Yaş almak her yıl üzerine başka bir elbise giymek gibi. Küçükken o elbiseleri giymeye başlıyoruz. Üzerimize bol gelen elbiseleri. Hayatın bize dayattığı adına büyümek denilen olgu karşısında o x-large kıyafetlerin kalıbına uyabilmek için bedenimizi, ruhumuzu orasından burasından çekiştirerek uzatmaya ve büyüklük kalıbını doldurmaya çalışıyoruz. Bu çekiştirme sırasında gerilimden ötürü ruhumuz çatlıyor ve o çatlaklardan dışarı çocukluğumuz sızıyor. Kaybediyoruz her doğum günümüzde bir beden daha bir katman daha giydiğimiz o büyüklük kıyafetinin içine sığmaya çalışırken. Kaybediyoruz neşemizi, saflığımızı, merakımızı ve bir çocuğun hiç kimseye hesap vermeyi düşünmediği medeni cesaretini... O çocuksu cesaret ne mühim bir şeydir. Bi çocuğun her soruyu özgürce sorması, özgüvenli olması. Büyürken üzerimize giyindiğimiz o katmanlarla belki boyumuz uzuyor daha heybetli oluyoruz yıllar geçtikçe. Lakin o büyüklük denen kalıba sığmak için çekiştirdiğimiz uzatmaya çalışırken yaraladığımız ruhumuzdan dışarı sızan çocukluğumuzu kaybederek belkide aynı anda manevi olarak küçülüyoruz. Çocukluk sadece yaşla ilgili bir durum değildir. Bir insan her yaşta çocuk olabilmeli. Neşesini, saflığını, özgüvenini, merakını muhafaza edebilmeli. Peki büyürken kırıp döktüğümüz ruhumuzu yada kalbimizi nasıl onarıp da çocukluğumuzu tekrardan yakalayabiliriz? İşe yıllardan beri katman katman üstüste giydiğimiz o büyüklük abasından soyunarak başlamalıyız. O kıyafetleri tekrar tekrar çıkartıp içimizde yıllardır gün ışığı görmeyen ruhumuza yani çocukluğumuza ulaşmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder