20 Aralık 2013 Cuma

MİRÓ İSTANBUL' DA

Bazı resimleri bir hafta boyunca izler ancak bir daha hatırlamazsınız.Bazı resimlere ise bir saniyeliğine bakar ömrünüz boyunca unutamazsınız.

20. yüzyılının en ilham verici sanatçılarından  katalan ressam, heykeltraş Joan Miró İstanbul'da.

Renkleri şiirleri biçimlendiren kelimeler, müziği biçimlendiren notalar gibi uygulayan, kendine özgü diliyle oluşturduğu 60 eseri Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezinde.

Canlı renkleri, biomorfik yaratıkların, kadınların, kuşların, Güneşin ve yıldızların göksel bir mekana serpiştirildiği bu çocuksu ve nükteli resimlerle fantastik bir Dünya deneyimlemeye hazır olun.

Sergi 19 Ocak 2014 tarihine kadar 10.00-19.00 saatleri arasında her gün ziyaret edilebilir.

17 Aralık 2013 Salı

YAŞA ÇOCUK!

-Çocuklaşma lütfen!
-Senin şu yaptığını çocuklar yapmaz!
-Kendini bebek mi sanıyorsun?
-Hiç büyümeyeceksin değil mi?

Cümlelerini kaç kere işitmişizdir yada birilerine söylemişizdir? Çocuk olmanın nesi kötü? Şöyle bir hafızanızı yokladığınızda en güzel ve mutlu anılarımıza o ufaklığın oralarda rastlamıyor muyuz?Bence bir insana verebileceğiniz en kıymetli armağanlardan bir tanesidir çocuk kalbi. Bakın altını çizerek koyu koyu yazdım. Pamuk gibi hafif, kirlenmemiş, saf temiz bir kalp onlarınki. Uçsuz bucaksız hayalleri, koca bir evreni bile sığdırabilirsiniz o kalbe.Pek çokları için yitik bir hazine...Aslında o hep içimizde ama çevre, toplum tarafından genel olarak kanıksanmış kurallar ve bireylere biçilen roller neticesinde üstü yavaş yavaş tozlanıyor.Farkına bile varmıyoruz varsakta genelde seçme şansına sahip olmadığımız senaryolardaki role kendimizi kaptırıyoruz. Renklerden uzak gri bir yaşamın tekdüzeliği içerisinde sıkışabiliyoruz. Hayatlarımızın başında yarış atı muamelesi gördüğümüz sınavlardan tutun, kariyer, iş dünyasının gürültüye dönen dev çarkları arasında yaşama, sevdiklerimize, kendimize ve tabiki çocuk kalbimize karşı sağırlaşıyoruz...Hayat demek, hareket demek.Elbette çarklar dönecek, hatta dönmesi için biz itekleyeceğiz ama dişli kutusundan başımızı dışarı çıkarmayı unutacak hale gelmemeliyiz. Hayat, sosyal ve duygusal olarak oluşturduklarımızla, katetmekte olduğumuz yolla bir araç. Yaşamın amacı...Yaşamsa çocuk kalbimizin atışında saklı...

Ssshhttt. Dinleyin! Ne kadar güzel değil mi?
Yaşa çocuk! :)

24 Kasım 2013 Pazar

ÖĞRETMEN

Bahçesinde güller biten,
Ürkek çocuk renginde,
Sevgiyle sulanmış,
Gelecek kokan güller...

Savrulan küller,
Vakit geldi mi,
Hayata uçan kuşlarının kanadından...
Karanlığı aydınlatan,
Asil gönlünden...

Öğretmen,
Işıldayan yıldızların mimarı,
Adanmış hayatı,
Gecede olsa gülen,
Hakkı asla ödenemeyen...
Teşekkürler sevgili öğretmen.


S.O.S.

9 Kasım 2013 Cumartesi

EL VER, HAYATA TUTUNSUN!



SELAM,

HAFTAYA PAZAR AVRASYA MARATONUNDA SENİN DE İYİLİKLERİNİ PEŞİME TAKARAK BİR KEZ DAHA BOĞAZ KÖPRÜSÜNDE KOŞARAK ASYADAN AVRUPAYA GEÇMENİN MUTLULUĞUNU YAŞAYACAĞIM. KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLAR İÇİN İYİLİK PEŞİNDE ADIMLARIMI SÜRDÜRÜYORUM. ŞU AN BAĞIŞ YAPIP YAPMAYACAĞININ KARARINI VERDİN.

HER AVRASYA MARATONUNDA ÇEVREME  YOLLADIĞIM BU BAĞIŞ MEKTUBUNA OLUMLU CEVAP VEREN %10 UN İÇİNDE YER ALMAK İSTİYORSAN İŞTE TÜRKİYE KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLAR VAKFI’ NIN HESAP NUMARALARI:

ŞİMDİYE KADAR YAPTIĞIN, YAPMADIĞIN YA DA YAPACAĞIN BAĞIŞLAR İÇİN MİNNETTARIM…

SEVGİLER,

ONUR


AŞAĞIDAKİ LİNKE TIKLAYARAK ONLINE OLARAK 2 DAKİKA İÇERSİNDE  BAĞIŞ YAPABİLİRSİN.

YA DA

BANKA HAVALESİ İLE DE BAĞIŞINI YAPABİLİRSİN.

AÇIKLAMA KISMINA  “AA ONUR SAVAŞ”  YAZMAYI UNUTMA.
BU HER BİR ADIM ADIM KOŞUCUSUNUN TOPLANMASINA VESİLE OLDUĞU BAĞIŞLARI TAKİP EDEBİLMEK İÇİN.

2007 YILINDAN BUGÜNE 1300 AA SPORCUSU, 2.200 ADET YARDIMSEVERLİK KOŞUSUNA KATILARAK, 27.000 BAĞIŞÇIDAN 3.600.000 TL BAĞIŞ TOPLADI VE 20.000 KİŞİYE YARDIMCI OLDU.
HER BİR AA SPORCUSU, “ SADECE KOŞARAK” 15 KİŞİYE YARDIM ETTİ.

www.adimadim.org

İŞTE TÜRKİYE KORUNMAYA MUHTAÇ ÇOCUKLAR VAKFI’NIN HESAP NUMARALARI:

  • Garanti
    Metro Mecidiyeköy Şubesi (723) T.K.M.Ç.Vakfı Hesap No:
    TR28 0006 2000 7230 0006 2996 62
  • Vakıfbank
    Mecidiyeköy Şubesi (153) T.K.M.Ç Vakfı Hesap No:
    TR14 0001 5001 5800 7287 9275 59
  • Yapı Kredi Bankası
    Mecidiyeköy Şb (82) T.K.M.Ç Vakfı Hesap No:
    TR53 0006 7010 0000 0081 3472 24
  • İş Bankası
    Gayrettepe Şb (1080) T.K.M.Ç Vakfı Hesap No:
    TR29 0006 4000 0011 0800 6920 98
  • Akbank
    Gayrettepe Şubesi (287) T.K.M.Ç Vakfı Hesap No:
    TR49 0004 6002 8788 8000 1497 11
  • Finansbank
    Mecidiyeköy Şubesi (341) T.K.M.Ç Vakfı Hesap No:
    TR77 0011 1000 0000 0028 7391 55
www.koruncuk.org


8 Kasım 2013 Cuma

Contemporary İstanbul

22 Ülkeden 95 sanat galerisi, 748 sanatçıya ait yaklaşık 3000 eser...Türkiye'nin en kapsamlı uluslararası çağdaş sanat fuarı Contemporary İstanbul'u kaçırmayın! 10 kasım' a kadar Lütfi Kırdar'da.

Fuardan bazı kareler...













4 Kasım 2013 Pazartesi

Xİ CHUAN & MURATHAN MUNGAN : ŞAİRLERİN DENEYİMİ -MODERATÖR:MURAT GÜLSOY-

Boğaziçi Üniversitesi & Çin-Onur Konuğu 2013 etkinlikleri kapsamında Murat Gülsoy moderatörlüğünde Özger Arnas Salonunda (Kırmızı salonda) Murathan Mungan ve Çinli yazar, şair, çevirmen Xi Chuan ile şaairlerin deneyimi adlı söyleşi gerçekleşti.
Murat Gülsoy şiire; çeviride kaybolan şeydir diye bir tanımlama getirdi.Sonrasında sorularını konuklara yöneltmeye başladı.İlk olarak çeviride dizelerin anlamını kaybetmemeleri için neler yaptıklarını sordu. Xi Chuan; çevirisi yapılan şiirlerin orjinallerinin sıkı, çevrilmiş olanlarının ise dağınık olduğunu söyledi.Çevirisini yaptığı şiirlerin anlam kaybetmemeleri için eklemeler yaptığını söyledi. Murathan Mungan Mardin' de doğup büyüdüğünü, çocukken muhitlerinde sadece sinema olduğunu ve ilham alıp beslenebilmek için peşpeşe gösterilen 3-4 filme sığındıklarını söyledi.Hatta çocukken beyaz perdede gördükleri üzerlerine doğru gelen atlılara " annee, çinliler geliyor" dediklerini söyleyince salonda gülüşmelere neden oldu. Mungan sözlerine şöyle devam etti. Şiirin kendisi bir çeviridir.Şiir anadildeki ikinci dildir.İçinizin, kendi kuytunuzun çevirisidir.Tını, tonlama, kültürel çağrışımlar nedeniyle şiir ulusal bir sanattır.Çok iyi İsveç' ce bilen bir arkadaşına eserinin çevirisini okuttuğunu söyleyen Mungan arkadaşının " Murathan, senin yazılı olan cümlelerin çevrilmiş ama yazılı olmayan cümlelerin çevrilmemiş!" dediğini söyledi.Aslında yazarken dilin yazılı olmayan cümlelerini de kullanıyoruz ve bunlar çoğu zaman çevirilerde aktarılamıyor.Murathan Mungan " Dünya' nın en zor şeyi sevgili bulmak değil, iyi bir çevirmen bulmak" diyince yine kahkahalar yükseldi.
Murat Gülsoy eski, geçmiş ile modern edebiyat arasında nasıl bağlantı kuruyorsunuz diye Xi Chuan' a sordu. Xi Chuan cevaplamaya başladı.1976 da Çin' de kültür devrimi oldu.80 lerin başında düşünce özgürlüğüyle beraber yazmaya başladım. Freud okuduk, başka ülkenin yazarlarını okuduk, Çin' in yurt dışında açmanın gerekliliğine inandık.Biz her yıl 100 kadar kitap çevirip yayınlarız.Tane tane değil deste deste okuduk en kısa sürede kendimizi geliştirmek için. Yıllar evvel ünlü bir Fransız yazarın kitabının çevrilmesini bekliyorduk.Kitap nihayet çıktığında hemen kitapçıya koştum ve kitabı hemen alıp sokakta okumaya başladım.Bitirince anladım ki " Bu kitabın benle ilgisi yok!" Bizi anlatan kültürümüzü yansıtan şeyler yazmamız gerektiğine inandım.
Murat Gülsoy " Geleneksel-modern edebiyatı birleştiren veya o birleşim noktalarındaki gerilim hatlarında yazan bir yazar Murathan Mungan bu konuda ne düşünüyor?" diye aynı soruyu yöneltiyor.
Gelenek vahşidir.Ehlileştirmek lazım.Onunda araçları moderniteye nekadar sahip olduğunla alakalı.Bir dilin şiire yatkınlık derecesi ölçülebilse Türkçe çok şanslıdır.Aslında bunun tuzaklarıda var.Felsefeye değilde şiire yatkınlığımız dilin yapısallığından kaynaklanıyor.Kültürel referanslar çok önemli.Arabesk müzik, ezan okunan bir toplumun müziği olur.Şiir bunlardan biçimlenir.Divandan, Osmanlı şiirinden...Bu arada kimse gücenmesin ama Türk Edebiyatı' nın en büyük çadırı şiir.O kadar büyük şairlerimiz varki...Bu ulu çınarların gölgelerinde şiire başlamak cesaret.
Türk Edebiyatı çeviri odasında doğdu, bu yalan değil.Biz İspanyol, İsveç eserlerini rahatlıkla buluyoruz.Ama bizim eserlerimiz yurt dışında aynı durumda değil. Bir eserinizi çevirtmek için 2 çevirmen buluyorsunuz. Hangisi iyidir diye sorunca "Biri diğerinden daha kötü " cevabını alıyorsunuz.Divan halk şiirinden yararlanıyor, ben ise rock müzikten besleniyorum.Şarkı sözü-şiir akrabalığı.Benim şiirimde o damar vardır.

Murat Gülsoy Xi Chuan' a başka bir soru yöneltiyor.89 yılında Tiananmen Meydanında öğrencilerin başını çektiği demokratik  protestolar feci bir şekilde bastırıldı ve 100.000 kişi öldü.Siz de 3 yakın arkadaşınızı kaybettikten sonra 3 yıl bir şey yazmadınız.Bir yazarın susması ölüm, her ölüm ise yeni bir doğum.Belki kopan yeri başka yerden bağladınız. Bu suskunluğa neler dersiniz?
Xi Chuan cevaplıyor.O akşam orada yoktum. Evimde bir sohbet gerçekleştiriyordum. Bu olaylarda beni en çok etkileyen ayrıntı bir öğrenci protesto yapıyor elinde bir şiir kitabıyla...Hintli şair Tiger 'ın kitabı.Arkadaşlarımdan biri Şubat ayında intihar ediyor, diğeri protestolarda beyin kanaması geçiriyor.O zaman yöntemlerimin işe yaramaz hale geldiğini anladım.92 de deneme yazmaya başladım.Daha önce ünlü olmaya çalışırken o andan sonra sadece gerçek duygularımı açığa vurmaya çalıştım.Aslında ölenlerin sayısı tam olarak belli değil bu konuda bir çok spekülasyon oldu.1000-3000 arasında yaralı olduğu söylendi. Olayın bir başka simgelerinden biride Tank önünde duran bir kişiydi...Çinliler bu olayı çok analiz ettiler...
Bu arada bir ekleme yapmak istiyorum.Yurt dışı seyahatlerimde, söyleşilerde konferanslarda bana en çok sorulan 3 soruyu sizlere aktarıyım:

1-Kültür Sansürü
2-89 Olayı
3-Kültür devrimi

Söyleşinin finalini Murathan Mungan yapıyor. İyi şiir dua gibidir.En çok kötülüklerle başa çıkılır.İnsan bitmezliği diye bir şey var.Her on senede bir şiir,sinema, roman, öykü artık bitti, öldü denir.Bir ölü sevicilik var.İnsanlar yaratmaktan çok öldürmek üzerine eğiliyorlar.Aşk üzerine şiir yazılmaz diyoruz, yazılmaya devam ediliyor.Tükenmezlik, dinmezlik var insanoğlunda.
İnsanlık tarihi kötülüğün tarihi.Sürüngenler zamanında kalan kortekten kurtulmak için sanata, kültüre yatırım, insana yatırım...Sanatla, kültürle "çok kişi" oluyoruz.Tek hayat yaşamaktan kurtuluyoruz böylece.Bu aslında kendi sesini, kendini var etmek, kendi irisini var etmek...CIA' nın binasına girerken bile iris taraması yapılıyor.Sanatla kendi karakteristiğimizi kendi DNA mızı oluşturuyoruz...Hem Dünya' nın tüm rüzgarlarına açık olacaksın, hem sarsılmayacaksın. Bakalım biz ne kadar götüreceğiz?



2 Kasım 2013 Cumartesi

TARİH:GEÇMİŞTEKİ GELECEK-32.KİTAP FUARI

32.Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı 2-10 Kasım tarihleri arasında kapılarını açıyor.Yazarların imza günleri, söyleşiler, birbirinden renkli etkinlikler, 700 e yakın yayın evi sizleri bekliyor.Bu yıl fuarın onur konuğu Çin Halk Cumhuriyeti.Çin 'nin önde gelen yazarları ve yayınevleri Uluslararası salonda yer alacak.Fuarın ana teması " Tarih : Geçmişteki Gelecek ".
Büyükçekmece' de TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen 32.Kitap Fuarı' nı hafta içi 10.00-19.00 hafta sonu 10.00-20.00 saatleri arası ziyaret edebilirsiniz.

28 Ekim 2013 Pazartesi

SHANTARAM

"Aşk, kader ve yaptığımız seçimler hakkında bilmediklerimi öğrenmem çok uzun sürdü, Dünya' nın pek çok yerini dolaşmam gerekti ama hepsinin özünü bir anda duvara zincirlenmiş halde işkence görürken anladım."

Her şeyi ardında bırakmış kaçak bir mahkum.Dilini, kültürünü bilmediği bir ülkede yeni bir hayata başlıyor.Bombay' ın sefalet içersindeki mahallelerinde, batakhanelerinde, barlarında, çılgın kalabalıklarında ayakta kalma savaşı verirken, paha biçilemez dostluklar kuruyor, aşk kapısını çalıyor.Bombay mafyasına girip yükseliyor, Afganistan' a gidip mücahitlerle Sovyetlere karşı savaşıyor.

900 sayfalık romanın kalınlığının sizi korkutnasına izin vermeyin.Nefis yazılmış sayfalarını çevirirken kendinizi alamayacağınız bir baş yapıt.Ruhunuza dokunacak felsefi bir doku barındıran acı, sevgi, hüzün, güven, çılgınlık dolu bu otobiyografik hikayeden etkilenmemek mümkün değil.

Güçlü kitaplar hayatınızı değiştirebilir.Shantaram' ın gücü affediciliğin verdiği mutlulukta.

Gregory David Roberts' dan Shantaram.
Resim yazısı ekle

ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA

Yeşille yaptığı mücadeleyi kazanmak üzere olan mega kentin karmaşasının, gürültüsünün ve betonlaşmasının henüz galip gelmediği topraklara doğru ilerliyoruz. Kuzeye…Yeni yılın ilk günleri, hava çok soğuk.Bolluca’ da bir köye varıyoruz.Sağımda ve solumda bulunan sarı renkli iki katlı şirin villalara bakarak merdivenlerden rampa yukarı çıkıyorum, havada beyaz renge bürünen nefesim önümden gidiyor.Evlerden birinin kapısı açılıyor ve içeri buyur ediliyoruz. Karşımızdaki odalardan ansızın çıkagelen çocuklar antreyi dolduruyor. Pırıl pırıl gözlerindeki umut ve mutluluk birkaç saniyede tüm üşümemizi gideriyor ve içimizi ısıtmaya yetiyor. Çocuklarla beraber mutfağa geçiyoruz ve annelerinin, teyzelerinin hazırladığı nefis pasta, böğrek, kurabiyelerle enfes bir ziyafet çekiyoruz. Ahşap merdivenlerden üst kata çıkıyoruz ve kendileri minik kalpleri ise kocaman olan ev sahibi çocuklar rengarenk odalarını gezdiriyor. Defterlerini açıp saf kalplerinden ilham alarak yaptıkları rengarenk resimlerini gösteriyorlar. İçinde bulunduğum lüks evin , zenginliği ve konforu karşısında şaşırmadım desem yalan söylemiş olurum. Aslında bu mekanın zenginliği orada yaşayan güzel aileden geliyor. Yaşları sıfır ile on üç yaş arasında değişen sekiz kardeşin anneleri ve teyzeleriyle yaşadığı Bolluca Çocukköyü’ ndeki Aile Evinden bahsediyorum. Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’ nın 1992 yılında hizmete açtığı Türkiye’ deki ilk çocuk köyü. Vakıf, Ülkemizin korunmaya muhtaç çocuklarına yani Koruncuklarına Bolluca’ da yirmi küsür sene önce Aileler kurdu. Büyüttükleri çocuklar bugün iş ve aile yaşamları ile toplumsal hayatın birer üyesi haline geldiler. Bugünlerde bir dönem yuvaları olan çocuk köyüne kendi bebekleri ile ziyarete gidiyorlar. Bugün yüz otuz çocuk aile evlerinde yaşamakta. Yöneticilerle yaptığımız sohbette aslında bunun; masum, meraklı, biraz kaygılı gözler ile Çocukköyüne geldikleri ilk günü, sünnet törenleri, başarıları, üzüntüleri, askerlik törenleri, ilk iş tecrübeleri ve evlilikleri ile devam eden koca bir hayat hikayesi olduğunu anlıyoruz. Saatler geçiyor veda vakti geliyor. Adım Adım ile Bolluca Çocukköyüne yaptığımız ziyaret sona eriyor. Ayrılmadan evvel çocuklardan biri yavaşça yanıma yaklaşıyor. Vakur bir şekilde “ Abi yarın yine gelin diyor. “
O an kelimeler boğazımda düğümleniyor…

Ertesi gün olmuyor ama günlük güneşlik bir ilkbahar gününde tekrardan Bolluca’ ya gidiyoruz. Koruncuklarla şahane bir piknik yapıyoruz. Müzikler eşliğinde şarkılar söylüyor, oyunlar oynuyor harika vakit geçiriyoruz kardeşlerimizle.
Bolluca’ da korunmaya muhtaç çocuklar kalıyor. Korunmaya muhtaç çocuk;
ana babasız veya terk edilen, ihmal edilip sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen çocuğu ifade etmektedir.
Ben o çocuklara GERİ DÖNÜŞÜN KRALLARI diyorum. Hayata mağlup başlayıp tüm olumsuzluklara karşın maçı çevirip kazanan çocuklar. Güzel Ülkemizin geleceği ve teminatı onlar. Ben tanışma şansına eriştim. Sizde bir gün Bolluca’ da Çocukköyünü ziyaret edin ve o KRALLARLA tanışın, gözlerindeki pırıltıyı görün derim. İşe ilk olarakwww.koruncuk.org adresini ziyaretle başlayabilirsiniz.

14 Ekim 2013 Pazartesi

BAYRAM


Silinir kinler, diner husumetler.
Büyükler yol gözler,
İsterler...
Bir ziyaret.
Sofralarda hoş bir afiyet.
Bayramda ne güzel bir hikmet...

Bayram bugün, uzaktakiler hüzün...
Ömrün uzunluğunu düşün...
Düşün...
Rabbin kudretini,
Nimetleri,
ve mevcudiyetini.

Ey arkadaş! Bugün nefsini aş...
Kibrinden uzaklaş,
paylaş...
Kalbindeki sevgini,
göster merhametini,
Yaşat bayramın güzelliğini!

Herkese iyi bayramlar.

Onur Savaş

MACHETE KILLS- USTURA DÖNÜYOR

Robert Rodriguez Machete' de yine kendine has dokunuşuyla çizgi roman tadında, aksiyonun, komedinin ve ultra şiddet sahnelerinin harmanlandığı ilginç ve eğlenceli bir film çıkarıyor.Meksikalı Mafya babası Mendez' i ve  Washington' a doğrulttuğu füzeyi yok etmek için bizzat ABD başkanı (Charlie Sheen) tarafından Acapulco' ya yollanan Machete (Danny Trejo) çoklu kişiliğe sahip git geller yaşayan çılgın Mendez ( Demian Bichir) ile karşılaşmasında onu öldüremeyeceğini çünkü füzenin ateşleme sistemini kalbine tetiklediğini öğrenir ve 24 saatten geri saymaya başlayan ateşleme gerçekleşmeden evvel Meksika' dan ABD' ye olan yolculukları başlar.Ancak kellelerine konan 10 ar milyon dolarlık ödülle tüm Meksika, mafya üyeleri ve ödül avcıları peşlerindeyken işleri mucizeye kalmıştır.Her geçen dakika meydana gelen ilginç sahneleri, ortaya çıkan sürprizleri ve kadrosundaki Mel Gibson, Cuba Gooding Jr., Antonio Banderas, Michelle Rodriguez, Sofia Vergara, Amber Heard, Lady Gaga gibi isimlerin oluşturduğu yıldazlar geçidiyle 107 dakikalık film bol eğlence, aksiyon ve kan vaadediyor.

10 Ekim 2013 Perşembe

13.İSTANBUL BİENALİ

Küratörlüğünü Fulya Erdemci' nin yaptığı, siyasi bir forum olarak kamusal alanı odak noktası alan 13. İstanbul Bienali devam ediyor.14 Eylül-20 Ekim tarihlerinde düzenlenen etkinliik ücretsiz ziyaret edilebilir.Mekânlar;

Antrepo no.3 10.00-19.00 saatleri arasında pazartesi hariç her gün gezilebilir.Adres:Meclis-i Mebusan CaddesiLiman İşletmeleri Sahası34433 Tophane

Galata Özel Rum İlköğretim Okulu 10.00-19.00 saatleri arasında pazartesi hariç her gün gezilebilir.Adres:Kemeraltı Cad. No: 4934425 Galata Beyoğlu

ARTER 10.00-19.00 saatleri arasında pazartesi hariç her gün gezilebilir.Adres:Asmalı Mescit Mah.İstiklal Cad. No:21134430 Beyoğlu

SALT Beyoğlu 12.00-20.00 saatleri arasında pazartesi hariç her gün gezilebilir. SALT Beyoğlu ayrıca her ayın son perşembe günü 22.00'ye kadar açık olacak.Adres:Asmalı Mescit Mah.İstiklal Cad. No:13634430 Beyoğlu

5533 10.00-19.00 saatleri arasında pazar hariç her gün gezilebilir.Adres:İMÇ 5.Blok5533 Unkapanı


AİLE ÇAY BAHÇESİ

Yekta Kopan' ın yeni romanı Aile Çay Bahçesi Can yayınlarından çıktı. Baş karakter Müzeyyen' in gözünden aile içindeki hesaplaşmalar anlatılıyor.Müzeyyen çoğu kadının kendinden izler bulacağı bir karakter.Yeka Kopan' ın kaleminden tekrardan baba ile hesaplaşma hikayesi çıkıyor.Roman okuru saran anlatımıyla etkileyici bir finale uzanıyor.

29 Eylül 2013 Pazar

FÜHRER' İN TOPLU KONUT OLAN BUNKERI

Aslında bu yazıyla ilgili her şey bugün Berlin Maratonu' nu koşacak arkadaşlarıma sosyal medya aracılığıyla başarı dileklerimi iletmemle başladı. Onlarla şu mesajı paylaştım:
"Yarın Berlin'de on binlerce kişi bir araya toplanacaklar. Sadece koşmak için. Lakin bu nasıl bir "sadece" dir ki huyu, suyu, politikası ayrı; dil, din, ırk, kültür bakımından birbirinden farklı insanları bir araya getirmeyi ve birlikte hareket etmelerini başarabilmekte, yapılan yardımseverlik koşularıyla binlerce muhtaç ve şanssız insanın hayatına olumlu yönde katkı sağlanabilmektedir. Berlin Duvarı yıkılalı uzun yıllar oldu. Ama halen özgürlükleri kısıtlayan zihinlere çekilen duvarlar da yok değil...Ama aşılmayacak duvar, koşulmayacak maraton, geçilmeyecek finiş yoktur! Yarın Berlin Maratonun' da koşacak tüm dostlara başarılar! İyi eğlenceler, adımlarınıza kuvvet."

Koşmak gerçekten öyle bir şey, tüm farklılıkları ortadan kaldıran, insanları bir kılan bunların haricinde zindelik katan, enerjinizi ve keyfinizi tavan yaptıran, derdinizi tasanızı ise dibe yollayan bir mucize ki bu mucize daha büyük mucizeleri tetikliyor ve 2007 yılından beri 1300 adım adım sporcusu 2200 yardımseverlik koşusuna katılarak 3.600.000 TL bağış topladı ve 20.000 kişiye yardımcı oldu. Her bir adım adım sporcusu sadece koşarak 15 kişiye yardım etti. İyilik peşinde atılan adımlar hakkında merak ettikleriniz için http://www.adimadim.org/ adresine göz atabilirsiniz. Bende iyilik peşinde koşanlardan biriyim ve bundan gurur duyuyorum.

Koşuya başladığım ilk zamanlarda Berlin' de Mercedes Benz 'in düzenlemiş olduğu 10 kilometrelik yarışa katılmış her zaman olduğu gibi yeni bir ülkeyle, şehirle ,insanlarla ve kültürle tanışma şansım olmuştu. Reichstag, Brandenburg Geçidi, Berlin Duvarı, Tiergarten bahçesi ( başkent' in göbeğinde şehre nefes aldıran bu yeşil alan betonlaştırılmaktan son anda kurtulan Gezi parkının 55 katı büyüklüğündedir, Central Park' ın ise yarısı etmektedir.) , müzeler, Sony Center ve daha niceleri...Aslında her birini ayrı ayrı anlatmak gerekir. Ben burada aklıma takılan bir kaç konuya değiniyorum.


Hemen arkamda yükselen yapı Reichstag. Adolf Hitler' in ülkeyi yönettiği dönem hariç , 1894 yılından beri Almanya Parlamentosunun toplandığı bina.


Ben büyük kentim diyen her yerde olması gerektiği gibi ulaşım sorunu burada da söz konusu değil. Yıllardan beri kullanılan metro; raylı sistem, tramlar ve otobüslerle takviye edilerek ulaşım rahat ve akıcı. İstanbul' da bugün halen trafikte kilitlenip, saatler harcıyorsak bu ayıptır.Gelecek için umut vaat eden ulaşım projelerine henüz başlanmış olunması övünülecek bir durum değil utanılması gereken bir kabahattir. Ama beni asıl şaşırtan şey havalimanından çıkıp metroyu kullandığım zaman oldu. Metronun camından dışarıda akıp giden ışıklara bakarken bir şeyi atlamışım gibi geldi. Neydi neydi diye düşünürken bir anda kafama dank etti. Metroya girerken turnikelerden geçmemiştim çünkü öyle bir şey mevcut değil diyar-ı Hans da. Çünkü adamlarda üç kağıt, alavere dalavere yok. En basitinden metroya, otobüse bineceksen biletini almışsındır ve kimse bunu rutin olarak kontrol etme gereğini duymaz, bu durumda suistimal edilmez. Peki niye biz bunu bir türlü başaramıyoruz? Kaçak elektrik kullanmalar, sıraya kaynak yapmalar, işlerin ahbap-çavuş ilişkisine göre yürümesi ya da ne biliyim trafikte motorsikletleri, bisikletleri , yayaları hiçe saymalar...Bir ülkenin medeniyeti kaldırımlarının yüksekliği ile ters orantılıdır diye bir söz var. Berlin düz ayak bir şehir, yayalara bisikletlere yaşam tanıyan bir trafik yapısı var öyle ki 4-5 saatlik bir bisiklet turuyla şehrin önemli noktalarını gördüm.


Yıllarca insanları bir birinden ayıran, düşüncelere ve özgürlüğe set olmuş Berlin Duvarı' nın üzerinden göğe özgürce yükselen balon. ikisi de aynı karede...Ne ironi ama!

Akıl, mantık ya da doğru diyelim...Bunlar Güneş gibi değil midir? Önünde sonunda doğru yanlışı yener, Hak batıla galip gelir ya da Güneş' in ışığı karanlığı siler. Ha tarihte bazı dönemler toplumlarda akıl tutulmaları yaşanmıştır, tıpkı kırk yılda bir olan Güneş tutulmaları gibi. Öyle ki Almanlar kendilerini felakete sürükleyen Adolf Hitler gibi bir diktatörü seçimle ülkenin başına getirmişlerdir. Şehri gezerken rehberin anlattıkları ve gördükleriniz ışığında yaşanmışlıkları daha derinden hissediyorsunuz.



Rehber Führer' in 2. Dünya savaşının son günlerinde gizlendiği sığına yaklaştığımızı söylediğinde gözümün önüne Führer' in son günlerini konu alan o filmler ve bunker geldi. Ancak oraya vardığımızda yukarıdaki resimde gördüğünüz manzarayla karşılaştım. Bunker' ın başlangıcında  oranın koridorlarını, odalarını gösteren bir pano bulunuyordu.
 Rehbere "Bunkerdan geriye hiç mi bir şey kalmamış?" diye sordum.
"Hayır, bunkerdan geriye elbette kalanlar vardı. Ama toplum bu diktatörden geriye her hangi bir iz kalmasını istemediği için Führer' in bunker' ı yıkıldı ve yerine arkada gördüğünüz konutlar yapıldı" diye cevapladı. Bu noktanın hemen karşısında ise aşağıdaki resimde gördüğünüz Yahudi Soykırım anıtı bulunuyor.








 

24 Eylül 2013 Salı

AYFER TUNÇ' UN ROMANI FRANSIZCA' YA ÇEVRİLDİ

Galaade yayınevi "Nuit D'Absinthe" ismiyle Ayfer Tunç' un Yeşil Peri Gecesi romanını Fransızca olarak yayımladı.2010 yılında raflarda yerini aldıktan kısa bir süre sonra kültleşen Yeşil Peri Gecesinde güzelliğini sermaye olarak kullanan genç bir kadının düşüş hikayesinden sosyal bir eleştiriye varılıyordu.

23 Eylül 2013 Pazartesi

STEPHEN KING DEN THE SHINING' IN DEVAMI GELİYOR

Korku Edebiyat'nın kült romanının devamı geliyor.Stephen King 1980 yılında efsanevi yönetmen Stanley Kubrick tarafından beyaz perdeye uyarlanan baş rolde Jack Nicholson'ın oynadığı The Shining-Medyum' un devamı üzerinde çalışıyor.The Shining kadar korkunç olmayan kitaplar yazdım ve insanlar beğendi.Kendi kendime bunu bir daha başarıp başaramayacağımı denemeliyim dedim.
Doctor Sleep adıyla çıkacak roman, psişik yetenekleri olan Danny adlı çocuğun  hastanede ölmek üzere olan insanlara yardım edişini ve şeytani güçlerle mücadelesini konu alıyor.

20 Eylül 2013 Cuma

HALEN ROBKART ALMADINIZ MI?

Galeri, sinema ve tiyatrolar gibi kitapevleride birer kültürsanat merkezleridir.İnsanlar sadece kitap almaya değil oraya sanatın dokusuyla iç içe olmaya giderler.Son yıllarda maalesef beyoğlunda butik kitapçılar birer birer kapanıyor ve yerlerini bir birinin aynı kafeterya ve lokantalara bırakıyorlar.Senelerdir İstiklal Caddesi 389 numarada okurları en seçkin kitaplarla buluşturan Robinson Crusoe kitapevi de zor ekonomik şartlara karşı direniyor.Bu sebeple başta Ayşe kulin, Ahmet Ümit ve Buket Uzuner' in imza günleriyle destek verdiği RobKart uygulamasını başlattılar.Önce öde sonra al mantığı ile çalışan RobKartı bugüne kadar 1350 okur aldı ve Beyoğlu' nun tarihi kitapevine sahip çıktı.Kampanya ve Robinson Crusoe kitapevinde yazarların imza günlerinde okurlarıyla buluşması devam ediyor.Halen edinmediyseniz siz de RobKartlı olun bu güzel kültür-sanat merkezine destek olun.İşte imza günü programı.

21 Eylül Cumartesi saat 17.00 Alper Canısöz
22 Eylül Pazar saat 17.00 Karin Karakale
28 Eylül Cumartesi saat 17.00 Fethiye Çetin
5 Ekim Cumartesi saat 17.00 Mahir Ünsal Eriş

Detaylı bilgiyi www.rob389.com adresinden bulabilirsiniz.

16 Eylül 2013 Pazartesi

KAHİRE

Burası Kahire, derler başkent.
İnsanlar biçare...Aslen taşkent.
Umutlar ipince, akıp gider bir nehirle.
Kralların altın çağı yitik bir efsane...

Güneş burada kudretli.
Yaşamak mağrifet, insanlar kederli...
Çöl yeşile hasret, yağmurdan yana fakir.
Karmaşa tam bir lanet, Piramitler gibi zahir...

Ortadan Nil akar, şehri 2 ye yarar.
İnsanlar...Sadece birazcık huzur arar.
Toprak burada istikrar gibi kumdan.
Vazgeçmiyor şeytanlar oyundan.

Onur Savaş
-SOS-

15 Eylül 2013 Pazar

PINAR KÜR İLE SÖYLEŞİ


Geçen hafta Art 10 Fikir Atölyeleri bünyesinde düzenlenen Pınar Kür yazarlık atölyesindeydim. Ayvalıkta edebiyat dolu günler geçirirken sevgili Pınar Kür’ ün çok değerli tecrübelerini dinleme şansına sahip oldum.Çok güzel insanlarla tanıştım.Ayvalık Ticaret Odasında düzenlenen kokteyl ile başlayan atölyemiz Pınar Kür’ ün evinde bizleri kabul ettiği veda kokteyli ile son buldu.Bu güzel organizasyonu gerçekleştiren On-Art İletişim Danışmanlığa ve Pınar Hocamıza tekrardan teşekkürler.

Labirenti andıran arnavut kaldırımlı taş sokaklarda bir müddet yürüdükten sonra Pınar Kür’ ün üç katlı yaşı asırı bulan evine varıyoruz. Az evvel şehrin göbeğindeki insanların, arabaların görüntüleri, gürültüleri şimdi uzaklarda kalmış, silinmeye yüz tutmuş hatıralar gibi. Burası sessiz ve sakin… Tam yazar işi! Pınar Hanım Çok sıcak karşılıyor ve hep birlikte terasa çıkıyoruz. Önümüzde uzanan Ege sırtında Cunda’ yı taşıyor ve Güneş  hayranlık uyandıracak şekilde adanın ardına kayıyor. Nefis bir manzara, tablo gibi bir gün batımı… Alt katta şöminenin ve Pınar Hanım’ ın kitaplığının bulunduğu salondan arka bahçeye çıkıyoruz. Bu huzur dolu bahçede yem yeşil ağaçların altına kuruluyoruz ve sohbete başlıyoruz.

-İlk olarak ne zaman yazmaya başladınız?
Üç buçuk yaşlarında daha okuma ve yazma bilmiyorken yazarlık kariyerim başlamış aslında.
-Nasıl yani?
Annemin yanına gidip eteğini çekiştirip “ anne şiir okuyayım, anne şiir okuyayım” diyip  kafiyeli dizeler söylermişim. Annem Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni, devamlı evin içersinde konuşulan edebi lisandan ötürü daha o yaşta bende bir kulak dolgunluğu olmuş devamlı dizeler çıkarmış ağzımdan .Oda üşenmeyip tüm söylediklerimi not edermiş.Bir süre sonra annem bunları dergilere yolluyor ve benim ilk yazım dört yaşındaki fotoğrafımla beraber yayımlanıyor.
-Peki iyi bir yazar olmak için  hangi özelliklere sahip olmak gerekir?
Çok iyi bir gözlemci olunmalı. Detayları ve ayrıntıları yakalamak gerekir. Aslında bakıldığında edebiyatın otuz iki temel konusu vardır. Bununla ilgili araştırma yapılmış ve Dünya’ da bugüne kadar ortaya konan eserlerin bu otuz iki konudan biri olduğu görülmüştür.Mesela Anna Karenina’ da ya da Aşk-ı Memnu’ da aynı konular işlenir.Mesele hikaye uydurmak değil biçimlendirmek en güzel şekilde tasvir etmektir, betimlemektir.Yani neyi anlattığın değil nasıl anlattığın önemli.Kelimelerle resim yapılmalı, anlatılan şey okuyucunun zihninde canlanmalı.Birde yazdığın zaman ilk atacağın şey en beğendin şey olsun!
-Bundan emin misiniz, ilk atılacak şeyin en beğendiğimiz şey olması…
Evet öyle olmalı. Kendi yazdığın şeye aşık olmaman gerekir yoksa hataya düşersin. Özeleştiriyi yapmak gerekir ve yazıda fazlalıkları atmak gerekir.
-Her yazarın konsantre olmak için uyguladığı kendine özgü yöntemleri vardır. Sizin tercih ettiğiniz bir ortam, saat ya da özel olarak yaptığınız bir şey var mı?
Ben konsantre olmak için yere kağıtları serer Napolyon falı açardım. E şimdi devir değişti, teknoloji gelişti. Bilgisayarın ekranında önce fal açıyorum sonra yine bilgisayarda yazımı yazıyorum.(gülüyor)
-Spor yaparken nasıl antreman yapılıyorsa yazarken de aynı durum geçerli midir?
Elbette, Ernest Hemingway her sabah yedide kalkar, beş yüz kelime yazarak güne başlar sonra ne yaparsa yaparmış.
-Peki siz nasıl hangi şartlarda ilk romanınızı yazdınız?
Sabah devlet tiyatrosunda işe gidiyorum, öğlen eve gelip çocuğa yemek yediriyorum. Akşamları geç saate kadar edebi kurul toplantısı oluyor ve ben orada dramatik olarak çalışıyorum. Bunların arasında nasıl yazdım ben sana söyleyeyim…Odamın kapısını kitlerdim.Tiyatroda koridor başlarında odacılar olurdu.Cüneyt dışında kim sorarsa yok dedirtirdim odacıyı.Cüneyt Gökçer tiyatromuzun müdürüydü.Çünkü odam yol geçen hanı olmuştu, provadan çıkan, provaya giden dalardı.Orada yazdım büyük kısmını.Bu arada okumamız için metinler gelir kurul olarak onları değerlendirirdik.Koca Halk Oyuncularında çalışıyordu.12 Mart dolayısıyla tiyatrocuların çoğu hapse girdi bizimki girmedi ama tiyatro dağıldı.İşsiz…Çocuk küçük...Bastım istifayı eşyaları yolladım kayınvalidenin evine kucağımda çocukla geldim İstanbul’a. MED isimli dersanede iş buldum akşamları İngilizce dersleri veriyordum.Öyle bitirdim işte.Ankara da başlayıp İstanbul da bitirdim.
-Kocanız yazmanıza destek oluyor muydu?
Desteklemedi de, kösteklemedi de. Asılacak kadın çıktığında çok bozuldu. Demek ki sen hiçbir zaman tatmin olmamışsın, memnun kalmamışınki bunu yazmışın dedi. Erkek kafası işte.
-Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır, erkek yazarları destekleyen kadınlar vardır ama kadın yazarların arkasındaki erkekler?
Erkek oturup ben yazı yazacağım dedi mi kadın çocukları susturur. Yemeklerini yapar, kahvesini eline götürür. Kadın olarak çocuğuna bakacaksın, kocanla meşgul olacaksın. Böyle bir ortamda kapanıp yazmak mümkün olmuyor.
-Az evvel tiyatrodan bahsetmiştiniz, tiyatro demişken yazarlık bir anlamda aktörlük, aktrislik olmuyor mu? Yazılacak karaktere çalışılması, onun kimliğine bürünmesi.
Şöyle diyelim... Aktörlük kadar anında yapılan bir şey değil. Daha uzun süreli bir karaktere girme. Tiyatronun bana olan yardımı şu:Sahneyi çok güzel görürüm, bir olayı yazarken o insanları oraya koymak, oturtup kaldırmak.Onu bir resim, bir sahne gibi görürüm.Ama karakteri oluşturmak.Aktör bunu yazara göre çok daha kısa zamanda yapar.Ben iki sene filan oluşturduğum kişilerle yaşıyorum.Bir takım olaylar yaşıyorum.Bazen çok azı giriyor romana.
-Yazacağınız karakterlerle vakit mi geçiriyorsunuz?
Kendi kendine konuşmak gibi… Ama şimdi herkes kendi kendine konuşuyor. Çünkü kulaklıkları var.( Burada gülüyoruz) Oyuncu ise daha kısa süre geçirir.Ben uzun yıllar aktris olmak istedim, oyunculuk yaptım, Robert Kolejde başrolleri oynardım.Mezun olurken Türk Tiyatrosu yeni bir isim kazanacaktır dediler.Fakat sonra anladım ki o hırs yok bende çok yırtıcı olmak lazım, ben bu kadar insanlarla uğraşamam dedim.Bunun örneğini sonra televizyonda çalışırken gördüm.

Bu  arada Pınar Kür’ ün bir gözü mavi, bir gözü yeşil bembeyaz tüylü Van kedisi yanımıza geliyor. Ayağımızın dibinde dolanıyor. Adı Mizgin, müjde anlamına geliyormuş. Pınar Kür Mizgin’ in hikayesini anlatıyor.

Bir gün kadınlar günü daveti için Diyarbakır’ a gittim. Baro başkanının eşi beni gezdiriyor.Soğuk bir Mart günü.Bir baktık sokakta bu bir gözü mavi bir gözü yeşil kedi miyavlıyor. Orada duran bekçiye kimin kedisi diye sorduk. “ Hiç gelip atmışlar cevabını aldık”.Etrafta bir tek çöp bile yok ölecek hayvan. Pazar günü dükkanlar kapalı, tüm şehri dolaştım ona özel sepet aldım İstanbul’ a götürmek için.Bir lokantaya gittik ve ciğerle besledik ve İstanbul’ a getirdim Mizgin’i.

16 yaşının aksine son derece hareketli ve haylaz olan Mizgin dizimin dibine geliyor ve yerde duran şarap kadehine göz dikiyor. Şısssst! O sana göre değil çarpar ha diyoruz.

-Yeni yürürlüğe giren içki ile ilgili düzenlemeye ne diyorsunuz?
Orada sana alkol taşıma demiyor. Arabanın içinde alkol içme diyor. Alkolü yasaklamakla kazaları kaldıramazsın.Sen arabayı kullananları eğiteceksin. Afedersin bakkaldan saat 22 de alacağına saat 21 de alsa stoklasa? İngiltere’de pub lar saat 23 de kapanır. Bu alkolü yok etme değil belli bir sarhoşluğu engellemedir.Amerika Birleşik Devletleri’ de yerine göre Türkiye’ den çok daha muhafazakardır. Özellikle ülkenin orta kesiminde.Yalnız kanunlar yapmıyor bunu. Okul aile birliği okullarda hangi kitabın okutulup okutulamayacağına karar verir.Devlet yasaklamıyor, insanlar kendileri yasaklıyor.Güneyde bir yerde Mark Twain’ in Huckleberry Finn kitabı içinde nigger (zenci) kelimesi geçiyor diye okulun birinde yasaklanabiliyor.Eskiden ABD’ de güneyde büyük bir siyah-beyaz ayrımı vardı.Aynı otobüse   binemezler, aynı okula gidemezler...Buna ilk bir kadın karşı koyuyor.Bir gün otobüste beyaz gelip ona kalk deyince kalkmıyor.Missisipi’ de üniversiteye ilk siyah öğrenci alındığında olay olmuştu.Upuzun bir yolda elinde çantasıyla polisin tuttuğu binlerce öğrencinin arasından okula girmişti.Hocaların ve öğrencilerin çoğu siyahi bir öğrencinin gelmesine karşıydı.Bu anlattıklarım 60 lı yıllarda oluyor.Bir Obama’ nın başkan olması müthiş bir şey bugün.Benim zamanımda ABD’ de kadın doktor kadın hakim yoktu.Kadınların yapacağı iş Üniversitede ya hocalık ya sekreterlikti.Mad Man dizisi o dönemi çok güzel anlatır. Dorothy Dandridge mesela. Halle Berry’ nin canlandırmıştı. Düşünki şarkı söylediği mekana arka kapıdan girmek zorundaydı.Performans yaptığı yere ön kapıdan giremiyor, orada içki içemiyordu.Böyle bir düzen vardı.50 yılda bugüne geldi.Çok savaştılar ama.O yıllarda ben derdim Türkiye’ de kadın doktor var burada yok.Türkiye’ de kadın hakim var burada yok.
-Peki şimdi?
Biz geriledik onlar ilerledi.

Laf lafı açtı, gecenin ilerleyen vaktine kadar sohbetimiz sürdü. Pınar Hanım çok cana yakın ve misafirperverdi. Vakit gece yarısına yaklaşırken müsaade istedik. Evden ayrılırken Pınar Hanım artan yiyecekleri koyduğu mendili dışarıda köşe başındaki çöp kutusunun yanına bırakmamı söyledi, karnı aç sokak hayvanları için.Pınar Hanım’ a ve bizleri bir araya getiren  Aylin Hanım’ a teşekkür edip vedalaştık.


12 Eylül 2013 Perşembe

PINAR KÜR-AKIŞI OLMAYAN SULAR

Türk Edebiyatı' nın usta kalemi Pınar Kür' ün Sait Faik Hikaye ödüllü kitabı.Everest yayınlarından.245 sayfada Biraz Daha Ölmek, Kısa Yol Yolcusu, Leyla İçin Şiir, Son Çizgi ve Bitmiş Zamana dair adlı öyküler yer alıyor.

Hayatta hayranlık duyulanların gün gelip ızdırap duyulanlar oluşu...
Tekdüzeliğe mahkum cesaretten uzak ruhların hayatı ıskalamaları...
Yaşanmayan aşkların ya da erişilemeyenlerin yıllar sonra ansızın ortaya çıkmaları ve dışlanan veya görmezden gelinen yardıma muhtaç hayatların kayışları...
Kötülük ve ihanetin alışkanlık halini aldığı benliklerde asla tamamlanamayan çirkinliğin tablolarını bulacaksınız akışı olmayan sularda.

8 Eylül 2013 Pazar

AYHAN SİCİMOĞLU SÖYLEŞİ

Ayvalık belediyesi' nin düzenlediği 10. Ayvalık Kültür Sanat Günleri kapsamında Ayhan Sicimoğlu ayvalıklılarla çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi. İlk olarak "Renkler" programı formatındaki yeni televizyon programıyla 15 Eylül'de ekranlarda olacağını müjdelerken " CNNTurk' e geçtim, maalesef penguen kanalı...bu tip programları yapabilecek zaten 2 kanal var." diyerek salondakileri güldürdü.Ayvalık için uluslararası nitelikte zeytinyağlı yemekler yarışması projesini hayata geçirme niyetinden bahsetti. (4 seneden beri çeşmede düzenlenen yarışmadan sonra önümüzdeki seneden itibaren Ülkemiz 1 lezzet yarışması daha kazanacak anlaşılan )

Ayhan Sicimoğlu yaptığı sunumda kral adamlığını, komikliğini, şirinliğini ve matraklığını salondaki herkese yaşattı.Roma' da yaşadığı yıllarda dj lik yapan ev arkadaşının her Allah' ın günü ona özel yemek tarifi vermesi ve Ayhan Sicimoğlu ile beraber radyoyu dinleyen tüm mahallenin aynı yemekleri pişirmesi hikayesi çok enteresandı.Yaptığı tüm gezileri içeren dvd leri hazırlayıp satışa sunacağını ve tüm gelirini şehit ailelerine vereceğini acıklaması büyük alkış aldı.

Küba' ya çok hayran olduğunu ve 8 kez gittiğini söyleyen Sicimoğlu Havana' da bulunan ve altında İngilizce ve İspanyolca "Yurtta sulh,  Cihanda sulh" yazan Atatürk Büstüyle ilgili anısını paylaştı.Havana' ya tekrardan gittiğinde Atatürk büstünün çalınmış olduğunu görür ve yeni göreve gelen büyükelçiye büstün yenisini yaptırmak istediğini  söyler.Kendisine tamam denir.Ama hemen akabinde büyük elçilikten telefon edilir ve konunun derhal halledileceği söylenir ve teşekküredilir.Ancak büstü yapmakla yükümlü firma işi savsaklar ve 2 ay geçmesine rağmen bir çivi bile çakılmaz.Ayhan Sicimoğlu tüm yaşananları Akşam gazetesinde yazar ve akabinde Atatürk büstü yerine konur.Bugün "Yurtta sulh, Cihanda Sulh" yazan Atatürk büstü havanada bulunmaktadır.

Gezilerine ait fotoğraflarla, video kliplerle yaptığı sunumundan sonra soruları cevaplayan Sicimoğlu alkışlarla sahneden indi.

3 Eylül 2013 Salı

PINAR KÜR-HAYALET HİKAYELERİ

"Gece gezen ölülermidir hayaletler yoksa ancak geceye sığınarak yaşamayı sürdüren canlılarmıdır?"

Çağdaş Türk Edebiyatı' nın usta kalemi Pınar Kür' den Hayalet Hikayeleri.

Sürünceme geçmişten şimdiye uzanan ağır bir kapı.Kapanmamış hesaplar aradan yıllar geçsede bir gün ansızın aralanır...İşte o anda yolun yarısında geri dönmenin imkansızlığı ile hiç bir yere varamayabileceğinin korkusu kaplar yüreğini! Ya kapıyı ardına kadar açıp yüzleşmek yada kapayıp sonsuza kadar kaçmak ve korkuyla yaşamak kalır...

Lanetli Ev, Uyumak, Kına, Ziyaretçi,  Sesler öykülerinden oluşan 157 sayfalık Hayalet Hikayeleri Everest Yayınlarından.

1 Eylül 2013 Pazar

RENGÂRENK

Semada hüzünlü bir gri...
Uslanmaz ruhum asi.
Aman üzülme...
Tamam gözyaşıda akacak,
ozaman bahçeme çiçekler açacak.

Yağmurdan sonra semaya bakarım.
Hayallere dalarım...
HAYIR! Renkleri benden almayın.
Gökkuşağı düşlere açılan kapım...

Hayat dediğin bir defter bir fırçadan ibaret.
Gri...Tekdüze bir esaret...
Renksiz...
Zevksiz...
Sevgisiz...

Evrende eşsiz bir ahenk.
Ezelde yaratılmış rengârenk!

Onur Savaş
    -SOS-

30 Ağustos 2013 Cuma

BİSİKLET

1 değil 2 gerek,
oda olmalı tek yürek,
deli divane dönmek,
sevmek...
Aşk 2 teker üzerinde gitmek.

Nerede diye sorma!
Yaman bir yokuşun sonunda, tırmanıp yorulduğunda.
Yada vücuduna çarpan rüzgârda...
Yokuş aşağı gözlerini kapayıp kollarını özgürce açtığında!

Bazen kanmak,
yolda ansızın yere kapaklanmak...
Bazen yanmak...
Aşk...düşmek, kalkmak.Yine yeniden cesaretle yol almak!

SOS

En anlamlı şiir


30 Ağustos Zafer Bayramımız
KUTLU OLSUN!



İstiklâl Marşı

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

Mehmet Akif Ersoy

27 Ağustos 2013 Salı

YALAN

Söylerken seni dil olur yılan,
zehrin kalp kıran,
gerçek kılıç, yalan iğneyse,
gözlerin gerçeği eleverirse,
iğne olur bin kılıç,
sine hüzünle hınca hınç...
Gönlümdür tuzla buz olan,
Güvendir bahçemizde solan...

SOS

26 Ağustos 2013 Pazartesi

ROMA MARATONU



17 Mart 2013 tarihinde Roma Maratonundan sonra kaleme aldığım yazıdır.

SEVGİLİ DOSTLAR BOLLUCA ÇOCUK KÖYÜNDEKİ YÜZÜ AŞKIN KORUNUK İÇİN MISIR-ANTALYA VE ROMA MARATONLARINDA KOŞTUĞUM YÜZÜ AŞKIN KİLOMETRE TAMAMLANDI.

ROMA MARATONUNDA HEM KOŞTUM HEM YARIŞI KAYDETTİM.AŞAĞIDAKİ LİNKTE 42 KİLOMETRELİK MARATONUN 20 DAKİKAYA SIĞDIRILMIŞ HALİNİ İZLEYEBİLİRSİNİZ.KOLEZYUM VAR,ROMA VAR,KOŞU VAR, TREVİ VAR, VAR VAR...

http://youtu.be/Zv4Ceb-eyHM

AYRICA YARIŞA DAİR YAZIMI DA AŞAĞIDA BULABİLİRSİNİZ

17 MART 2013 PAZAR

Gün ışığının koyu kahve tahta balkon kapısının panjurlarının aralığından geçip odamın içersini ve uykumu yavaş yavaş aydınlatmasıyla, geceden kurmuş olduğum alarm çalmadan uyandım. Gözümü açtığımda ilk gördüğüm manzara sehpanın üzerinde bana bakan kırmızı adım adım t-shirt ü ve diğer yarış malzemeleriydi. Maraton sabahında uyandığımda ilk olarak bu sahneyi yaşamak hoşuma gidiyor.

Yarım saat sonra serin Roma sabahında Termini metro istasyonuna doğru yürüyordum. Metro istasyonu, tren, Romanın sokakları sadece ama sadece mavi yeşil sırt çantalı insanlarla doluydu. Şöyle bi uzaktan insanlara üstünkörü baktığınızda her biri aynı fabrikasyon seri üretim   gibi duruyorlardı. Yedi tepeli şehirde 50 ayrı milletten onbinlerce kişi Roma Maratonunu koşmak üzere Kolezyum' a doğru akın ediyordu. Startın kuyruğu neredeyse 1 kilometreyi buluyordu. Çantalar yarış sonrası teslim alınmak üzere mavi brandalı kocaman tırlardaki mavi üniformalı yarış görevlilerine teslim edildi. Mavi, İtalyan mavisi.. Esneme-ısınma hareketleri yapıldı ve bu arada yarışın start anı geldiğinde bizde artık gladyatörlerin arenasının dibindeydik.

Asırlarca gladyatörlerin savaşlarının mabedi olmuş Kolezyum bugün sanki, koşmayı seven ve büyük keyif duyan her biri dil, din, ırk, kültür, karakter olarak birbirinden farklı ama ortak noktaları koşmak olan on binlerce insanın bir araya gelip sanki çok büyük bir cemaatin dini töreni gerçekleştirecekleri bir mabede dönüşmüştü. Ama aslında sadece maraton koşacaklardı. Lakin bu nasıl güzel bir “sadece” dirki huyu, suyu, politikası her şeyi tamamen birbirine zıt olan on binleri bir araya getirmeyi ve yan yana hareket etmelerini başarabilmekte, yapılan yardımseverlik koşularıyla vesile olunan bağışlarla binlerce muhtaç ve şanssız insanın hayatına olumlu yönde katkı sağlanabilmektedir. Bu sadece ama sadece koşarak başarılıyor. Koşmak yapılması en basit spor. İhtiyacınız olan tek şey bir çift spor ayakkabı ve içinizdeki harekete geçme isteği.

İşte bu harekete geçme isteği her daim içinde olan 100.000 kişi startın verilmesiyle Kolezyum' dan büyük bir coşku ve gülümsemeyle Roma Maratonuna başladı. Evet koşmak öyle bir şey işte, yüzünüze bir gülümseme konduruveriyor. Maratonun ilk 10 kilometresi adımları zorlaştıran parke taşlı sokaklara rağmen yol kenarında heyecanla bizleri destekleyen Roma halkının tezahuratlarıyla, muhtelif noktalardaki bandoların, dj lerin yaptığı müziklerle göz açıp kapayıncaya kadar geçiverdi.Evet bir maraton sadece üzerinde koşulan yollar  ve atletlerden ibaret değil. Tüm şehrin olayı yaşadığı, katılım gösterdiği bir festival adeta.

Maratonun ikinci 10 kilometresi adeta bir yılan gibi kıvrılarak çizmenin başkentini ortadan ikiye bölen Tevere nehrinin yanından koşarak geçtik. Maratonun yarısından itibaren boyunlarında kırmızı uçan balonları,sırtlarında melek kanatlarıyla koşan “maraton koşanların melekleri” anlamına gelen Angeli di Maratoneti grubuna rast geldim ve yarışa beraber devam ettik. Grup maraton katılımcılarına 42 kilometrelik uzun yolculukta sohbetlerle, yanından geçilen tarihi yerlerin açıklamasını yapmak suretiyle yoldaş oluyor. Bu grup farklı renklerde balonlar taşıyan ve maratonu farklı zamanlarda bitiren(kırmızı 4.45, mavi 3.30 gibi) alt gruplardan oluşuyor. İnsanın gücünün tükendiği gardının düşmeye başladığı maratonun son çeyreğinde yol arkadaşları gerçekten çok yardımcı oluyor. Bu arada rast geldiğim su, sünger, yiyecek istasyonlarını hiç pas geçmeden her seferinde uğrayıp koştuğum kilometrelerin artmasıyla tezat azalan su ve enerji ihtiyacımı dengelemeye çalıştım.30. kilometreden sonra aslında sabahın ilk saatlerinden itibaren sinyal veren bulutların hüküm sürdüğü Romanın maviyken grileşen semalarından 7 tepeli şehrin üzerine yağmur boşalmaya başladı.Yağmurun şiddetlendiği anda şansıma pek de kısa sayılmayacak alt geçit denk geldi ve bir nebze olsun şiddetini arttıran yağmurdan korunmuş oldum.

Korunmak demişken; ben Ocak ayındaki Mısır, Mart başındaki Runtalya ve Roma maratonlarında yüzü aşkın kilometreyi, Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı'nın Bolluca çocuk köyünde yaşayan yüzü aşkın koruncuk için koştum. Ailesi olmayan veya suistimale uğramış  çocuklar Bolluca daki çocuk köyündeki her bir aile evinde yanlarında 24 saat eksik olmayan anneleriyle ev sıcaklığı ve aile şevkatiyle en iyi şartlarda büyüyorlar, okula gidiyorlar, sosyal aktivitelere katılıyorlar ve 18 yaşına kadar değil, kendi ayakları üzerinde durup, meslek sahibi olup aile kurana kadar destekleniyorlar. Detaylı bilgi için www.koruncuk.org

Tünelden çıktığımda yağmurun şiddeti azalmış, hafiften çiseliyordu. Yarışın son 7 kilometresinde spagna” İspanyol merdivenlerini, Trevi çeşmesini koşarak buralardaki kalabalık turist grubununda tezahuratlarını alarak yola devam ettik. Havanın sıcak oluşunun olayı ne kadar zor hale getirdiğini geçen ocak ayında 25 derece sıcaklıktaki Mısır maratonundan sonra Romada 7-8 derecelerde koşunca anlamış oldum. Mısırdaki koşuda çok ama çok zorlanmış son kilometreleri baya bi sıkıntılı geçmişken Roma da gayet rahat ve problemsiz bir şekilde son kilometreye geldim. Artık finişe doğru giderken kolezyum yolun ötesinde bütün ihtişamıyla yükselmeye başlamıştı. Bir kaç dakika sonra Gladyatörlerin arenasının etrafından dönmüş finiş noktasını tam karşıma almıştım. Hem Bolluca çocuk köyündeki yüzü aşkın koruncuk için yüzü aşkın kilometreyi tamamlamak üzere olmanın verdiği büyük mutluluk, hem de Kolezyumun uyandırdığı hayranlık duyguları içersinde ay yıldızlı bayrağımızı gururla ellerimin arasına alıp göğe yükselterek finişi büyük bir gururla geçtim.
Mutlu Son…

24 Ağustos 2013 Cumartesi

ASHTON KUTCHER-JOBS

Yarattığı ürünler gibi etkileyici ve ilham verici olan Steve Jobs' un hayat hikayesini konu alan filmin yönetmenliğini Joshua Michael Stern yapıyor.2 saat 8 dakika süren biyografi-drama türündeki filmde başrollerde Ashton Kutcher' a Dermod Mulroney,Josh Gad, Matthew Modine, J.K Simmons eşlik ediyor.

Film Jobs' un üniversiteyi terk edip evinin garajında arkadaşlarıyla kurduğu Apple şirketinin 3 sene içinde IBM ile rekabet eder vaziyete gelişini, sonrasında yönetim kurulundaki entrikalarla Apple dan uzaklaştırılmasını, yıllar sonra zora düşen Apple' a danışman olarak geri dönüp devrim yaratan ürünlerle kurduğu şirketi zirveye tırmandırmasını içeriyor.Apple firmasında yarattığı Macintosh ürününü en iyi şekilde pazarlayabilmek için her şeye sahip Pepsi' nin CEO su Jonh Skully'e "Ömrün boyunca şekerli su mu satmak istersin yoksa benimle gelip Dünya' yı değiştirmek mi istersin?" cümlesiyle ona bir hedef ve arzu vererek Apple' a transfer edişi...Sonra bir gün kendi getirdiği Jonh Skully' nin Jobs' a " kendinin ve bu şirketin en büyük düşmanı sensin" diyerek Apple' dan uzaklaştırması iş Dünyası' nın ve kurumsallığın acımasız yüzünü yansıtan sahnelerdi.

Teknoloji sokağı ile güzel sanatlar sokağının kesiştiği yerde o ve Apple duruyor.Filmde Jobs' un başarma azmine, yaratıcılığına ve inancına şahit olurken aynı zamanda onun kontrol delisi, Dünyayı siyah beyaz olarak gören, karşılaştığı ürüne harika yada b.ktan demekten sakınmayan insanlara karşı kırıcı olan kişiliğini de tanıyoruz.

AHMET ÜMİT-SİS VE GECE

Türk edebiyatının en iyi polisiyelerinden biri olarak kabul edilen Sis ve Gece de MİT görevlisi Sedat' ın gözünden istihbarat örgütündeki karmaşık ilişkilere, Tarlabaşı ve İstiklal caddesinin ara sokaklarında soluk soluğa koşuşturmacalara, örgüt evlerine yapılan baskınlara, apayrı hayat hikayelerine ve Türkiye'nin yakın geçmişine tanıklık ediyorsunuz.

Sis ve Gece de istihbarat,  polisiye, örgüt üçgenini; çarpık ilişkilerin neden olduğu parçalanmış yaşamlar, aşk, aile, sadakat konularıyla doluyor.Sürükleyici, düşündürücü, merak uyandırıcı bir roman Sis ve Gece.Sarsıcı ve şok edici finali son dakikada hikayeye seviye atlatıyor ve bu güzel romanı parlatıyor.Yabancı yazarların çok satan polisiyeleride hoş, sürükleyici oluyor ve bir çırpıda okunuyor ama Türk yazarlarımızın yapıtlarında artı olarak anlatılanlarla empati kurma ve hissetme daha ileri seviyede gerçekleşiyor.Çünkü anlatılar ortak hafızadan ve kültürden çıkıyor.Kısaca tadı bir başka oluyor...Ahmet Ümit: Sis ve Gece sıkı bir polisiye herkese tavsiye ederim.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

EROL EVGİN -HARBİYE CEMİL TOPUZLU AÇIK HAVA SAHNESİ KONSERİ

Hani yaşsız insanlar vardır, görünümleri hiç değişmez, enerjileri asla bitmez...İşte Erol Evgin' de onlardan biri. Söyle canım, ben imkansız, İşte öyle bir şey, İzmir' in kavakları, birde bana sor, sevdan olmasa ve daha fazlasıyla Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi' ni dolduran 4 kuşaktan hayranları(ona göre arkadaşları) 2,5 saat boyunca coşturdu ve nostaljiyle doldurdu.Melih Kibar'ı ve Çiğdem Talu' yu sıkça andı...

Eşsiz şarkılarının arasında yaptığı espriler ve anlattığı anılarla herkesi tebessüm ettirdi.Bazılarını aktarmak istiyorum.

"Geçen yıl Kahire'deyim Piramitler falan...Sfenksle karşılaştım bana" Abi senin şarkılarınla büyüdük" dedi.Aslında bende sahneye çıktığımda 20 li yaşlarımdaydım, bende kedi şarkılarımla büyüdüm..."

"Atatürk' ün sahneye çıkarttığı ilk Müslüman kadın tiyatro sanatçısı Bedia Muvahhit ileri yaşlarına denk gelen bir zamanda Yeniköy' deki evimize akşam yemeğine denk gelmişti.3 katlı bir apartmanda en kattaki bir dairede oturuyorum.Bedia Hanım' ı rahat çıkarabilmek için hemen evden bir koltuk kaptım ve giriş kata merdivenlerin başına indim.-Katiyen olmaz ben kendim çıkarım dedi.Zorlana zorlanada olsa üçüncü kata kendi başına hiç yardım almadan çıktı.Elini beline koymuş, nefes alıp verirken -2 tane daha şarkı yapaydında asansör koyduraydın şuraya! dedi. "

"Aysel Gürel aşklarını anlatırdı bana.Yakışıklı bir balıkçının kayığında çektirdiği bir fotoğrafı gösterdi.Üzerinde el yazısıyla "Sıcak Bodrum geceleri sensiz soğuk" yazıyordu.Sonra iyi giyimli başka bir yakışıklı adamın fotoğrafını gösterdi.Onunda üstünde yine Ayse' e yazılmış hoş sözler vardı.-Yahu bu yakışıklıları nasıl buluyorsun diye sorunca -Ayol o sözleri ben kendim yazıp sonrada tuvalette unutmuş gibi yapıyorum evdeki adam resimleri görünce azıyor!"

Senfoni orkestrası, vokalleri ve devlet opera balesine bağlı dansçı ile Erol Evgin konseri hem müzik hemde görsel bir ziyafet."Hepiniz benim arkadaşımsınız, siz olmasanız biz olmazdık, sağolun varolun diyerek alkışlar eşliğinde sahneyi terk etti ama alkışlar dinmedi...Tekrardan sahneye geri döndü ve Resimdeki Gözyaşları' nı söyleyerek Cem Karaca'yı da andı.

Muhakkak bir fırsatını bulup Erol Evgin' in canlı performansına gidin derim.Sabırsızsanız veya imkan olmazsa 40 yıl 40 şarkı DVD sini edinebilirsiniz

17 Ağustos 2013 Cumartesi

3.02 de duran saatler...

Tam 14 yıl oldu...

"O an gözlerim çağlayıp boşalmak istedi, ama o yaşlar hiçbir zaman süzülmedi yanaklarımdan...
Tıpkı betonlaşan kalplerin sepep olduğu beton mezarların altında kalan hiçbir zaman ulaşamadığımız yakınlarımız gibi..."

Gece yarısıyla sabaha karşı arasında olan bir saatte, Marmara mavi gövdeli dalgalarını usulca sahile vuruyordu.Hiç olmadığı kadar aydınlık ve yıldızlı olan semanın aksine ortalık bir okadar sessiz...

Derken denizin ortasından göğe bir ateş topu yükseldi.Hani doğada mahsur kalmış bir maceraperestin yardım istemek ben buradayım demek için silahındın tetiğine basıp ateşlediği bir işaret fişeği gibi.Ansızın derinliklerden esrarengiz ürkünç homurdanmalar geldi ve gecenin o sessizliği dehşet verici bir uğultuyla sona erdi.

Yarısı yola çökmüş öbür yarısı dimdik duran binalar, tamamen göçmüş şekli şemali ortadan kalkmış yapılar, iskambil destesi gibi devrilmiş ama yanındaki binanın üstüne yaslanmış bloklar, yanan ve içersinden " yardım edin" çığlıkları yükselen bir enkaz...
Toz duman içersinde kalmış insanın içini ürperten caddeler.
Eğrilmiş, büğrülmüş binalar...
Karaltılar, gölgeler, griler...
Devrilmiş elektrik direklerinden, inşaat demirlerinden ve molozlardan oluşan dehlizler...
Yer altından gelen iniltiler, ağlamalar...


Picasso' nun gerçeğe dönüşen sürrealist bir tablosu gibi.

Hayır yukarıda yazanlar bir korku filmi senaryosu değil! Gerilim romanından alınan satırlar da değil!

17 Ağustos 1999 günü, yani tam 14 yıl önce bunlar yaşandı.

50.000 ölü, 100.000 yaralı, 150-200 kilometre çapındaki alanda Marmara bölgesinde etkilenen 20 milyon insan.Ülke ekonomisine 15 milyar dolar zarar...

O akşam saat 3.02 de tabiat binicisinden hiç de memnun olmayan vahşi bir at gibi şaha kalktı ve silkelendi.Zelzeleden hemen önce denizden semaya bir ateş topu yükseldi.Belkide bu insanlar tarafından ormanları, ovaları tepesi koparılıp yerine beton doldurulan canı yanan tabiatın kendisini hor kullananlara gönderdiği işaretti.Doğada mahsur kalan bir maceraperestin işaret fişeğini ateşlemesi gibi.

Acaba mesajı aldık mı? Yoksa bugün hala ağaçları kesen bir zihniyet mi var??
Doğayla rakip değil olsak olsak ancak ona misafir olduğumuz gerçeğini kavradık mı?
"Deprem öldürmez bina öldürür" deyişini de unutmamak gerek...
Ogün 4 kıtadan 52 milletten insan yardıma geldi.AKUT çıkageldi, bitti denilen anlarda umutları yeşertti, mucizeler gerçekleştirdi.Dünya birlik oldu.Biz ülke olarak kenetlendik birlik olduk.
Peki bugünde öyle miyiz??

Bugün 17 Ağustos 2013 Cumartesi.Sürekli akıp giden zaman, yaşadığımız o büyük felaketten, acıdan ve travmadan giderek bizleri uzaklaştırırken aslında kaçınılmaz olan nedenini ve boyutlarını kestiremediğimiz yeni bir afete de yaklaşıtırıyor.Peki hazır mıyız? Bizi kollarında yaşatan tabiat anaya saygılı mıyız?

Çok göz yaşları aktı enkazların başında.Bazende akmadı o anlarda... "O an gözlerim çağlayıp boşalmak istedi, ama bi türlü süzülmedi o yaşlar yanaklarımdan...Tıpkı betonlaşan kalplerin sebep olduğu beton mezarların altında kalan hiç bir zaman ulaşamadığımız yakınlarımız gibi..."
Nur içinde yatın, sizleri özlemle anıyoruz...

Onur

15 Ağustos 2013 Perşembe

YÜZ

Adamsan notun 100.
Alçaksan denizde yüz,
Kirleri ruhundan süz!
Yoksa baharın sadece güz...
Eylemi nahoşsa, sözleri boşsa o dudağını biraz büz!
Kiminin ahlak kardiyosu maalesef düz...
İşte bunlar 100 süz!

S.O.S

11 Ağustos 2013 Pazar

ELYSIUM-JODIE FOSTER, MATT DAMON

21. yüz yıl sonunda yaşlanan gezegenimize kalan aşırı popülasyon, hastalık ve kaostur.Zenginler yörüngede bulunan yüksek teknolojiyle yaratılan Elysium isimli dev uyduya kaçarlar.Burada yaratılan ve artık Dünya' da tükenmiş olan tabiatın yanında gelişkin teknoloji sayesinde tüm hastalıkların tedavisi ve refah dolu bir yaşam vardır.Tükenmiş Dünyadakilere kalansa kaos ve eğer şanslılarsa çok kötü şartlarda işçi olarak dplaylı yoldan Elysium' a hizmet eden fabrikalarda çalışmaktır.

Neill Blomkamp' ın yazıp yönettiği filmde Jodie Foster, Matt Damon, Sharlto Copley, William Fitcher başrollerde.Elysium da ölümsüzlüğe, huzura her şeye sahip ama burayı yönetme kavgasına düşenlerle ( bunların başında Foster' ın canlandırdığı Delacourt karakteri) geliyor, tükenmiş Dünyada ayakta durmanın derdinde olanların ( Damon'ın canlandırdığı Max) yolları kesişiyor ve aksiyonu, özel efekti bol izleyiciyi her an tetikte tutan bir film ortaya çıkıyor.Kapitalist düzenin kazanan ve kaybedenlerini ortaya koyması ve yaptığı sert eleştirilerle düşündürüyor.

Filmden aklımda kalan sahne; aldığı komutları sorgulamadan uygulayan duygudan yoksun robot polislerin otobüs kuyruğunda bekleyen insanlara çanta kontrolü yapıp şiddet uygulaması.

Filmin diyaloğu ise; Elysium' a hayran hayran bakıp bir gün orada yaşamanın hayalini kuran küçük çocuğun yanına gelen rahibe ona, kapağını açınca içinde uzaydan görünen Dünya resmi olan bir künye verir ve şöyle der. " Bize buradan ne kadar güzel görünüyor.Bizde onlara oradan ne kadar güzel gözüküyoruz.Hiç bir zaman nereden geldiğini unutma! "

1 saat 49 dakika süren filmde Jodie Foster yine döktürüyor, Matt Damon rolünün hakkını veriyor.Sağlam bir Bilimkurgu-aksiyon-drama filmi.

8 Ağustos 2013 Perşembe

DİRENME

Tek harfle olursun vezir yada rezil...
Dilenmek mi, direnmek mi?
İkiside der öbürü,  peki ama hangisi kötü?
Belki buda sınavın bir türü...

Direnme elini cebine götür.
Sadaka belayı süpürür.
Dilenme çalışmak işini görür.
Yardım çabalayanın yanında yürür.

Sadakayla mutlu olan.
Mutsuz ama karun olan.
Direnmek yoksulluğa rağmen umutla.
Gülümsemek hayata hakiki dostlarla...

S.O.S.

2 Ağustos 2013 Cuma

PINAR KÜR' DEN YAZARLIK ATÖLYESİ

6-10 Eylül tarihleri arasında Ayvalık' da Pınar KÜR yazarlık atölyesi gerçekleştiriyor. Türkiye' nin en sevilen yazarlarından Pınar KÜR, edebiyattaki 38 yıllık tecrübesini, yazma konusundaki püf noktaları 5 gün boyunca katılımcılarla paylaşacak.Amatör veya profesyonel yazı yazmakla ilgilenenler için Ayvalığın eşsiz doğasında gerçekleşecek bu atölye kaçırılmayacak bir fırsat.

Atölyeler 14.00-17.00 saatleri arasında Ayvalık Ticaret Odasında gerçekleşecek.İlk gün ATO Ticaret Tarihi Galerisi’nde hoşgeldiniz kokteyli ile başlayacak ve toplam 15 saat sürecek atölye, son gün Pınar KÜR’ün evinde yapılacak veda Kokteyli ile son bulacaktır.

On-Art iletişim Danışmanlığı bünyesinde gerçekleşecek organizasyon ile ilgili detaylı bilgi ve kayıt için 0232 421 44 40 telefon numarasını arayabilirsiniz veya atolye@on-art.net adresine mail atabilirsiniz.