Güneşli, sıcak bir pazar günü. Çıfıt çarşısını andıran bir odada bilgisayar
ve karşısında bornozlu bir adam. O
benim. Peki ne mi yapıyorum? Yazı yazmaya çalışıyorum. On dakika kadar önce bunu yapmak aklımdan
bile geçmiyordu. Yol yorgunluğumu ve mega kentin üzerime sinmiş olan karmaşa ve
kirliliğini alacağım buz gibi bir duşla geride bırakmayı umuyordum. Gel gelelim
musluğu çevirmemle tepemdeki duş başlığından dostlar alışverişte görsün kıvamında
akmaya başlayan suyun kesilmesi birkaç saniye bile sürmüyor. Yukarıdan, aşağıya
doğru incelerek akan su benim serinleyip ferahlama hayallerimle beraber
kaybolup gidiyor. Kafa birden Atatürk köşkünün de bulunduğu Yalova Termal
Kaplıcalarının yanındaki Gökçe barajına gidiyor. Zihnimde Discovery Channel’ da
Mega Yapılar programında devasa inşaatların her gün çekilmiş fotoğraflarının
art arda konmasıyla birkaç saniye içinde temelden gökyüzüne uzanmaları sahnesi
beliriyor. Yıllardır önünden geçerken yeşille, maviyi buluşturan manzarasına
hayran kaldığım baraja ait seksenlerden başlayan görüntüler art arda gözümün
önünden film şeridi gibi geçiyor. Doksanlı yılların başında su sıkıntısı
yaşayan İstanbul’ a bile takviye yapan Gökçe barajının suları yavaş yavaş
çekiliyor ve sonunda kocaman kahverengi çamurdan çorak bir kratere dönüşüyor… Sonra
aklıma dün Nişantaşı City Life’ da film arasında tuvaletteki lavaboların sadece
birinden o da yetersiz debiyle akan su geliyor. Hemen ardından yazın
yazlıkçılarla beraber nüfusu iki katına çıkan Çiftlikköy’ de geçen hafta
işitmiş olduğum bir anonsu hatırlıyorum. Elektrik direğinin tepesindeki megafon
ses vermeden önce cızırdıyor, etrafta
çınlayan ding, dong, dong…. girizgahından sonra “ Duyuru. Yetkililerin yaptığı açıklamaya göre
bu sene en kurak yaz mevsimini geçireceğiz. Suları boşuna israf etmemenizi
önemle hatırlatırız. Zabıta ekiplerimiz balkonda yıkanmış halıları gördüğü
takdirde cezai işlem uygulayacaklardır…” diye anons devam ediyor. Gülsem mi,
ağlasam mı? Evet, maalesef kapımıza
gelip çatan kuraklıkla karşı karşıyayız. Belki de içinde bulunduğumuz tüketim
çılgınlığı sarmalının en vahim sonucu susuzluk. Hani bu petrole, doğalgaza,
paraya benzemez. Bu saydıklarım için savaş çıkıyorsa, su için kıyamet kopar! En nihayetinde sudan yani yaşam için en
temel unsurdan bahsediyoruz. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım hangimiz suyun
kullanımı konusunda israfa kaçmıyor ki? Susuzluğu yaşamaya başladıkça konuyla
ilgili daha dikkatli olmaya başladığımızdan ve olacağımızdan şüphem yok. Ama bunun
yüzleşeceğimiz kuraklık gerçeğinin bizlere yaşatacağı sıkıntıları bir nebze
olsun hafifletmekten başka bir işe yaramayacağı ortada. O yüzden konuyla ilgili
çok dikkatli olmalıyız. Hani “ Yetiş
Hidroman!” diye bağırınca uçup gelecek, kollarından fışkırtacağı sularla
barajlarımızı dolduracak bir süper kahraman da henüz icat edilmedi Hollywood’
da! Hımm, aslında bu hiç de fena bir fikir değil. Vakti zamanında Amerikalı
çizerler şehirlerde artan suç ve bunların önlenmesi konusundan ilham alarak
süper kahramanları yarattıklarına göre Hidroman de niye olmasın? Bizi kurtarsa
kurtarsa bu saatten sonra o kurtarır… #YetişHidromannnn
!
ANDY WARHOL
İlham ve yaratmak demişken size şu günlerde İstanbul’ da
ağırlamakta olduğumuz bir dâhiden bahsetmek istiyorum. Andy Warhol
(1928-1987) çoğaltılabilirlik ve yeniden
üretilebilirlik teknikleriyle Amerikan Pop Sanatı’ nı yeniden yarattı ve
öncüleri arasında yer aldı. Fikirlerin, insanların ve olayların
metalaştırıldığı maddi bir dünyada Warhol her şeyi nesne statüsüne
indirgeyerek, içerik ve formu önemsizleştirdi. Bunu çoğaltma ve yeniden üretme
teknikleriyle başararak popüler, fani, harcanabilen, düşük maliyetli, seri imal
edilen, genç, hazır cevap ve büyüleyici bir sanat üretti. Pop sanat: Sınırları
belirsiz olan, çizgi roman, afiş, ambalaj, sinema, tv den ilham alan bir sanat.
Marilyn Monroe’ yu bir Marliyn Monroe görüntüsüyle, Cambell’ s çorba
kutularını, Cambell’ s çorba kutuları görüntüleriyle değiştiriyordu. Kamuoyu
tarafından tanınan portrelerin fotoğraflarına tonlanmış geometrik düzlemler
ekleyerek kontrast kattı ve kişiselleştirdi. Söz konusu olan artık bireyler ve nesneler değil onların
görüntüsüydü. Slovak kökenli bir ailenin oğlu olarak önceleri garipsendiği,
sonraki yıllarda eleştirdiği ama bir yandan da hayran olduğu Amerikan kültürünü
yeniden yaratarak kendisi de 20. Yüzyıl sanatının en ikonik isimlerinden biri
olan Andy Warhol’ un Pera Müzesindeki sergisindeydim. Gerçekten büyüleyici ve
ilham vericiydi. Warhol, galeri ve
müzelerin her şeyi sanata dönüştürebileceğini biliyordu. Sanatın çeşitli dallarıyla
ilgilenen, tüm provakasyonları ile izleyicinin ilgisini garantiye alan Warhol,
sanatta Pazar mekanizmasının egemen olduğu bir dünyaya işaret etti. İlgilenenler, yolu düşenler, merak edenler
için Warhol 20 Temmuza kadar Pera Müzesinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder