İsaac Asimov’ un efsane bilim kurgu romanı. Hani meşhur üç yasası vardı;
1-Bir robot bir insana zarar veremez ya da bir insanın zarar
görmesine seyirci kalamaz.
2-Bir robot birinci kuralla çelişmediği sürece bir insanın
emirlerine uymak zorundadır.
3- Bir robot birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece
kendinin zarar görmesine izin veremez.
Acaba git gide robotlaşıyor muyuz? Yıllarca farkında olmadan
programlanmış ve programlanıyor olabilir miyiz? Şu an özgür irademizle
yaptığımız tercihleri ya biz yapmıyorsak ve bunun farkında bile değilsek?
Düşüncelerimizin ne kadarı bize ait? Sübliminal mesajlar içeren filmlerden,
duyusal pazarlama tekniklerinden bahsediyorum.
Yorucu bir iş günüydü, evdi, çocuklardı, akşam yemeğiydi
derken nakavt olmuş bir vaziyette televizyonun karşısında ki koltuğa
kaykılıveriyoruz. Kumandanın tuşuna dokunuyoruz ve siyah ekranda görüntüler
akmaya başlıyor. Dizi, reklam ya da macera filmi… Yavaşça gevşiyoruz.
Zayıflamış, yarı uykulu bir bilinçle beynimizi bir musluk gibi akan görüntülere
açıyoruz. Peki o görüntülerde neler olabilir?
Sübliminal Mesaj
Sübliminal görüntüler ilk olarak 1957 yılında Amerikalı
reklamcı James Vicary tarafından kullanılmış, sonrasında Sapık’ ta Hitchock, Dövüş kulübün’ de Fincher ve bir çok korku
filmi yönetmeni sekansların etkisini güçlendirmek amacıyla kullanmışlardır.
Olayın mantığı şöyle: Sübliminal görüntüler izlediğimiz film içinde o kadar
kısa bir an görünüyorlar ki, göz bunları algılamıyor. (Saniyede 24 kare olması
gerekirken 50 kare olan filmler. Gözümüz24 kareyi görüyor) Yani görmüyor muyuz?
Kocaman bir hayır. Çünkü görme işlemini sadece gözümüzle değil beynimizle de
yapıyoruz. Gözün algılayacak vakti olmasa da beyin onları “görüyor”. Yani
farkına bile varmadığımız mesajlar bilinç altımızı programlıyor.
Duyusal Pazarlama
Aslında bunun temeli FMRI yani İşlevsel Manyetik Rezonans
Görüntülemeye dayanıyor. Bu bir beyin tarayıcısı. Uyarıldığında oksijen
tüketimi yapan nöronların monitörde renkli
olarak yansıtılıyor.( Görsel kortekste yanan voksel adındaki binlerce küçük bölge) Her bir görüntü, farklı bir
duygu ve bunlar beynin farklı bölgelerini harekete geçiriyor. Böylece
görüntüleri beyinsel bir haritayla ilişkilendirmek mümkün oluyor. Yani
tarayıcıya girmiş kişinin düşünceleri ekrana yansıtılabiliyor!
Tarayıcıya giren deneklerin çoğunluğu Coca-Cola ‘ yı tercih
ettiklerini söylemelerine rağmen beynin Pepsi’ ye daha çok tepki verdiğini
tespit edilmiştir. Buda reklam kampanyalarının aslında organizmalarımızın
tercihi olan ürünü değil de diğer ürünü tercih ettiğimize bizi inandırabilme
potansiyelini ortaya koyuyor. Artık reklam kampanyaları bu teknolojiden
faydalanarak duyusal pazarlamayı geliştirmeye yönelik çalışmalar yapıyorlar.
Doğrudan bilince etkiyen beynin satın alma sürecini tetikleyen reklamlar…
Yıllardan beri televizyon, bilgisayar, telefon ekranlarından
maruz kalınan görüntülerle ve seslerle farkına bile varılamamış bilinç programlanması. Şiddet içerikli
film ve bilgisayar oyunlarıyla yetişen yeni nesil. Acaba bunlar her gün
etrafımızda meydana gelen zorbalıklara artık gerektiği gibi tepki veremiyor
oluşumuzu, İskandinavya’ da katliyam yapan Brevik’ lerin, Montreal’ de okulda
dehşet saçan eli silahlı gencin ya da şu günlerde konuştuğumuz IŞİD’ in yaptığı
toplu katliamların psikolojisinin oluşmasında ne kadar etkin?
Galiba kendi yarattığımız teknolojiyle farkında olmadan
robotlaştık, robotlaşıyoruz. Duygularımızı, bizi insan yapan değerleri, özgürce
karar verme yeteneğimizi kaybediyoruz. Ancak burada Asimov’ un robot
yasalarının bile geçerli olmadığı tehlikeli yeni bir tür var. Niye mi? Yasaları
bir daha sıralayalım uyup uymadığımıza siz karar verin…
1-Bir robot bir insana zarar veremez ya da bir insanın zarar
görmesine seyirci kalamaz.
2-Bir robot birinci kuralla çelişmediği sürece bir insanın
emirlerine uymak zorundadır.
3- Bir robot birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece
kendinin zarar görmesine izin veremez.
E SENDROMU
Aslında bu yazıyı, Fransız yazar Franck Thilliez ‘ in E
Sendromu isimli romanında anlatılan bilimsel konulardan yola çıkarak oluşturdum.
Michael Crichton, Dan Brown tarzı bilimsel
fona sahip macera, aksiyon, polisiye romanlarından hoşlanıyorsanız bu kitabı
tavsiye ederim. Geçtiğimiz ay Pegasus yayınlarından piyasaya çıkan E Sendromu bence bu yazın en
iyi polisiyelerinden. Tuhaf bir film izledikten sonra görme yetisini kaybeden
arkadaşının yardımına koşan dedektif Lucie ile bir cinayeti araştıran dedektif
Sarko’ nun kaderi Kahire’ den, Kanada’ ya uzanan insanlık tarihinin seyrini
değiştirmiş, korkunç bir suçun sır perdesinin aralanacağı tehlikeli bir
macerada kesişiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder