31 Ekim 2024 Perşembe

Hayatın Rengi

 Düşünce duyu organlarımızla algıladığımız verilerin zihin tarafından yorumlanmasıdır. Zihnimizde oluşan düşünceleri üç sınıfa ayırabiliriz. Olumlu ( Beyaz düşünce ) , olumsuz ( Siyah düşünce ) ve belirsiz ( Gri düşünce ) Hayatta ne algılarsak algılayalım bizim için ya olumludur, ya olumsuzdur yada belirsizdir. Örneğin sağlık. Sağlık hakkındaki kanaatimiz olumludur. Hastalık hakkındaki düşüncemiz ise olumsuzdur. Yeni seçilen belediye başkanı hakkındaki kanaatimiz ise belirsizdir. Yapacağı icraate göre karar veririz. Peki zihnimizin her yaptığı sınıflandırma doğru mudur. Düşünce verilerin yorumudur dedik. Zihnimizin her yaptığı yoruma güvenebilir miyiz? Sonuçta yorumlarımızın yönünü deneyimlerimiz belirler. Her bireyin deneyimi aynı olamaz.  Siyah düşünce veya beyaz düşünce alanları kontrolümüzdedir. Bir yargıya varıp klasörü kapatırız ve iş biter. Ama gri düşünce yani belirsiz durumlar kontrolümüz dışındadır. Zihnimizde gri kümeye koyduğumuz insanın yada olayın iyi mi yoksa kötü mü olduğunu zaman yani gelecek gösterecektir. Gelecek ise biz 3 boyutlu varoluşlar için belirsizdir. Burada kader devreye giriyor. İnsanın Tanrıya sığınma ve O'nun planına güven duymaya ihtiyacı vardır. Eğer hayatın bir rengi olsaydı bence bu gri olurdu. Çünkü hayat iyiyi de ( Beyaz ) kötüyü de ( Siyah ) içinde barındırıyor ve bu ikisinin karışımı gridir. Zihnimizde beyaz düşünce bölgesi yada siyah düşünce bölgesi aktifken Tanrı'ya uzak düşeriz. Beyazken çok mutluyuzdur şükrü unuturuz. Siyahken kırgın veya öfkeliyizdir isyan ederiz. Tanrı en iyi gride yani belirsizlikte bulunur. Belirsizlik dengedir. Bir kefesinde siyah diğer kefesinde beyaz olan terazinin dengesi gibi... Gri belirsizliktir, belirsizlik dengedir çünkü sonraki anda hangi kefeye yeni yük gelip dengenin ne tarafa bozulacağını bilemezsiniz, denge ise Tanrı'dır.

30 Ekim 2024 Çarşamba

Jest

 Jest yapmak. Birine karşılık beklemeden bir güzellik yapmak. Her şeyin çıkara dayalı olduğu bu devirde zor bir şey değil mi? En son komşu teyze bana köyünden bir torba mandalina getirdi. Halen yiyorum o mis kokulu mandalinaları. Geçen yıl arkadaşımın oğluna bedava ingilizce özel ders vermiştim. Çocuğun geçen yıl okulda verdiğim temelle ingilizce dersinde çok başarılı olmasının yaşattığı gurur bana yetti. Çocuğun babası boş durmadı ve bana bir bavul kıyafet verdi. Şuan kitaplarımdan bir gelirim olmadığı için yeni kıyafet alacak bütçem yok arkadaşım Murat abinin bu kıyafet jesti de çok makbule geçti. Jest yapmak güzel bir şey. Bence Tanrısal bir davranış. Bi düşünün Tanrı hayatı ve insanları hiç bir ihtiyacı yokken yarattı. Aldığımız nefes Tanrı'nın bizlere güzel bir jesti gerçi jest hafif kalır yücegönüllü bir nimeti. Bir yılda 365 gün var. 70 yıllık bir ortalama insan ömründe ilk 5 yılımızı saymazsak yaklaşık 24.000 gün var. Her gün bir jest yapsak toplamda 24.000 iyilik sayısına ulaşıyoruz. Müthiş bir rakam. Sokaktaki bir canı besleyebiliriz, otobüste bir yaşlıya yer verebiliriz, restorandaki garsona iltifat edebiliriz... Elimizden gelen o kadar çok şey var ki... Toplum olarak bir dönüşüm başlatmak zorundayız. Birbirimize iyi davrandığımız zaman köklerimiz güçlenip toprağın derinliklerine uzanacak ve sağlam bir ülke olacağız. Bir insanı tebessüm ettirebilmek kadar güzel bir şey yok. Hastalık taşıyan virüsler nasıl bulaşıcıysa, iyilik ve tebessümde bulaşıcıdır. Hadi bugünden itibaren büyüklüğüne bakmadan çevremize her gün bir iyilik yapalım. Bir salgın başlatalım. İyilik salgını... Bunu ülkemizdeki gölgelenmiş her yüz ışıldayana kadar yapalım.

28 Ekim 2024 Pazartesi

Televizyon

 Alışkanlıklarımızı terk edebiliyoruz çünkü hayat rutinimizi kıracak şekilde bize sürprizler yapabiliyor. Bugün sizlere televizyon izleme rutinimde meydana gelen değişimden bahsetmek istiyorum. Bir kaç yıl öncesine kadar sıkı bir basketbol izleyicisiydim. Haftada 5 NBA maçı ve bir kaç tanede EuroLeague maçı izlerdim. Aslında kalbime basketbol sevgisini doksanlı yıllarda Murat Murathanoğlu ve Rahmetli İsmet Badem'in Efespilsen'in avrupa maçlarındaki tatlı anlatımları aşılamıştı. Birde 99 Marmara depremi nedeniyle Yalova'dan taşındığımız Bursa'da canlı olarak maçlarını takip ettiğim efsane şampiyon TOFAŞ takımı. Birkaç yıl önce NBA ve Euroleague maçları başka bir platforma taşındı. Ve onları izleyemez oldum. Ama abonesi olduğum digiturk Türkiye Basketbol Ligi maçlarını vermeye başladı. Bende geçtiğimiz 2 yıl boyunca Türkiye ligi maçlarını izledim. Bu arada hastası olduğum Galatasaray futbol takımı maçlarını da her hafta sonu evimde izliyordum. Ancak geçen yaz digiturk fahiş bir fiyat talep edince digiturk'ü iptal etme kararı aldık. Bu çocukluktan beri hiç bir maçını kaçırmadığım Galatasarayıma veda anlamına geliyordu. Bu bir tutkuydu, alışkanlıktı ama kendi irademle bu alışkanlığıma son verdim. Demekki bağımlılıklara son verilebiliyor. Aslında bu yöntemi başımın belası sigara tiryakiliğim içinde kullanabilirim. İyi fikir! Sonra televizyonumun eskisine göre daha az adetteki kanallarında dolaşırken TRT MÜZİK kanalına denk geldim. Orada Yıldızlar Altında diye bir program var. Programın solisti Ayşen Birgör isimli hanımefendi. Ses desen var, zerafet desen var, nezaket desen var, yetenek desen var. Kendisi Türk Sanat Müziği şarkılarını müthiş seslendiriyor. You Tube'a da Ayşen Birgör'ün programları yüklenmiş. Oradan da seyredebilirsiniz. Televizyonumda geçen yaz yaptığım değişim bana belki futbolun ve basketbolun kapılarını kapadı ama TRT MÜZİK kanalını keşfettirdi. Bu kanalı herkese tavsiye ederim. Müzik ruhun gıdasıdır.

25 Ekim 2024 Cuma

Bahane

 İnsanoğlu suçluluk duygusunu taşımayı sevmez. Vicdanını sahte bir masumiyet makyajıyla kapar. İnsanlar kadın-erkek farketmez tarihin ilk gününden beri makyaj yaparlar. Ruj, rimel, allık, fondoten Allah ne verdiyse boyandıkça boyanırlar. İnsanlar "Sen hatalısın" diyen vicdanlarını boyarlar ona makyaj yaparlar. Bu bir tür kandırmacadır. Çevreni kandırma daha da önemlisi kendini kandırma halidir. Bana ilginç gelen nokta insanların doğruyu söyleyen vicdanlarının sesini dinlemektense kendilerini kandırmayı seçmiş olmalarıdır. Sahtelik yaratan bu makyajın adı bahanedir.

Bahane gerçekleştiremediğimiz potansiyellerin yada vicdanımıza ters düşen eylemlerin üzerine attığımız toprak gibidir. Evet toprak. Bahane toprak gibi doğal görünüme sahiptir kusuru çok iyi saklar. Göze hoş görünür. İyi bir dekordur. Aslında çiçekli bir bahçe gibi gördüğümüz yer ölü doğan potansiyellerimizin yada yanlışlarımızın gömülü olduğu bir mezarlıktır. Bahaneyle yalan arasında ince bir çizgi vardır. Ürettiğimiz her bahanede aslında kendimizi kandırır, kendimize yalan söyleriz. Sigara, alkol, kumar tiryakiliği... Hepsini geçin. Dünyadaki en yaygın tiryakilik bahane tiryakiliğidir. Bu illetten kurtulabilmek için aynanın karşısına geçip kendimizle yüzleşmemiz gerekir. Bu çok zordur. Ama arınmamız için gerekli bir durumdur. Bahane kirdir, pastır. Aklımızda bulunan çöplüktür. Evimizi, bedenimizi nasıl temiz tutuyorsak aklımızı da öyle temiz tutmalıyız. Yıllardır biriktirdiğimiz, biriktirirken kendimize yalan söylediğimiz bahaneleri torbaya koyup sokak başındaki çöp konteynırına sallamalıyız.Bahanelerden kurtuldukça hayat size daha saf ve daha dostane olacak. Yolunuz açılacak. Denemesi bedava.

21 Ekim 2024 Pazartesi

Oyun

 İnsan yazılımından gelen bir duyguyla kendini tekrar eden modellerin bir parçası olmak istiyor. Hergün egzersiz yapmak, piyano çalmak, yemek yapmak, örgü örmek, cep telefonundan oyun oynamak gibi. Hep aynı şeyi yapmamıza rağmen, aynı çevrimi yaşamamıza rağmen sıkılmıyoruz. Yaşımız kaç olursa olsun sürekli bir oyun oynama ihtiyacı duyuyoruz. Bu bana çok ilginç geliyor. Yani tekrar eden kalıplardan hiç sıkılmamamız. Eğer sıkılsaydık birbiri ardına çekilen aşk, komedi yada macera filmlerini hiç seyretmezdik. Aşk filmini ele alalım. Sonuçta birbirinden farklı kaç aşk kombinasyonu olabilir ki? Hollywood bundan yetmiş yıl öncede aşk filmi çekiyordu şimdide çekiyor. Ama bu filmler halen izleyici buluyor. Bünyemizin tekrardan hoşlanan bir yapısı var. Satrancı defalarca oynama, piyanoda aynı şarkıları defalarca çalma, hergün aynı sahildeki yolda yürüme gibi. Bizler tekrar eden eylemlerle alışkanlık ediniyoruz ve alışkanlıklarımızla kendimize güvenli kozalar örüyoruz. Güvenli alan yada konfor alanı da diyebiliriz. Bence tekrar eden eylemlere bukadar düşkün oluşumuzun sebebi bu. Bu bir tür meditasyon...Kaostan hoşlanmıyoruz. Hayatımızda belirsizlik istemiyoruz. Otuzuma kadar playstaion müptelasıydım. Sonra oyundan sıkılır oldum. Eskiden maraton koşan sıkı bir sporcuydum. Sabah bir saat koşu akşam bir saat ağırlık kaldırma antrenmanı yapardım. Otuz beşimde bundanda sıkıldım. Kırklarımın ortasına doğru gidiyorum ve yaklaşık on iki yıldır öykü, roman, günlük yazılar yazıyorum. Yazmaktan hoşlanıyorum ve koşu maceramın başına gelen şeyin yazma maceramın başına gelmeyeceğini umuyorum. Çünkü her yazıda yeni bir üretim yapıyorsunuz. Yazıda yarattığınız dünyada bir oyuncu oluyorsunuz ve kurgu kahramanlarınızın oyununda sizde bir oyuncu oluyorsunuz. Çok güzel bir duygu. Ne diyelim? Yazmak da benim vazgeçemediğim her gün tekrarlamaktan keyif duyduğum oyunum ( meditasyonum) olsun.

19 Ekim 2024 Cumartesi

Balta

 Kahpe felek döndü değirmenin buğdayı öğütmesi gibi hayallerimizi ezdi. Biz o buğdaydan ekmek yapıp çorbamıza katacaktık, felek canımızı ezdi " Buyur çorbana bu can kırıklarını katacaksın " dedi. Rızıktır dedik o çorbayı içtik. İçerken dilimiz parçalandı, kan kustuk... Çocuklar "Ne oldu baba?" diye sorunca " Bir şey yok yavrucum kızılcık şerbeti içtim " dedik. Evet ya çocuklar. Para, mafya, tarikat üçgeninin kirletemediği geriye kalan sağ çocuklar. Geriye kalan sağ umutlar... Bermuda Şeytan Üçgenine giren uçaklardan, gemilerden bir daha haber alınamıyormuş. Siz birde Türkiye'deki tarikat-zır cahil-siyaset üçgenini görün! 22 yıldır üniversiteli işsiz gençlerin, kundaktaki bebeklerin, şiddete uğrayan kadınların, rejime muhalif gazetecilerin, sokaktaki hayvanların, insanların umutlarını, hayallerini kısacası iyiye dair ne varsa her şeyi bir karadelik gibi girdabına katıyor ve yok ediyor. Bizdeki bu şer üçgeninin yanında Bermuda Şeytan Üçgeni halt etmiş. Halkın yarısı celladına aşık olmuş. Ormandaki ağaçların sapı tahtadan diye her seçimde tekrardan baltaya oy vermesi gibi tekrardan baltayı seçip başa getiriyorlar. Sen yarın ahiret gününde sadece hayatında karşılaştığın insanlardan helallik alınca ilahi hesabın kapanacağını mı sanıyorsun? Yoo hayır iş o kadar basit değil, yanılıyorsun sevgili okur. Vatan elden giderken sustuğun için, isyan etmediğin için kurtuluş savaşını kazanıp bize bu güzel vatanı emanet eden kanlarını döken canlarını veren dedelerimiz ahiret gününde karşına dikilecek. Onlardan helallik alabilecek misin sevgili okur? Bi düşün onların yüzüne bakabilecek misin? Vatan elden gidiyor. Sadece dünyadaki vatanın değil ahiretteki vatanınıda kaybediyorsun... Bi düşün. Vakit şer üçgenine karşı inadına dikilme diklenme zamanıdır. Lütfen bi düşün...

18 Ekim 2024 Cuma

Korku

 Korku. İnsan bilmediği ve hazır olmadığı durumlardan korkar. Bir öğrenci ders çalışmadıysa öğretmeninin onu sözlüye kaldırmasından korkar. Bir esnaf ekonomik krizden korkar. Çünkü dükkanının krizden nasıl etkileneceğini bilemez. Savaşta bombalanan şehirdeki bir kişi göklerde gürleyen uçak sesinden korkar. Çünkü bir sonraki bombanın evinin üstüne gelip gelmeyeceğini bilememektedir. Korkularımızın ardında; geleceğin bilinmez oluşu ve hayatın bizi eksilteceği, bizden birşeyler götüreceği gerçeği yatar. Korku salt kötü bir şeydir diyemeyeceğim. Korku insanı motive eder çaba göstermesini ve geleceğe hazırlık yapmasını sağlar. Ağustos böceği ile karınca masalındaki gibi karınca kışın aç kalmaktan korktuğu için tüm yaz boyunca çalışıp evine yiyecek depolar ve zorlu kışı rahat geçirir. Faydalı korkuyu böyle özetleyebiliriz. İnsanoğlunun en büyük korkusuna gelecek olursak. ÖLÜM. Öldükten sonra kefenlenip iki metrelik çukura kapatılacağımız fikri. Çok ürpertici değil mi? Karanlık, dar bi alanda tutsak olmak...Aslında biz doğduğumuz andan itibaren Tanrı'nın ruh parçası olan ruhlarımız kısıtlı algılara sahip beden kafesine kilitleniyor. Yaşamımız boyunca ruhlarımızın bedende tutsak kalması iki metrelik kabirde kalmamızdan çokda farklı bir şey değil. O yüzden çokda korkmamak lazım. Allah'ın planına yani kadere inanan kişi, ömrü boyunca vicdanını dinleyip ahlaklı yaşayan kişi, dinini kendini bilen ve yaşayan kişi hiç bir şeyden asla korkmaz. Korkmayalım. Korkularımızın efendisi olalım.Ama şunu unutmayalım. O sözlü var ve ahiret gününde hepimiz tahtaya o sözlüye kalkacağız... Bundan kaçış yok. O yüzden bunun farkında olarak kalan günlerimizi değerlendirelim. 

16 Ekim 2024 Çarşamba

3 Kişi

 Huzursuzluk insanın zihnindeki kararsızlıktan ortaya çıkar. Bizleri sadece konuştuğumuz insanlar etkilemez. Geçmişimize, geleceğimize dair zihnimizdeki düşüncelerin şu anımızla çelişkisi de psikolojimizi etkiler. İnsanın zihninde 3 kişi yaşar. Birincisi geçmişte olduğumuz kişi. İkincisi şuanda olduğumuz kişi. Üçüncüsü ise olmak istediğimiz kişi. Melankolik bir ruhumuz varsa geçmişteki kişiye özlem duyarız. Geçmişi özleriz onu geri getirmeye çalışırız. Ama hayat bir trende yapılan yolculuktur ve geride kalan durakları, manzaraları geriye getiremeyiz. Çünkü o tren hep ileri gider. Hayalperest biriysek gelecekte olmak istediğimiz karaktere özlem duyarız. Anın şükründe olmayız. Bunlar hep zihnimizde huzursuzluk ve karışıklık yaratır. Peki huzurlu olmak için ne yapmalıyız? Zihnimizde yer alan o üç kişiyi bir uzlaşma masasına oturtmalı ve birbirleriyle uzlaştırmalıyız. Geçmişte olduğumuz kişiyi, şuan olduğumuz kişiyi ve olmak istediğimiz kişiyi... Bu üçü birbiriyle diyalog kurmalı ve uzlaşmalıdır. Yıllarca terzilik yapmış birinden bir cerrahın yapması gereken karaciğer nakli ameliyatı yapmasını bekleyemeyiz. Yani birikimimiz neyse olmak istediğimiz kişi hedefini de ona göre belirlemeliyiz. Yada ağzında diş kalmamış, kamburu çıkmış artık kuşu ötmeyen bir ihtiyar adam seksi genç kızları tavlama hayalinden vazgeçmelidir. Çünkü o artık geçmişteki olmuş olduğu kişi değil, şuanda olduğu kişidir. Huzur arıyorsak işin sırrı zihnimizde yaşayan bu üç kişiyi bir masaya oturtmak ve onları uzlaştırmaktır sevgili okur.

Heykel

 Sorulardan daha okul sıralarında korkmaya başlıyoruz. Öğretmen tahtaya zor bir matematik problemi yazıyor sınıftaki parmak kaldıran bi kaç inek haricindekiler sözlüye kalkmamak için içilmiş kutu kolanın tenekesi gibi ezilip büzülüyor küçülüp sıranın arkasına saklanıyor. Bu sorular üniversite sınavında kaderimizi belirliyor. Toplumda yolsuzlukları soran gazeteciler hapse atılıyor, demokratik hakkını kullanıp meydanlarda hesap soran vatandaş cop, bibergazı, tazyikli su, ters kelepçeye maruz kalıyor. Kısacası küçüğünden büyüğüne toplum olarak sorudan, soru sorandan hoşlanmıyoruz. Peki ama neden? Cevap için beynimizi çalıştırmamız, düşünmemiz ve kalıpları kırmamız gerekir. Biz hayatımızı düşünme, üretme, yenilenme üzerine değil, düzenin bize dayattığı ezber yaşamlar üzerine kurmuşuz. Sistemin elimizden aldığı adalet, eşitlik, refah, güvenlik olgularının eksikliğine şükretmemiz söylenmiş. Şükretmenin yozlaşmış devlet aygıtındaki karşılığı: görmezden gel, kabullen, sorgulaMAdır. Bu toplumsal vaziyet bireylerin her birine de sirayet etmiştir. Mesela kendinize çok basit bir soru sormanızı istiyorum şuan. Soru şu: " Ben ne için yaşıyorum? " Hayatınızda bir amaç, bir ideal, bir adanmışlık var mı? Buna cevap verebiliyor musunuz? Cevaplar şöyle mi? Çocuğum için, eşim için, ailem için, ülkem için, dünya için yaşıyorum. Ailem için yaşıyorum cevabını çok kutsal buluyorum. Bu birilerini sevdiğiniz anlamına geliyor. Seven kalpde sevgi vardır ve sevgi Tanrı'dır. Benim kişisel cevabım ise şöyle: Ben yazılarım için yaşıyorum. Toplumun dönüşümünde, değişiminde fikirlerimle bir kaç tuğla koymak derdindeyim. Soru kavramından buraya geldik onunla yazıyı noktalayalım. Soru sormaktan, sorgulamaktan korkmayalım. Çünkü soru heykeltraşın keskisidir ve heykeltraş eserini taşa vurduğu keski darbeleriyle oluşturur. Bizde zihinlerimizdeki hakikati ham aklımıza soracağımız sorularla ortaya çıkaracağız.

14 Ekim 2024 Pazartesi

Rüyalar

 İnsanoğlu edebiyatla hayal edebilmeyi öğrendi. Sinemayla görsel fanteziler bombardımına tutulduğu ve zihni uç noktalara kadar uyarıldı. Yazının geçmişi 5000 yıllık. Sinemanın ise 150 yıl kadar. Edebiyat ve sinema insana hayal sunan, hayal eden ve hayal ettiren sanat dalları. Peki sanatın geleceğinde sonraki adım ne olacak? Işık hızında ilerleyen insan medeniyetinin teknolojisi bir sonraki adımda neye el atacak? Bence sonraki adımda sanat rüyalarımıza el atacak. Bi sonraki adımda bilimadamlarının insan rüyasını manipüle edecek cihazlar icat edeceğini düşünüyorum. Şimdi bir düşünün: Gece yatarken başınıza giyeceğiniz son teknoloji ürünü başlıkları teknoloji şirketlerinin size sattıklarını hayal edin. Film kiralar gibi rüyanızda kimi görmek istediğinizi şirketin web sayfasından işaretliyorsunuz. Bu kaybettiğiniz bir yakınınız yada hep gerçek hayatta tanışma hayali kurduğunuz dünyaca ünlü bir şarkıcı, bir sporcu yada bir aktör olabilir. Gece boyunca hayal ettiğiniz ünlüyle rüyanızda beraber oluyorsunuz. Bu korkunç bir ekonomi demek. Ünlüler izlendikleri rüya başına telif ücreti alacaklar, normal vatandaş izlediği rüya için şirkete kredi kartıyla rüya kiralama ücreti yatıracak. Oluşacak ekonomiyi hayal edebiliyor musunuz? Rüya manipülasyonunun sadace sanatla sınırlı kalmayacağını düşünüyorum. Eğitim ve iş dünyasındada gelecekte kullanılabileceğini düşünüyorum. Öğrencilerin okula gitmek yerine rüyalarında gece uyurlarken eğitime tabi tutulabileceklerini düşünüyorum. İş adamlarının toplantılarını rüya esnasında yapabileceklerini düşünüyorum. Eğitimi, sanatı, iş görüşmelerini rüyalarımız vasıtasıyla yapabileceğimiz bir gelecek olsa... Günün en değerli kısımlarını kendimize, ailemize ve sosyal hayatımıza ayırabilirdik. Bence bilim treninin bi sonraki durağı rüyalarımız olacak. Hatta bu konuyla ilgili önümüzdeki aylarda bir roman yazımına başlamak üzereyim. Siz ne düşünüyorsunuz?

