15 Eylül 2013 Pazar

PINAR KÜR İLE SÖYLEŞİ


Geçen hafta Art 10 Fikir Atölyeleri bünyesinde düzenlenen Pınar Kür yazarlık atölyesindeydim. Ayvalıkta edebiyat dolu günler geçirirken sevgili Pınar Kür’ ün çok değerli tecrübelerini dinleme şansına sahip oldum.Çok güzel insanlarla tanıştım.Ayvalık Ticaret Odasında düzenlenen kokteyl ile başlayan atölyemiz Pınar Kür’ ün evinde bizleri kabul ettiği veda kokteyli ile son buldu.Bu güzel organizasyonu gerçekleştiren On-Art İletişim Danışmanlığa ve Pınar Hocamıza tekrardan teşekkürler.

Labirenti andıran arnavut kaldırımlı taş sokaklarda bir müddet yürüdükten sonra Pınar Kür’ ün üç katlı yaşı asırı bulan evine varıyoruz. Az evvel şehrin göbeğindeki insanların, arabaların görüntüleri, gürültüleri şimdi uzaklarda kalmış, silinmeye yüz tutmuş hatıralar gibi. Burası sessiz ve sakin… Tam yazar işi! Pınar Hanım Çok sıcak karşılıyor ve hep birlikte terasa çıkıyoruz. Önümüzde uzanan Ege sırtında Cunda’ yı taşıyor ve Güneş  hayranlık uyandıracak şekilde adanın ardına kayıyor. Nefis bir manzara, tablo gibi bir gün batımı… Alt katta şöminenin ve Pınar Hanım’ ın kitaplığının bulunduğu salondan arka bahçeye çıkıyoruz. Bu huzur dolu bahçede yem yeşil ağaçların altına kuruluyoruz ve sohbete başlıyoruz.

-İlk olarak ne zaman yazmaya başladınız?
Üç buçuk yaşlarında daha okuma ve yazma bilmiyorken yazarlık kariyerim başlamış aslında.
-Nasıl yani?
Annemin yanına gidip eteğini çekiştirip “ anne şiir okuyayım, anne şiir okuyayım” diyip  kafiyeli dizeler söylermişim. Annem Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni, devamlı evin içersinde konuşulan edebi lisandan ötürü daha o yaşta bende bir kulak dolgunluğu olmuş devamlı dizeler çıkarmış ağzımdan .Oda üşenmeyip tüm söylediklerimi not edermiş.Bir süre sonra annem bunları dergilere yolluyor ve benim ilk yazım dört yaşındaki fotoğrafımla beraber yayımlanıyor.
-Peki iyi bir yazar olmak için  hangi özelliklere sahip olmak gerekir?
Çok iyi bir gözlemci olunmalı. Detayları ve ayrıntıları yakalamak gerekir. Aslında bakıldığında edebiyatın otuz iki temel konusu vardır. Bununla ilgili araştırma yapılmış ve Dünya’ da bugüne kadar ortaya konan eserlerin bu otuz iki konudan biri olduğu görülmüştür.Mesela Anna Karenina’ da ya da Aşk-ı Memnu’ da aynı konular işlenir.Mesele hikaye uydurmak değil biçimlendirmek en güzel şekilde tasvir etmektir, betimlemektir.Yani neyi anlattığın değil nasıl anlattığın önemli.Kelimelerle resim yapılmalı, anlatılan şey okuyucunun zihninde canlanmalı.Birde yazdığın zaman ilk atacağın şey en beğendin şey olsun!
-Bundan emin misiniz, ilk atılacak şeyin en beğendiğimiz şey olması…
Evet öyle olmalı. Kendi yazdığın şeye aşık olmaman gerekir yoksa hataya düşersin. Özeleştiriyi yapmak gerekir ve yazıda fazlalıkları atmak gerekir.
-Her yazarın konsantre olmak için uyguladığı kendine özgü yöntemleri vardır. Sizin tercih ettiğiniz bir ortam, saat ya da özel olarak yaptığınız bir şey var mı?
Ben konsantre olmak için yere kağıtları serer Napolyon falı açardım. E şimdi devir değişti, teknoloji gelişti. Bilgisayarın ekranında önce fal açıyorum sonra yine bilgisayarda yazımı yazıyorum.(gülüyor)
-Spor yaparken nasıl antreman yapılıyorsa yazarken de aynı durum geçerli midir?
Elbette, Ernest Hemingway her sabah yedide kalkar, beş yüz kelime yazarak güne başlar sonra ne yaparsa yaparmış.
-Peki siz nasıl hangi şartlarda ilk romanınızı yazdınız?
Sabah devlet tiyatrosunda işe gidiyorum, öğlen eve gelip çocuğa yemek yediriyorum. Akşamları geç saate kadar edebi kurul toplantısı oluyor ve ben orada dramatik olarak çalışıyorum. Bunların arasında nasıl yazdım ben sana söyleyeyim…Odamın kapısını kitlerdim.Tiyatroda koridor başlarında odacılar olurdu.Cüneyt dışında kim sorarsa yok dedirtirdim odacıyı.Cüneyt Gökçer tiyatromuzun müdürüydü.Çünkü odam yol geçen hanı olmuştu, provadan çıkan, provaya giden dalardı.Orada yazdım büyük kısmını.Bu arada okumamız için metinler gelir kurul olarak onları değerlendirirdik.Koca Halk Oyuncularında çalışıyordu.12 Mart dolayısıyla tiyatrocuların çoğu hapse girdi bizimki girmedi ama tiyatro dağıldı.İşsiz…Çocuk küçük...Bastım istifayı eşyaları yolladım kayınvalidenin evine kucağımda çocukla geldim İstanbul’a. MED isimli dersanede iş buldum akşamları İngilizce dersleri veriyordum.Öyle bitirdim işte.Ankara da başlayıp İstanbul da bitirdim.
-Kocanız yazmanıza destek oluyor muydu?
Desteklemedi de, kösteklemedi de. Asılacak kadın çıktığında çok bozuldu. Demek ki sen hiçbir zaman tatmin olmamışsın, memnun kalmamışınki bunu yazmışın dedi. Erkek kafası işte.
-Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır, erkek yazarları destekleyen kadınlar vardır ama kadın yazarların arkasındaki erkekler?
Erkek oturup ben yazı yazacağım dedi mi kadın çocukları susturur. Yemeklerini yapar, kahvesini eline götürür. Kadın olarak çocuğuna bakacaksın, kocanla meşgul olacaksın. Böyle bir ortamda kapanıp yazmak mümkün olmuyor.
-Az evvel tiyatrodan bahsetmiştiniz, tiyatro demişken yazarlık bir anlamda aktörlük, aktrislik olmuyor mu? Yazılacak karaktere çalışılması, onun kimliğine bürünmesi.
Şöyle diyelim... Aktörlük kadar anında yapılan bir şey değil. Daha uzun süreli bir karaktere girme. Tiyatronun bana olan yardımı şu:Sahneyi çok güzel görürüm, bir olayı yazarken o insanları oraya koymak, oturtup kaldırmak.Onu bir resim, bir sahne gibi görürüm.Ama karakteri oluşturmak.Aktör bunu yazara göre çok daha kısa zamanda yapar.Ben iki sene filan oluşturduğum kişilerle yaşıyorum.Bir takım olaylar yaşıyorum.Bazen çok azı giriyor romana.
-Yazacağınız karakterlerle vakit mi geçiriyorsunuz?
Kendi kendine konuşmak gibi… Ama şimdi herkes kendi kendine konuşuyor. Çünkü kulaklıkları var.( Burada gülüyoruz) Oyuncu ise daha kısa süre geçirir.Ben uzun yıllar aktris olmak istedim, oyunculuk yaptım, Robert Kolejde başrolleri oynardım.Mezun olurken Türk Tiyatrosu yeni bir isim kazanacaktır dediler.Fakat sonra anladım ki o hırs yok bende çok yırtıcı olmak lazım, ben bu kadar insanlarla uğraşamam dedim.Bunun örneğini sonra televizyonda çalışırken gördüm.

Bu  arada Pınar Kür’ ün bir gözü mavi, bir gözü yeşil bembeyaz tüylü Van kedisi yanımıza geliyor. Ayağımızın dibinde dolanıyor. Adı Mizgin, müjde anlamına geliyormuş. Pınar Kür Mizgin’ in hikayesini anlatıyor.

Bir gün kadınlar günü daveti için Diyarbakır’ a gittim. Baro başkanının eşi beni gezdiriyor.Soğuk bir Mart günü.Bir baktık sokakta bu bir gözü mavi bir gözü yeşil kedi miyavlıyor. Orada duran bekçiye kimin kedisi diye sorduk. “ Hiç gelip atmışlar cevabını aldık”.Etrafta bir tek çöp bile yok ölecek hayvan. Pazar günü dükkanlar kapalı, tüm şehri dolaştım ona özel sepet aldım İstanbul’ a götürmek için.Bir lokantaya gittik ve ciğerle besledik ve İstanbul’ a getirdim Mizgin’i.

16 yaşının aksine son derece hareketli ve haylaz olan Mizgin dizimin dibine geliyor ve yerde duran şarap kadehine göz dikiyor. Şısssst! O sana göre değil çarpar ha diyoruz.

-Yeni yürürlüğe giren içki ile ilgili düzenlemeye ne diyorsunuz?
Orada sana alkol taşıma demiyor. Arabanın içinde alkol içme diyor. Alkolü yasaklamakla kazaları kaldıramazsın.Sen arabayı kullananları eğiteceksin. Afedersin bakkaldan saat 22 de alacağına saat 21 de alsa stoklasa? İngiltere’de pub lar saat 23 de kapanır. Bu alkolü yok etme değil belli bir sarhoşluğu engellemedir.Amerika Birleşik Devletleri’ de yerine göre Türkiye’ den çok daha muhafazakardır. Özellikle ülkenin orta kesiminde.Yalnız kanunlar yapmıyor bunu. Okul aile birliği okullarda hangi kitabın okutulup okutulamayacağına karar verir.Devlet yasaklamıyor, insanlar kendileri yasaklıyor.Güneyde bir yerde Mark Twain’ in Huckleberry Finn kitabı içinde nigger (zenci) kelimesi geçiyor diye okulun birinde yasaklanabiliyor.Eskiden ABD’ de güneyde büyük bir siyah-beyaz ayrımı vardı.Aynı otobüse   binemezler, aynı okula gidemezler...Buna ilk bir kadın karşı koyuyor.Bir gün otobüste beyaz gelip ona kalk deyince kalkmıyor.Missisipi’ de üniversiteye ilk siyah öğrenci alındığında olay olmuştu.Upuzun bir yolda elinde çantasıyla polisin tuttuğu binlerce öğrencinin arasından okula girmişti.Hocaların ve öğrencilerin çoğu siyahi bir öğrencinin gelmesine karşıydı.Bu anlattıklarım 60 lı yıllarda oluyor.Bir Obama’ nın başkan olması müthiş bir şey bugün.Benim zamanımda ABD’ de kadın doktor kadın hakim yoktu.Kadınların yapacağı iş Üniversitede ya hocalık ya sekreterlikti.Mad Man dizisi o dönemi çok güzel anlatır. Dorothy Dandridge mesela. Halle Berry’ nin canlandırmıştı. Düşünki şarkı söylediği mekana arka kapıdan girmek zorundaydı.Performans yaptığı yere ön kapıdan giremiyor, orada içki içemiyordu.Böyle bir düzen vardı.50 yılda bugüne geldi.Çok savaştılar ama.O yıllarda ben derdim Türkiye’ de kadın doktor var burada yok.Türkiye’ de kadın hakim var burada yok.
-Peki şimdi?
Biz geriledik onlar ilerledi.

Laf lafı açtı, gecenin ilerleyen vaktine kadar sohbetimiz sürdü. Pınar Hanım çok cana yakın ve misafirperverdi. Vakit gece yarısına yaklaşırken müsaade istedik. Evden ayrılırken Pınar Hanım artan yiyecekleri koyduğu mendili dışarıda köşe başındaki çöp kutusunun yanına bırakmamı söyledi, karnı aç sokak hayvanları için.Pınar Hanım’ a ve bizleri bir araya getiren  Aylin Hanım’ a teşekkür edip vedalaştık.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder