23 Haziran 2014 Pazartesi

BEN ROBOT


İsaac Asimov’ un efsane bilim kurgu romanı.  Hani meşhur üç yasası vardı;

1-Bir robot bir insana zarar veremez ya da bir insanın zarar görmesine seyirci kalamaz.
2-Bir robot birinci kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
3- Bir robot birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece kendinin zarar görmesine izin veremez.

Acaba git gide robotlaşıyor muyuz? Yıllarca farkında olmadan programlanmış ve programlanıyor olabilir miyiz? Şu an özgür irademizle yaptığımız tercihleri ya biz yapmıyorsak ve bunun farkında bile değilsek? Düşüncelerimizin ne kadarı bize ait? Sübliminal mesajlar içeren filmlerden, duyusal pazarlama tekniklerinden bahsediyorum.

Yorucu bir iş günüydü, evdi, çocuklardı, akşam yemeğiydi derken nakavt olmuş bir vaziyette televizyonun karşısında ki koltuğa kaykılıveriyoruz. Kumandanın tuşuna dokunuyoruz ve siyah ekranda görüntüler akmaya başlıyor. Dizi, reklam ya da macera filmi… Yavaşça gevşiyoruz. Zayıflamış, yarı uykulu bir bilinçle beynimizi bir musluk gibi akan görüntülere açıyoruz. Peki o görüntülerde neler olabilir?

Sübliminal Mesaj
Sübliminal görüntüler ilk olarak 1957 yılında Amerikalı reklamcı James Vicary tarafından kullanılmış, sonrasında Sapık’ ta  Hitchock, Dövüş kulübün’ de Fincher ve bir çok korku filmi yönetmeni sekansların etkisini güçlendirmek amacıyla kullanmışlardır. Olayın mantığı şöyle: Sübliminal görüntüler izlediğimiz film içinde o kadar kısa bir an görünüyorlar ki, göz bunları algılamıyor. (Saniyede 24 kare olması gerekirken 50 kare olan filmler. Gözümüz24 kareyi görüyor) Yani görmüyor muyuz? Kocaman bir hayır. Çünkü görme işlemini sadece gözümüzle değil beynimizle de yapıyoruz. Gözün algılayacak vakti olmasa da beyin onları “görüyor”. Yani farkına bile varmadığımız mesajlar bilinç altımızı programlıyor.

Duyusal Pazarlama
Aslında bunun temeli FMRI yani İşlevsel Manyetik Rezonans Görüntülemeye dayanıyor. Bu bir beyin tarayıcısı. Uyarıldığında oksijen tüketimi yapan nöronların monitörde renkli  olarak yansıtılıyor.( Görsel kortekste yanan voksel adındaki binlerce küçük bölge) Her bir görüntü, farklı bir duygu ve bunlar beynin farklı bölgelerini harekete geçiriyor. Böylece görüntüleri beyinsel bir haritayla ilişkilendirmek mümkün oluyor. Yani tarayıcıya girmiş kişinin düşünceleri ekrana yansıtılabiliyor!

Tarayıcıya giren deneklerin çoğunluğu Coca-Cola ‘ yı tercih ettiklerini söylemelerine rağmen beynin Pepsi’ ye daha çok tepki verdiğini tespit edilmiştir. Buda reklam kampanyalarının aslında organizmalarımızın tercihi olan ürünü değil de diğer ürünü tercih ettiğimize bizi inandırabilme potansiyelini ortaya koyuyor. Artık reklam kampanyaları bu teknolojiden faydalanarak duyusal pazarlamayı geliştirmeye yönelik çalışmalar yapıyorlar. Doğrudan bilince etkiyen beynin satın alma sürecini tetikleyen reklamlar…

Yıllardan beri televizyon, bilgisayar, telefon ekranlarından maruz kalınan görüntülerle ve seslerle farkına bile varılamamış bilinç programlanması. Şiddet içerikli film ve bilgisayar oyunlarıyla yetişen yeni nesil. Acaba bunlar her gün etrafımızda meydana gelen zorbalıklara artık gerektiği gibi tepki veremiyor oluşumuzu, İskandinavya’ da katliyam yapan Brevik’ lerin, Montreal’ de okulda dehşet saçan eli silahlı gencin ya da şu günlerde konuştuğumuz IŞİD’ in yaptığı toplu katliamların psikolojisinin oluşmasında ne kadar etkin?
Galiba kendi yarattığımız teknolojiyle farkında olmadan robotlaştık, robotlaşıyoruz. Duygularımızı, bizi insan yapan değerleri, özgürce karar verme yeteneğimizi kaybediyoruz. Ancak burada Asimov’ un robot yasalarının bile geçerli olmadığı tehlikeli yeni bir tür var. Niye mi? Yasaları bir daha sıralayalım uyup uymadığımıza siz karar verin…

1-Bir robot bir insana zarar veremez ya da bir insanın zarar görmesine seyirci kalamaz.
2-Bir robot birinci kuralla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
3- Bir robot birinci ve ikinci kuralla çelişmediği sürece kendinin zarar görmesine izin veremez.

E SENDROMU


Aslında bu yazıyı, Fransız yazar Franck Thilliez ‘ in E Sendromu isimli romanında anlatılan bilimsel konulardan yola çıkarak oluşturdum. Michael Crichton, Dan Brown tarzı  bilimsel fona sahip macera, aksiyon, polisiye romanlarından hoşlanıyorsanız bu kitabı tavsiye ederim. Geçtiğimiz ay Pegasus yayınlarından  piyasaya çıkan E Sendromu bence bu yazın en iyi polisiyelerinden. Tuhaf bir film izledikten sonra görme yetisini kaybeden arkadaşının yardımına koşan dedektif Lucie ile bir cinayeti araştıran dedektif Sarko’ nun kaderi Kahire’ den, Kanada’ ya uzanan insanlık tarihinin seyrini değiştirmiş, korkunç bir suçun sır perdesinin aralanacağı tehlikeli bir macerada kesişiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder