Yabancılaşıyoruz. Hayata karşı yabancılaşıyoruz, eşimize, çocuklarımıza, arkadaşlarımıza karşı yabancılaşıyoruz. İçinde yaşadığımız topluma ve en kötüsü kendimize karşı yabancılaşıyoruz. Konuştuğumuz aynı dil ama ruhumuz sağırlaşmış bi türlü anlamıyor, anlasa da başka anlamlar çıkarıyor, geçmiş yaşların üzerine eklediği hayal kırıklıkları, yarım kalan hikayelerinin yarattığı çarklarının arasından geçirip terbiye ettiği hayatı. Diyaloğun başındaki aşk, sevgi, coşku, neşe, umut, hayaller artık yaşanamıyor. Toprak aynı toprak ama onu besleyecek yağmurlar bir türlü yağamıyor. Artık ağlamadığı için övünen ve işi hep şaklabanlığa vuran yeni yetme çömez bir palyaçolara döndürmüş hayat insanları. Halbuki bazen ağlamak da lazım bakışımızı ve kalbimizi yıkamak için. Hayatı suçlu ilan etmek doğru mu bilemiyorum. Sorun hayatta değil ona karşı aldığımız tavırda. Eşimize duyduğumuz sevgiyi, dostluklarımızı, hayata ve onun getirdiği sürprizlere olan inancımızı ve umudumuzu hep diri tutmalıyız. Tıpkı balkonumuzda ki saksıda bulunan çiçeğe bakar gibi bunlara bakmalıyız. Bu kendine ve hayata karşı yabancılaşma bir nevi duygusal alzheimer. İnsanlar duygulara yabancılaşıp, duyguları unutuyorlar. Siz öyle olmayın. Geçen yılların kendinize ve hayata karşı yabancı olmanıza izin vermeyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder