31 Mart 2024 Pazar

Nefret

 Nefret çok tehlikeli bir duygudur. İçki, kumar, seks gibi bağımlılık yaratır. Farkında olmadığımız bir bağımlılıktır ve zihnimizi sürekli öfke bölgesinde tutan tuzak bir duygudur. Ülkeyi yöneten politikacıya nefret duyabiliriz, mültecilere nefret duyabiliriz, bize kötülük eden birine nefret duyabiliriz. Bakın nefret öfkeden farklı bir durumdur. Öfke anlık cereyan eder ve geçicidir. Nefret ise kalıcı ve süreklilik haline gelen bir durumdur. Bir şeyi sevmek gibi bir şeyden nefret etmek de o şeye tersinden bağlandığımızın ve aslında ona değer verdiğimizin göstergesi değil midir? Eğer bir şeye nefret duyuyorsak daha sabah uykudan gözümüzü açtığımız anda pusuda bekleyen nefret arıları zihnimize hücum eder ve beynimizi iğnelemeye başlarlar. Nefret ettiğimiz şey odağımıza yerleşir. Nefret objesine odaklanmak çok tehlikeli bir durumdur. Zihnimiz tıpkı Google gibi çalışır. Misal büyük şehirde yaşıyorsunuz ve belediye başkanından nefret ediyorsunuz. Odağınızda başkan var yani Google'ın aramasına "Başkan" ı girmişsiniz. Arkadaşınızla buluşacaksınız ve kahve içeceksiniz. Yürüyorsunuz ve metroya bineceksiniz. Metroyu görünce " Bu metroyu başkan yaptı. Hay ben o başkanın şarap çanağına... " diye saydırmaya başlıyorsunuz. Sonra arkadaşınızla buluşuyorsunuz. Bir kafedesiniz. Keyifle kahvenizi içerken bir belediye otobüsü görüyorsunuz ve "Otobüs" , " Belediye " kelimeleri " Başkan " çağrışımı yapıyor ve siz yine huzurunuzu yitirip başkana sövüyorsunuz ( İlla dışınızdan değil, içinizden de olabilir ) sövdükçe öfkeleniyorsunuz, öfkelendikçe bir girdaba giriyorsunuz ve psikolojiniz giderek bozuluyor. Nefret etmek odağınıza bir obje almaktır. Odağınızdaki obje günlük hayatta alakasız şeylerden bile nefret ettiğiniz kişiye çağrışım yapar ve sizi nefretin tutsağı haline getirir. Bu durum psikolojik rahatsızlıklara neden olur. O yüzden nefretten uzak duralım. Bende geçmişte normal bir insanın ömürboyu nefret etmesini gerektireceği insanlarla karşılaştım. Kötülüğe maruz kaldım. Nefret ettim, öfkelendim o kötü insanlara karşılık vermeyi düşündüm. Ama sonra çözümün bu olmadığını anladım. Hayatla helalleştim. Bana zarar verenleri ve verecekleri affettim. İnanın gerçek huzur affetmekten geçiyor. Siz siz olun nefretin tuzağına düşmeyin ve şu şözü unutmayın: Allahım, bana değiştirebileceğim şeyler için güç ver. Değiştiremeyeceğim şeyler içinse sabır ver.

Kızılderili

 Bugün günlerden pazar. Pazar neşesi günü. Neşeniz keyfiniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar.

Film ekibi çölün kızgın güneşi altında çekim yapmaktadır. Zor şartlar altında çalışırlarken, ihtiyar bir kızılderili sete doğru yaklaşır ve yönetmenin yanına doğru giderek şöyle der:
-Yağmur, yarın!
Şaşıran yönetmen, ertesi gün yağan yağmuru hayretle izler. Bu sırada ihtiyar kızılderili yine gelir ve şöyle der:
-Fırtına, yarın!
Ertesi gün gerçekten müthiş bir fırtına çıkar ve çölü birbirine katar.
Yönetmen yardımcısına emreder:
-Çabuk bana o kızılderiliyi getirin! İstediği parayı verin. O olmazsa bu filmi bitiremeyiz.
Adamlar kızılderiliyi bulur ancak yaşlı adam bir türlü razı olmaz. En sonunda teklif edilen 1 milyon doları reddedemez ve adamlarla birlikte kampa gelir. Bir ay boyunca ihtiyar kızılderilinin söylediği her şey tutar. Derken bir gün yaşlı kızılderili susar ve hiç birşey söylemez. Yönetmen 'Nasıl olsa geçer' diye düşünerek bekler. Sonunda yönetmenin sabrı taşar ve kızılderiliyi kenara çekerek öfkeyle sorar:
-Bana bak! Sana bu iş için mi dünyanın parasını ödedim! Eğer susmaya devam edersen seni buradan atacağım.
Kızılderili omuzlarını silkerek yönetmeni cevaplar:
-Ben ne yapayım, radyo kırıldı!

30 Mart 2024 Cumartesi

Cahil Adam

 ABD başkanlık seçimlerine az kaldı. Trump, Biden karşısında şanslı görülüyor. Geçenlerde bir gazeteci Trump'a " Türkler Kürtlere saldırırsa ne yaparsınız? " diye sordu. Trump şu mealde bir açıklama yaptı: " Türkler ve Kürtler birbirlerinden nefret ediyorlar ve binlerce yıldır savaşıyorlar. Türkler eğer Kürtlere saldırırsa onları ekonomik olarak mahvederim. Ekonomilerini çökertirim. Rahip Brunson'ı da vermiyorlardı, bu yöntemle Brunson'ı geri aldım " Ne desek boş. Trump cahil bir adam ve Türklerle Kürtlerin binlerce yıldır kardeş olduğundan bölgedeki 40 yıllık terör sorununu ABD'nin beslediği terör unsurlarından kaynaklandığı gerçeğini göz ardı eden cahilce bir açıklama. Biz yıllardır sürdürdüğümüz ne şiş yansın ne kabap politikamızdan ötürü zarar görüyoruz. Ülkemizde darbeleri örgütleyen ABD değil mi? Ülkemizde FETÖ'yü Pensilvanya'da yaşayan kukla aracılığıyla kontrol eden ve bize zarar veren ABD değil mi? Yıllardır PKK terör örgütünü eğitip donatan ABD gizli servisi değil mi? Bakın biz PKK terörüne 40 bin can verdik. Bunu destekleyen ABD ile niçin müttefiklik ilişkisini halen sürdürüyoruz? 11 Eylül ikiz kule saldırılarında kaybettiği 2000 can için ABD Afganistan'ı ve Irak'ı haritadan sildi. 1 milyonun üzerinde insan öldü. ABD vatandaşlarını teröre kurban verince dünyayı yerinden oynattı. Şunu iyice anlayalım. FETÖ elebaşını koruyan PKK'yı destekleyen ABD ve NATO bizim müttefikimiz değil bizim alenen düşmanımız. ABD ile ne şiş yansın ne kebap diyaloğumuzu gerçekçi zemine oturtmalı, ülkemizdeki ABD üslerini kapatmalı, ABD'ye nota vermeli ve NATO'dan ayrılıp kendimize yeni bir rota çizmeliyiz. En azından her gün öleceğimize bir gün ölürüz.

Öfkenin Arkası

 Öfkeli bir toplum olduk. İşyerinde, sokakta, trafikte... Öfke her yerde. Hele öfkeye öfkeyle karşılık verilirse kavga çıkıyor. Öfkenin örtüsünü şöyle bir kaldırıp baktığımızda altından korku çıkıyor. Evet korku. Öfke gibi alevli ateş kusan duygunun altında yatan gerçek; kırılgan masum bir duygu olan korku. Büyük patrondan azar yemekten ve sicilinin bozulmasından korkan amiriniz işi gereği gibi yapamamışsanız size bağırır, azarlar, öfkelenir. Ergen bir çocuk babasının arabasını kaçırırsa baba oğluna öfkelenir, bağırır, ceza verir. Çünkü baba reşit olmayan oğlunun kaza yapmasından korkuyordur. Kendisine yada başkalarına zarar vermesinden korkuyordur. Yada bir yemekte kocasına yakınlaşan bir kadın gördüğünde kocasının kötü bir niyeti olmasa bile kadın eve gidince kıyameti koparıyordur. Kadın aslında kocasını kaybetmekten korkuyordur. O bağırmasının, çağırmasının altında kocasına olan sevgi vardır. O yüzden öfkeli biriyle karşılaştığımızda ona karşılık vermek yerine konuşarak öfkesinin altındaki korkusunu anlamaya çalışmalıyız. O ateşin altındaki korkusunu kırık kalbini görmeliyiz ve şifa olmalıyız. Alışkanlık haline gelen öfke zihne mayınlar döşer ve ortaya çıkan her bahanede her kıvılcımda kronikleşen patlamalara ve yangınlara neden olur. Öfkesi kronikleşmiş bir kişi sürekli azap halindedir. Hem kendinin hem çevresinin ruhunu törpüler. Öfkeyi kronikleşmeden durdurmalıyız yoksa bir kanser gibi tüm bünyeyi ele geçirir. Öfkeli insandan korkmamalıyız. Sonuçta onun öfkesinin altında korkan, ürkek bir gönül olduğunu hatırlamalı konuşarak derinine ulaşmalı ve o kişiyi öfkesinden kurtarmalıyız. Bu süreçte ondan kötü söz işitsekte kişisel almamalıyız. Çünkü o kişinin derdi bizimle değil kendisiyledir. Şunu unutmayalım.Hepimiz kardeşiz ve yaralı gönüllere yardım edip onları güvene ulaştırmak boynumuzun borcu.

29 Mart 2024 Cuma

Hayalet Avcıları

 Hayalet Avcıları' nın son filmi bu cuma vizyona girdi. Bende soluğu sinemada aldım. Ben sinemada film izlemeyi daha keyifli buluyorum. Ben biraz antika biriyim. Evimde internet yada Netflix türü şeyler yok. İlla Netflix'de birşeyler seyretmek istersem arkadaşımda seyrediyorum. Bana göre sinema dediğin patlamış mısır, yayılabileceğin rahat deri bir koltuk ve beyaz perdede seyredilir. Dizi platformlarının sinema seyircisini azalttığı söyleniyor ama Avengers End Game, Avatar gibi yapımlarda 2 milyar dolar hasılatını geçip rekor kırabiliyor hala. Evde dizi platformu açıkken çocuğunuz bir şey soruyor, telefona mesaj geliyor olayın içine giremiyorsunuz. Sinemada öyle değil. Her şeyinizle filmi yaşıyorsunuz. Hayalet Avcıları benim çocukluk kahramanlarım. Seksenlerde dünyada bir fırtına estirmişti bu seri. 2 yıl önce Ghost Busters: After Life filmiyle orjinal hikayeye paralel giden bir film çekmişti Hollywood. Bu filmde Spengler ailesi ve ailenin 15 yaşındaki kızı Phoebe ve 18 lik oğlu Trevor New York'da hayalet peşindeler. Hikayede genç kahramanların katılmasını bence filmi izleyen çocuk seyircilere " Çocuklar veya gençler de sorumluluk alabilir, kahraman olabilir " mesajını vermesi açısından olumlu buluyorum. Bu filmde seksenlerdeki Hayalet Avcılarında oynayan Bil Murrey, Dan Aykroyd, Ernie Hudson gibi isimlerin olduğu orjinal kadroda var. 10 yaş üstü çocuğunuzla eğlenceli vakit geçirebileceğiniz New York şehrinde geçen güzel bir fantastik-macera filmi. Tavsiye ederim.

Bosna'daki Piramitler

 Bosna'da yakın zamanda piramitlerin keşfedildiğini söylesem şaşırır mıydınız? Varlıkları milattan önce binlerce yıl eskiye dayanan piramitler mistik yapılarıyla insanoğlunun hep dikkatini çekmiştir. Bende 2013 yılında Koruncuk Vakfı yararına koştuğum Mısır maratonu seyahatimde Kahirede ki piramitleri ziyaret etmiştim. Dünya'nın çeşitli bölgelerinde piramitler var. Mısır'da 150, Çin'de 250, Maya piramitleri 1100 civarında, İtalya'da 5, Yunanistan'da 16, Sudan'da 250, Kanarya adalarında onlarca, Avusturalya'da, Sicilya'da 43, Mauritius'da 7, Kahokya ABD de 200 kadar. Türkiye'de de en az 2 tane. Bizler eski çağ uygarlıklarının sadece kendi bölgelerinde yaşadığını ve birbirlerinden habersiz olduklarını düşünüyoruz. En azından okullarda zihnimize dayatılan hatalı eğitim sistemi bunu söylüyor. Ama dünyanın farklı bölgelerinde inşaedilmiş piramitler; eskiden kıtalar arası iletişimin olduğunu, ortak teknolojiler kullanıldığını ispatlıyor. Bu teknolojiler: Elekromanyetik alanlar, ses titreşimlerinin gücü, kozmik enerjilerin bilgisi gibi günümüzden epey farklı teknolojiler. Bu gerçekler yobaz bilim çevrelerini isyan ettiriyor. Bosna'da ki piramitlere gelecek olursak. En eskisinin 12.500-25.000 yıllık olduğu tahmin ediliyor. Eğer doğruysa dünyanın en eski piramidi Bosna'da. Piramitlerin yapımında beton bloklar kullanılmış. Halbuki betonu Romalıların keşfettiği sanılıyordu. Bosna piramitlerinde kullanılan beton, modern betondan çok daha sağlam. Piramitin tepesine çıkıldıkça uzaya doğru bir elektromanyetik alan yayıyor. Acaba piramitten yayılan bu enerji ne için kullanılıyordu? Dünyanın ikliminin ayarlanması, öte alemlerle iletişim, şifalandırma, enerji üretimi yada teleportasyon olabilir mi? Biz kendimizi dünyaya gelmiş, hüküm süren ve tarihin gördüğü en ileri uygarlık olarak kabul ediyoruz. Lakin geçmişte bizden bilgi ve teknoloji olarak çok daha ileri uygarlıklar gezegenimizde yaşamış ve sonrasında yok olmuş olabilirler. " Biz de bunlardan daha güçlü olan ( o kavimler ) i helak ettik ve geçmişte kalan bir misal oldular. " Zuhruf Suresi 8. Ayet tefsiri.

27 Mart 2024 Çarşamba

Navigasyon


Sanmasınlar yıkıldık,

Sanmasınlar çöktük,

Bir başka bahar için; 

Sadece yaprak döktük...


Bu sözler Mevlana'ya ait. Ben insanın hayatı boyunca bir çok kez yeniden doğduğuna inanıyorum. Arabalarda olduğu gibi kalbimizde de bir navigasyon sistemi var. Hayattaki isteklerimiz varmak istediğimiz yada sahipsek korumak isteğimiz adres. Daha küçükken bize hedefler koymayı öğretiyorlar. Şu cep telefonuna sahip olmalıyım, şu üniversiteyi kazanmalıyım, şu insanlarla arkadaş olmalıyım, şu maaşı kazanmalıyım, şu arabaya binmeliyim, şu evde oturmalıyım, şu kadınla veya erkekle evlenmeliyim... Kalbimizin bize fısıldadığı adrese veya isteğe varmak için çalışıyoruz, çaba gösteriyoruz. Kalbimiz tıpkı arabalardaki navigasyonda konuşan kadının seksi sesi gibi bize fısıldıyor. 100 metre sonra kavşaktan sola dön, ikinci sokaktan sağa dön, sonra dümdüz git gibi. Hedeflerimize bazen ulaşamıyoruz, olmuyor. Hayal kırıklığına uğruyoruz. Veya o adrese varsak bile aslında aradığımız şeyin o olmadığını düşünüyoruz. Yine bir hayal kırıklığı oluyor. O zaman hayatımızda kışı yaşıyoruz. Hüzünleniyoruz ve göz yaşı olarak yapraklarımızı döküyoruz. İlk bahardaki o yemyeşil çiçekli ağaçtan bir eser kalmıyor. Sadece çıplak yalnız bir gövde. Her şeyi kaybettik, her şey bitmiş gibi hissediyoruz. Ama bu durum hayallerimizin sonu değil, gelecek bahara yepyeni yapraklarla yeşillenmemizin bir gereği. Kendimizi yeniden doğurmanın, yeniden bahara kavuşmanın ön şartı. " Sanmasınlar çöktük, Bir başka bahar için; Sadece yaprak döktük " Durum tam da bu. Navigasyondaki istediğimiz yere varamamanın bir nedeni de hatalarımız olabilir. Herkes hata yapar. Geçmişimizin esiri olmamalıyız. Hem hata dediğimiz şey o kadar da kötü bir şey değil. Tıpkı bir sebze gibi sende kendi gübrenle gübrelenmelisin. Hata aslında bizim toprakta yetişmemiz, kendimizi yeniden doğurabilmemiz için gerekli olan gübre. Kendini yeniden doğurabilenlere selam olsun.

Dostoyevski'nin Evlilik Teklifi

 Dostoyevski kumar alışkanlığı yüzünden borçlanmıştır. Zor durumdadır. Onun bu durumunu bilen bir yayıncı bir teklif yapar. " Senin bütün borçlarını kapatacağım. Sana iki yıl yetecek para da vereceğim. Ama bir sözleşme yapacağız. Sen bana iki yıl içinde kısa bir roman yazacaksın. Ama romanı 24 ay sonunda teslim etmessen bundan önce yayınladığın ve gelecekte yayınlayacağın bütün romanların telif hakkı bana geçecek " Borç batağında olan Dostoyevski bu teklifi kabul eder.

Aradan 23 ay geçer. Dostoyevski daha romana başlamamıştır. Kara kara düşünmektedir. Durumdan haberdar olan Fransız yazar Stendhal ona akıl verir. " Ben Parma Manastırı romanımı dikte ettirerek ( Söyleyerek yazdırma ) yazdım sen neden denemiyorsun? " der. O zamanlar Rusya'da bir dikte etme okulu vardır. Dostoyevski okula gider ve okulun en parlak öğrencisini bulur. İsveç asıllı genç kız olan Grigoryevna Snitkin bu romanın yazımında Dostoyevski'ye yardımcı olmaktan gurur duyacağını söyler.
Eseri son gün bitiren Dostoyevski yayıncının ofisine gider. Romanın tüm yazım sürecini yakından takip eden uyanık yayıncı ogün bilerek ofisini erken kapatır. Dostoyesvki yayıncıyı bulamaz. Sözleşmeye uymadığı için tüm teliflerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. O dönem Rusya'da noter yerine polis karakolu bu işlere bakıyordur. Karakola gider polis memurlarına eserini onaylatır. Daha sonra yayıncıyla davalık olsalarda Dostoyevski davayı kazanır.
Dostoyevski zaferi kutlamak için bir davet verir. Davete romanı dikte ettirdiği İsveçli genç kız da katılır. Gecenin ilerleyen saatlerinde Rus yazar genç kıza " Bir konuda fikrinizi almak istiyorum " der. Genç kız " Size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim " der. Dostoyevski şöyle der " Ben bir roman yazmaya çalışıyorum. Romanın baş karakteri korkunç biri... Sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. Bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. Sence bir evlenme teklifi kaleme alcak olsam bu gerçekçi olur mu? "
Kız ise şöyle der " Evlenme teklifinizi kabul ediyorum bay Mihaylovic "
O kız Dostoyevski'nin ikinci eşi Anna Grigoryevna Snitkin'dir. Yazdıkları eser ise ünlü roman Kumarbaz'dır.

26 Mart 2024 Salı

Gelecek

 Lola adlı bir bilimkurgu filmi var. İki kız kardeş 1938'de gelecekten radyo ve televizyon sinyali aldıkları Lola adlı bir makine icat ediyorlar. Bu makine ile gelecekteki haber bültenlerini takip ederek gerçekleşmemiş vahim olayların önüne geçmeye çalışıyorlar ve Hitler'in başlattığı ikinci dünya savaşını bitirmeye çalışıyorlar. Eğer insanoğlu geleceği bilebilseydi bu iyi mi yoksa kötü mü olurdu? Aslında üzerine çalışılıp iyi analiz edilirse tarih denen bir şey var. Tarih müthiş bir bilim ve bence geleceği tahmin etme gücü var. Bizler ikinci dünya savaşını okursak yakın gelecekte Rusya-Ukrayna savaşının kıvılcımladığı olası bir Rusya ve Avrupa-ABD dünya savaşından sakınabiliriz. ABD'nin Hiroşima'ya attığı nükleer bombanın yarattığı ölümleri ve bölgeye getirdiği felaketi tarihten inceleyebilirsek gelecekte bir daha nükleer silah kullanılmasının önüne geçebiliriz. Yani eğer dünyanın geleceğinin iki dudaklarının arasında olan liderlerin vicdanı varsa... İyi analiz edilmiş bir Tarih bize gelecekten haber verebilir. Sümerler vakti zamanının en büyük kavmiydi. Huzur ve refah içinde yaşıyorlardı. Not olarak ekleyim Sümerler Türk kökenli bir kavimdir. Derken birgün bugünkü arapların atası olan Akad kavminden göç almaya başladılar. Sümerliler bu göçleri başta önemsemedi hatta Akadlıları ucuz iş gücü olarak kullanmaya başladık oh ne güzel bile dediler. Ama zaman geçtikçe Akadlıların nüfusu arttı, kalabalıklaştılar ve devlete isyan edip şehirleri yakıp yıktılar ve Sümer topraklarına göçmen olarak ilk gelişlerinden sadece 150 yıl sonra Sümer devletini ele geçirip yıktılar. 

Sümerlerin son günlerinde bir bilge kil tablete şöyle yazdı: " Fark edemedik geç kaldık. Aman Tanrım bu acımasız ve gözü doymaz vahşiler hepimizi yok edecek…Tanrım bizi affet…Bizden sonra gelenler bunları okursa belki ders alır. "

Sümerlerin yıkılışı size günümüz Türkiye'sini anımsatıyor mu? Ortadoğudaki karışıklıktan sonra ülkemize gelen ve sayıları şimdilik 13 milyonu 20 yıl sonra 25 milyonu bulacak araplar Türkiye Cumhuriyetini ilerde isyan edip yıkılışına sebep olacak yeni Akadlar olabilir mi? Sümerlerin tarihinden ders alıp ülkemizin geleceğini kurtarabilir miyiz? Ülkemizi yöneten muktedirler acaba tarih okuyor mu? Bu dediklerimin kaçımız farkında ve değiştirmek için çaba gösteriyor? Bakın Lola adlı bilimkurgu filminden nerelere geldik.

Peter Pan

 Çocuklarla oldum olası aram çok iyidir. Vakti zamanında yazlıktaki çocuklara kızlı erkekli karışık futbol antrenörlüğü yapardım. Boynumda düdük çocuklarla temel futbol antrenmanları; paslaşma, dribling, şut ve sonunda maç yapardık. Kızlarla ağaçtan düşen kozalakları toplar, annelerinin ojeleriyle rengarenk boyardık. Başka bir yetişkinle çocukları omuzlarımıza alır denizde deve güreşi yapardık. Sahilde plaj futbolu, sahada basketbol oynardık. Havuzda yüzerdik. Ben çocukların Onur abisiydim. Dünün çocukları büyüdü şimdi üniversiteli gençler oldular. Hayat gerçekten bir mucize. O çocukların büyüyüp genç bir adama genç bir kadına dönüşmesi gerçekten bir yaşam mucizesi. Rabbim tüm çocuklarımızı gençlerimizi korusun. Şimdi yeni bir gözdem var. En yakın arkadaşlarımdan Murat abimin 8 yaşındaki oğlu. İlk tanıştığımızda biraz çekingendi ve mesafeliydi. Hafta sonları bize Galatasaray maçlarını izlemek için gide gele zamanla bana alıştı. Geçen yaz ona İngilizce ders verdim. Babası geçenlerde " Onur oğlum İngilizce dersinde sınıfının en iyisiymiş sana teşekkür ederim " dedi. Bende çok mutlu oldum. Çocukların gelişmesi konusunda ben hep sporu ön planda tuttum. Çünkü yüzerken istikrarı ve disiplini öğreniyorlar, futbol ve basketbolla takımdaşlığı ve stratejiyi öğreniyorlar. Bende geçmiş dönemlerde maratonlar koşan bir atlet olduğum için geçmişte çocuklara hep iyi bir rol model oldum. Geçen hafta sonu Murat abimin oğlu bize geldi ve birlikte playstation da futbol oyunu pes oynadık. Ertesi gün komik bir şey oldu. Murat abi bize yalnız geldi ve aç şu playstaion'ı dedi. Ve biz iki koca adam 2 saat playstaion'da maç yaptık. O esnada oğlu Murat abimi aradı " Baba nerdesin? " dedi. Murat abi " Oğlum çarşıda işim var yarım saat sonra geleceğim " dedi. Biz erkekler galiba hiç büyümüyoruz. Kırklarındaki ben, ellilerindeki Murat abi oturup saatlerce playstation oynuyoruz. Galiba çocuklarla çocuk olmanın sırrı içindeki çocuğu öldürmemek. Ben kendimi hiç büyümeyen Peter Pan gibi hissediyorum ve daha abilik arkadaşlık yapacağım çoook çocuk var.

25 Mart 2024 Pazartesi

Terör

 Biliyorsunuz geçen hafta Moskova'da bir terör saldırısı düzenlendi. Teröristler bir konseri bastı ve 140 masum insan maalesef hayatını kaybetti. Saldırıyı yapan 2 terörist yakalandı. Rus istihbaratının yaptığı sorguda Tacik terörist 4 Marta kadar Türkiye'de barındığını Türkiye'deki bir vaiz yardımcısından saldırı emri aldığını ve bu eylem karşılığında kendisine 4500 dolar ödendiğini söyledi. Bu açıklamalardan benim tüylerim ürperdi. Muhacir ve ensar adı altında kevgire dönen doğu sınırlarımızdan Suriye savaşı bahane edilerek ülkemize doldurulan ne idüğü belirsiz tiplerin, 2 yıl önce Talibanın Afganistana egemen olmasıyla geçmişte Talibana karşı ABD saflarında savaşan CIA'in para ödediği Afganların ülkemize doldurularak 22 yıldır ülkemizi yöneten muktedir tarafından Atatürkcü laik Türk milleti yerine " İslam ümmeti " oluşturma çabası birazcık okuyup araştıran analiz yapabilen bir kişi için sır olan bir durum değil. Tabi ülkemize doluşan bu mültecilerle beraber Moskova saldırısını yapan teröristler ve türevleri de Türkiye'ye giriş yapıyor. Bi düşünün. Geçen hafta Moskova'da 140 kişiyi öldüren terörist eylem öncesi Türkiye'de aramıza karışmış, yaşamış. Eylem için aldığı parayı yani 4500 doları öldürdüğü kişi sayısına yani 140 a bölünce 32 dolar çıkıyor. 32 dolara adam öldürebilecek tiplerin aramızda yaşıyor oluşu beni ürkütüyor. Bence Türkiye'nin en önemli beka sorunu son yıllarda aramıza karışan yabancılar. Şu an sayıları 13 milyon. 20 sene içinde 25 milyon olacaklar. Bunların içinde CIA den yıllarca maaş almış Afganlar ve diğer teröristler var. Yabancı istihbaratlar zamanı geldiğinde bu aparatları kullanabilir ve ülkemizde iç savaş çıkabilir. Bize muktedirden hayır yok onu anladık. Kendisi Atatürkcü laik Türk halkının karşısına kendi sözünden çıkmayacak Arap İslam ümmeti oluşturmaya çalışıyor. ABD'deki kukla imamla ittifak yaparken kendisine darbe yapılınca uyanan muktedir FETÖ meselesinde çuvalladığı gibi ülkemize doldurduğu Araplar hakkında da çuvallıyor. Zaten muktedir iktidar olduğu 2002 seçimlerinde ben BOP'un eş başkanıyım diye ilan ediyordu. Muktedirin hangi yolun yolcusu olduğu belli. Mesele bizim Türkiye'yi bu parçalama seneryosuna karşı hangi refleksi göstereceğimiz...

24 Mart 2024 Pazar

Hırsızlık

 Sene 2000. Galatasaray Avrupa şampiyonu olmuş. 99 Marmara depreminden ötürü Bursa'ya göç etmişiz. Lise talebesiyim. Şampiyon Galatasaray Bursa'ya maça gelmiş. Bende soluğu stadyumda almışım ama Bursa tarafında. Bursalıların arasına bir ajan gibi karışmışım bir Galatasaraylı olarak. Dayak yemekten korktuğum için böyle yapmışım. Maç başlıyor Galatasaray golleri sıralıyor. Her golden sonra ayağa kalkıp, kollarımı kaldırıp goool diye bağırasım geliyor son anda kendimi tutuyorum susup yerime oturup üzülmüş gibi yapıp tüh falan diyorum. Devre arası çişim geliyor stadyumun tuvaletine yöneliyorum. On bin kişilik tribünün ortasına denk gelen tek bir kapıdan gidiliyor tuvalete. Devre arası binlerce kişi o kapıya akın ediyor. O esnada arkamdan biri ittiriyor. Ne oldu diye arkama dönüyorum, tekrar önüme döndüğümde gömlek cebimdeki telefonun çalındığını anlıyorum. Maçın ikinci yarısında kaybettiğim telefonumun üzüntüsünden maçtan bir şey anlamıyorum. Size basit bir hırsızlık olayı anlattım. Herkesin başına gelebilir. Paramız, saatimiz, telefonumuz, bisikletimiz çalınabilir. Bunlar artık vaka-ı adiye. Çalınan eşyalarımızı yerine yenisini koyabiliriz. Peki ya geleceğimizi, umutlarımızı, hayallerimizi çalanlara ne yapacağız? Muktedir tarafından kollanan tarikatlarda tacize, tecavüze uğrayan ve ruhu sakatlanan küçücük çocukların kaybettiklerini kim geri getirebilir? Ömrü mesaiye gitmek için yollarda eriyen, çalışmaktan başka hiç bir şey için vakti olmayan aldığı üç kuruş asgari ücret zar zor evinin kirasına yeten vatandaşın çalınan yaşama sevincini kim geri getirecek?  Bakanlığı döneminde oy ve üç kuruş gelir için  imar affı çıkarıp, çürük binalara ruhsat veren muktedirin İBB adayı Kurum'un İstanbul hevesi maraş depreminde enkaz aktında kalan 200 bin insanın çalınan nefesini, hevesini  geri getirebilir mi? Biliyorsunuz başkanlık sistemine geçtik geçeli bu ülkede artık Buyruk-Kuyruk düzeni var. Saraydaki Buyruk'un iş adamı kuyrukları doğada kazı kazan oynuyor. Toprağı, zeytinlikleri kazıyorlar kazıyorlar ve maden çıkartıyorlar. Tıpkı medya patronu yapılan buyrukun başka bir kuyruku olan iş adamının sahibi olduğu şans oyunlarındaki gibi. Kazıyorlar kazıyorlar ve kazanıyorlar. Peki cennet ülkemin katledilen doğasını kim geri getirecek? Gençler artık umudu kesmiş yurt dışı planları yapıyorlar. Gençlerin çalınan umudunu, hayalini kim geri getirecek? Osman Kavala, Can Atalay, Çiğdem Mater ve diğerleri için hokus pokus yapılıp yok edilen adaleti kim getirecek?

Noşut

 Bugün pazar neşesi günü. Neşeniz, keyfiniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar. Temel Afrika'ya safariye gitmiş. İlk günün sonunda gece otelin lobisinde avcılar konuşuyormuş. İngiliz söz almış:

-Ben bugün bir gergedan vurdum.
Fransız:
-Ben de bir aslan vurdum.
Sıra Temel'e gelince şöyle demiş:
-Ben de bir noşut vurdum.
İngilizle Fransız anlamamış ama cahilliklerini göstermemek için sormamışlar.
Ertesi gün yine ava gidilmiş gece yine toplanmışlar.
İngiliz:
-Ben iki kaplan vurdum.
Fransız:
Ben de bir fil vurdum.
Sıra Temel'e gelince:
-Ben dört noşut vurdum, demiş.
Artık İngiliz dayanamamış ve sormuş:
-Kusura bakma kardeş!Ama bu noşut nasıl bir şeydir? Bunca yıllık avcıyım hiç duymadım. Temel cevap vermiş:
-Valla ben de ilk defa burada gördüm. Kara kara bir şeyler insana benziyorlar. Ellerini kaldırıp " no şut! no şut! " diye bağırıyorlar. ( no shoot = ateş etme! )

23 Mart 2024 Cumartesi

Sınav

 Cherokee kızılderililerinin erkek çocuklarına uyguladıkları bir sınav vardır. Köydeki erkek çocuğu 13-14 yaşına geldiğinde bu sınavı geçince olgunlaştığı kabul edilir. Sınav şöyledir: Babası çocuğu hava kararınca ormana götürür. Bir ağacın altına oturtur ve çocuğun gözlerini bağlar. Ve güneş doğana kadar gözlerin bağlı şekilde bu ağacın dibinde oturacaksın der. Çocuk geceleyin tehlikeli ormanda yalnız başınadır ve gözleri bağlıdır. Rüzgarın sesini duyar, yaprakların hışırtısını duyar, ormandaki hayvanların sesini duyar. Çocuk çok korkar... Ama kabilesinin bu sınavını geçmek zorundadır ve gözündeki bağı açmadan ormanda tüm geceyi geçirir. Sabah olunca gözündeki bağı çözer ve karşısında babasını bulur. Babası aslında sınav başladığı andan itibaren oğlunun bir an bile yanından ayrılmamış sessizce durmuş ve yaklaşan hayvanları ve tehlikeleri kovmuştur. Bu durum tabiki baba-oğul arasında kuvvetli bir bağ oluşmasını sağlar. Baba çocuğunu anlıyordur çünkü o da vakti zamanında aynı sınavdan geçmiştir. Çocuk ise babasına sonsuz güven duyuyordur. Hayat boyu bir sürü imtihana tabi oluyoruz. Çoğu zaman kendimizi ispatlamamız gereken imtihanlar. Bazen hayat bize çalışmadığımız yerden soruyor. Endişeleniyoruz belkide korkuyoruz. Ama sınavımızda kızılderili çocuğun karakterini gösterirsek, oyunu kuralına göre oynarsak sınav boyunca muhakkak birilerinin bizi gözettiğini, koruduğunu hatırlamalıyız. Hiç kimse yoksa sınavı yapan yani yaradan bizi gözetiyordur... Sevgiler...

22 Mart 2024 Cuma

Tanrı'nın İspatı

 


Hayat bir roman. Hayatı yaşayabilmemiz için o romanı okumamız gerekiyor. Eğer okuma bilmeseydik o romanı algılayamazdık. Tanrı bize gözler, kulaklar vererek evreni okumayı yani yaşamayı öğretmiş. Duyu organlarımıza ek olarak bir akıl da vererek okuduklarımızı yorumlama yeteneği vermiş. Hayat evrendeki algıladığımız şeyleri sahip olduğumuz akılla yorumlamamızdan ibaret değil mi? Resimdeki beyazdan siyaha doğru olan renk skalasına bakın. İnsanların hayata dair algısı da renk skalasında olduğu gibi çeşitlililik gösterir. Mesela skalanın ortasındaki 8 nolu gri rengi örnek alalım. 8 numara skalanın sağ başındaki 16 numaralı beyaz renge göre karanlıktır. Ama skalanın sol başındaki 1 numaralı simsiyah renge göre ise aydınlıktır. Bir şey aynı anda iki farklı şey olamaz. Yani evrendeki her varoluş ( renk skalasındaki her farklı renk ) aslında muğlaktır yani izafidir. İnsanın algısı, deneyimi ve yorumu kısıtlıdır. Buradan yola çıkacak olursak evrenin izafiyetini ortadan kaldıracak mutlak bir anlayışa ihtiyaç vardır. Yoksa kısıtlı algı, deneyim ve yorum varoluşlarından oluşan evren izafi olduğu için gerçeklik anlayışını yitirirdi ve buna göre hayat ve hayatın içindeki biz canlılar asla varolamazdık. Varolduğumuza göre evrenin izafiyetini ortadan kaldıran mutlak bir anlayış var. O da Tanrı'dır.Skaladaki renklerin tümünü sadece Tanrı bilebilir ve Tanrı katında renklerin birbirlerine göre koyuluk derecesi doğru bir şekilde sınıflandırılabilir. Yani mutlak bilgi ve mutlakiyet sadece Tanrı'da mevcuttur. Mutlakiyet birlik yani tekillik gerektirir. Tanrı katında Tanrı türevi bir başka varlık daha olsa bu sefer Tanrı ve türevi olan varlık birbirleri için izafiyet yaratır ( Biri birinden daha yaşlı, biri birinden daha güçlü ) ve Tanrı mutlakiyetini yitirir. O yüzden Hristiyanlıkta inanıldığı üzre Tanrı'nın oğlunun olması Hz.İsa'nın Tanrı oğlu olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Allah birdir ve ondan başka ilah yoktur.

Şeyh ve Kuyumcu

 Nur yüzlü ihtiyar bir adam şeyh edasıyla bir kuyumcuya girdi. Kuyumcu onu saygıyla karşıladı. İhtiyar dediki: " Ben senin sevabınım. " Kuyumcu güldü ve alaycı bir şekilde: " Pırıl pırıl bir yüzün olduğu doğru ama bir sevabın böyle görüneceğini hiç düşünmemiştim. " Bu sırada genç bir çift dükkana girerek altın siparişi verdi. Kuyumcu siparişi hazırlarken oturmalarını söyledi. Genç hanım gidip yaşlı şeyhin kucağına oturdu... Kuyumcu şaşırdı ve genç kadına sordu: " Neden şeyhin kucağına oturdunuz? "Genç hanım şaşkınlıkla: " Hangi şeyh? İyi misiniz siz? Neden bahsediyorsunuz? Burada kimse yok ki?

Bize bu siparişimizi verecek misiniz, vermeyecek misiniz? " Şaşıran ve utanan kuyumcu genç çiftin altınını verdi, parayı aldı ve genç çift dükkandan ayrıldı. Şeyh kuyumcuya dönerek şöyle dedi: " Beni senden başka kimse göremez ve bu ancak salih ve iyiler için mümkündür " O arada başka bir erkek ve kadın girdi ve aynı hikaye tekrarlandı. Şeyh kuyumcuya: " Ben senden bir şey istemiyorum. Rızkını arttırmak için bu mendili yüzüne sür " Kuyumcu mendili kutsal ve ruhani bir tavırla aldı, kokladı ve yere yığıldı. Şeyh ve arkadaşları bütün para ve altınları alarak kaçtılar... 5 yıl sonra şeyh kılıklı bu adam 2 hırsız sözde çift hırsız ve 2 polis dükkana girdiler. Polis memuru kuyumcu ve sözde şeyhe hikayeyi sordu ve sırayla anlattılar. Polis memuru: " Tabi ki sahneyi aynen tekrarlamalısınız " dedi ve şeyh mendili kuyumcuya verdi ve kuyumcu koklayıp ovuşturdu ve anında yere düştü ve bu kez şeyh, polis ve arkadaşları dükkanı yeniden soydu...
Sonuç: Her 5 yılda bir seçimler tekrarlanıyor ve bizler millet olarak şeyh kılıklı soyguncular tarafından aynı hikayelerle kandırılarak soyuluyoruz ve akıllanmıyoruz. Seçimlere az kaldı. Oy kullanırken bu hikayeyi aklınıza getirin ve seçiminizi ona göre yapın.

21 Mart 2024 Perşembe

İnce Memed

 İnce Memed. Yaşar Kemal'in efsanevi romanı. Yetim bir çocuk olan annesiyle yaşayan İnce Memed'in köyündeki Abdi ağanın zalimliklerine uğraması sonucu dağa çıkışı ve bir eşkıyaya dönüşmesinin hikayesini anlatıyor.

Yaşar Kemal romanında Çukurova'nın tabiatını mükemmel şekilde tasvir etmiş. Okurken dağların, ovaların arasında gerçekten geziyormuşunuz gibi hissediyorsunuz. Dağa çıkıp iyi kalpli bir eşkiya olan İnce Memed herkese göre bu romanın ana karakteri gibi gelebilir. Ama bence romanın iki ana karakteri var. Biri İnce Memed öteki romanda geçen Çukurova ve civarındaki tabiat. Yaşar Kemal ağaçları, ormanları, dağları akarsuları öyle bir tasvir etmişki tabiat resmen bir kimlik, kişilik kazanmış. Romanı okurken İnce Memed'in maceralarının geçtiği mekanlarda tabiat sizinle resmen konuşuyor. Ben böyle bir şeyi hiç bir romanda deneyimlememiştim. Belki biraz Hemingway'in Çanlar Kimin için Çalıyor'unda...
Şimdiki çocuklar popüler kültürün dayattığı Süpermen, Batman yada Spiderman'e hayranlar. Ama siz çocuklarınıza belli bir yaşa geldiklerinde İnce Memed'i okutun. İnce Memed bir Anadolu kahramanı. Belki süperman gibi uçamıyor, spiderman gibi binalara tırmanamıyor ama Çukurovanın dağlarında hayalet gibi geziyor, köylüyü istismar eden kötü ağaların korkulu rüyası oluyor bir istismar olan toprak ağalığı sistemini yıkıyor ve adalet getiriyor. İnce Memed'in süper gücü onun temiz vicdanı ve cesur yüreği. Bu romanı okuyan gençler haksızlık karşısında suskun kalmayı değil, haksızlığa karşı isyan etmeyi görecekler. Rahmetli Yaşar Kemal büyük iş yapmış. İnce Memed'i herkese tavsiye ediyorum.

20 Mart 2024 Çarşamba

Yalan

 Yalan. İnsanı söylendikten sonra esareti altına alan bir söz. Tüccar ürününü satarken, politikacı siyaset yaparken, şeytan insanı kandırırken yalan söyler. Ben hiç yalan söylemem diyen kişi vallahide billahide yalan söyler. Herkes hayatı boyunca yalan söylemiştir. Yalansız insan yok.


Kendisine gelen bir teklife direk hayır diyemeyen yada kişisel tercihi çevresi tarafından onaylanmayan insan karşısındakini kırmamak veya baskı görmemek adına yalana başvurur. Bu masum bir yalan türüdür. İnsanları yalan söylemek zorunda bırakmak bence yalandan daha kötü bir durumdur. Himayemiz altındaki çocuklarımıza, gençlerimize karşı despot, baskılayıcı bir yaklaşım oluşturmamalıyız. Hayata karşı genç ve tecrübesiz olabilirler ama onlar da hata yaparak deneyim kazanarak büyüyecekler. Aldıkları kararın sakıncalarını onları karşımıza alarak konuşalım. Hatalı tercihlerinin ileride onlara yaşatacağı potansiyel sıkıntıları onlara aktaralım gerisini hayata bırakalım. Uyguladığınız baskı sonucu çocuğunuzun size yalan söylemeye başlaması aranızdaki güven ve saygının yıkılması anlamına gelir. Ve çocuğu sizden duygusal anlamda uzaklaştırır.

Birde bahanenin üzerine yalanı beşamel sosu gibi bulayıp ve yalanı karşısındakine yedirmeye çalışan tipler var. Bu gruba siyasetçiler giriyor. Bunlar en tehlikeli grup. Seçim öncesi yalan vaatlerde bulunurlar, hayal satarlar. Menfaat elde etmek için kendileri hakkında yalan söylerler. Sorumluluklarını yerine getirmedikleri için bahaneler üretirler. Dış mihraklar derler, üst akıl derler, faiz lobisi derler. Ahh o dış mihraklar yok mu o dış mihraklar. Ekonominin kötü olmasının, adaletsizliğin, cahilliğin tek sorumlusu o dış mihraktır. Ben 41 yaşımdayım. Hayatımın yarısı bu gizemli dış mihrakı dinleyerek geçti. 2002 den beri dış mihrak nedir, nasıl bir şeydir, nerelidir, neye benzer bir türlü anlamadım. Hiç de karşıma çıkmadı. Acaba bu dış mihrak uzayda mı yaşıyorda biz ondan dolayı dünyada onu göremiyoruz. Aslında Tayyip bey geçenlerde uzaya giden ilk Türk astronot Alper Gezeravcı'ya bir sorsun; belki Alper Gezeravcı uzayda yaptığı deneylerde dış mihrak izine rastlamıştır. Bi dahaki uzay görevinde dış mihrakı uzayda yakalarız ülkemizin " Adil " mahkemelerinde yargılarız ve silivriye göndeririz. Dış mihraktan kurtulan ülkemiz şahlanışa geçer.

19 Mart 2024 Salı

Görünüşe Aldanmayın

 


Fotoğraftaki adama iyi bakın. Bu adam metroda karşınıza çıksa ne düşünürsünüz?
1-Madde bağımlısı mıdır sarhoş mudur nedir? İyisimi ben bu adamdan uzak durayım.
2-Tipe kıyafete bak. Bu adam galiba deli. Bulaşmamak lazım.
3- Gözüm hiç tutmadı. Yankesici olabilir. Aman telefonuma cüzdanıma sahip çıkayım.
4-Bu adam galiba evsiz bir dilenci. Belli olmaz yinede dikkatli olayım.
Aklınızdan muhtemelen böyle şeyler geçerdi. Şimdi size bu adamın kim olduğunu açıklayım. Fotoğraftaki adam yüzyıllardır çözülemeyen ve dünyanın en büyük problemlerinden biri olan Poincaré önermesini çözen Rus matematikçi Grigori Yakovlavich Perelman. Problemi çözdüğü için kendisine verilen 1 milyon dolar para ödülünü ve matematiğin Nobeli olarak kabul edilen Fields ödülünü reddetmiştir ve şöyle demiştir: "Ben ünlü olmak istemiyorum. Teşhir edilecek bir sirk maymunu değilim. Alt tarafı bir soru çözdüm ve bu kadar büyütülmesi ilginç" Kendisi bu açıklamanın ardından St. Petersburg'daki Steklov enstitüsündeki görevinden de istifa etti. Ne kadar önyargılıyız. Fotoğrafı ilk gördüğünüzde aklınıza gelen tanımadığınız adam hakkındaki olumsuz düşünceler ve sonrasında dünyanın en büyük dahilerinden biri olduğunu anlayınca şaşırmanız. Gözlerimiz bizi maalesef yanıltıyor. Ambalajı janti olan insanların içi boş çıkıyor ve görünümü pejmürde olan insanların içinden ise güzellik çıkıyor. Hakikate ulaşmak ve çevremizi iyi insanlardan oluşturmak istiyorsak para, mevki, fiziksel güzellik gibi etiketleri dikkate almamalı insanlara karşı olan değer yargıları anlayışımızı değiştirmeliyiz. Gözlerimiz bizi aldatabilir ama kalbimiz yanılmaz. Gönül gözüyle bakmalı ve insanların ruhuna değer vermeliyiz.

17 Mart 2024 Pazar

Batan Gemi

 Bugün pazar. Pazar neşesi günü. Neşeniz, keyfiniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar.

Bir grup İngiliz, Amerikan ve Türk gemiyle yolculuk ediyorlarmış. Hint denizi açıklarında birden şiddetli bir fırtına kopmuş. Geminin batacağını anlayan kaptan hemen yolculara koşmuş ve gemiyi terk etmelerini söylemiş. Fakat kimse buna inanmayarak gemiyi terk etmemiş. Bir süre sonra yolcuların ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gören kaptan bir tayfasını çağırmış ve " Ben bunları ikna edemedim bi de sen dene " demiş. Hızla giden tayfa kısa süre sonra geri dönmüş " Kaptan merakla sormuş " Ee, ne oldu? " " Sorun yok hepsi atladılar efendim " Kaptan şaşırmış ve " Nasıl ikna ettin? " diye sormuş. Tayfa pis pis sırıtmış: " Çok kolay oldu " İngilizlere " Sizin gibi soylu insanlar batmak üzere olan bir gemide olmamalılar " dedim. Amerikalılara deniz suyunun insan vücudu için çok faydalı olduğunu söyledim. Kaptan sormuş: " Peki Türklere ne dedin? " Onlara da " Denize girmek yasak " dedim.

16 Mart 2024 Cumartesi

18 Mart

 Pazartesi 18 Mart. Çanakkale zaferinin yıldönümü haftasındayız. Geçen cuma namazında hutbede her zaman olduğu gibi Çanakkale zaferinden bahsedildi ama Atatürk'ün adı anılmadı. Çünkü buyruk ve kuyruk düzeni böyle istiyor. Saraydaki buyruk'un Atatürk'ün adını duymaya tahammülü yok. Buyruk böyle isteyince kuyruklarda camilerde Atatürk'ün adını anmayıveriyorlar. Biri Trablusgarp'da kurmay binbaşı, Çanakkale'de albay, Filistin Sina cephesinde yıldırım orduları generali olarak savaşmışken diğeri askerliğini kantinci olarak yapmış. Biri Çanakkale cephesinde çadırda günde bir ekmek ve hoşaf suyuyla idare ederken diğeri sarayda: manda yoğurdu, medine hurması, kestane balı, yulaf karışımı yemiş. Biri halkına " Yüce Türk Milleti " diye hitap ederken diğeri gezi direnişi sırasında " Çapulcu " demiş. Biri kadınlara " Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın " demiş. Diğeri kadınlara " Sürtük " demiş. Biri " Benim naciz vücudum elbet birgün toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır " demiş. Diğeri " Ben gidersem devlet yıkılır " demiş. Biri " Köylü milletin efendisidir " demiş. Diğeri " Ananı da al git, artislik yapma " demiş. Biri " Yurtta sulh cihanda sulh " demiş. Diğeri 1 milyon masum insanın ölmesiyle sonuçlanan ABD nin Irak'ı işgalinde ülkemizin topraklarında ABD üsleri açılmasına uğraşmış " Ben BOP'un ( Büyük Ortadoğu Projesinin ) eş başkanıyım " demiş.Biri Çanakkale savaşında ülkemizde vefat eden Anzakların annelerine " Sizler, Mehmetçikler ile yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır." demiş. Diğeri 301 madencinin öldüğü Soma maden faciasında yakınlarını kaybeden madenciye " Niye kaçıyorsun ulan İsrail dölü " demiş Biri " Hatay benim şahsi meselemdir" demiş. Diğeri depremzede Hatay'da " Oy vermezseniz hizmet mizmet yok " demiş. Bu liste uzayıp gider sevgili okur. İki lider arasındaki klas farkını ve 100 yıl önceki Türkiye ile bugünkü Türkiye'nin kalite farkını görün diye yazdım. 18 mart Çanakkale zaferimiz kutlu olsun. Şehitlerimizi rahmetle anıyorum.

15 Mart 2024 Cuma

Kaktüs

 Meksika'da çölde yetişen özel bir kaktüs türü varmış. Bu kaktüsün içinde oluşan ipliklerden ipekten daha pahalı bir kumaş elde ediliyormuş. Bir iş adamı bu durumu keşfetmiş ve milyonlarca dolar yatırımla o özel kaktüslerin yetişeceği bir fabrika kurmuş. Genetik marifetiyle de çölde yetişen kaktüslerden daha büyük ebatta kaktüsler elde etmiş fabrikasında. Sıra ipekten daha pahalı kumaşlar elde edeceği iplikleri kaktüslerden toplamaya geldiğinde hiç beklemediği bir durumla karşılaşmış. Çöldekiyle aynı kaktüs türü olmasına rağmen fabrikada yetişen kaktüslerin içinde o değerli iplik türünün oluşmadığını fark etmiş. Çünkü o iplik ancak çölün zor koşullarında oluşuyormuş. Problemle yüzleşmeden insanda zeka, strateji ve çözüm yetenekleri gelişmez. O yüzden bırakın çocuğunuz sorununu kendi çözsün. Karşılaştığı sıkıntılara karşı çözüm üretebilme yetisini kazansın. Bence bir çocuğa iyi ahlaktan sonra öğretebilecek en değerli şey sorun çözme yetisidir. Bırakın çocuk hayata karışsın. Sosyalleşsin. Ana babadan bağımsız bir şekilde yaşamanın da nasıl bir şey olduğunu keşfetsin. Mesela sadece kendi akranlarının olduğu belli bir konuda eğitim aldığı yaz kamplarına katılsın. Benim çocukluğumda mahalle ve mahalle arkadaşlarıyla oynama kültürü vardı ama bu anlayış şimdilerde kayboldu. Ama iyi bir yaz kampı bunu karşılar. Yada yaz tatillerinde bir tanıdığınızın yanında çalışsın. Para nasıl kazanılır, insanlarla nasıl diyalog kurulur öğrensin. Ben küçükken evimizin yakınındaki parkta tezgah açar okunmuş eski kitapları satardım. Hatta bi seferinde doktor olan rahmetli babamın çok değerli bir tıp kitabını satmıştım. Babam duyunca kalp krizi geçirecekti. Ha ha ha. Yani demek istediğim bırakın çocuğunuz sorunları halletmeyi küçük yaşta öğrensin. Yarın ev sahibiyle kira pazarlığı yaparken, iş yerinde amiriyle diyalog kurarken, kendi ailesini geçindirirken yada bir kriz anında yeni bir iş ararken yanında siz yani ana babası olmayacak. Unutmayınki kaktüsteki o değerli iplik ancak çöl şartlarında yetişiyor.

14 Mart 2024 Perşembe

Kaos

 



Kaos olmadan düzen olmaz. Kaos düzenin ön şartıdır. İnsana ve tabiatın işleyişine baktığımızda hep bir düzenin varlığını görürüz. Güneşin doğuşu batışı, her yıl tekrar eden mevsimler sanki insanın ve diğer canlıların hayatlarını sürdürebilmesi için Tanrı tarafından sunulmuş bir faydadır. Tarım belli bir düzen içinde hasat verir, hayvanlar belli bir düzen içinde ürer ve gelişir. Bu düzen sayesinde insanlar besin gereksimini karşılar. Modern dünyada insanın çalışma ve üretme düzeni vardır. Büyük şehirlerdeki günlük yaşamda insan sürekli bir kaosa maruz kalır. Yol stresi, iş stresi ve benzeri faktörler. Sürekli kaos kırılma getirir. İnsanın kendini bu psikolojik kırılmadan koruyacağı ve günlük hayatta maruz kaldığı kaos yükünü taşımasına yardım edecek tıpkı bir binada ki gibi düzen kolonlarına ihtiyacı vardır. Sevdiklerinle vakit geçirmek, hobilerin, kendine vakit ayırmak günlük hayattaki kaosu ruhumuzdan izole eden düzen anlarıdır. Bu düzen anlarına ekmek,su, uyku gibi muhakkak ihtiyacımız vardır ve bunu ihmal etmemeliyiz. Peki kaos gerçekten kötü bir şey midir? Birde faydalı kaos vardır. Eski çağ insanları kış gecelerinde üşümese, karanlıkta yırtıcı hayvanların tehlikelerine maruz kalmasalar ateşi icat edemezlerdi. Eski çağ insanlarına yaşadıkları kaos sonunda bir düzen getirdi. Verem hastalığı vakti zamanında dünyayı kırıp geçirmese verem aşısı bulunmazdı. Yani insanlık tarihinde kaos ilerlemeyi sağlayan bir faktördür. Birde vicdanımızın varlığını anlamlı kılan ahlaki kaos vardır. Tanrı Ademi yarattığında meleklere ona secde edin dediğinde melekler secde etmiş ama aradan bir Şeytan çıkmış ve "Beni ateşten Ademi topraktan yarattın ben ona asla secde etmem " demiştir ve evrendeki ilk kaos ortaya çıkmıştır. Böylelikle Adem ile Şeytan arasında kıyamete kadar sürecek bir savaş başlamış ve şeytanın neden olduğu bu kaostan iyi ile kötü, ahlak ile ahlaksızlık, günah ile sevap gibi insanoğlunu ideal varoluşa götüren evrensel bir felsefe anlayışı ve dinler doğmuştur. Ahlaki kaos insanın ezeli imtihanıdır. İçinde adaletsizlik, kötülük, ahlaksızlık gibi tuzaklar barındırır. Ahlaki kaos problemini ise ancak vicdanımızı kullanarak çözebiliriz.

12 Mart 2024 Salı

Klonlar

 Digiturk'ün sinema kanallarında zaman zaman ilginç filmlere denk geliyorum. Dün akşam da öyle bir filme denk geldim. Dual adında prömiyerini Sundance film festivalinde yapmış 2022 yapımı bir film. Film insan klonlanmasıyla ilgili. Sarah adında genç bir kadın hastalanıyor ve yapılan tetkikler sonucunda %98 ihtimalle çok kısa süre içinde öleceğini öğreniyor. Eline bir broşür geçiyor. Broşür ölmeden evvel insanların klonunu yaratan ve geride kalan ailesine en azından şeklen kendine benzeyen klonunu hatıra olarak bırakma hizmeti veren bir şirkete ait. Sarah düşünüyor, taşınıyor ve kendi klonunu yaptırıyor. Klonu Sarah'ın ölmeden evvel mümkün mertebe yanında takılarak aslının davranışlarını ve alışkanlıklarını öğrenerek ölmek üzere olan orjinaline mümkün mertebe benzemeye çalışıyor. Klon hasta Sarah'ın sevgilisiyle, annesiyle görüşmeye başlıyor. Bu arada Sarah'ya bir daha test yapılıyor ve %2 ihtimalin gerçekleştiği ve hastalığı yendiği ortaya çıkıyor. Haberi sevgilisine ve annesine bildiriyor lakin klonunun kendi hayatını çoktan çaldığını görüyor. Annesi klon kızını daha çok seviyor, sevgilisi Sarah'ı terk edip klonuyla aşk yaşıyor. Ölümden dönen ama öleceği için klonunu yarattıran kişilerin istisnai bu durumları için tek bir çözüm var. O da klon ve orjinal insanın ölümcül bir düelloya girmeleri ve sağ kalanın hayatına devam etmesi. Filmin bundan sonrasını izlemek isteyenler için anlatmayacağım. Klonlama gerçekten çok ilginç ve sakıncaları olan bir konu. Bi kere klonun gerçek bir anne babası yok. Bir klon daima aslının gölgesinde kalmaya mahkum. İleride en iyi genetik kombinasyona sahip klon askerlerden ordular kurulabilir. Ve onların savaşta feda edilebilecek ailesi olmayan şirket malı feda edilebilir birer piyon olarak kabul edilebilirler zalim karar vericiler tarafından. Sonuçta klonlar geçmişin afro amerikanlılarının maruz kaldığı ayrımcılığa maruz kalabilirler. Geleceğin modern köleleri klonlar olabilir. Bunlar Dual filminin klonlar hakkında bana düşündürdükleri.

11 Mart 2024 Pazartesi

Evrende Sadece 3 Boyut mu var?

 İnsan gözünün sıkıştırılmış zaman dilimlerindeki görüntüleri yanıltıcı bir şekilde işlemesiyle gerçekten farklı bir şekilde algılamasıyla ilgili bir fenomen var. Bunun için helikopterin dönen pervanesini örnek verebiliriz. Helikopterin pervanesi üç bıçaktan oluşur. Ama pervane dönerken onu sanki dairesel bir şekil gibi algılarız. İnsan gözünü bir kamera olarak düşünücek olursak göz kameramızın fps si

( frame per second) yani saniyelik çekim hızı dönen pervanenin dönüş hızından daha düşük değerde olduğu için hareketi tam algılayamayız ve aslında üç bıçaklı olan pervaneyi daireselmiş gibi görürüz. Olaya ters açıdan bakacak olursak: Helikopterin rotor yani dönüş hızına kameramızın saniyelik çekim hızı eşit olacak olursa havada uçan helikopterin pervanesini sanki dönmüyormuş sabitmiş gibi bir görüntü kaydederiz.  Helikopter uçuyor, hareket ediyor ama pervanesi sabitmiş, hareketsizmiş gibi görünüyor. Bu etkiye stroboskopik etki denir. Bir nesnenin belli bir hızda hareket etmesi durumunda insan gözünün bu hareketi farklı bir şekilde algılaması stroboskopik etkidir. Olaya felsefi açıdan yaklaşacak olursak: aslında bu olay değişen algımıza göre evrenin, evrendeki maddenin göreceli olduğunu gösteriyor. Bir çerçevenin içine yerleştirilen kalemi çerçeve döndürülünce olduğundan farklı bir şekilde algılıyoruz. Bir an için dünyadaki tüm insanların bir mağarada olduğunu düşünelim. Ve o insanların bakış açılarının sadece karşı duvara yansıyan birbirlerinin gölgelerini görmekle sınırlı olduğunu kabul edelim. İnsanlar kendi üç boyutlu hakikatlerinin farkında olmadan evreni, evrendeki her insanı ve cismi mağara duvarına yansıyan iki boyutlu gölgelerden ibaret sanacaklardır. Bizler üç boyutlu canlılarız ve evreni üç boyut olarak algılıyoruz. Peki ya bu algımızla kavradığımız üç boyut aslında dört, beş... daha fazla boyutlu bir yaşamın gölgesiyse... Mantığımız üç boyutun ötesini kavrayamıyor. Çünkü algımız sınırlı. Ama unutmayalımki mantık algının menzili kadardır. Evrende bizim şuan için bilmediğimiz zaman boyutunda da ileri geri gidebilen çok boyutlu varlıkların olması mümkün sevgili okur.

10 Mart 2024 Pazar

Zangoç

 Günlerden pazar ve pazar neşesi günü. Neşeniz, keyfiniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar. Zangoç nedir bilir misiniz? Zangoç klisede çanı çalan kişiye denir. Zangoç bir gün peder yokken kilisede ki şarabı kafaya dikmiş ve bitirmiş. Daha sonra peder gelmiş ve şarap şişesinin boş olduğunu görünce küplere binmiş. Zangocun durduğu bölüme yaklaşmış ve " Seni adi, şerefsiz. Tanrının kutsal suyunu sen mi içtin? " diye bağırmış. Zangoç cevap vermemiş. Peder dahada sinirlenmiş ve yine bağırmış " Seni hadsiz utanmaz adam Tanrının kutsal suyunu nasıl içersin? " yine cevap yok. Peder dayanamamış ve Zangocun yanına gitmiş." Niye cevap vermiyorsun be adam! Deminden beri sana bağırıyorum " Zangoç pederin yüzüne bakmış ve " Sayın peder bu bölüme ses iyi gelmiyor sizi duymadım " demiş. Peder inanmamış ve " Nasıl olur? " demiş. Zangoç " İsterseniz bir deneyelim. Siz burda durun ve ben size öteden sesleneyim " demiş. Pederle zangoç yer değiştirmiş. Zangoç bağırmaya başlamış " Seni hadsiz utanmaz adam. Kilisenin topladığı bağışları sen mi zimmetine geçirdin" Peder durmuş durmuş ve şöyle demiş " Buradan harbiden sesler duyulmuyormuş "

9 Mart 2024 Cumartesi

Başkan

 


Aslında sen bir devlet başkanısın ama farkında değilsin. Beynimiz bir dünya. Aklımızda sevinç, hüzün, umut, iyi, güzel, çirkin, kötü duygucukları var. Bu duygucuklar senin dünyanın içinde dolanan vatandaşların. Bu vatandaşlar neyi seçerse dünyan o yöne gidiyor. Sen bu duygucukları yani vatandaşlarını yöneterek kafandaki bu ülkeyi idare ediyorsun. Stres ve öfke iflah olmaz suçlular beyninde. Onlar senin zamanını çalmaya çalışıyorlar. Tıpkı Dalton kardeşler gibi. Onlara sakın pabuç bırakma yoksa ülkenin huzuru kaçar. Çağır Redkit'i. O yalnız kovboy onların hakkından gelir. Redkit dediğim içindeki huzur. Redkit düldülüne atlayıp gelir ve geçmişin pişmanlıklarını, geleceğin kaygılarını kovalar. Bu ülkede ihtiyarlar da var, gençler de. İhtiyarlar artık anılara dönüşmüş geçmiş deneyimlerin. Onları sakın ha ihmal etme. Bir karar alırken git o anıların bayramda büyük annenin elini öper gibi öp, dizinin dibine otur ve tecrübelerine kulak ver. Ülkendeki gençleri ve çocukları da ihmal etme. Onlarsa beyninde kıvılcım gibi çakan umutlar ve hayaller. Onların başını okşa bir çocuğun başını okşar gibi ve seslerine kulak ver. Ülkenin gençlerin enerjisine de ihtiyaç var. Birde başkanı olduğun kafanın içinde ki ülkede adaleti sağlayan yüksek mahkeme var. O da vicdanın. Vicdanının sesini dinle ve ülkeni adaletle yönet. İşte ben kendi ülkemi böyle yönetiyorum. Sende seninkini yönetebilirsin.

8 Mart 2024 Cuma

Annem

 Bugün 8 Mart dünya kadınlar günü. Ben hayatımdaki en önemli kadın figürü olan annemden bahsetmek istiyorum biraz. Gazeteci olmak isterken anne babasının baskısına boyun eğmiş ve eczacı olmuş bir genç kızmış annem.  Anne babasını kırmamak adına kendi hayatından ve kariyerinden vazgeçmiş bir kadın annem. Okula giden çocuklarının ve işe giden kocasının önüne her zaman sıcak yemek koyan, evin temizliğini yapan, ailesine gerekli muhabbeti gösteren ve sevgiye boğan bunların hepsini sabahtan akşama kadar mesai yaptığı ve kocasıyla beraber ailesinin rızkını kazandığı eczanesi harici vakitlere sığdıran aynı anda birden çok yerde bulunabilen özel güçlere sahip bir süper kahramandır annem. Evet tüm kadınlar bu yüzden süper kahramandır. Küçük oğlu yani ben 9 yaşında beyin ameliyatı olduktan sonra muhteşem bir şevkatle ve ilgiyle hasta oğlunun travma yaşamasını engelleyen muhteşem bir terapisttir annem. Evet tüm kadınlar insana terapidir. Bunu annemden biliyorum. Oğulları üniversiteye hazırlanırken dersane-özel hocalar için kapalı çarşıda tüm takılarını ve bileziklerini bozdurmuş bir kadındır annem. Hayatta en değerli servetin eğitim, en kıymetli ziynetin meslek sahibi olmayı bu davranışıyla evlatlarına öğretmiş bir kadındır annem. Annem hayat yolculuğuna gözün kapalı çıkabileceğin bir arkadaştır. Öyle ki: felçli yatağa mahkum kocasına yani babama bir bebek gibi bakan, yemeğeni yediren af buyrun altını temizleyen, şevkat gösteren bir eştir. Tüm kadınlar yârdır, tüm kadınlar arkadaştır. Kadınlar yârkadaştır. Bunu annemden öğrendim. Alzheimer olduktan sonra kelimelerini cümlelerini kaybetmiş hiç konuşamayan canım annem onu son ziyaretimde bir saat boyunca sustu. ( Başka bir şehirde abime yakın huzurevinde kalıyor )Alzheimer olmuş konuşamayan o kadın sonunda tek bir cümle kurdu." Yemek yiyor musun? " Ben dumura uğradım, yaşlar gözlerimin sınırına geldi ama kendimi zor tuttum bozuntuya vermedim. Eve dönüş yolunda ağladım. En imkansız şartlarda bile evladını düşünebilen bir mucizedir kandınlar. Bunu annemden biliyorum. Tüm annelerin ve kadınların önünde saygı ile eğliyorum. Kadınlar gününüz kutlu olsun.

7 Mart 2024 Perşembe

Yengeç Sepeti Sendromu

 Bir adam sahilde yürürken balıkçıya denk gelir. Balıkçının yanında bir sepet görür. Sepetin içinde yengeçler vardır. Ancak sepetin üzerinde kapak yoktur. Adam yengeçlerin kaçacağını düşünür ama yengeçler kaçmaz. " Neden ? " diye balıkçıya sorar. Balıkçı " Eğer sepette tek yengeç olsaydı kaçabilirdi. Ama çok yengeç olunca diğerleri sepetten çıkmak isteyen yengeci yukarı itmek yerine aşağı çekiyorlar. Bu davranış sepete yeni gelen yengeçler tarafından öğreniliyor ve sonuçta hiç bir yengeç kaçamıyor. Herkes kaybediyor " diye cevap verir. Bu durum Yengeç Sepeti Sendromu olarak bilinir. İnsanlar da yengeçler gibi davranmıyorlar mı sevgili okur. Sahip oldukları kıskançlık, haset, kibir duyguları nedeniyle iş yaşamında olsun, özel hayatta olsun parlamaya başlayan yükselmeye başlayan aralarındaki arkadaşlarını dedikodu yaparak, kumpas ve tuzak kurarak ayağını kaydıran çok yengeç var şu hayatta. Kollektif başarı: topluluktaki bir kişinin çıtayı daha yükseğe çıkarması ve o kişinin mensubu olduğu grubun bu yeni seviyeye ulaşması ve geçmesi için ortaya koydukları çaba ve emekle sağlanır. Yani ortamı çöplüğe çevirip, seviyeyi hep düşük tutup kötünün iyisi olmak değildir maharet. Kıskanmadan, rakibine tuzak kurmadan rakibinin başarısını alkışlamak ve ondan vizyon kazanıp onu geçebilmek için yeni stratejiler geliştirip çok çalışmaktır başarı. Yani kötünün iyisi değil iyinin iyisi olmaktır.

5 Mart 2024 Salı

Yenikapı'nın Hikayesi

 Padişah 4.Murat meye, afyona ve fala karşıydı ve bu üçünü ülkede yasaklamıştı. Padişah bir gece tedbil-i kıyafet İstanbul'a iner. Karşıya geçmek için bir sandal kiralar. Kıyıdan birazcık açıldıklarında sandalcı zuladan bir testi çıkartır ve içmeye başlar. 4. Murat " O içtiğin nedir ki? " der. Sandalcı şarap der. 4. Murat " Padişahtan korkmuyor musun? Görürse başını vurdurur " der. Sandalcı gülerek " Denizin ortasında hünkar beni nerden görecek " der. Biraz sonra sandalcı zuladan afyon çıkartır, nargilesine koyar ve tüttürmeye başlar. 4. Murat sandalcıya " Ne tüttürüyorsun? " diye sorar. Sandalcı " Afyon " diye cevaplar ve 4. Murat'a da ikram eder. 4. Murat ya sabır çeker ve o da tüttürür. Bu arada sandalcı az evvel şarap da ikram etmiştir. Denizde biraz daha giderler. Sandalcı zuladan fal taşları çıkartır ve 4. Murat'a " 5 akçe verde falına bakayım " der. 4. Murat ya sabır çeker ve adama 5 akçeyi verir. Sandalcı taşları dizer ve fal bakmaya başlar. 4. Murat adama " Söyle bakalım hünkar şu anda nerede? " der. Adam taşlara bakar ve " Hünkar şu anda denizde " der. 4. Murat endişelenmiş gibi yapar ve " Acaba yakınımızda olmasın. Ya bizi görmüşse " der. Sandalcı 4. Murat'ın yüzüne dikkatle bakar ve sonunda onu tanır. " Hünkarım beni affet " diye ayaklarına kapanır. 4. Murat " Sana bir soru soracağım, eğer bilirsen bağışlayacağım. Bilemezsen boynun vurulacak " der. Sandalcı titreyerek " Tamam hünkarım sorun " der. " Ben birazdan bu kayıktan inince şehre hangi kapıdan gireceğim? " Sandalcı itiraz eder " Hünkarım ben şimdi hangi kapıyı söylesem siz başka kapıdan girersiniz " der. Sandalcı 4. Murat'ın eline bir kağıt tutuşturur. " İçine gireceğiniz kapıyı yazdım. Kapıdan girince kağıdı açıp okuyun" der. Kıyıya vardıklarında 4. Murat " Bu adamın tez kellesi vurula " der. Adamlarına emir verir " Surlara yeni bir kapı açın şehre oradan gireceğim " der. Kapı açılır ve 4. Murat kapıdan geçer. Kendinden emindir ama sandalcının verdiği kağıdı açıp okur. Kağıtta " Hünkarım yeni kapınız hayırlı olsun " yazmaktadır. O günden beri İstanbul'da oranın adı Yenikapı'dır.

Picasso'dan Aldığım İlham

 Pablo Picasso'yu duymuşsunuzdur. Dünyanın en ünlü ressamlarının başında gelir. Picasso'nun hayatı boyunca 50 bin resim yaptığını ve bunlardan sadece 100 tanesinin masterpiece yani başyapıt olarak kabul edildiğini biliyor muydunuz? Ne kadar az değil mi? Binde iki ediyor. Bu hikaye bana ilham verdi. 2013 den beri blogumda günlük yazılar yazıyorum, 2015 den beridir de romanlar yazıyorum. Yazmaya olan tutkumu otuzlarımın başında keşfettim. Bazen kendime keşke yazı yazma isteğimin lisedeyken farkına varsaydım ve üniversitede sosyoloji veya psikoloji okusaydım diyorum. Ben makine mühendisliği okudum. Mezun olduktan sonra 9 yıl mühendislik yaptıktan sonra kendimi tamamen yazılarıma ve okumalara vermek için kariyerimi sonlandırdım. Ama belki de mühendislik okumam yazılarım için iyi olmuştur çünkü büyük sitelere, otellere ve okullara sıfırdan proje yapıp tesisatlarını yapıyorduk. Bu tecrübe bana kaleme alacağım bir romanı sıfırdan kurgulama ve projelendirme yeteneği kazandırmış olabilir. Evet yazının başında Picasso dedik. 50 bin eserden sadece 100 tanesi başyapıt olmuş. Yazmaya başladığımdan beri 4 roman ve 1 öykü kitabı yazdım. Bunlar yayınevleri tarafından basılmaya değer görülmedi. Sevo adlı bilimkurgu öyküm 2021 yılında George Orwell anısına düzenlenen bir yarışmanın kazananlarından oldu ve Sapiens yayınları tarafından 101 Nolu Oda kitabında yer aldı. Yazarlığa dair tek başarım bu. Ama Picasso'nun hikayesi bana ilham veriyor. Kırklarımın başında geride 5 kitap bırakmışım. Ve her on yıllık dilimde 5 kitap yazabilme potansiyeli görüyorum kendimde. Bu da Allah ömür verdiyse 70 lerime geldiğimde toplam 20 kitabım olacağını öngörüyorum. Belki henüz en iyi romanlarımı yazmadım ve olgunluk yazmanın dostudur. Yaş aldıkça olaylara objektif yaklaşımınız ve entellektüel birikiminiz daha üst düzey oluyor. Bakalım beni nasıl bir yazarlık kariyeri bekliyor. Yaşamak ve yaşlanmak her şeye rağmen güzel şey ve ben 70 li yaşlarımda nasıl biri olacağımı ve hangi birikime sahip olacağımı çok merak ediyorum. Son nefese kadar üretmeye devam. Hayallerinden asla vazgeçmeyen ve hayata katkısı olanlara selam olsun.

Not:Resim Picasso'nun Ağlayan Kadın tablosu.

4 Mart 2024 Pazartesi

UFO lar

 


Garry Mc Kinnon ismini duydunuz mu? Kendisi 2002 yılında Pentagon ( ABD savunma bakanlığı ) ve NASA ( ABD havacılık ve uzay dairesi ) bilgisayarlarını hackleyen gri bir hacker. Mc Kinnon sızdığı bilgisayarlarda dünya dışı yaşamın kanıtlarına ulaşmış ve bunu kamuoyuyla paylaşmıştı. UFO lar ve dünya dışı varlıklar on yıllardır dünya kamuoyunu işgal eden bir muamma. Amerika'da Nevada çölünde 51.Bölge area51 adıverilen gizli bir tesisten söz ediliyor. İddia o ki 51. Bölgede dünya ziyaretleri sırasında kaza eseri düşen UFO enkazlarının üzerinde çalışmalar yapılıyor ve reverse engineering yani tersine mühendislik işlemleriyle günümüzde haberleşme, uzay ve havacılık, ulaşım alanlarında kavuştuğumuz ve henüz dünya kamuoyu tarafından bilinmeyen saklanan pekçok ileri teknoloji elde ediliyor. Peki uzaylılar varsa dost mudur yoksa düşman mıdır? Binlerce ışık yolu mesafeden dünyamıza gelecek teknolojiye ulaşmış bir medeniyet seviyesinin aydınlanmış ve barışçıl bir topluluk olacağına inanıyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? Bizim dışımızda uzaylılar var mı? Yorumlara yazın fikir cimnastiği yapalım.

3 Mart 2024 Pazar

Kelimelerin Gücü

 Kelimeleri hiç düşündünüz mü? Bir metin okurken yanyana dizilmiş değişik kombinasyondaki sözcükler biz onları okuyunca bir mana kazanıyor. Kağıdın üzerindeki kelimeleri gözlerimiz vasıtasıyla algılıyoruz ve beynimizde bir imgeye dönüştürüyoruz. O imgeler vücudumuzda çeşitli duyguları açığa çıkarıyor. Kağıt ve üzerindeki mürekkep cansız ama bizim bedenimizde açığa çıkardığı duygularla cana dönüşüyor. Bu olay bana çok ilginç geliyor. Yani komik bir şey okumuşsak kahkaha atıyoruz, ses çıkıyor, gülmekten gözlerimizin kenarları kırışıyor. Çok hüzünlü bir şey okumuşsak kederleniyoruz ve gözümüzden yaşlar süzülüyor. Cansız kelimeler canlı tepkiler yaratıyorlar. Herkesin bir ömrü var. Herkes yaşayışıyla kendi kitabını yazıyor. Hayata olan fiziksel yada düşünsel tepkilerimizin tümü evrende bir iz bırakıyor. Ki bu bilimsel olarak kanıtlanmış bir durumdur. Tepkilerimiz mürekkep, evren ise kağıt oluyor ve tüm insanlar ömürlerini yaşayarak kendi kitaplarını yazıyorlar. Ecel gelince kişinin kitabı kapanıyor. Biz sınırlı bir güce sahip sıradan insanlar bile bir kitabı okuduğumuzda onu realiteye dönüştürebiliyorsak, biz öldükten sonra ömrümüz boyunca evrene nakşettiğimiz kişisel kitabımızın Tanrı'nın okuması sadece okuması sonucu tekrardan var olabileceğimizi düşünmemek elde mi? Evren üzerinde yaşayan insanlar ve olaylar Tanrı'nın bir metni okuması sonucu realiteye dönen ve vücut bulan yaşam değil midir? Doğdumuz şartlar içinde bulunduğumuz sosyal çevre insana kendi kitabını yazması için doğumuyla verilen sınırlardır. Her insan Tanrı'nın kendisi için belirlediği doğuştan gelen parametreleri kullanarak kendi hayatını şekillendirir yani kendi kitabını yazıp hayatını yaşar. Yani kaderimiz kendi elimizdedir.Ölümden sonra yaşama, Tanrı var mıdır sorusuna ve kader kavramına birde bu açıdan bakmanızı istiyorum sevgili okur.

Cehennemdeki Mühendis

 Bugün köşemde bir pazar klasiği haline gelen neşeli bir şeyler yazayım dedim. Neşeniz, keyfiniz daim olsun. Herkese iyi pazarlar. Bir adam ölmüş ve büyük bir yanlışlık sonucu cehenneme atılmış. Cehennemin konforundan memnun kalmayan mühendis, bilgisini kullanarak etrafı biraz yaşanılır hale getirmeye çalışmış. Kısa bir süre sonra klimaları, otomatik tuvaletleri, asansörleri, içecek otomatları ile cehennemin odaları oldukça konforlu hale gelmiş. Derken, günün birinde cennet meleği şeytanı aramış:

-Selam, cehennemde işler nasıl gidiyor? Neler yapıyorsunuz?
-Biz burada çok iyiyiz. Bir mühendis düştü buraya ki sorma gitsin. İnanılmaz lüks ve konforlu yaptı bizim orayı. Bir görsen, tuvaletlerimiz otomatik, kola makinemiz bile var.
Melek şaşırmış:
-Ne!Mühendis mi dedin? O adam yanlışlıkla oraya atıldı. Çabuk onu buraya gönderin!
Şeytan itiraz etmiş:
-Bu imkansız! Onu burada tutacağım.
Cennet meleği sinirle bağırmış:
-Onu çabuk buraya gönder, yoksa seni dava ederim!
Şeytan alaycı bir şekilde cevap vermiş:
-Öyle mi bunu nasıl yapacaksın? Bütün avukatlar bizim bu tarafta...

1 Mart 2024 Cuma

Umut

 Hüzün hayal kırıklığı değildir. Hüzün ahlak kırıklığıdır. Hayat hayal kırıklıklarını telafi edebilir. Ama ahlakı kırılmış bir insana kimse yardım edemez. Hayal kırıklığını beklentimiz boş çıktığında yaşarız. Hayal kırıklığı yaşamış çoğu insan içindeki beklentilerini zamanla öldürür. Çünkü canı yanmıştır, sanki bir ateş canını yakmıştır. Bi daha beklentisinin boş çıkmasından korkar ve beklentilerini öldürür. Farkında değildir ama içindeki yaşama sevincini öldürür. Hayal kırıklığı ve beklenti kardeştir ikisi de ateştir. Ateştir çünkü hayal kırıklığında canımızı yakar. Ateştir çünkü içimizdeki beklentiyi yani umudu muhafaza ettiğimiz sürece karanlığımızı aydınlatır. Evet beklenti bir kaç hayal kırıklığıyla kurban edemeyeceğimiz bir arkadaştır. Adı umut olan bir arkadaş. Umutsuzluk pencerelerine tahtalar çakılarak dış dünyayla irtibatı kesilmiş bir ev gibidir. O eve ışık girmez. Işık girmeyen ev karanlıktır, kasvettir ve umutsuzluktur. Umudumuzu asla yitirmeyelim. Hayat bitmeden umut bitmez. Stan Lee ilk marvel çizgi romanını yarattığında 39 yaşındaydı. Henry Ford ilk arabasını ürettiğinde 45 yaşındaydı.Pastör kuduz aşısını bulduğunda 60 yaşındaydı. Harland Sanders Kentucy Fried Chicken yani KFC'yi kurduğunda 62 yaşındaydı. Mimar Sinan Selimiye'yi yaptığında 86 yaşındaydı.