Ne kadar iyi olursanız olun eğer yanlış yerdeyseniz değersizsinizdir. Herbirimizin bir çevresi var. Aile ortamında, arkadaş ortamında, iş ortamında yada sosyal ortamlarda bulunuyoruz. Acaba hakettiğimiz değeri görüyor muyuz? Bu durum terazinin bir kefesinde olmaya benzer. Biz terazinin bir kefesinde bulunuruz. Ama diğer kefe boşsa yani değerimizin karşılığını karşı taraf ortaya koymamışsa o terazi dengesizdir ve bizim taraf aşağı çöker. Denge deyip geçmeyin, denge her şeydir. Araba benzinle çalışır, insan kalbi bulduğu değerle çalışır. Eğer bulunduğunuz ortamda saygı görmüyorsanız, size haksızlık yapılıyorsa orada asla durmayın. Değer çiçeğin suyu gibidir. Değer görmediğiniz yerde zamanla ruhunuz solar. Eğer siz bir yunussanız karada yaşayamazsınız. Değer aslında bir insanın en çok ihtiyaç duyduğu duygudur. Sanatçıların çoğuna bakın. Çocuklukları sorunlu geçmiş ve sevgi eksikliği çekmişlerdir küçükken. Çocukluklarından gelen bu noksanlığı konserlerde binlerce hayranına şarkı söyleyerek, beyaz perdede milyonlarca hayranına rol yaparak gidermeye çalışırlar. Bu ise sağlıklı bir durum değil. Size kendimden örnek vereyim. Yaklaşık 20 yıl önce üniversiteden yeni mezun olmuş yabancı dil bilen zehir gibi bir genç mühendistim. İstesem büyük şehirlerde yada yurt dışında kariyer yapabilirdim. Ama benim gözüm ünvanda yada yüksek maaşta değildi. Bu görüyü geçirdiği beyin kanaması sonucu hayatının son 3 yılını felçli olarak yatağa mahkum geçiren babamın hastalığından sonra kazanmıştım. Başarı, kariyer, para gibi hırsları bir kenara bıraktım. Hayatta her şeyin başı sağlıktı. Bana değer veren ve seven sevgili annemle Yalova'da yaşamaya başladım. Maaşı asgari ücretin biraz üstü basit bir işe girdim. 3 kuşaktan beri Yalova'lıydık ve burada tanınıp seviliyordum. Her adım başı bir tanıdıkla karşılaşma, o dostların bana geçirdiği sevgiyi bence satın alabilecek bir maaş-kariyer mertebesi yok. Kendinize bir sorun: acaba aradığım değer kamburu çıkmış koca bir metropoldeki 8-5 mesai yaptığım plazalarda mı? Yoksa sabah oldumu herkesle selamlaşıp günaydınlaştığım sahil kenarındaki küçük bir kasabada mı? Benim tercihim ikincisi ;)
30 Haziran 2024 Pazar
24 Haziran 2024 Pazartesi
Doğum
Tüm doğumlar güzeldir. Güneşin doğuşu güzeldir. Bir kuzunun doğumu güzeldir. Kalbimizde bir aşkın doğumu güzeldir. Doğum umut demektir. Umut ise uçmak gibidir. Bize kanatlar takar, hayal gücümüzü rüzgar yapar göklerde süzülürüz. İnsan bir kere mi doğar? Hayır insan defalarca doğar. Tıpkı bir ağaç gibi. Şu hayatta birbirini takip eden son baharlarımız ve ilkbaharlarımız var. Her baharda yeniden yeşilleniyoruz ve tabiata güzellik katıyoruz. Unutmayalım ki güneş batmadan yeniden doğamaz. Bitmesi gereken şeyler bitecek ve yerine yenileri gelecek. İnsan çocuğunu kaç yaşına gelirse gelsin sever ve onunla gurur duyar. Geçmişimiz bizim geride kalan ve yıllanmış çocukluğumuz. Geçmişimizi sevmeli ve geçmişimizle barışık olmalıyız. Kendimizden yeni bir ben doğurmalıyız. Hiç denemediğimiz şeyleri denemeli yeni şeyler keşfetmeliyiz. Şimdike kadar slow müzik dinlediysek pop dinleyelim. Şimdiye kadar balık olup suda yüzdüysek, kuş olup havada uçmayı deneyelim. Yenilikten korkmayalım. Kendimizi defalarca doğurmaktan korkmayalım. Unutmayalım ki; esmiş rüzgarla yelkenli gitmez. Esecek rüzgarlara yelkenimizi açalım.
22 Haziran 2024 Cumartesi
Hamal
Yenilgilerden hoşlanmıyoruz. Daha çocukken izlediğimiz çizgi filmlerde yenilginin kötülere has olduğu taze zihinlere kavratılıyor. Yenilgiyi kötülere has bir özellik olarak algılıyoruz.
Kötü kavramını biraz açayım. Kötüyü sadece ahlak ve davranışı fena olan olarak kullanmadım. Kötü: yeterince güçlü olamama, yeterince güzel yada akıllı olamama, yeterince zengin olamama, herhangi bir konuda yeteri kadar iyi olamama halinin kişide yarattığı eziklik duygusu.
Ezilmek istemiyoruz. Küçük düşmekten ölesiye korkuyoruz. Oysa insan; fakirlikle, gittiği yada gidemediği üniversiteyle, eski kıyafeti yada eski ayakkabısıyla küçük düşmez. Eğer yalancıysan, kendini beğenmişsen, ahlakında sorun varsa, insanlar arkandan iyi lakırdı etmiyorsa işte o zaman küçük düşersin.
Yenilgiyi hayatın doğal bir parçası olarak kabul ettiğimizde işte o zaman hayattan bir şeyler öğrenmeye başlayacağız. Çünkü yenilgi; başımıza gelen bir felaket değil içinden dersler çıkaracağımız bir öğretmendir.
İnsana Tanrı tarafından hayal gücü bahşedilmiş. Doğamızda hep daha iyisini istemek, hayal etmek var. Modern insan daha iyisi için türlü türlü yükün altına giriyor. Sırtımıza çuvalları alıyoruz ve ağırlıktan ötürü kanter içinde kalıp hayat yolundaki yürüyüşümüzde yavaşlıyoruz. Öyle gereksiz yükler yükleniyoruz ki artık kıpırdayamaz hale geliyoruz. Ama serde gurur var. O çuvalı bırakırsak kaybetmiş damgası yemekten korkuyoruz. O yükün altında ezilip nefes nefese kalmaktansa, kaybetmek yeğ değil midir sevgili okur? Kaybetmeyi de bilmeliyiz ilerideki yeni zaferler için. Hayatta hiç bir yük altında ezilip tutsak olmamıza değmez.
20 Haziran 2024 Perşembe
Felatun Bey ve Rakım Efendi
Son kitap tanıtımım Ahmet Mithat efendinin Müşahedat romanı olmuştu. Bugün yine başka bir Ahmet Mithat efendi eseriyle huzurlarınızdayım. Felatun Bey Ve Rakım Efendi romanını geçtiğimiz bayram için almıştım ve bir kaç günde bitirdim. Tadı damağımda kaldı desem yeridir. Eski dönem yazarlarının eserlerini okumak sizi zaman makinesiyle yolculuğa çıkartıyor. Ahmet Mithat Efendi 1800 ler İstanbul'unda yaşadığı için romanlarında dönemin sosyo-kültürel fotoğrafını çekip okurun önüne koyuyor. Bu roman; kahraman ve anti kahraman üzerine kurulu. Alafranga yaşama özentisi kültürü, centilmenliği kötü bir batı taklidi olan mirasyedi Felatun Bey anti kahraman. Babasız büyümüş, genç yaşta lisan öğrenmiş kendini yetiştirmiş zenginlere lisan dersi verip, gazetelere yazılar yazarak rızkını akıl teriyle kazanan çalışkan, dürüst bir karakter olan Rakım Efendi ise romanın kahramanı. Aşk, dostluk, dürüstlük, alçak gönüllülük, mutluluk gibi duyguları bulacaksınız Rakım Efendinin hikayesini okurken. Felatun Bey'den ise görgüsüzlük, ahlaksızlık, çöküş gibi konulara şahit olacaksınız. 173 sayfalık güzel bir kitap. Bir kahve parasına 35 liraya aldım.Ahmet Mithat Efendi bir kere okudunuz mu bağımlılık yaratan yazarlardan. Bi sonraki kitabımda Ahmet Mithat Efendi'den olacak.
15 Haziran 2024 Cumartesi
Ahmet Mithat Efendi
Ahmet Mithat Efendi 1844-1912 yılları arasında yaşamış Tanzimat devrinin önemli gazetecilerinden ve yazarlarından. Türk basın tarihinin en uzun soluklu gazetelerinden biri olan Tercüman-ı Hakikatin kurucularından. Hüseyin Rahmi Gürpınar'a hamilik eden ve onu edebiyat dünyasına kazandıran üstad. Osmanlı toprak kaybetip yok olmadan önce Sofya'da, Bağdat,da bulunur. Ressam Osman Hamdi Bey, Muhammed Zühavi ve Şirazlı Bakır Can Muattar gibi isimlerin bulunduğu geniş kültürlü çevreye girerek Batı ve Doğu kültürleri üzerine bilgisini derinleştirir. Yazılarından dolayı Namık Kemallerle sürgüne gönderilir. Resmini gördüğünüz Müşahedat adlı romanında Ahmet Mithat Efendi edebiyat tarihinde daha önce denenmemiş bir tekniği deniyor ve romanın içine kendini yani Ahmet Mithat efendiyi bir gözlemci bir kahraman olarak karıştırıyor. Bu romanda 1800 ler İstanbul'unun ve Osmanlısının sosyolojik ve kültürel yapısına şahitlik edeceksiniz. İki yakın arkadaş olan matmazel Siranuş ve Agavni ile tanışan Ahmet Mithat bey; bu iki genç bayanın arkadaşı Refet bey ve tüccar Seyid Muhammed beyin hatıralarından ve geçmişlerinden bir roman hikaye edecek bu romanda. Bu romanda talihin yeni doğan bir bebeğe bile acımamasını, yine aynı şekilde bahtsız çocukların talihin bir cilvesi sonucu bahtiyarlığa kavuşturması, hovardalıktan sükunete evrilen hayatlar, yoldan çıkma şansına sahipken onurunu koruyan bir genç kızın, kan bağı olmasa da can bağı bulunan ortayaşlı bir adamın genç bir kıza karşı beslediği babalık sevgisi ve bundan duyduğu manevi hazza, ezcümle dostluk, kardeşlik ve aşkın anlatıldığı şahane bir hikayeye tanıklık edeceksiniz. Ahmet Mithat Efendi'den Müşahedat. Uzun bayram tatilinize keyifli bir tat katabilir.
13 Haziran 2024 Perşembe
Elvis
Elvis Presley. O rock'n roll un kralıydı. Bir döneme damga vurdu. Müziğe ve kültüre yaptığı etki halen devam ediyor. Elvis'in hayatını anlatan 2022 yapımı Elvis filmini izledim.Küçükken babası hapse giriyor ve Elvis annesiyle siyahi mahallesinde büyüyor. Siyahi müziğinden etkileniyor ve bir beyaz olarak siyahi tarzında müzikleri, imajı ve dansıyla menajeri Albay Tom Parker sayesinde kısa sürede zirveye tırmanıyor. Amerika o yıllarda bağnaz ve ırkçılık sorununu halledememiş. Elvis siyahi dansı yaptığı ve beyazları siyahlar seviyesine indirdiği gerekçesiyle bir takım bağnaz politikacıların önderliğinde lince uğruyor. Kendine has dansı müstehcen bulunuyor ve sosyal lince uğruyor. Alehinde kampanyalar ve gazete haberleri yapılıyor. Bi dönem sansür yememek için tarzını değiştirmek zorunda kalıyor. Ama sonunda dayanamıyor ve içindeki gerçek Elvis'i ortaya koyuyor. Elvis rolünde Austin Butler çok başarılı. Filmdeki yaptığı danslarla gerçek Elvis'den ayıramıyorsunuz. Kariyeri boyunca onu sömüren menajeri rolünde Tom Hanks süper. Hanks gerçekten büyük oyuncu. Elvis'in hikayesinden şu çıkarımı yaptım. O sadece sahnedeyken mutluydu. Onca şan şöhret, milyonlarca hayran karısı çocuğuna rağmen kendine has bir yalnızlığı ve hüznü vardı. O sürekli koşmak zorundaydı. Eğer yürüyecek olursa ( sahnelerden uzak kalacak olursa ) ölecekmiş gibi yaşıyordu. Elvis 42 yıllık kısa hayatı boyunca hep koştu ve birgün bedeni bu tempoya isyan etti ve kalbi durdu. Ama Elvis müzikte ve şov dünyasında bir devrim yaptı ve ondan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
10 Haziran 2024 Pazartesi
Moda
Şık giyinmek bir kültürdür. Arkadaşlarımızla buluşmaya giderken hava müsaitse spor giyiniriz mesela. İş görüşmesine giderken ağır abi ağır abla moduna gireriz. Katılacağımız bir davet bir düğünse biz erkekler jilet gibi takım elbiselerimizi giyeriz. Kadınlar saçlarını yapıp yada özel günler için ayırdıkları türbanlarını takarlar en güzel tuvaletlerini elbiselerini giyerler. Kıyafet bir kişinin ambalajıdır. Herkes iyi kötü giyiminin şık olmasına dikkat eder.
Peki düşüncelerimizin kıyafetlerine özen gösteriyor muyuz? " Hoppalaa, düşüncenin kıyafeti mi olurmuş? " dediğinizi duyar gibiyim. Hemen izah edeyim. Kelimeleriniz düşüncelerinizin giydiği kıyafetlerdir. Öyleyse onları iyi giydirin desem. Düşüncelerimiz biz konuşunca podyuma çıkıyor. Ağzımızdan çıkan kelimeler fikirlerimize kimlik kazandırıyor. Birini etkilemek istiyorsak, bulunduğumuz ortamda fark yaratmak istiyorsak düşüncelerimiz şık olmalı.
Peki konuşacak güzel kelimeleri nasıl tedarik edeceğiz. Sonuçta onlar bir dükkana gidipte kredi kartımızla bedelini ödeyip satın alabileceğimiz elbise değil. Bunun tek bir yolu var. O da okumak. Bol bol kitap okumalıyız. Kitap okuyarak beynimizi entellektüel yönden beslemeliyiz.
Görünüşe kişilerin ambalajlarına kanıp çok yanlış arkadaşlıklar kurabiliyoruz. Ve vaktimizi enerjimizi boş yere tüketiyoruz. Bir kişiyi tanımanın en güzel yolu onunla sohbet etmektir. Kişinin vücuduna giydiği kıyafetlere değil, düşüncesinin kıyafetlerine yani sözcüklerine odaklanmalıyız. Her daim şık olalım sevgili okur. Düşüncelerimiz şık olsun. Bunun için okuyalım araştıralım. Biz düşüncemizi şıklaştırdıkça hayatımıza da şık insanları çekeceğiz. Denemesi bedava.
7 Haziran 2024 Cuma
Tanrı'nın Şevkati
Cuma günleri bi başka mutlu oluyorum. Cuma selası verilince abdestimi alıp camiye (Allah'ıma) koşuyorum. Genelde insanlar için Tanrı: gözle görülemediğinden, 5 duyu organıyla algılanamadığından her şeyin yaratıcısı sonsuz bir güç olarak evrenin, hayatın dışında her şeyi gözetleyen, yanlış eylemleri cehennemle cezalandıracak olan bir yargıç gibi kabul ediliyor. Tanrı hayatın tümüne tahakküm kurmuş, evrenin dışında bir yere kurulmuş insan zihninde bulanık bir resim.
Bir yavru kedi düşünün. Henüz bir kaç aylık. Kediyle birlikte evinizdesiniz. Siz yatağınıza uzanmışınız. Kedi ise odanın dışında koridorda. Kediye Melisa diye ( kedinin adı bu olsun) sesleniyorsunuz. Kedi sesinizi duyar duymaz küçük kulaklarını havaya dikiyor, sevgiyle parıldayan boncuk gözleriyle size bakıyor ve cevap olarak tatlı bir şekilde miyavlıyor. Miyav, miyav, miyav... Sesi o kadar tatlı ki. O daha bebek bir kedi. Ona seslendiğiniz için küçük patilerini harekete geçiriyor ve koşarak odaya giriyor. Yatağın kenarına geliyor. Zıplıyor ve yatağın üzerine çıkıyor. Sizin bacağınızın, karnınızın üstünde dolaşıyor. Küçücük başını okşamak için elinizi uzatıyorsunuz ve bebek kedi bir hamle yapıp siz daha okşamadan başını avucunuzun içine sürtüyor. Sonra ayaklarını toplayıp karnınızın üzerine yatıyor ve kedilerin mutlu olduğu zamanki gır, gır, gır seslerini çıkartıyor. O kedinin sizin bir "Melisa" diye seslenmenizle miyavlayıp size koşması, size sığınıp mutlu olması kalbinizde müthiş bir sevgi ve şefkat duygularının oluşmasına neden oluyor.
İşte biz kullar da Tanrı için yukarıdaki yavru kedi gibiyiz. O bize ezanla sesleniyor ve biz namaz kılıp, dua edip Tanrı'nın huzuruna çıktığımızda O bize karşı kedi örneğinde olduğu gibi inanılmaz bir sevgi ve şevkat duyuyor. Evet Tanrı kullarına karşı merhamet ve şevkat duyuyor. Yavru kedi bizim gözümüzde neyse biz insanlar da O'nun gözünde birer yavru kediyiz ve Tanrı'nın sevgisine, şevkatine, methametine talibiz.
Tanrı sadece ceza veren bir yargıç değildir. Tanrı: sevgidir, şevkattir, merhamettir. Onun merhameti gazabından çoktur. Çok da kibirlenmemek lazım insan olarak. Sonuçta biz O'nun karşısında aciziz, tıpkı yavru bir kedi gibiyiz. Mamamızı, suyumuzu O veriyor.Herkese hayırlı cumalar.
5 Haziran 2024 Çarşamba
J.K.Rowling'in Hikayesi
17 yaşında kolejden reddedildi.
25 yaşında annesi hastalıktan öldü.26 yaşında İngilizce öğretmek için Portekize taşındı.
27 yaşında evlendi.
Kocası onu suistimal etti. Kızı doğdu.28 yaşında boşandı ve depresyon teşhisi kondu.
29 yaşında yalnız bir anneydi.
30 yaşında artık bu dünyada bulunmak istemedi.
Ancak tüm tutkusunu tek bir şeye odakladı. O da yazmak.
31 yaşında ilk kitabını yayınladı.
35 yaşında 4 kitabı yayınlanmıştı ve yılın yazarı olarak anılıyordu.
42 yaşında kitabı yayınlandığı an 11 milyon kopya sattı.
Bu kadın Harry Potter'ın yaratıcısı J.K. Rowling. 30 yaşında nasıl intiharı düşündüğünü hatırladınız mı?
Bugün, Harry Potter 15 milyar doların üzerinde bir değere sahip global bir marka.
Asla pes etmeyin. Kendinize inanın. Tutkulu olun. Çok çalışın. Hiç bir zaman geç değil.
4 Haziran 2024 Salı
Akran Zorbalığı
Biz büyükler çocuklara baktığımızda onların gelişimini, kısacık hayatlarındaki yaralanıp berelenmelerini ( düşüp dizlerinin kanamasını kastetmiyorum burada ruhsal anlamda kullandım), çocukluktan ergenliğe geçişteki sancılarını pek önemsemiyoruz. " Biz nasıl büyümüşsek onlar da büyür " gibi tehlikeli bir bakış açısına emanet ediyoruz onları.
İnsan hayatta kazanımlar elde edince ve üzerinden yıllar geçince bu kişisel zaferlerin değerleri gözünde maalesef düşüyor. Kanıksıyoruz. Üniversiteyi kazanmak için verdiğimiz mücadeleyi, yada işimizi kurup yada bir işe girip kazandığımız ekmeğimizin kıymetini unutuyoruz. Bu galiba yaşlanmanın bünyede yarattığı deformasyon.
