28 Şubat 2025 Cuma

Söz

 İki tane ciğerimiz, iki böğreğimiz, iki kulağımız, iki gözümüz var. Beynimiz bile iki yarım küreden oluşuyor. Ama hiç düşündünüz mü ağzımız bir tane. Sanki Tanrı bize: çok dinleyin, çok görün, daha çok düşünün ama az konuşun, diye diğer organlarımızın aksine bir tane ağız vermiş. O ağız başımıza neler açmıyor ki... Kalp kırıyor, yerine getiremeyeceği sözler veriyor, dedikodu yapıyor, yalanlar söylüyor. Hiç bir şeyden çekmiyoruz şu dilimizden çektiğimiz kadar. Akılsız başın cezasını ayaklar çeker, diye bir ata sözü var. Aslında şöyle olmalı: Akılsız ağızın cezasını sahibi çeker, diye. Dil dediğimiz şey laftan anlamayan ve sürekli başını belaya sokan ailenin haylaz çocuğu gibi. Bin düşün bir söyle, laf ağızdan çıkana kadar senin esirin ağızdan çıktıktan sonra ise sen lafının esiri olursun, diye atalarımız boşuna dememiş. Filozof Sokrates'in üç filtresini duydum geçenlerde. Çok hoşuma gitti. Sokrates bir sözü söylemeden önce üç filtreden geçirirmiş:

1-Doğru mu?

2-İyi mi?

3-Yaralı mı?

Diye. Eğer söylenecek söz bu filtrelere uymuyorsa susarmış. Çevre kirliliği sadece atıklarla olmuyor. Nasıl çöplerimizi sokağa değil çöp kutusuna atıyorsak, nasıl fabrikalar devlet tarafından doğaya zehirli madde salıyorlar mı diye kontrol ediliyorsa bizde faydasız sözleri sosyal çevremize aktarmaktan vaz geçmeliyiz. Çevre kirliliğine sadece çöpler neden olmuyor, sözler de neden oluyor.

27 Şubat 2025 Perşembe

Uzmanlaşmak

 Rahmetli Sakıp Sabancı'nın bir öğüdü var: Her şeyin bir şeyini, bir şeyin her şeyini bilin, diye. Bu çok doğru bir söz. İnsanın bir konuda uzmanlaşması gerektiğini söylüyor. Bunun için önce kendimizi tanımamız gerekiyor. Mühendislik yıllarımdan bir örnek vermek istiyorum. Yaşadığım şehrin en çok iş yapan mühendislik firmasında çalışıyordum. İnşaatlara yada dairelere, dükkanlara doğalgaz ve kalorifer tesisatı tesisatı projelendirmesi ve taahhüdü yapıyorduk. Yıllar geçtikçe öyle bir noktaya gelmiştik ki; Yalova'da iş yapmadığımız bina kalmamıştı. Daha önce çalıştığımız bir binadan yeni bir iş geldiğinde tesisatı uygulamadan önce bir keşif yapıyordum. Ofise döndüğümde yeni dairenin mimari projesini çizmeme gerek kalmıyordu. Daha önce aynı binanın başka bir katında mevcut dairenin çaprazında kalan dairenin projesi hazır bulunduğundan; eski projedeki mimari planı çizim programını marifetiyle kopyalayıp aynalıyordum ( Mirror özelliği) ve yeni tesisatı içine çizip projeyi çok kısa sürede hazırlıyordum. Bu  Sabancı'nın öğüdünün, her şeyin bir şeyini bilme, kısmına denk geliyordu. Çünkü Yalova'daki her binada daha önceden bir çalışmamız oluyordu. Uzmanlaşma kısmına gelecek olursak: program kullanarak hesaplama konusunda o kadar uzmanlaşmıştım ki; 16 daireli bir binaya kolon tesisatı çekileceğinde binada yaptığım keşiften sonra bilgisayarın başına geçip, hangi çapta kaç metre boru kullanılacak, kaç dirsek, kaç vana gerekli malzeme listesini dakikalar içinde hazırlıyabiliyordum. Yani bir konuda her şeyi bilebiliyordum. Uzmanlaşmak için emek, çaba ve sabır gerekiyor. Bu süreci şimdiki yazarlık günlerimde de yaşıyorum. Şu günlerde yazdığım polisiye bilimkurgu romanım 7 yıl önce yazdığım bilimkurgudan çok daha güzel oluyor. Geçen yıl yazdığım aşk-dram türündeki romanım 2016 da yazdığım bir başka romandan çok daha iyi oldu. Yazmak için sürekli okumak, keşfetmek ve hayal gücü gerekiyor. Evimdeki okuduğum kitap yığını arttıkça ve hayatı yaşadıkça daha iyisini yapıyorsunuz. Ama 12 yıl önce yazarlık macerasına girişmemi bir meydan okuma olarak görüyorum. Çünkü bence üzerinde uzmanlaşılamayacak alanlardan biri yazma eylemi... Hep daha iyisi olacak. Yani Sky is Limit. O yüzden hayata karşı yazarak meydan okumayı tercih ediyorum.


23 Şubat 2025 Pazar

Diyalog

 Hayat sürprizlerle dolu bir patikada yapılan yolculuk. Ama düz yol yok. Taşlar, çukurlar, yokuşlar... Bunlardan bir kaçına illa takılıyoruz. Bahsettiğim bu engeller hayatın bize tattırdığı fiziksel özellikte de olabiliyor psikolojik özellikte de olabiliyor. Parasız kalabiliyoruz, çalışırken çok yorulabiliyoruz, hastalık yaşayabiliyoruz. Bunlar fiziksel. Kendimize güvenimizi kaybetmiş oluyoruz, yeni bir adım atmaktan korkuyoruz, daha önceki kötü deneyimimizden ötürü denemeyi bırakıyoruz yani vazgeçiyoruz. Bunlar psikolojik. Ben diyalog kurmanın hayattaki rolüne çok inanıyorum. Bizden daha deneyimli büyüklerimizle sohbet etmek, medyada röportaj veren ünlülere kulak kabartmak bunlar güzel şeyler. Diyalog sadece sohbetle veya dinleyerek gerçekleşmiyor. Edebiyat da diyalog kurmanın bir başka yolu. Kitap okuyarak sanal bir hikayedeki kahramanın deneyimlerini öğrenebiliriz ve gerçek hayatta o hatayı yapmadan sadece okuyarak vereceğimiz kararın olumlu-olumsuz sonuçlarını kestirebiliriz. Filozoflar insanlığa ışık tutmak için vardırlar ve bence herkes bi noktada filozoftur. Sohbet ettiğimiz Ahmet amca, anılarını dinlediğimiz Emine abla yada kitabını okuduğumuz Dostoyevski. Bunlarla diyalog kurmalıyız. " Yağmur her yerde yağar ama sadece filozoflar şemsiye açar " demiş Guzman. Dedim ya hayat takıldığımız, içine düştüğümüz taşlar, çukurlarla dolu. Takıldığımız yerleri geçebilmek ve bir daha aynı engelde takılmamak için bizde filozoflardan şemsiye açmasını öğrenmeliyiz. Onlara kulak vermeliyiz.


21 Şubat 2025 Cuma

Liyakat

 Dokuz kadın bir bebeği bir ayda doğuramaz. Bu sözü sevdim. Şu sıralar okuduğum Amerikalı yazar Adam Fawer'ın Mobius adlı kitabında geçiyor. Biraz futboldan bahsedeceğim. Futbolda sadece çok koşmak geçerli olsaydı dünyanın en büyük futbolcuları koşucular, atletler olurdu. Bir takıma on bir tane koşan adam koyun o takım belki orta sıra takımı olur ama asla şampiyon olamaz. Teknik, kreatif oyuncular lazım bir takımın takım olabilmesi için. Sergen gibi, Alex gibi, Hagi gibi... Özel sektörde ve Devletde bu mantığın sıkıntısını çok çekiyoruz. Hepsinde şişirilmiş kadrolar ama iş yapan yani çocuğu doğuracak kişi yok. Bir doğumun şartları vardır. Annelik özel bir durumdur. O yüzden patronlar hep bu dokuz kadın bir bebeği bir ayda doğurur yanılgısına düşüyor.  " Eğer dokuz tane mühendis çalıştırırsam bu iş bir ayda biter " gibi. Yok o öyle değil. İşin erbabı bir kişi dokuz vasıfsız kişinin yapabileceği bir işi tek başına yapabilir. Son yıllarda ülkemizde liyakatsizlik en önemli sorunların başında geliyor. Sınavlardan yüksek puan almış nice yetenekli genç "Mülakat" denen şeye takılıyor ve ataması yapılamıyor. Ama eğer " Partiliysen " o mülakatı geçiyorsun ve işine yerleştiriliyorsun. Ülkemizi yöneten sayın muhteşem muhteremlerin döneminde birde " Bankamatik" memurları çıktı. Bu zatlar hiç çalışmadan aybaşı geldi mi maaşlarını çekiyorlar. Sorsan bunlar beş vakit namazında müslümanlar. Allah " Bana kul hakkıyla gelmeyin " diyor. Bunlar yandaşlarını işe almak için icat ettikleri " Mülakat " dedikleri garabetle binlerce kişinin kul hakkını yiyorlar. Sonrada yurt dışına neden beyin gücü yaşanıyor diye hayıflanıyoruz.

20 Şubat 2025 Perşembe

Kitap

 İnsanlar, olaylar, duygular, eşyalar, arzular yani hayat dediğimiz şey bir kitap aslında. Okudukça hafızamızda yer ediyor. Okudukça içimizde duygular oluşturuyor. Her birimizin kitabı farklı. Kaç sayfa olduğunu ve hikayenin ne zaman biteceğini bilemiyoruz. Kitabın başı bazen bizi üzmüş oluyor ve öncesini yok saymaya kalkıyoruz. Oysaki hayatımıza anlam veren geçmişimiz değil mi? Hikayenin başını karakterleri, nereden geldiğimizi, ne yaşadığımızı unutmuş olsak şimdimiz eksik kalmaz mıydı? Öncesi yok sayılan hikaye bir anlam ifade etmez. O yüzden kitabın   " Hayatın " tümüyle barışık olmalıyız. Bir sayfaya takılıp kalmamalıyız. Yazar bazen kahramanı kitabın ortasında içinden çıkılması zor imkansız bir durumun içine sokabilir. Umutsuzluğu yaşıyorsak bilmeliyiz ki her şeyin zıddı mevcuttur ve umut da vardır. Cesaretimiz nekadar kırılmış olursa olsun, o kağıt ne kadar ağırmış gibi hissettiriyorsa hissettirsin, takılıp kaldığımız o sayfayı çevirmeliyiz. Çünkü bu kitap bizim için yazıldı ve şunu asla unutmamalıyız: Sayfayı çevirmeden yeni bir şey okuyamazsın.

19 Şubat 2025 Çarşamba

Rusya-Ukrayna Savaşı

 Yılan hikayesine dönen Ukrayna-Rusya savaşı üçüncü yılında. Rusya NATO'nun genişlemesi ve Ukrayna'nın ittifaka dahil olmasını kendisine yönelik doğrudan tehdit olarak gördüğü için Ukrayna'ya askeri harekat başlatmıştı. Televizyon dizilerinde komedyenlik yapan Zelenski ise bir şekilde Ukrayna devletinin başına getirilince ABD'nin ve AB'nin gazlamasıyla asla sahip olmadığı bir güce güvenip Rusya'ya kafa tuttu ve bedelini ülkesine taşınan; soydaşlarının kanının döküldüğü, tüm sanayisinin ve alt yapısının yok olduğu bir savaşla ödedi. Trump ABD başkanlığına seçilince savaşın seyride değişti. Önce Suudi Arabistan'da yapılan Ukrayna'dan hiç bir temsilcinin davet edilmediği ABD-Rusya heyetlerinin gerçekleştirdiği barış temasları ardından Trump'ın Ukrayna'dan 500 milyar dolar değerinde nadir toprak elementinin yanında Ukrayna'nın kontrolünün ABD'ye devredecek bi takım tavizler istemesi ve Zelensky'nin bu anlaşmayı reddetmesi. Trump'ın Zelenski'nin olumsuz cevabından sonra bir demeç verip " Ukrayna'da Zelensky'ye destek yüzde dört. Zelenski artık Ukrayna'yı temsil etmiyor. Derhal seçim yapılsın ve Ukrayna'ya yeni başkan gelsin " demesini alt alta koyup topladığımızda: ABD'nin Ukrayna'yı önce gazlayıp Rusya ile savaşa soktuğunu, savaşın her iki tarafının  özellikle Rusya'nın askeri ve ekonomik açıdan yıpranmasının ABD'nin işine yaradığını bu savaşın devam etmesinin ABD'nin bir başka süper güçlü rakibi Çin ile Rusya ortaklığını doğurmasından çekinerek Trump geldikten sonra Zelenski'nin bir anda satılması ve barış senaryosunun devreye sokularak ABD'nin kurşun atmadan perde arkasında kalarak savaşın yıkıma uğrattığı Ukrayna'nın geleceğinde söz sahibi olmak üzere olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Zelenski ve Ukrayna'nın bu durumu emperyallere güvenip hareket etmeye kalkan tüm liderlere ibret alacakları bir ders olmalıdır.

17 Şubat 2025 Pazartesi

Kaptan Amerika

 Dün en yakın dostum Murat abimin ilk okul üçe giden oğluyla yeni Kaptan Amerika filmini izledim. Oldum olası çocuklarla iyi anlaşırım. Yazlığımızda dün havuzda birlikte yüzdüğüm, futbol basketbol oynadığım bana " Onur Abi " diyen dünün küçükleri, bugün üniversite okuyan ve hayata atılmak üzere olan genç yetişkinlere dönüştü. On on beş yıl önce " Onur Abi " lafı kurtarıyordu ama bugün artık " Onur Amca " diyorlar. E sonuçta kırk plus bir adamım. Allah "Onur Dede" dedikleri günü de göstersin. Ne diyeyim. Amin! Murat abimin oğlu Demir'le de çok iyi anlaşıyoruz. Ona İngilizce özel ders veriyorum, Play Station oynuyoruz, birlikte maç izliyoruz... Buraya nereden geldik, hah Kaptan Amerika. Ben ilk Kaptan Amerika filmini bir Bodrum tatilinde yazlık açık hava sinemasında izlemiştim. 34 yıl önce sekiz yaşımdayken. Marvel kahramanlarına abimin siyah beyaz çizgi romanlarından aşinaydım. Yeni Kaptan Amerika: Cesur Yeni Dünya filmi için söyleyebileceğim şeyler: ABD başkanı rolünde Harrison Ford harika. Güzel dövüş ve aksiyon sahneleri var ama hikaye derinlikten uzak. Eski Kaptan Amerika filminde Kaptan Amerika yani Steve Rogers 1945 lerde ikinci dünya savaşına katılıyor bu esnada ordudaki bir kadın subayla aşk yaşıyordu. Filmin sonunda Steve Rogers'ın uçağı buzullara çakılıyor ve iki sevgili ayrılıyordu. Kazadan 60 yıl sonra enkaz bulunuyor ve Steve Rogers kurtarılıyordu. ( Buzullar Steve'i hayatta tutmuş ) Tabi Kaptan Amerika 1940 lardayken birden bire kendini 2000 lerde buluyordu. Sevgilisini ziyaret ediyordu. Ama Steve buzullar onu yaşlandırmadığı için 30 lu yaşlarda 1940 larda aşk yaşadığı sevgilisi ise 90 lı yaşkarda ölüm döşeğinde bir ihtiyardı. Ben hikayedeki bu derinliği ve hüzünlü durumu çok sevmiştim. Serinin devamında Avengers filminin sonunda Thanos'u yenip evreni kurtardıktan sonra ekibin üyeleri zamanda yolculuk ederek güç taşlarını ait oldukları zamana getirip geri dönüyorlardı. Kaptan Amerika'da taşı götürmek için geçmişe dönüyor ama geri dönmeyip sevgilisinin gençliğiyle bir ömür geçirip yaşlandıktan sonra günümüze seksen yaşında bir ihtiyar olarak dönüyordu. Yani anlayacağınız Steve Rogers Avengers daki dostları ve çevresi yerine geçmişte kalıp hayatının aşkını seçiyordu. Ben bu hikayedeki romantizme bayıldım ve size de aktarmak istedim.

16 Şubat 2025 Pazar

Doğru Tavır

 Bir zaman makinesi olsa geçmişe gidip bize zarar veren bir olayı engellemeyi isteyebilirdik. Karşımıza çıkan yanlış kişiyi, işittiğimiz o uğursuz sözü yada gittiğimiz o yanlış yeri bertaraf etmek isterdik. Şu soruyu sormak istiyorum: Bize zarar veren talihsiz diye nitelediğimiz o " olay " mıydı yoksa o olaya karşı takındığımız tavır mıydı? Eğer doğru tavrı sergilemiyorsak isterse elimizde Dr. Brown'un Geleceğe Dönüş filmindeki zaman makinası olsun; birinci olayı, ikinci, üçüncü olayı engelleyelim kader dördüncüsünü karşımıza getirir ve biz yanlış tavırda olduğumuz için tekrardan o acıları yaşarız. Bazen yaşanması gerekenler yaşanıyor, çekilmesi gereken acılar çekiliyor deneyim kazanmak için. Bir bebek yürümeyi nasıl düşe kalka öğreniyorsa yetişkin bir insanda yaralana berelene doğru yaşamayı öğreniyor ve bilgeliğe kavuşuyor. O yüzden " Keşke geçmişte şu başıma gelmeseydi " demek yerine aynı olayı bugün yaşasak " doğru tavrı " verebilirmiydik ona bakmak lazım. Çünkü hayat biz öğrenene kadar aynı sınavı önümüze defalarca koymaya devam edecek.

15 Şubat 2025 Cumartesi

mışıl mışıl

 Bir kedi çöpleri karıştırmış karnını doyurmak için yemek artığı aramış. Bir kodaman en lüks restoranda yemekten şişmanlamış. Bir yıllık peşin vermiş zayıflamak için spor salonunda yürüyen banda çıkmış. Öte yandan asgari ücretli Ali dolmuş parasından tasarruf etmek için her gün asfaltta beş durak yürümüş. Bir manyak "Aşkından" karısını dövüyormuş, bir hakiki aşık ise karısının gözlerini bakınca sevgisinden eriyormuş. Elli yıllık hayat arkadaşı vefat eden bir kadın kocasının naaşı taşınırken " Aman evladım yavaş olun kocam incinmesin " diyormuş. Başka bir yerde bir kadın sürekli kocasını boynuzluyormuş. Köylü bir çocuk okuldan sonra tarlada çalışırken, şehirli zengin çocuk Boğazda son model spor araba sürüyormuş. Batının emeklisi dünyayı geziyormuş, bir diğer emekli, aylığı yetmediği için çay servis ediyormuş. Japon mühendis köprünün halatı koptuğu için onurundan intihar ediyormuş, göçen madenler, yanan oteller, depremler sonucu binlerce ölüye karşın kimi muhteşem muhteremler yapıştıkları koltuklardan bir türlü kalkmıyormuş. Dünyadaki " Süperler " Ortadoğu'yu kan gölüne çevirip Afrika'yı sömürüyormuş ama kitaplarının kapağında demokrasi ve insan hakları yazıyormuş. Dünya kıyamete gidiyormuş ama insanlar mışıl mışıl uyuyormuş.

12 Şubat 2025 Çarşamba

Celine Dion

 Celine Dion. Unutulmaz aşk şarkılarının solisti. Şundan eminim ki hepimizin Celine Dion'un söylediği şarkılarla bir anısı vardır. Şimdi yada geçmişte onun şarkılarını dinleyip sevgilimizle ettiğimiz romantik bir dans vardır. Celine Dion yıllardır sahnelerden uzak kalmıştı ta ki geçen yaz Ağustos'a kadar. Kendisi katı kişi sendromu denilen milyonda bir görülen nörolojik bir hastalığa yakalanmıştı. Bu hastalık öyle melun bir şeydiki Dion'un tüm kas sistemini ve hatta ses tellerini etkilemişti. Kendisi sık sık nöbetler geçiriyor bırakın sahneye çıkıp şarkı söylemeyi normal hayatını bile sürdüremiyordu. Kendisi geçen yaz hastalığına ve tüm olumsuzluklara bir meydan okuma yaptı. Paris 2024 Olimpiyat oyunları açılışında sahne almak istedi. Bunun için tıpkı bir sporcunun olimpiyatlara hazırlanması gibi azimle ve istikrarla hazırlandı. Dion bu durum için " Koşamazsam yürürüm, yürüyemezsem sürünürüm " dedi. Oyunların açılış gecesinde Dion Eyfel Kulesinde sahneye çıktı ve Hymne a'lamour ( Aşka Övgü ) şarkısını seslendirdi. Şarkının sözleri Dion'un mesleğine duyduğu aşkın ve hastalığına karşı meydan okumasının sembolü gibiydi. 

"Mavi gök üzerimize yıkılabilir/ Ve orada yeryüzüde çökebilir/ Umurumda olmaz/ Seviyorsan beni, umurum değil tüm dünya " 

Celine Dion'un bu meydan okuması bize şunu anlatıyor: Bir kaşık suda da boğulabilirsin, bir havuzun içine atlayıp "Bu yüzmeyi öğrenmem ve deneyim kazanmam için bir fırsatta" diyebilirsin. Mühim olan zorluk değil ona karşı aldığımız tavırdır.

11 Şubat 2025 Salı

Ümit Özdağ

 Kim nederse desin bana göre Ümit Özdağ adamdır. Kendisinin çok güzel kitapları var. Bu kitaplardan birini okudum. Algı Operasyonu ve Psikolojik Savaş. Algı operasyonu yapılarak dünya şekillendiriliyor hegemonlar tarafından. 11 Eylül ikiz kule saldırıları sonrası dünyada " Terörist İslam " algısı yaratılmadı mı? Saddam'ın elinde kimyasal silah var yalanıyla dünya ABD'nin 2003 deki Irak işgaline ikna edilmedi mi? Korona salgınında tüm dünyaya korkutulup ayar verilmedi mi? Ekonomi, adalet, refah ne kadar kötü olursa olsun bu ülkenin yarısı propaganda yoluyla 2002 den beri kötü yönetime oy vermeye devam etmedi mi? Enformasyon çağındayız ve bilgi arık avucumuzun içinde. Bu kolay erişilebilir bilgi aynı zamanda bizleri manipüle edebiliyor. Özdağ'ın bu kitabı ülkemizde ve dünyada olup bitenlerin ardındaki gerçekleri anlamamız konusunda bir anahtar bir kılavuz niteliğinde. Kitaptan aldığım bazı notlarla yazımı bitiriyorum. 


*Atinalı sofist propagandanın önemini şu sözleriyle vurgular: Bir hekimle bir hatip şehir meydanına çıksa ve münanzara yapsa; hatip halkı kendisinin asıl doktor olduğuna inandırabilir.

*Propaganda da ana amaç birey olarak insan değil kitle içindeki insandır. Çünkü kitle içindeki insan daha kolay yönlendirilebilir.

* Gizli propagandaya örnek: İngiliz petrol şirketinin kuzey buz denizindeki petrol atıklarının bir kuşu öldürdüğü görüntüsünün, Saddam Hüseyin'in Basra Körfezine döktüğü petrolün öldürdüğü kuşlar olarak servis edilmesi

*Mao Zedong:Politika kansız savaş, savaş kanlı politika

* Suriye saldirisi: Suriye'nin İzmir sizin icin neyse Hatay da bizim icin odur diyip Hatay'ı bizden koparma söylemi, doğuyu kalkındıracak olan Keban Baraji projesini sabote etmek isteyişleri fakat istihbaratımızın engel olmasi, 1998 yılına kada Şam'ın pkk yi Türkiye'ye karşı kullanması

* Ermeni terör örgütü ASALA yetmişlerden doksanlara kadar Türk diplomatları katletmiştir. Pkk ile organik bağ kurup işbirliği yapmıstır. Ve pkk ile Türkiye bölündükten sonra doğu illlerini büyük Ermenistan ve Kürdistan devleti arasinda nasıl paylastırılacağı konusunda anlaşmışlardır . Pkk nin 80 lerde yok ettigi Türk köylerinin 1915 öncesi ve sonrası Ermeni çetelere karşı savaşmış olması  tesadüf değildir. Ermeni terör örgütleri 1974-1984 arasında 40 diplomatı şehit etmistir. Böylece Ermeni terörizmi sahte soykırım tezini tekrardan tarihin derinliklerinden çıkararak uluslararası politikanin bir şantaj aracı olarak kullanıma sokmuştur.

*Birinci dalga savaşlar:Toprak elde etmek için, ikinci dalga savaşlar: Ekonomik kapasiteyi kontrol etmek için, üçüncü dalga savaşlar: Bilgiyi kontrol etmek için.

9 Şubat 2025 Pazar

Hayaller

 İnsanın hayelleri ve tutkuları bazen aklından daha büyük olabiliyor. Yani duyguların mantığa galip gelmesinden bahsediyorum. Mühendislik kariyerimi sonlandırıp yazarlığa başlayalı on yıl olmuş. On yıl öncesine kadar otel, okul, 550 dairelik site projeleri yapan yılda bir kaç kez yurt dışı tatili yapan, arabası olan bir mühendisken içimdeki edebiyat dürtüsü ağır bastı ve o parlak kariyeri terk ettim. Kendimi okumalara ve yazmaya adadım. Tutkum olan şeyi yapmaya başladım ve şuan çok mutluyum. Tabi bunun için bir bedel ödedim. Mühendislik maaşımdan, gezilerden, bakım masrafları sigortaları ve vergilerini ödeyemediğim red bull'um dan ( Ben kırmızı renkli küçük şirin arabamı red bull diye çağırırdım ) kısacası lüks hayattan vaz geçtim. Yıllardır asgari ücretin biraz altında bir parayla idare ediyorum. Şanslıyım evim kira değil. Dün en yakın dostlarımdan biri olan Murat abim " Onur gel arabayla gezelim " diyince çok mutlu oldum. Yalova şehir merkezinden çıktık ve yarım adayı geze geze sırasıyla Çınarcık, Esenköy, Armutlu, Kapaklı, Narlı'ya uğrayarak Gemlik'e ulaştık. Virajlı yollardan tatlı, tatlı kıvrılarak solumuzda yem yeşil ağaçlar, sağımızda masmavi Marmara denizi harika bir parkuru tamamladık. Dönüşü Bursa-Yalova otoyolundan yaptık. Orhangazi'ye gelmeden Sezgin Izgara varmış. Orada ayıptır söylemesi köfteleri sucukları mideye indirdik.  Benim için unutulmaz bir gündü. Sizinle paylaşmak istedim. Sizinle başka bir haber daha paylaşmak istiyorum. Geçtiğimiz on yılda toplam 6 kitap yazdım. Şu an yedincisini yazıyorum.Roman, öykü, seyahat kitapları. Ben kafayı okumaya taktım. Ülkemde insanların kitap okumasını istiyorum. Bir ülkenin medeniyet seviyesi okur-yazarlığıyla ilgilidir. Kuran bile "oku" ayetiyle paşlıyor. Ülkemde herkes kitap okumalı mottosuyla yakın gelecekte kuracağım web sitemden ilk etapta  4 kitabımı ücretsiz olarak Türk okurların hizmetine sunacağım. Web sitemden ücretsiz olarak indirebileceksiniz. Tamamen gönüllülük esasına göre hareket ediyorum ve son nefesime kadar yeni kitaplar yazmaya ve bunları ücretsiz olarak okurlarla paylaşmaya devam edeceğim. Takipte kalın. Web sitem kurulunca sizinle paylaşacağım. 


Foto: Mola verip çay içtiğimiz Narlı

8 Şubat 2025 Cumartesi

Asimetrik Savaş

 Savaş'ın olması için illa kan mı dökülmesi gerekir? Günümüzde ABD Hollywood filmleriyle, müzik endüstrisiyle dünyada kültürel bir işgal hareketini yürütmüyor mu? Örneğin Spiderman New York'da süper güçlü düşmanı yener ve filmin sonunda gökdelenler arasından atlaya atlaya gelir ve bir binanın tepesindeki bayrak direğine tutunur. Film Spiderman ve hemen yanında dalgalanan dev bir Amerikan bayrağı görüntüsüyle biter. Yada dünyadaki büyük devletler " Sözünü dinlemeyen " küçük devletleri bir gecede çektikleri ekonomik operasyonlarla hizaya getirmiyorlar mı? Yada ekonomik ambargolarla ve yaptırımlarla. Başka bir örneğini yakın tarihimizde ülkemizde yaşadık. Kod Ergenekon davalarıyla üst akıl tarafından devletin kurumlarına ve medyasına sızmış bir kripto istihbarat örgütü ordumuza kumpas kurarak algı operasyonlarıyla bir kurşun dahi atmadan Türk Silahlı Kuvvetlerindeki Atatürkçü askerleri tasfiye edip yerine kendi elemanlarını yerleştirip 15 Temmuz operasyonunu çekmedi mi? Başka bir örnek daha: ABD Irak'ı işgal ederken Saddam Hüseyin'in ordusundan hiç bir direniş görmeden bir kaç günde Bağdat'ı almadı mı? Çünkü işgal öncesi CIA devrim muhafızlarıyla anlaşmış yada onları parayla satın almıştı. İkinci dünya savaşında Nazi askerleri ABD uçaklarından atılan almanca " Teslim olun broşürlerini okuyup " teslim oluyorlardı. Yani anlayacağınız savaşların çoğu algı yönetimi, psikolojik harekat yapılarak kurşun dökmeden kazanılıyor. Akıllara Mao Zedong'un meşhur bir sözü geliyor:Politika kansız savaş, savaş kanlı politikadır diye.

5 Şubat 2025 Çarşamba

Afşin Kum

 Dostoyevski, Murat Gülsoy ve son olarak keşfettiğim Afşin Kum. Ben mühendislik eğitimi almış yazarlara bayılıyorum. Kafaları başka çalışıyor. Başrolde Çağatay Ulusoy'un oynadığı geçen yıl yayınlanan Kübra dizisini duymuşsunuzdur. Diziyi izlerken " Aman Allah'ım böyle müthiş bir senaryo nasıl yazılabilir? " diye hayretler içinde kalmıştım. Kübra dizisi Afşin Kum'un romanından uyarlanmış. Bir kaç gün önce kitapçıda kitapları incelerken elime Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru diye 19 öyküden oluşan bir kitap geçti. Arka kapağında Kübra dizisinin yazarından yazıyordu. Referans sağlamdı çünkü Kübra dizisini çok beğenmiştim. Kitabı aldım ve üç günde bitirdim. Afşin Kum Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliği mezunu ve 2017 de yazdığı Sıcak Kafa adlı ilk romanı Gio Ödüllerinde en iyi roman ödülünü almış. Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru adlı kitabını üç günde bitirdim. Kendisi fütüristik ve fantastik öyküler yazma konusunda çok iyi. Kitabın içinde klasik türlerde de öyküler var. Onlar da çok başarılı. Ben çok az yazarla kitaplarını okurken senkronize olmuşumdur. Yani sayıları onu bulmaz. Mesela onlardan biri Azra Kohen. Afşin Kum'la da senkronize oldum ve romanını okurken adeta gerçek üstü bir deneyim yaşadım. Kendisini favori yazarlarım listesine aldım ve ilk fırsatta diğer kitaplarını da edineceğim. Edebiyatta yeni bir soluk arıyorsanız size de Afşin Kum kitaplarını tavsiye ediyorum sevgili okurlar.

4 Şubat 2025 Salı

Bisiklet

 Yazar Afşin Kum bir öyküsünde: Dünyanın en saf insanları bisikletçilerdir. Bisikletin onları bir yere götürdüklerini sanırlar, gerçekte onlar bisikleti bir yerden bir yere götürürler, diyor. Bu cümle beni tutkularımız ve aşk üzerine düşünmeye sevk etti. Tutkularının peşinden git, tutkulu insanlar başarıyı yakalar, diye toplumsal bilincimize yerleşmiş bazı kalıplar var. Örneğin bir hedef için yola çıkarız, çalışırız ve çaba gösteririz. Bu hedef için yaptıklarımız; bazen başarı, bazen para, bazen kariyer bu saydıklarım olmasa bile en azından deneyim olarak hayatımıza katkı eder. Ancak kontrolden çıkıldığı durumlarda vardır. Tutkumuzu bizi ilerletecek bir araç olarak kullanmak yerine bir bakmışız tutkumuz bizi yönetmeye başlamış. İhtiraslarımızı iş dünyamızla sınırlı tutmayıp ondan emir almaya başlarız. Aile hayatımız, sosyal hayatımız her şeyimiz bir kış günü sıcak çikolatayı içtikten sonra çikolata tortularının kupamızın her yerine bulaşması gibi ihtiraslarımıza bulanır. Bu sağlıklı bir durum değildir. Filozof Delia Steinberg Guzman şöyle diyor: Çaba hayatın yasasıdır, sınırlar ve sınırlamalar panzehiridir. Yani tutku ve aşkın hamallığından kendimizi kurtarmak için ihtiraslarımıza sınır çekmesini bilmeliyiz.

3 Şubat 2025 Pazartesi

Adsız Aşıklar

 Size harika bir dizi tavsiyesi vereyim. Adsız Aşıklar. Halit Ergenç ve Funda Eryiğit başrollerde. Ergenç gençliğinde yaşadığı kötü bir aşk deneyiminden ötürü aşka düşman olmuş aşkı hastalık olarak görüyor ve kurduğu aşk hastanesinde aşk acısı çeken, gönül yarası çeken insanları aşktan kurtarıyor. Cem takıntılı, pireyi deve yapan pipirikli bir tip. Ergenç Cem karakterini harika oynuyor. Halit Ergenç gerçekten büyük oyuncu. Hazal ise Cem'in aksine aşka inanan aşkın şifa olduğunu düşünen bir psikolog. O da arızalı bir tip. Eryiğit de rolde çok başarılı. Kaderin bir cilvesi sonucu iki arızalı tip bir arada çalışmaya başlıyor.Cem ve Hazal ikilisinin hastaları tedavi ederken bir birleriyle didişmeleri, karşıt görüşlerinin çarpışmaları sizi tebessüm ettiriyor. Her bölüm farklı bir vaka farklı bir aşk hikayesi. Diziyi izlerken aşkın 1001 haline tanıklık ediyorsunuz. Ben de bir yazar olarak bir dizide orjinal senaryo oldu mu mest oluyorum. Bunu ben niye düşünemedim diyorum. Adsız Aşıklar dizisindeki " Aşk Hastanesi " fikride böyle bir şey. Kalp kırıklıklarını tedavi eden aşk acılarını iyileştiren bir hastane kimin aklına gelirdi ki? Aşk, komedi türündeki Adsız Aşıklar dizisini herkese tavsiye ediyorum ve aşk üzerine bir kelam edip yazıyı bitiriyorum: Sen hiç bardak kırıldı diye su içmekten vazgeçer misin? Kalp kırıldı diye niçin sevmekten vazgeçiyorsun?

1 Şubat 2025 Cumartesi

Hayal etmek

 Geçmişim artık hayalet. Adı üstünde; geride kalan güneşi, sevinci, kederi, rüzgarı, sevgiliyi anca hayal edince hatırlıyorsun. Onlara dokunamıyor, kucaklayamıyor, göremiyor ve konuşamıyorsun. Onları yaşayamıyorsun. Oysa hayat dediğimiz şey geçmiş, şimdi, geleceğin toplamı değil mi? Yaşayamadığımız geçmişi niçin hayatın içine dahil ediyoruz? Hayat yaşamak değil mi? Geçmiş gerçekten geçiyor mu yoksa o hayaletler bugünümüzde, yarınımızda görünmez iplerle kollarımızı, bacaklarımızı çekiştirip söz sahibi oluyor mu? Yoksa insan dediğin şimdinin sahnesinde geçmişinde bıraktığı öteki benlerin önünde bir tiyatro mu oynuyor? Yada bir mülakat veriyor. Geçmişine kendini beğendirmeye çalışıyor birgün kendininde bir geçmiş olacağından habersiz. Peki şimdimiz geleceğin geçmişi olacaksa aslında şuan yaşadığımızı sandığımız şey bir hayalden ibaret değil mi? O halde bir hayal niye canımızı yakıyor yada bizi mutlu ediyor? Yoksa yaşanan onca keder ve sevinç aslında sahte mi? Bir şeyin sahtesinin olması için bir yerlerde gerçeğinin de olması gerekmez mi? O gerçek, sürekli şimdiyi yaşayabilen bir başkasının bildikleri olabilir mi?