İki tane ciğerimiz, iki böğreğimiz, iki kulağımız, iki gözümüz var. Beynimiz bile iki yarım küreden oluşuyor. Ama hiç düşündünüz mü ağzımız bir tane. Sanki Tanrı bize: çok dinleyin, çok görün, daha çok düşünün ama az konuşun, diye diğer organlarımızın aksine bir tane ağız vermiş. O ağız başımıza neler açmıyor ki... Kalp kırıyor, yerine getiremeyeceği sözler veriyor, dedikodu yapıyor, yalanlar söylüyor. Hiç bir şeyden çekmiyoruz şu dilimizden çektiğimiz kadar. Akılsız başın cezasını ayaklar çeker, diye bir ata sözü var. Aslında şöyle olmalı: Akılsız ağızın cezasını sahibi çeker, diye. Dil dediğimiz şey laftan anlamayan ve sürekli başını belaya sokan ailenin haylaz çocuğu gibi. Bin düşün bir söyle, laf ağızdan çıkana kadar senin esirin ağızdan çıktıktan sonra ise sen lafının esiri olursun, diye atalarımız boşuna dememiş. Filozof Sokrates'in üç filtresini duydum geçenlerde. Çok hoşuma gitti. Sokrates bir sözü söylemeden önce üç filtreden geçirirmiş:
1-Doğru mu?
2-İyi mi?
3-Yaralı mı?
Diye. Eğer söylenecek söz bu filtrelere uymuyorsa susarmış. Çevre kirliliği sadece atıklarla olmuyor. Nasıl çöplerimizi sokağa değil çöp kutusuna atıyorsak, nasıl fabrikalar devlet tarafından doğaya zehirli madde salıyorlar mı diye kontrol ediliyorsa bizde faydasız sözleri sosyal çevremize aktarmaktan vaz geçmeliyiz. Çevre kirliliğine sadece çöpler neden olmuyor, sözler de neden oluyor.