Bu deformasyona çocuklarımızı, torunlarımızı kurban etmeyelim. Unutmayalım ki çocuklarda bir mücadele içinde. Onlar da büyürlerken karakter kazanmanın emeğini veriyorlar. Hayatla sürekli bağlantı halindeler ve gencecik beyinlerine hayat internetinden sürekli yeni veri alışverişi yapıyorlar. Biz büyükler ne yapıyorsak o davranışı kendi hayatlarına kopyala yapıştır yapıyorlar ve akranlarına uyguluyorlar.
Evet akran dedim. Bu yazıyı yazmamdaki esas konuya geldim. Akran ve akran zorbalığı. Akran zorbalığı ebeveynler ne kadar farkında olmasa da okullarda çok yaygın bir sorun. Fiziksel, kültürel olarak daha güçlü bir çocuğun yada çocuk grubunun daha zayıf bir kurban çocuğa sürekli olarak uyguladığı fiziksel yada psikolojik bir şiddet türü. Kurban çocuk sürekli maruz kaldığı şiddet ve akranları tarafından dışlanma neticesinde genç yaşta ağır travmalar yaşayabiliyor ve çocukluktaki bu travmayı ömür boyu taşıyabiliyor. Aslında zorbalığa maruz kalan çocuk haricinde zorbalığı yapan çocuklarda kurban oluyor. Yaptıkları bu fenalık karakterlerine betonlanıyor ve büyüdüklerinde kibirle astlarını ezen, kendinden zayıfı hor gören sorunlu bireylere dönüşüyorlar.
Velhasıl kelam, uyanık olmalıyız. İş çocuğu yaptım, kitabını kıyafetini aldım yemeğini verdimle bitmiyor. Küçüklerimizle sohbet halinde olalım. Bir problem yaşıyorlarsa öğrenelim ve tedbir alalım. Ve davranışlarımızla onlara iyi örnek olalım.
3 Haziran 2024 Pazartesi
Damlaya Damlaya Göl Olur
Son dakika olmasaydı çoğu iş yapılmazdı demiş Micheal S. Trailor. Toplum olarak bir işi yapmak için yumurtanın kapıya gelmesini bekliyoruz. Öğrenciyken sınavlara bir iki gün kala çalışmaya başlıyoruz, iş yerinde işleri son ana bırakıyoruz, din konusunda bile son dakikacıyız. Gençken her haltı yiyelim ihtiyarlayınca hacca gider namaza başlarım diyoruz. Sanki uzun yaşayacağımızın garantisini Allah'tan almışız gibi.
Bu son dakikacılığımızın yansıması sokak hayvanlarında da böyle. Yıllardır kısırlaştırmamışız, yıllardır barınak yapmamışız sorun büyümüş büyümüş şimdi zavallı hayvancıkları "son dakika" çözümüyle uyutalım diyoruz. Vallahi yazık billahi yazık...
İşleri son dakikaya bırakmanın ardında "erteleme" hastalığı yatıyor. Bu durum ilişkilerde de ortaya çıkıyor. Partnerimizle ilişkimizde yolunda gitmeyen bir şeyler olabiliyor. Bu çok doğal çünkü mükemmel ilişki diye bir şey yok. Doğal olmayan bu sorunu görmezden gelmemiz yok saymamız. Sorunu konuşmayı erteliyoruz erteliyoruz ve başta çözülebilir olan o sorunu erteledeğimiz için kocaman bir soruna dönüşüyor ve çözümü son dakikaya bıraktığımız için işin içinden çıkamıyoruz.
Çiçekleri düşünelim. Güzel bir bahçeyi. Çiçeklerin nasıl her gün sulanmaya ihtiyacı varsa problemlerinde bize verilmiş geniş zamanda her an ilgilenilmeye ihtiyacı var. Saksıdaki çiçek eğer onu her gün sularsak canlılığını korur ve mekanımızı güzelleştir. Bir ay sulamayıp ayın son günü sulamaya kalkarsak o çiçek maalesef ölür. O yüzden işlerimizin çözümünü zamana yaydığımız ufak adımlarla halledelim. Atalarımız boşuna dememiş damlaya damlaya göl olur.