Joker Filmi

 Bugün sinemaya gittim ve Joker İki Delilik filmini izledim. Film gişede çakılmıştı ve çok olumsuz eleştiriler almıştı. Ben yine de film öncesi iyimserdim. Yalan yok bu ikinci film 2019 yapımı ilk Joker filminin gerisinde. Ama Lady Gaga filmde Joker'in sevgilisini oynuyor ve Joker'in şizofrenik hayal alemine daldığı fantezilerde Lady Gaga ( Harley Quin ) ve Joaquin Phoenix ( Joker ) birlikte şarkı söyleyip dans ederek filmin arasına muzikal esintiler bırakıyorlar. İlk film Arthur Fleck adlı psikolojik sorunları olan bir loser'ın yavaş yavaş aklını tamamen kaybedip bir caniye dönüşmesini anlatıyordu. Film karakterin psikolojik derinliğini izleyiciye geçiriyordu. İlk filmde konu ve mekan derinliği vardı. Netekim Joaquin Phoenix Joker rolüyle oscar kazanmıştı. İkinci film ise Joker'in tutulduğu hapishane ve yargılandığı mahkeme salonu gibi çok kısıtlı mekanlarda geçiyor. Sanki senaryo Joker'in yargılanması değilde hapishaneden kaçışı ve suç işlemeye devam etmesi üzerine kurulsa daha sürükleyici ve parlak olabilirmiş. Ah işte koskoca Hollywood bilememiş Yalova'da dere kenarında ahkam kesen yazdığı 6 kitapta yayın evleri tarafından reddedilmiş Salih Onur efendi biliyor bu işi. Şaka bi yana filmde Lady Gaga'nın ve Joaquin Phoenix'in birlikte dans edip şarkı söyledikleri müzikal kısımları güzeldi. Joker İki Delilik filmi meraklısını sinema salonlarında bekliyor.

11 Ekim 2024 Cuma

Kaos Teorisi

 Jurassic Park filmini duymayanınız yoktur. Doksanlı yıllarda dünyada fırtına gibi esmişti. Ama bu film aslında bir roman uyarlamasıydı ve Michael Crichton'ın yazdığı yine aynı adlı romandan uyarlanmıştı. Kitapta kaos teorisinden bahsediliyordu. Dinazor parkının sahibi açılış öncesi parkı denetime gelen bilim adamlarına her şeyin kontrol altında olduğunu ve parkın güvenli olduğunu söylüyordu. Bir matematikçi olan Ian Malcom'da itiraz edip ortaya kaos teorisini sürüyor ve hiç bir sistemin güvenliğinin garanti edilemeyeceğini, bir kazanın beklenmeyen bir durumun vuku bulup sistemde kaos yaratacağını söylüyordu. Netekim parkta bir kaza oluyor, etobur dinazorlar serbest kalıyor ve trajik olaylar yaşanıyordu romanda. İster bireyler olsun, ister devletler olsun geleceğe giden yolu doğrusal olarak düşünüyorlar sanki A dan B ye B den C ye ve C den D ye noktaların düzenli şekilde takip edilip sonuca ulaşılabileceğini düşünüyorlar. Ama hayat Newton fiziğindeki gibi doğrusal ilerlemiyor. Beklenmedik anlarda kaoslar çıkıyor. Bu bir kaza olabilir, bir ekonomik kriz olabilir yada bir pandemi olabilir. O yüzden hayatta daima A planımızın yanında B ve C planlarımız da olmalı. Çünkü doğrusallık dünyayı değerlendirmenin suni bir yoludur. Hayat öngürülemez olayların gerçekleştiği yıkıcı olaylardan sonraki olaylara vardığımız tesadüfler silsilesidir.

6 Ekim 2024 Pazar

Pembe

 Sabah namazından sonra camiden çıktım ve deniz kenarındaki aile çay bahçesine geldim yeni günü karşılamak için. Kargalar edepsizce, martılar arsızca ötüyordu. Birde serçelerin sesine kulak verdim. Ötüşmeleri içime huzur getiriyor. Üç kuş türünü karşılaştırıyorum o an. Ötüşlerini... Güzel olan hep mütevazı mı olur? Bu sabah hava ışık oyunları yapıyor Marmara'nın üzerinde. Marmara denizi ve üzerindeki hava tatlı bir pembeliğe boyanıyor belli belirsiz. Tıpkı utangaç bir çocuğun yanakları gibi. Bu bir kaç dakika sürüyor sonra geçiyor. Marmara genç bir kadın gibi gözüküyor gözüme. Yakışıklı bir erkeğin reveransı karşısında utanan, eğer ona oyun oynamaya kalkarsanız kurşuni bir griliğe bürünüp duygularını saklayan, haksızlık karşısında ortasında fırtınalar kopartan ve coşkun dalgalarıyla sahile tokatlar atan, ona sevgi verirseniz yazları güneşi maviliğinin ardına batıran ve gökle birlikte aşk turunculuğuna boyanan genç nazlı bir güzel Marmara. Marmara benim sırdaşım. Her sabah karşısına geçip Türk kahvemi yudumlarken dertleşiyorum onunla. Dudaklarımın kıpırdamasına gerek yok onunla konuşmam için. Ben ona kalbimi açıyorum o her şeyi anlıyor. Bazen bana tatlı bir dalgayla cevap veriyor bazen tatlı bir esintiyle. Güzel bir pazar günü daha başlıyor Atanın kenti Yalova'da ve her yerde. Ne zaman bu ülke düzelir biliyor musun sevgili okur. Marmara'nın pembeleşmesi gibi toplum olarak yüzlerimiz pembeleştiğinde düzeleceğiz. Biz yıllar önce utanmayı unuttuk. Ondan bu haldeyiz.

5 Ekim 2024 Cumartesi

Maske

 Maskeler... Maskeleri yalnızca kimliğinin anlaşılmamasını isteyen kişiler takar. Batman, Spiderman gibi kurgu karakterler. Şöyle bir hayata bakıyorumda toplum bizi daha küçük yaşlardan itibaren maskeler takmamız konusunda zorluyor. Erkek adam ağlamaz, iş yerinde gülümse gibi tabular var hayatımızda. Hayat her bir ferdi usta bir aktöre dönüştürüyor. Mutsuzken gülen emoji maskemizi takıyoruz, öfkeliyken tebessümlü emoji maskemizi takıyoruz. Bu maskeler yüzünden giderek kendimize yabancılaşıyoruz. Vakti zamanında tutmadığımız yaslar, zamanında dışa vurmadığımız duygular bir noktaya gelince patlıyor. Ruhumuz kırılıyor sinirlerimiz harab oluyor. Taktığımız maskelerin bir başka etkisi ise mizacımızı unutuyoruz. Maske bir silgi gibi ifadelerimizi siliyor. Yıllar sonra aynaya baktığımızda kendimiz yerine bir yabancıyı görüyoruz. Bunu yadırgamıyoruzda. Çünkü maskesiz dolaştığımız devirlerdeki kendimizi çoktan unutmuş oluyoruz. Duygularımız buharlaşmış oluyor. Saflığını yitirmemiş duygularımız ateşe daima galip gelir onu söndürür. Ancak bize suni bir karakter katan maskeler suyun bir kaba kalıba konması gibidir. Kaba koyulmuş duygular ateşle buharlaşır ve yok olur. Velhasıl kelam bizler hayatlarımızı yaşarken profesyonel olmak zorunda değiliz. Her şeyden önce kendimiz olmalı, saf duygularımızı yaşamalıyız. Batman yada Spiderman de olmadığımıza göre bırakalım maskeleri çizgi film kahramanları taksın. Biz takmayalım.

2 Ekim 2024 Çarşamba

Mutluluk

 Mutluluk. Küçüklüğümüzde salonun ortasındaki bacalı odun sobasının üzerinde çıtırdayan mandalina kabuklarının kokusu etrafa yayılırken işten yorgun gelmiş babamızın koltuğa uzanmış gazete okuması, pencere önündeki koltukta annemizin kazak örmesi ve kardeşimizle birlikte sobanın dibinde kurşun askerlerimizi savaştırdığımız dışarıda lapa lapa kar yağdığı soğuk bir kış akşamı. Kulağa çok mu masalsı geldi? Bahsettiğim duyguyu eğer şanslı iseniz hepiniz küçüklüğünüzde deneyimlemişinizdir. Geçmişin pişmanlığını, geleceğin kaygısını taşımayan ruhu henüz kirlenmemiş saf kalpli çocuk mutludur. Babasını dünyadaki en güçlü kişi olarak gören çocuk kalbinde hissettiği huzurla her zaman mutludur. Annesinin kendisine karşı verdiği sevgiye sahip olan çocuk her zaman mutludur. Peki mutluluk çocukluk mudur? Filmi biraz ileri sarınca hikaye karışıyor. O çocuk büyüyor bu arada hayat canını yakıyor, kazık yiyiyor insanlara karşı güvenini yitiriyor, eğer şanslı bir azınlıkta değilse gençken kurduğu hayalleri suya düşüyor, aşık oluyor, reddediliyor aşk acısı çekiyor. Soluduğu hava içini yakmaya başlıyor. Öyle bir duruma geliyorki aldığı her nefes dünyada geçirdiği her saniye ona acı veriyor. Yada bu durumun da bir çözümünü buluyor ve duygularını kapatıyor ve hayallerini,umutlarını,arzularını öldürüp bir robota dönüşüyor. Yaşarken ölmeyi seçiyor. Verdiğim iki durumda vahim. Aslında bizi dünyaya getiren ailemiz haricinde de bir ailemiz var. Allah'ımız var peygamberimiz var İslam var. Allah kulunu bir annenin evladını sevmesinden kat kat fazla bir şekilde seviyor, şevkat gösteriyor ve merhamet ediyor. Allah bizimle hergün her an konuşuyor. Karşımıza derdimize derman olacak insanlar çıkararak, farkında bile olmadığımız belalara ramak kala bizi kurtararak. Şöyle bir sokakta karşınıza çıkan insanların tişörtlerindeki yazılara, yoldan geçen kamyonların üzerindeki yazılara, izlediğiniz filmde kahramanın ettiği laflara, okuduğunuz kitapta geçen bir cümleye bir bakın...Birde kendi hayatınıza bakın... Bulacağınız şey ahenk olacaktır. Evet ahenk...Bu ahengi yaşamaya başladıysanız bilinizki bu tesadüf değil. Tanrı'nın kelamıdır. Allah sizinle konuşuyordur. Sizinde onunla konuşma zamanınız gelmiştir. Buda namazla olur. Kuşların zikri ciklemesiyse müminin zikri namazdır. Daha ne kadar erteleyeceksin. Yazının başında mutluluk dedim ya... Mutluluk takvada... Mutluluk İslamda... Mutluluk Allah'da...

Ahlak

 Bir adam kalabalık bir caddede çırılçıplak dolaşırsa bu ahlaksızlık olur. Ama aynı adam hiç bir insanın yaşamadığı ıssız bir adada çıplak dolaşırsa bu ahlaksızlık olmaz. Kimsesizlik ahlaksızlığı yok eder. Ahlak için kalabalığa ihtiyaç vardır. Hatasız insan hiç bir iş yapmayan insandır. Eğer insanların içine karışmışsak ve bir iş yapıyorsak muhakkak hatalarımızda olacaktır, kayıplarımızda olacaktır. Olayı fizik açısından ele alacak olursak: bir cisme belirli bir kuvvet uygulayıp onu ittiğimizde cisim üzerinde bulunduğu düzlemde belirli bir mesafe gittikten sonra durur. Çünkü ona yüzeyden gittiği yönün aksi istikametinde sürtünme kuvveti etki etmiştir. Eğer dünyada hiç sürtünme kuvveti olmasaydı o cisim kendisine uyguladığımız küçük bir kuvvetin etkinin ona kazandırdığı kinetik ( Haraket ) enerjiyle sonsuza kadar giderdi ama bu tabiat yasalarına aykırı bir durum. Hareket varsa sürtünme de var kayıpta var. Konumuza gelecek olursak; eğer toplumun bir parçasıysak hata da olacaktır. Mutlak ahlak insanların ulaşabileceği bir mertebe değildir. Dinler bu yüzden çıkmıştır ve kutsal kitaplarda tövbe ve pişmanlık kavramlarından bahsedilir. Biz yeterki vicdanımızı kaybetmemiş olalım ve toplum olarak suça bulaşmış gençlerimizi doğru şekilde rehabilite edebilelim. Evet gençler dedim. Geçen gün haberlerde 13 yaşında bir çocuğun koluna kaleşnikof dövmesi yaptırıp bir çeteye üye olduğu haberi vardı. Bu ciddi bir durum. Bir kaç hafta önce gencecik bir polis memuru olan kızımız 19 yaşında tam 26 suç kaydı olan biri tarafından öldürülmedi mi? Çok üzüldüm. Adalet sistemi suçluyu serbest bıraktıktan sonra polis on sefer tutuklasa ne yazar? Başta adalet sistemimiz olmak üzere son çeyrek yüzyılda devletimizin bütün kurumları yozlaştı. 26 suç kaydı bulunan ve polis kızımızı şehit eden suç makinasını cinayet işlemesi için serbest bırakan adalet haklarında hiç bir suçlama ve delil olmayan Çiğdem Mater, Osman Kavala, Can Atalay gibi insanlarımızı sırf iktidara muhalefet olan gezi direnişini destekledikleri için yıllardır hapiste tutuyor. Ülkenin çivisi çıkmış üzülmemek elde değil. Ama sabır. Bu devranda birgün dönecek...