. Daha sonra topladığı çalı çırpıyla akşam ateşini yakmış. Ateşin karşısında zikirle ve ibadetle meşgul olmaya başlamış ve tefekkür etmiş. O esnada bugün ağaçtan topladığı taneleri ateşe atmış. Çok geçmeden közde tüten tanelerin kokusu burnuna çarpmış. Ne güzel kokuyorlardı. Güzel kokmaya başlayan taneleri ateşten almış ve ağzına atmış ve gülümsemiş. Acılıktan eser kalmamış ve ağzına müthiş bir tat vermiş ve yemesi pek keyifli olmuş. Daha bir saat geçmeden Karani vücudundaki değişiklikleri fark etmiş. Yorgunluğundan iz kalmamış, zihni berraklaşmış ve vücudu kuvvet bulmuş. Kendi kendine: şimdi anlaşıldı keçilerin bugünkü halleri ne mübarek meyva demiş. Bunun bir ismi olmalı insanlar bundan keyif bulacak. Dileyen Hakka yakınlaşmanın keyfini, dileyen de nefsininkini. Adı da keyif veren keyfe olsun demiş.
20 Nisan 2024 Cumartesi
Kuranı Kerimin Şifreleri
*Doğum öncesi embriyo gelişiminin anne karnında üç evresi vardır. Bu embriyolojide üç karanlık evre olarak geçer:
1-Batın duvarındaki karanlık evre2-Rahim duvarındaki karanlık evre
3-Amniyon zarının karanlık evresi.
Kuran-ı Kerim bu üç karanlık evreyi 1400 yıl önce Zümer suresi 6. Ayette haber vermiştir.
"Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde bir yaratılıştan önce başka bir yaratılışa dönüştürüp yaratmaktadır"
* Yanma olayı için oksijen gereklidir. Ve ağaçlar fotosentez yaparak aldıkları güneş ışığı ve karbondioksitten ( CO2 ) Oksijen ( O2 ) açığa çıkarırlar. Kuran-ı kerim yine günümüzden 1400 yıl önce yanma olayı için oksijen gerektiğini ve ağaçların fotosentez ile oksijen ürettiklerini Yasin suresi 80. ayette haber vermiştir.
" Yemyeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur. İşte ondan yakıp durmaktasınız "
* Arı suresi kuranda 16. Suredir ve arının kromozom sayısı 16 dır.
*Görmemizi sağlayan hücrelerin bulunduğu göz tabakası olan Retina kelimesini oluşturan R-E-T-İ-N-A harfleri 35:8 numaralı ayette yanyana gelmiştir ve bu ayette görmekten bahsediliyordur.
* Ozon kelimesi Türkçe, Arabça ve diğer tüm dillerde yazımı aynıdır. Kuranda O-Z-O-N 72:6 numaralı ayette geçmektedir. Ve işin ilginç yanı bu ayetten sonraki ayeklerde " Gökyüzünün koruyucusu " ifadesi kullanılıyor. Bu ozon tabakası için son derece yerinde bir açıklamadır.
*Petrol kelimesini oluşturan harfler tüm Kuran’da baştan sona sadece iki yerde geçmektedir (harfler soldan sağa doğru ters diziliyor). Bunlardan ilki 6:59 nolu ayettir ve bu ayette petrole işaret edercesine “yeraltının karanlıklarındaki” ifadesi kullanılmaktadır. Yani petrolün yer altında olduğuna işaret edilmektedir.
Ayrıca bilimadamları petrolün oluşum kökenini hem hayvansal hem de bitkisel olarak açıklamaktadırlar. Yani eski çağlardaki yeşil bitkilerin uzun bir zaman aralığından sonra petrole dönüştüğünü ifade etmektedirler. Kuran’daki bir ayet de bununla örtüşmektedir: ” (Rabbin) yeşil otu çıkardı, sonra da onu kapkara(simsiyah) bir sel artığına(sıvıya) çevirdi…” (Ala suresi 4,5)
*Kuran-ı Kerim’de yer alan element isimli “Hadid (Demir)” suresinde, Radon, Potasyum, Zirkonyum ve Titanyum gibi diğer elementlere de atom numaralarıyla ve ağırlıklarıyla birlikte işaret edilmektedir. Halbuki o yıllarda elementler ve atom numaraları henüz keşfedilmemişti. İşte bu yüzden Kuran çok büyük bir mucize daha sergilemektedir.
Rn (Radon)
Element isimli surede(Hadid:Demir) “R” ve “N” harfleri ilk defa burada yan yana geliyor. Ayetin başlangıcından buraya kadar 86 harf geçmektedir. Aynı şekilde “Rn” elementinin atom numarası da 86’dır.
Zr (Zirconium)
»» Element isimli surede(Hadid:Demir) “Z” ve “R” harfleri ilk defa burada yan yana geliyor. Ayetin başından buraya kadar 40 harf geçmektedir.Aynı şekilde “Zr” elementinin atom numarası da 40’dır.
K (Potassium)
»» Element isimli surede(Hadid:Demir) “K” harfi ilk defa burada geçiyor. Ayetin başından “K” harfinin olduğu yere kadar 39 harf geçmektedir. Aynı şekilde “K” elementinin atom ağırlığı da 39’dur.
Ti (Titanium)
»» Element isimli surede(Hadid:Demir) “T” ve “İ” harfleri ilk defa burada yan yana geliyor. Ayetin başından buraya kadar 47 harf geçmektedir. Aynı şekilde “Ti” elementinin atom ağırlığı da 47’dir.
S (Sulfur)
»» Element isimli surede(Hadid:Demir) “S” harfi ilk defa burada geçiyor. Ayetin başlangıcından buraya kadar 32 harf yer almaktadır. Aynı şekilde “S” elementinin atom ağırlığı da 32’dir.
Sizlere Kuran-ı kerimdeki bazı mucizeleri aktardım. Kuran 1400 yıl önce normal bir insan tarafından kaleme alınamayacak mucizeler içeren, yazıldığı tarihten 1400 yıl sonrasındaki bilimsel gerçeklere göndermeler yapan Tanrı katından gelen bir kitaptır ve peygamberimiz Hz. Muhammed'e vahiy yoluyla inmiştir. Daha fazla bilgi için Ömer Çelakıl'ın Kuran-ı Kerimin Şifresi kitabını okumanızı öneriyorum.
19 Nisan 2024 Cuma
Şeytan
Şeytanın yolu bir köye düşmüş. Ağaca bağlı bir buzağı varmış. Şeytan buzağının ipini gevşetmiş. Özgürlüğüne kavuşan buzağı mutlulukla sağılmakta olan ineğin yanına gitmiş. Annesinin memesini emmeye başlamış. O esnada buzağı süt kovasını devirmiş. Sağdığı sütün yere döküldüğünü gören kadının öfkeden gözüne perde inmiş ve bir odunla buzağının kafasına vurmuş. Buzağı kanlar içinde kalmış. İnek annelik içgüdüsüyle yavrusunu öldüren kadına saldırmış ve onu öldürmüş. Sesleri duyan kadının kayınpederi elinde tüfekle ahıra gelmiş. İneğin gelinini öldürdüğünü görünce tüfekle ineği vurmuş. Silah sesi duyan kadının kocası ahıra koşmuş. Karısını yerde ölü şekilde yatarken ve babasını elinde tüfekle dururken görünce babasının karısını öldürdüğünü düşünmüş ve tabancasını çekip babasını vurmuş. Daha sonra olayın aslını öğrenen adam vicdan azabına dayanamamış ve tabancasıyla intihar etmiş. Tüm olup biteni izleyen şeytan " Şimdi bu olanların suçunu da bana yüklerler. Oysaki ben sadece buzağının ipini gevşetmiştim " demiş.
Şeytan eskiden meleklerin hocası olan Azazil adında bir melekti. Allah Adem'i yaratıp secde edin deyince Azazil hariç tüm melekler secde etti. Şeytan beni ateşten onu topraktan yarattın ben Adem'e asla secde etmem dedi ve tarihteki ilk kibir duygusu ortaya çıktı ve ilk kıskançlık vakası yaşandı. Şeytan o günden sonra insana düşman oldu ve Allah'dan ahiret gününe kadar mühlet aldı. Allah'a " Beni azdırmana yemin olsun ki insanların içlerinden imanı zayıf olanları azdırıp yoldan çıkartacağım " dedi. Ve insan ile şeytan arasında ahirete dek sürecek savaş başladı. Şeytan nefsimizin içine sızmıştır. Kibrimizi, kıskançlığımızı, aç gözlülüğümüzü sürekli besler. Buzağı hikayesinde olduğu gibi içimizdeki öfke duygusunu harlar. İdeal varoluşta kalabilmek için iyi ahlaklı olmalıyız. Bize zararı olan nefsimizi doyurmak yerine içimizdeki adalet, cömertlik ve merhamet duygularımızı beslemeliyiz. Daha iyisini istiyorsak çabada ve tevekkülde olmalıyız ve şükretmeliyiz. Çünkü şükür bize hata yaptıran nefis ateşini söndürür.18 Nisan 2024 Perşembe
Bu da geçer
Vakti zamanında derviş uzun süre yolculuk ettikten sonra bir köye varmış. Karnı aç ve yorgunmuş. Köylülere sormuş beni misafir edebilir misiniz diye. Köylüler biz fakiriz ama sen şakirin çiftliğine git demişler. Şakir sığırları olan zengin bir adammış. Dervişi çok güzel ağırlamış yedirmiş içirmiş. Derviş giderken zenginliğinin kıymetini bil demiş. Şakir: Bu dünyada her şey geçici, hiç belli olmaz, bu da geçer demiş. Aradan bir zaman geçmiş. Dervişin yolu yine aynı köye düşmüş. Şakiri sormuş. Köylüler: Hiç sorma, Şakir geçen yıl ki selden sonra tüm sığırlarını kaybetti, fakirleşti şimdi köyün en zengini Haddad'ın yanında çalışıyor demiş. Derviş hemen Şakir'i görmeye gitmiş. Onu küçük evinde ağırlamış ona anca bir çorba verebilmiş. Derviş giderken üzgün olduğunu söylemiş. Şakir: Üzülme bu da geçer demiş. Aradan yıllar geçmiş. Derviş yine köye uğramış ve Şakir'i sormuş. Haddad öldü. Herşeyini sadık hizmetkarı Şakir'e bıraktı. Şakir artık tepedeki büyük konakta yaşıyor demişler. Derviş Şakir'i ziyaret etmiş. Konakta gecelemiş, karnını doyurmuş. Yanından ayrılırken: Seni böyle gördüğüme çok sevindim demiş. Şakir'in cevabı aynıymış: Bu da geçer...
Derken yedi yıl sonra dervişin yolu köye düşünce Şakir'i görmek istemiş. Demişler ki Şakir öldü mezarı şu tepede. Üzülmüş derviş ve mezarını ziyaret etmiş. Mezar taşında: Bu da geçer yazıyormuş. Ölümün nesi geçecek demiş derviş ve yoluna devam etmiş. Yıllar yıllar sonra dervişin yolu o tepeye düşmüş ve mezarı ziyaret etmek istemiş. Fakat tepede ne mezar kalmış ne de taş... Sel hepsini götürmüş.Hayatımızdaki hiç bir dert kalıcı değil. Bunaldığımızda bu da geçer yahu demeliyiz ve kendimizin de bu dünya hayatında geçici olduğumuzu unutmamalıyız.
Çocuk
Bir şiirde şöyle diyor: "Çocuklar geleceğe atılmış ok. Sizden çıktılar, size ait değiller, hayata aitler." Her ebeveyn aynı hatayı yapıyor. Çocuğun yerine hayaller kuruyor ve kendi istediği hayatı çocuğa empoze etmeye çalışıyor. Bebek dünyaya gelince deneyimlediği bebeğin savunmasızlığını, acizliğini hiç unutmamak üzere ruhuna kodluyor ve çocuk kaç yaşına gelirse gelsin büyüyüp bir birey olan o çocuk ebeveynin gözünde o ilk günkü bebek gibi oluyor. Bir çocuğun karakter kazanması büyüme çağında ailesinin evinde oluyor. Çocuğu yetiştiren aile bu sebeple çocuğun yaşamında bir ömür boyu hak sahibi olduğunu hissediyor. Kendi yaşayamadıkları hayatı gerçekleştirecek matrix deki seçilmiş kişi neo gözüyle bakıyorlar. Neo'dan beklenti yüksek oluyor. Ana babanın okuyamadığı üniversitelerde okuması doktor, mühendis olması, en iyi işe girmesi, en iyi hayat standartında yaşaması ve en iyi eşle evlenmesi bekleniyor. Ama herkesin en iyisi kişisel bir karakteristiktir. Belki o çocuk sporcu yada sanatcı olmak istiyordur. Belki o çocuğun hayatının aşkı bir Türk mühendis değil, Amerikalı bir dansçıdır. Sonuçta hayat çocuğun hayatı. Çocuğunuz büyüme döneminde sizin sorumluluğunuzda ama sonrasında o çocuk hayata ait oluyor. Ebeveynler çocuklarına kendi hayallerini dayatmak yerine onların hayallerine saygı göstermeli ve onların kendi ayakları üzerinde duran özgür bir birey olmaları için desteklemelidir.
17 Nisan 2024 Çarşamba
Kök Salmak
Ancak bir yere kök saldığında çok uzaklara gidebilirsin. Bu söz İtalya'da yaşayan filmleri çok beğenilen ve büyük başarılar kazanan yönetmen Ferhan Özpetek'e ait. Bir yerlerden bulup filmlerini muhakkak izleyin. Kendisinin İstanbul Kırmızısı ve Sen Benim Hayatımsın adında iki romanı da var. Yazarlıkta da çok başarılı. Ben 2015 yılında Sen Benim Hayatımsın romanını okumuştum ve çok etkilenmiştim. Tavsiye ederim. Ancak bir yere kök saldığında çok uzaklara gidersin sözüne gelecek olursak: Modern insan sürekli bir tüketim içinde. Geçmişiyle halledemediği bir sorun var ve çözümü yeni mekanlara, yeni aşklara, yeni şehirlere yeni ülkelere kaçarak bulmaya çalışıyor. Geçmişi travmalı. O geçmişle yüzleşmemiş çareyi kaçmakta buluyor. Ama o insan kaç tane aşk, kaç tane iş, kaç tane ülke değiştirirse değiştirsin geçmişin hayaletleri peşini bırakmıyor ve dünyanın öbür ucunda bile ardından geliyor. O kişi hayatla helalleşebilirse, kendini başkalarını affedebilirse işte o zaman bir yere kök salabilir ve gerçek anlamda çok uzaklara gidebilir. Geçmişin hayaletleri hayatla helalleştiği zaman peşini bırakacaktır. Yani çözüm kaçmakta değil toprağa kök salıp sorunla yüzleşebilmekte sevgili okur.
16 Nisan 2024 Salı
Toplama Çıkarma
Toplamayı nede çok seviyoruz. Kıyafetleri topluyoruz, yemekleri topluyoruz, gerekli gereksiz insanları topluyoruz, bizi tutsak eden kalp kırıklıklarını topluyoruz. Biz ak akçe kara gün içindir atasözüyle büyüdük. Bize ihtiyacın olmasa da sen biriktir sonra lazım olur diye öğretildi. Şöyle bir dolabınızı göz önüne getirin. Sık kullanmadığınız ne kadar çok giysi var değil mi? Peki ya hayatınızda ki insanlar? Aslında size hitap etmeyen ama "Network" uğruna katlandığınız insanlar. Biz politikacı değiliz ve herkesle iyi olmak zorunda da değiliz. O yüzden kalabalığa ihtiyacımız yok. Birde matah bir şeymiş gibi kötü hatıraları biriktirmeye meraklıyız. Zaman ayarlı bomba gibi içimizde taşıyoruz sevgilimizin vakti zamanında bize yaşattığı kötü deneyimi ve ilk tartışma anında desdedeki joker gibi yeşil çuhanın üzerine koyuyoruz. " Sen fi tarihinde bana şöyle demiştin. Senin annen bana hakaret etmişti... " falan filan. Amaç ne? İlişki ilk kriz anında partnerinin fi tarihindeki kabahatini öne sürüp kendini suçlu mu hissettirmek? İlişki elindeki kartlarla karşındakinin mutluluğunu tükettiğin bir tür poker mi? Hayatla kumar oynanır mı? Sevgiyle kumar oynanır mı? Buraya insanın toplama hastalığından geldik konuyu dağıtmayım. Kapitalist yaşam bize hayatı bir monopoly oyunu gibi algılattı. Kartonun üzerinde gelen zara göre ilerleyen Leventde, Kadıköyde, Beyoğlunda daireler alan, rakip oyunculardan kiralar alıp paraları istifleyen birer piyona çevirdi bizi. Toplama yerine çıkarmayı denesek... Mesela fazla paramızı ihtiyacı olanlar için kasamızdan çıkarsak. Para biriktirebilmek için zamanımızı çalan fazla mesailerimizi hayatımızdan çıkarsak ve karşılığında sevdiklerimize ayırabileceğimiz zamanı bulsak. Canımızı sıkan insanları hayatımızdan çıkarsak ve huzuru bulsak. Bizi tutsak eden kalp kırıklıklarını çıkarsak ve özgür olsak.Kibirden, egodan şişmiş cüssemizi çıkarsak ve özümüzdeki saflığı bulsak... Bakın çıkardıkça ne kadar çok şey kazandık. Değer kazanmak istiyorsak işin sırrı toplamakta değil çıkartmakta.
Kintsugi
İnsan kalbi sevgiyi, aşkı, hayalleri ve umutları taşıyor. Bu yönden çok güçlü. Tıpkı zirvesinde kar olan Ağrı dağı gibi. Zaten hayalleri, umutları, aşkı olan bir yürek çok güçlüdür. Ama ah bu kalp dediğimiz şey hayal kırıklığı yaşadığı zaman camdan bir heykele dönüşüyor ve afacan bir çocuğun kendisine attığı bir taşla tuzla buz oluyor. Kalp o yüzden çok enteresandır, hem güçlüdür hem güçsüzdür. Hepimiz hayatımızda kalp kırıklıkları, hayal kırıklıkları yaşamışızdır. Mesela ben üniversiteden yeni mezun olduğumda bir fabrikada çok iyi bir işe girmiştim. Dışardan bakınca çok janti, imkanları olan bir işti. Birde genelde o işe girenin bir daha sırtı yere gelmiyor emekli olup çıkıyordu. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Kötü bir performans gösterdim ve 6 aylık deneme süresi sonunda işime son verildi. Yıkılmıştım. Bir daha öyle bir iş bulmam mümkün değildi ve hayatımın fırsatını kaçırdığımı düşünüyordum. Kalbim kırılmıştı. Fakat hayat her şeyden daha büyük. Planlarımızdan, beklentilerimizden daha büyük. O kışı evde geçirdikten sonra ilk baharda daha mütevazi bir işe girdim ve en önemlisi aşık oldum. Fabrika işini kaybettikten bir sene sonra yeni işimde kendimi kabul ettirmiş ve İspanyol sevgilimle hayatımın en mutlu dönemini yaşıyordum. O bir sene önceki tuzla buz olmuş kalbimden eser kalmamıştı. Şimdi geriye dönüp baktığımda o janti işi kaybetmem hayatta başıma gelen en güzel şeymiş. Boşuna denmemiş " Sizin şer olarak gördüklerinizde hayır vardır " diye. Vakti zamanında Japon imparatorunun çok sevdiği bir fincanı kırılmış. Tamir edilmesi için taa Çin'e yollamış. Ama fincan bir türlü istediği gibi olmamış. Sonra ülkenin en büyük zanaatkarları toplanmış ve Fincanı onarmışlar. Bu onarma işinden Kintsugi sanatı doğmuş. Kintsugide kırılan parçaların arasına vernik sürülüp altın tozu serpiştiriliyormuş ve kırılan porsalen fincan eskisinden de güzel oluyormuş. Kalbimiz kırılacak diye aşklardan ve hayallerden asla vazgeçmeyelim. Şayet kırılırsak kendimize Kintsugi uygulayalım ve kalbimizin arasına altın tozu serpip kendimizi yeni baştan yaratalım.
15 Nisan 2024 Pazartesi
Pencere
Bazen bir pencereye ihtiyaç duyarız. Sıkıldığımızda hayat bizi bunalttığında bize iyi gelecek bir manzara ararız. Evimizin güzel bir manzaraya bakan penceresi olmayabilir. Penceremiz; eğer büyütüp yuvadan uçurmuşsak kızımızın ya da oğlumuzun, torunumuzun salonumuzun vitrinindeki fotoğrafı olabilir. Hayat gayesi nedeniyle artık hatıralarımızda kalan doğup büyüdüğümüz köyün resmi olabilir. Yada sevdiğimizin bize hediyesi olabilir. Bir saat, bir küpe, bir kolye yada bir bileklik. Hayat üstümüze üstümüze geldiğinde o objeyi ellerimize alırız yada o penceredeki manzaraya bakarız. O pencere bizi sakinleştirir. Bebekliğimizde ağladığımızda şevkatini hissettiğimiz ana kucağı gibidir. Size bugün babam Sacit Beyin penceresinden bahsetmek istiyorum. Rahmetli hayatının son üç senesini yatağa mahkum geçirdi. Felç olmuştu. Yatağının duvar tarafına yastıklarının üzerine kedi resimli bir tepsi koymuştuk. Kendisi kedileri çok severdi. Kıpırdatamadığı felçli gövdesiyle yattığı yerden çoğu zaman o kedi resmine bakardı. Kediye bir ad takmıştı. Ve onunla bazen konuşuyordu. Resimdeki kediye Mümin adını vermişti. Çocukluğunda sahip olduğu kedinin ismiymiş. Ben yastıkların üzerine konmuş bir kedi resminin felçli yatağa mahkum bir adamı mutlu ettiğine şahit oldum. Sacit Bey " Mümin, Mümin, Mümin... " diye konuşurdu. Mümine bakıp tebessüm ederdi. Hatta bir seferinde annem yataktan tuvalet ihtiyacı için babamı aynı gün içinde 27. kez kaldırırken biraz sinirle kedi resimli tepsiye eliyle vurmuştu ve tepsi yastıkların üzerinden yere düşerken Sacit Bey oğluna yani bana panikle bakmış ve " Mümini kurtar " demişti. O zaman gülsem mi ağlasam mı bilememiştim. Mümini kurtar... Şimdi size bu satırları yazarken bile dudaklarımda kederli bir tebessüm var.Babam son nefesine kadar kendini mutlu eden bir pencere bulmuştu. En kötüsünü yaşadığı şartlarda bile...Hayatınız zor olabilir. Zorluklar bazen belinizi bükebilir. Ama her ne olursa olsun Sacit Bey ve kedisi Mümin'i hatırlayın ve sizde size iyi gelen "pencerenizi" bulun.
Foto: Babam ve ben 2004/Bursa14 Nisan 2024 Pazar
Maruzatım Var
Nurhan Suerden Boğaziçi Üniversitesindeki Murat Gülsoy hocamızın yaratıcı yazarlık atölyesinde tanıştığım kıymetli bir büyüğüm. Maruzatım Var adlı ilk öykü kitabıyla 2020 yılında Haldun Taner öykü ödülünü aldı. Nurhan abla kusura bakmasın erteleye erteleye ve araya başka kitapların girmesiyle ödüllü kitabını daha yeni okudum. Bayram tatilinde öyküleri günlere bölerek yavaş yavaş tadını çıkartarak okudum. Yazarın uslubu çok akıcı. Öyküleri okurken sanki bir tepeden yokuş aşağı bisikletle iniyormuşunuz gibi tatlı bir his veriyor okura. Aynı zamanda yalın bir dil. Metinleri okurken hiç takılmıyorsunuz. Bence kitabın en büyük başarısı farklı insanların farklı türden hikayelerini Suerdem bir orkestra şefi gibi çok iyi bir araya getirmiş ve ortaya mükemmel bir harmoni çıkmış. Hikayelerinde karısından boşanmış ve adada inzivaya çekilmiş bir ressama, ortayaş krizi geçiren bir kadına yada Oturan mavi bulutun eksik listesi öyküsündeki gibi küçük bir çocuğa rastlıyorsunuz. Nurhan Suerdem her bir karakterin ruhsal tonunu yani kimliğini kendine has bir ses yaratmış. Yani orta yaşlı kadın konuşurken onun sesini yada çocuk konuşurken onun sesini yansıtmayı başarmış. İyi yazarlar aktör gibi olmalıdırlar ve gerektiğinde genç adam gerektiğinde bir ihtiyarın tonlamasını metinlerinden okura geçirebilmelidirler. Suerdem bunu çok iyi başarmış. Edebiyattaki bu tonlamayı böylesine başarabilen çok sevdiğim başka yazar Buket Uzuner esintisi yaşattı Maruzatım Var bana. Nurhan Suerdem'den Maruzatım Var kitabını herkese tavsiye ediyorum.
13 Nisan 2024 Cumartesi
Toprak
Tolstoy'un İnsan Ne İle Yaşar kitabında çiftçi Pahom'un ibretlik öyküsü vardır. Çiftçi Pahom zengin olmanın hayalini kuruyordur. Birgün yakınlardaki bir reisin bedava toprak dağıttığını duyar ve yanına gider. Reis çiftçiye " Gün doğumundan itibaren katettiğin bütün mesafedeki topraklar senindir ama gün batımında başladığın yere dönmek şartıyla " der. Çiftçi yürümeye başlar. Tarlaların yanından geçer. Ovaları geçer. Artık hayalinin bile ötesinde toprağa kavuşmuştur. Ama gözü doymaz. Biraz daha yürüyeyim daha fazla toprağım olsun der. Yürür yürür. Sonra bir anda gün batımından önce başlangıç noktasına dönmek zorunda olduğunu hatırlar. Güneş batışa geçmiştir. Gerisin geriye koşar. Artık zamanla yarışıyordur. Koşar koşar ve sarf ettiği efordan dolayı başlangıç noktasına yakın bir yerde burnu kanamaya başlar ve düşüp ölür. Toprak sahibi reis bu olaya bir çok defa şahit olmuştur. Adamlarına emir verir çiftçiye bir mezar kazarlar ve cenazeyi defnederler. Toprak sahibi reis mezara bakar ve " İşte sana bukadar toprak yeter " der. Çiftçinin hikayesi ne kadar hazin değil mi? Çoğumuz Tolstoy'un hikayesindeki gibi zenginlik uğruna hiç ölmeyecek gibi çalışmıyor muyuz? İnsanoğlu az ile yetinmesini bilmiyor. Daha çok para, daha lüks ev, yazlık, daha yeni araba daha, daha, daha... Mercedes yerine Tofaş'da ayağını yerden kesiyor, kahfe zinciri yerine aile çay bahçesinde içtiğin kahve de ağzını tatlandırıyor, boğazda balık yerine mahalle arası salaş balıkçıda yediğin balık da karnını doyuruyor, marka kıyafet yerine pazardan aldığın kazak da seni sıcak tutuyor. İstemenin sonu yok. Bu aç gözlülük bizim ailemize ve sevdiklerimize ayırmamız gereken zamandan çalıyor. Unutmayalım ki paranın satın alamayacağı tek şey; sevdiklerimizle geçireceğimiz zaman ve sağlığımızdır sevgili dostlar...
12 Nisan 2024 Cuma
Çığ
Anne babamızı, tenimizin rengini, ülkeyi, konuştuğumuz dili, kültürümüzü, neye inanıp neye inanmayacağımızı seçemiyoruz dünyaya gelirken. Saydığım bu özellikler bizim için kura gibi bir şey aslında. Amerika'da bir aile komşularıyla beraber villasının bahçesinde superbowl finalini izlerken barbekü partisi yapıp biralarını içerken, Gazze'de bir ailenin yarısı İsrail'in attığı bombalar sonucu yok olabiliyor, kalan yarısı ise enkazların arasında elektriksiz, aç susuz Acun'un programı gibi değil, gerçek anlamda survivor yaşam savaşı verebiliyor. Dünya hiç adil bir yer değil. Ekonomik, askeri ve medya gücü zalimlerin elinde. Bu gücü kullanarak yaklaşık yirmi yıl önce Saddam'ın elinde kimyasal silah var yalanıyla Irak'ı işgal edip bir milyon masum insanın ölümüne neden olmadılar mı? O zaman dünya seyirci kaldı. Şimdi de Gazze'deki İsrail zulümüne seyirci kalıyor. Vakti zamanında karlı bir dağın dibinde bir köy varmış. Köyün büyük bir korkusu varmış. Köylüler dağın tepesinde bir çığ olduğunu düşünüyorlarmış ve çığın düşüp tüm köyün yok olmaması için çıt bile çıkarmıyorlarmış. Köylü çığın korkusundan yıllardır konuşamıyor ses çıkartmıyormuş. Derken bir gün bir çocuk doğmuş. O çocuk daha köylü ağzını kapatmaya fırsat bulamadan tüm gücüyle haykırmış. Köylüler şimdi yandık tepemize çocuğun gürültüsünden ötürü dağdaki çığ düşecek ve hepimiz yok olacağız demişler. Çocuk haykırmaya devam etmiş fakat çığ mığ düşmemiş. Bir süre sonra köylüler yıllardır boşuna korktuklarını ve aslında çığın olmadığını anlamışlar. Herkes evinden bahçelere çıkmış şarkılar söyleyip danslar etmişler ve özgürlüğü kutlamışlar. Modern dünyanın kafasında da çığ korkusu gibi bir ABD, İsrail korkusu var. Bize korkulacak bir şey olmadığını gösterecek cesur bir çocuğun haykırışına ihtiyacımız var.
11 Nisan 2024 Perşembe
Şükür
Şükür öyle bir kıyafet ki, yokluğa da yakışır varlığa da. Şükürsüz ruhlar kötü kokar. Şükür ruhumuzu misk eden bir demet lavanta. Şükür saflıktır, bir kase yoğurt gibi aktır. Patlıcan kızartmasının üstüne de gider, hiç bir şey yoksa içine salatalık doğrayıp biraz su katarsın cacık yaparsın. Şükürle aç kalmazsın. Şükür Tanrı'nın cep numarasıdır. Bir an gelir içinden bir şükür geçer yada her şey şükürdür sen içinden geçersin şak! Bir bakmışsın hattın öbür ucunda Allah'la konuşuyorsun. Şükür görünmez ama bilinir. Şükür alemin en sevilen ferdidir. Fakirin evine de girer, zenginin evine de girer. Şükür Mercedes'de ki frenden bile daha iyidir. Hayatında hız yaptığında seni frenler kazadan korur. Şükür ruhunun gıdası, kalbini mutlulukla doldurur. Şükür senin yaşama salınmış köklerin, nice fırtınalar kopsada seni korur. Çünkü şükür sabrın kardeşidir. Şükür suyun kaldırma kuvvetidir. Kollarını iki yana aç, ayaklarını uzat kadere güven... Şükürsen hayat seni dibe asla batırmaz. Şükür yutan elemandır. Musa'nın asasıdır. 1 milyon derdin olsun. Şükürle çarptın mı tüm kederleri yutar. Çünkü şükür SIFIRDIR. Sıfır olmaktır, varlığı yoklukta bulmaktır. Şükür trenden istediğin an inebilmektir. Marmaray'da ki duraktır. Nebiyi miraca çıkaran Buraktır. Şükür eşinin sarılması, evladının sana bakan masum gözlerinin parıldaması... Kainatın sırrı, ömrün refahı, dervişin fenafillahı. Şükür aldığın nefes, yaşamaya dair heves... Şükret. Alırsın o zaman ahirette galibiyet.
10 Nisan 2024 Çarşamba
Derviş
Vakti zamanında dervişin biri hakikati arıyormuş. Her şeyi gözden çıkarmış yollara düşmüş. Bir işaret arıyormuş. Çölde yolunu bulmaya çalışırken üç atlı adama denk gelmiş. Atlılar ona saksıda bir nergis çiçeği uzatmışlar ve " Aradığını bulmak istiyorsan buna hizmet et " buyurmuşlar. Derviş hakikati bulmak için nergis çiçeğine hizmet ediyormuş artık. Bir gün çiçeği bir koyun yemiş. Derviş bu sefer koyuna hizmet etmeye başlamış. Onu beslemiş, büyütmüş, korumuş... Yanından hiç ayırmamış. Dervişin borcundan dolayı koyuna el koymuşlar ve pazarda kadının birine satmışlar. Derviş koyunun peşini bırakmamış ve koyunu takip etmiş. Götürüldüğü yerde koyunu kurban etmişler, etini komşulara dağıtmışlar ve ailenin kendisi de yemiş koyynun etinden. Bizim derviş de varmış kapılarına onlara hizmet etmek istediğini ve kendisini köle olarak kabul etmelerini istemiş. Meğer ailenin reisi Allah dostu bir kamil mürşidmiş. Dervişi talebesi olarak kabul etmiş ve kısa sürede Allah'a kul olma yolunda menzile ulaştırmış bizimkini. Bu hikayeden anlayacağımız: işaretler heryerde var. Mühim olan bizim o işaretleri görmemiz için kalp gözümüzle bakmamız, sabırlı olmamız ve yaradana olan inancımızı muhafaza etmemiz. İşaretlere hikayedeki derviş gibi sımsıkı tutunalım ve sabır gösterelim. Sonunda Allah bizi muradımıza kavuşturacaktır.
9 Nisan 2024 Salı
Eğitimde Digital Devrim
Otuz yıl önce internet emekleme dönemindeydi. Aradığınız her türlü bilgiyi anında önünüzdeki ekrana seren Google baba yoktu. Akıllı telefonlar ve tabletler yoktu. İstediğiniz müzik klibini yada eğitim videosunu izleyebileceğiniz youtube yoktu. Kral tv Number One tv vardı. Geçen yıllarda internet devrimi yaşandı tüm dünyada. Bilgi çağında yaşamamıza rağmen neden okullarımızda otuz kırk yıl öncesinin kısır eğitim anlayışı devam ediyor? Öğrenciler kitaplardaki bilgiye hapsediliyor. Duyu organlarımızı kullanırsak bir konuyu daha kolay öğreneceğimiz ve o bilgiyi daha hızlı şekilde belleğimize kaydedeceğimiz artık bilinen bir gerçek. Çocuklara tek boyutlu öğrenme olan kitaptan okuyarak eğitim vermek yerine görme ve işitme duyularını harekete geçiren üç boyutlu animasyonlarla eğitim verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin biyoloji dersinde ekrana insan bedeni gelecek. Çocuk bir bilgisayar oyunundaymış gibi " Deriyi kaldır " butonuna basacak. Bedenin ardındaki iskelet kas sistemini görecek. İmleci hangi kemiğin üzerine getirirse program sesli ve yazılı olarak bilgi verecek. Çocuk dahada zoomlayınca kalbin üç boyutlu animasyonunu görecek. Kesitinden kalp kapakçıklarını ve odacıklarını görüp kanın pompalanmasına şahit olacak. Şimdi söyleyin hangisiyle daha kolay öğrenilir? Körü körüne kitaptan okuyarak mı yoksa üç boyutlu animasyonu yaşayarak mı? Bence fizik, kimya, biyoloji dallarında öğrencinin kendi avatarıyla gezinebileceği sanal bir evren yaratılmalı. Metaverse tarzı. Öğrenci istediği anda o dersin animasyonunu tabletinden telefondan açabilmeli. Matematik konusunda yapay zekaya sahip yazılım hocalar öğrencinin resmini gönderdiği problemi bir kaç saniyede çözüp çözümü sunmalı. Milli Eğitim Bakanlığı konusunda uzman üç boyutlu animasyonlar hazırlayabilen personel istihdam etmeli. Eğitim müfredatına üç boyutlu animasyonlar eklenmeli ve eğitimde dijital çağa geçilmeli.
7 Nisan 2024 Pazar
Cihat
Dışarıdaki savaş iç savaşımızı vermekten kaçtığımız için ortaya çıkar.Peygamber döneminde kafirlere karşı olan savaşlar zaferle neticelenince Hz.Muhammed şöyle demiş: " Bu küçük cihattı. Asıl büyük cihat şimdi başlıyor nefsimize karşı " Şöyle bir dünyadaki savaşların çıkış nedenlerine baktığımızda hep nefsinin kölesi olmuş liderlerin ve derin oluşumların kanlı savaşları başlattığını görürüz. Nefis hep daha fazlasını ister. Daha fazla toprak, daha fazla para, hükmetme ve güçlü olma arzusu. Bunun için ölüm kusan silah teknolojisine milyarlarca dolar yatırım yapılır, ordular kurulur, istihbarat servisleri hedefteki ülkede gizli faaliyette bulunur ve güçlü güçsüzü yok eder. Bu psikolojinin altında en güçlü olma ve egemen olma arzusu yatar. Bu kişiler dinden yani yoldan uzaklaşmışlardır. Tanrı'nın planına yani kadere güvenmiyorlardır. Başka bir ulusun güçlenmesini mevcudiyetlerine tehdit olarak algılıyorlar ve hemen o ulusun başını ezmeye çalışıyorlardır. Kendilerinden başka ulusların da güçlü olup barışı benimseme ihtimallerini yok sayıyorlardır içine düştükleri inançsızlıkları. Dünyada ki düzen bozucular kendi iç savaşlarını vermekten yani nefislerini yenmekten vazgeçtikleri için talepkar, aç gözlü, huzursuz, şeytanla yoldaş olmuş benlikleri onları ve maalesef tüm dünyayı kanlı savaşlara sürüklemekte. Halbuki peygamber efendimiz ne güzel belirtmiş düşmana karşı yapılan silahlı savaşlardan sonra: " Bu küçük cihattı. Asıl büyük cihat şimdi başlıyor nefsimize karşı "
Faks
Bugün günlerden pazar. Pazar neşesi günü. Neşeniz, keyfiniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar. Bir Türk, bir Amerikalı ve bir Alman saunaya gitmişler. Bellerinde birer havlu saunada otururlarken, ' bip, bip, bip ' diye ses duyulmuş. Amerikalı sağ eliyle sol koluna dokunup:
-Çağrı cihazım çaldı. Derimin altında elektronik devre var da, demiş.Aradan biraz zaman geçmiş, bu defa bir cep telefonu çalmaya başlamış. Bunun üzerine Alman, sol avuç içini kulağına götürmüş ve konuşmaya başlamış. Görüşmesi bitince Türk'e ve Amerikalıya dönüp şöyle demiş:
-Avucumun içinde cep telefonu devresi var da.
Bunu gururuna yediremeyen Türk izin isteyerek dışarı çıkmış. Bir kaç dakika sonra döndüğünde bacaklarının arasına sıkışmış tuvalet kağıdı sarkıyormuş. Amerikalı ve Almanın kendisine garip garip baktığını görünce açıklamış:
-Faks geliyor da.
6 Nisan 2024 Cumartesi
İnsanlar
Çayımı yudumluyorum aile çay bahçesinde. Karşımda kumsal ve marmara denizi. Salıncakta sallanan çocuklar, sahilden geçen elele tutuşmuş sevgililer, arabasında biberonundan süt içen bebeler, parktaki çocuğuna gözkulak olan anneler, hayatının sonbaharını geçiren emekliler... Hayatın tüm ihtimalleri tek bir fotoğrafa sığmış gibi. Yirmi yıl sonra biberonundan süt içen bebek sevgilisiyle elele gezecek, sevgilisinin elini tutan kız orta yaşlı bir anne olarak parkta oynayan çocuğunu bekleyecek, emekli amcalar ve teyzelerin mezarında ise çiçekler bitecek. Ama sahilde gördüğüm hiç kimse bunları düşünmüyor. Belki biraz emekliler... Anı yaşıyorlar. Anı yaşamak güzel şey ama akıbetinin farkında olduktan sonra. Mesela genç sevgililerin evlenince nasıl geçineceklerini, çocuklarına nasıl bir gelecek hazırlayacaklarını düşünmeleri gerekmez mi? Yaşam mücadelesi başladığında hayatlarına sirayet eden çalışma düzeninin getirdiği monotonluk aşkı yavaş yavaş öldürmez mi? Yoksa aşkın ilk büyülü anlarını yaşayan bu genç çifti rahat mı bırakmalıyım. Aşkın güzelliği zaten yarın yokmuşcasına yaşamak anın büyüsüne kapılmak değil mi? Ya şu emekliler? Nasıl bir hayat geçirdiler? Yaşamlarından yaşadıklarından razılar mı? Peki Allah onlardan razı mı? Sütünü içen bebek nasıl bir insan olacak? İyiyi mi seçecek, kötüyü mü seçecek. Hayata insanlara faydası mı yoksa zararı mı olacak? Hayat, dışarıdan maruz kaldığımız etkilere karşı verdiğimiz tepkilerin toplamı değil mi? Kişisel kitabımız böyle yazılıyor birgün önümüze geitirilip okunmak üzere...
5 Nisan 2024 Cuma
Kolomb'un Aklı
Kristof Kolomb bir sefer sırasında gemisini tamir ettirmesi gerekir. Mürettebatıyla beraber Jameika kıyılarına çıkarlar. Oradaki yerlilerden geminin tamiri için yardım isterler. Tamirat başlar ancak bir süre sonra yerliler Kolomb'un ve mürettebatının yiyeceklerini yağmalamaya başlarlar ve geminin onarımı da bir türlü bitmez. Süre uzadıkça uzar. Kolomb'un canı sıkılır. Birgün gemisindeki takvimi inceler. Takvimde yarın ay tutulması olduğu söylenir. Kolomb'un aklına yerlileri alt etmek için bir fikir gelir.Kolomb yerlilerin şefine: " Yağmaladığınız ve bize zorluk çıkardığınız için Tanrı çok öfkelendi. Öfkesini belirtmek için yarın gökyüzündeki ay kan kırmızısı renginde olacak " ertesi akşam olur. Takvimde yazdığı gibi ay tutulması yaşanır. Ayın rengi kırmızıya döner. Yerliler çok korkarlar ve Kolomb'a gelip çok pişman olduklarını ve bundan sonra onun emrine gireceklerini söylerler. Kolomb tebessüm eder ve Tanrının özürlerini kabul ettiklerini ve on dakika sonra ayın normal rengine döneceğini söyler. O olaydan sonra yerliler Kolomb'un emrinden dışarı çıkmazlar. Kolomb defterine şöyle yazar: " Cehalet her zaman köleliği getirir. " Dünyada kendi bayrağı, sınırları, kanunları olan nice devlet var emperyal devletlerin kölesi olmuş durumda. Bir ülkeyi esir almak istiyorsanız o ülkenin eğitim sistemini yok etmeniz gerekir. Ülkemizde eğitim kalitesi her geçen yıl daha da geriye gidiyor. Bir de ülkemize egemen olan siyasal islam din kisvesi altındaki kitap dışı dogmalarla cahil halkı kandırıyor. Cemaat ve tarikatları ülkeye hakim kılarak iktidar uğruna bir milleti cahil bırakıp yarınlarımızla oynuyor. Ülkemiz 22 yıldır kötü bir kabus görüyor. Son seçim sonuçları umut verdi ve yakında bu kabustan uyanacağımızın işareti. İnşallah bu ülkede tarım ve eğitim devrimi yapacak idareciler göreve gelecek. Çünkü bu ikisi Türkiye'nin geleceğini ve Türk halkını kölelikten kurtaracak olan şey.
4 Nisan 2024 Perşembe
Tarım
Türkiye eskiden gıda yönünden kendi kendine yeten dünyadaki ender ülkelerden biriyken yanlış tarım politikaları neticesinde ithal tarım pazarı haline gelmiştir. Büyüklüğü Konya ilimiz kadar olan Hollanda 116 milyar dolarlık tarım ihracatı yaparken Türkiye ise 19 milyar dolar ihracat yapmış. Dünyanın en güzel coğrafyasında en verimli topraklarında yaşayan halkımızın tarım ürünlerinde dışa bağımlı hale getirilmesi çok üzücü. Siyasilerin yapacağı en büyük proje; otoyol, köprü, hastane, bina yani betona yatırım değil, toprağa yatırımdır. Ülkemizi tarım yönünden tekrardan kendi kendine yeter hale getirecek siyasetçiler asıl o zaman tarihe geçerler. ABD vakti zamanında kendi ülkesinde para etmeyen kalitesiz; et,süt tozu, tereyağları Türkiye'ye göndermiş hem halkımızın sağlığını bozmuş, hem kendi iç pazarında para etmeyen ürünlerden para kazanmış, hem de Türkiyeyi gıda konusunda dışa bağımlı hale getirmiştir. Daha sonra soyanın mucizeleri ABD'nin dikkatini çekti ve ABD soya endüstrisi kurdu. Soya ABD'nin en önemli ihraç kalemlerinden biri oldu. ABD " Yardım " adı altında ülkemize ucuza soya vermeye başladı. Şak, ABD ülkemizde soya ekimine karşı çıktı. Yerli tereyağı ve zeytinyağı pazarı zarara uğradı. ABD " Yeşil Devrim Projesi " başlattı. Gelişmekte olan ülkelerin buğday ihtiyacını karşılayacağız dediler ve dünyaya ve Türkiye'ye buğday ihraç etmeye başladılar. Tüm bu adımlar ve daha da fazlası ülkemizde ki tarım faaliyetlerini ve kapasitesini küçülttü. Ah o bitmek tükenmek bilmeyen Amerikan hayranlığı ve sonunda geldiğimiz nokta. Bir tarım devrimine ihtiyacımız var. Ülkemizi yönetecek siyasi aktör kim olursa olsun biz yazar, çizerler halk olarak siyasi iradeyi tarım devrimi yapmaya zorlamalıyız ve tekrardan tarımda kendi kendimize yeten bir ülkeye dönüşmeliyiz.
3 Nisan 2024 Çarşamba
Zeka Menüsü
Yaşamımızı sürdürebilmek için beslenmeye ihtiyacımız var. Vücudumuzun ihtiyacı olan temel gıdaları almalıyız. Peki beslenme sadece yemek ile ilgili bir durum mudur? İnsan fikri olan düşünmeye ve üretmeye programlanmış bir varlık. Zihnimizinde besine ihtiyacı var. O besin ise bilgi. Avucumuzun içinde ki cihazlar tarafından günümüzde maalesef çok fazla parazit bilgiye maruz kalıyoruz. Zeka seviyesi düşük komikli videolar, yada çarpıtılmış bilgiler günün her saati ekranlardan beynimize akıyor. Nasıl sağlıksız şeyler tüketirsek vücudumuz hasta olur, parazit bilgilere maruz kalırsak da zihnimiz sağlığını kaybeder. Kaliteli içerikler tüketmek zorundayız. Bize bir şeyler öğreticek, entellektüel seviyemizi gelişterecek, algımızı yükseltecek şeyler. Bedenin ilacı nasıl hareket ve egzersizse... Örneğin yürüyüş, pilates vb. Beynin egzersizi ise düşünmek ve üretmektir. Bizleri düşündürecek içerikler okumalı, izlemeli ve öğrendiklerimizi muhakkak yazılı, sözlü olarak çevremizle paylaşmalıyız. Kaç kişiyle paylaşacağımızın önemi yok. On da olur binde. Ama biz öğrendiğimiz bilgiyi birileriyle paylaşınca o bilgi kalıcı olarak zihnimize yerleşir. Birde obezite nasıl çağımızın hastalığı ise veri obezitesi de adı konulmamış bir hastalık. Nasıl haddinden fazla yemek yiyince şişmanlayıp sağlığımızı kaybediyorsak, avuçiçindeki ekranlardan maruz kaldığımız parazit bilgiler zihnimizi obezleştiriyor. Telefonlara bu kadar bağlı olmayalım. Birde takip ettiğimiz içeriklerde kalite arayalım. Bazen de şu ekranlardan uzak kalmasını bilelim ve zihin detoksu yapalım.
2 Nisan 2024 Salı
Saklambaç
Hayat bizimle bir oyun oynuyor. Yanımıza geliyor ve "Şimdi sen ebe olacaksın " diyor. Biz daha çocuğuz hayat ise boylu poslu yüzünde çizgiler, üzerinde büyüklere göre kıyafetler reşit olduğu için bindiği otomobiller, sadece büyüklerin girebildiği partiler, kulüpler olan bir yetişkin. Bir çocuk olarak yetişkin hayatın bizi muhatap almasına ve bizimle oyun oynamak istemesine seviniyoruz. Hayat bize diyor ki: " Şimdi senin içinden; masumiyetini, çocukluğunu ve hayallerini çıkaracağım. Birken dört kişi olacaksınız. Sen başını ağaca gömüp otuzdan geriye sayacaksın. Masumiyetin, çocukluğun ve hayallerin kaçıp saklanacak. Sonra sen onları bulacaksın ve sobeliyeceksin. Oyunu kazanınca sende benim gibi büyük bir adam olacaksın " Bunu duyunca seviniyoruz. Hem birken dört oluşumuza hemde büyüyecek oluşumuza. Gözümüzü yumuyoruz, geriye sayıyoruz... Sonra ara ki bulasın. Ömrümüz boyunca büyümek için hayata sattığımız masumiyetin, hayallerimizin ve çocukluğumuzun peşinden koşuyoruz... Hayat oyunbaz bir şeytan. Ömür yaşanacak bir an. Gelecek belirsiz sisli bir duman. Çocuk kalbi saf bir ışık karanlığı aydınlatan. Hayata kanmamak gerek. Büyümek; zenginlikle, makamla, şöhretle, şehvetle gelmez. Eğer ruhunun saflığını korumuşsan, hayallerine sahip çıkmışsan, içindeki çocuğu yaşatmışsan sen zaten büyüksün.
1 Nisan 2024 Pazartesi
Karışık Pizza
Her pazar uyguladığım bir rituelim var. Evden heyecanla çıkıyorum. Dere kenarındaki kafeye oturuyorum. Kendime bir pizza söylüyorum. O pizza sihirli bir şey. Dilimlerini küçük parçalara ayırıyorum. Lokma lokma çatalla ağzıma götürüyorum. Yediğim pizzanın her bir parçasında kendimi mutlu hissediyorum. Pizza yerken dere kenarındaki o kafede iyi anlar geçiriyorum. Peki haftada bir bu pizza yeme rituelimin sırrı ne? Bunun için yaklaşık 30 yıl geriye gitmek gerekiyor. Doksanların ortaları. Günlerden pazar. Güneşli sıcak bir yaz günü. Sabah TRT'de oynayan Barış Manço'nun adam olacak çocuk programı izlenmiş, ödevler bitmiş. Annem de babam da çalışmıyor. Pazar günü izin günleri. Yalova'da yaşıyoruz. Babamın petrol yeşili Şahinine biniyoruz ve Çınarcık'a gidiyoruz. Annem babam önde abimle ben arkadayız. Abimle ben daha çocuğuz. Yemyeşil tepelerin arasından geçen yoldan arabamızla Çınarcık'a varıyoruz. Sahile gidiyoruz. Babam arabayı park ediyor ve havlularımızı alıp plaja gidiyoruz. Denizde yüzüyoruz, güneşleniyoruz, top oynuyoruz. Mutluyum çünkü çocuğum. Mutluyum çünkü bir ailem var. Denizden sonra şehir içindeki pizzacıya gidiyoruz. Pizzalarımızı sipariş ediyoruz. Biraz sonra pizzalarımız geliyor. Pizzalarımızı afiyetle yiyip eve dönüyoruz. Kalan ödevler yapılıyor sonra tv karşısına geçip Bizimkiler dizisi ailecek seyrediliyor, ardından stardaki parlement sinema kulübündeki film izlenip yatağa gidiliyor.
O günler artık sisli bir hatıra gibi uzakta kaldı. Ne annem ne babam ne de çocukluğum kaldı. Ben galiba haftada bir dere kenarındaki kafeye gidip pizza yediğim anlarda çocukluğumun ailecek geçirdiğimiz mutlu pazarlarına gidiyorum. Her hafta o pizzayı yerken annemi, babamı,abimi, Barış abiyi, Bizimkileri yani çocukluğumdaki o mutlu pazarları yad ediyorum. Benimkisi delilik işte... Delilik...