Bu kaçıncı gün batımı...
Kaçıncı denize bırakışım kederleri..Güneş' in ardından karanlığa gömüşüm tüm dertleri.
Eriyor tasalar engin denizde, karışıp gidiyor dalgaların sesine.
Şimdi bulutsuz göğe mi kansam?
Semada parlayan yıldızlara mı inansam?
Otursam, güzel günlerin hayalini mi kursam?
Buzlu Jack Daniels gibisin,
Hayat...Seni yavaşça tadına vararak içmek istiyorum.
E, ozamanda buzlar erir, tadın seyrelir...
Yaşamak seni...Nasıl bir dengedir? Bu adam iki direk arası ipte gezinir.
Sen bir sirk, ben bir cambaz, ha ha...feleğin çemberi beni yakmaz!
30 Temmuz 2013 Salı
29 Temmuz 2013 Pazartesi
ÇÖL
Çaresizlik ıssız bir çöl,
yürü yada öl.
Bana umut,
Güneş' in önünden geçen bulut.
Bozkırlardan ıslık çalar rüzgâr,
tenim yalancı serinliğe kanar.
Rahatı unut, buralara uzak bahar.
Düşler bana bir yurt,
Ayaklar yola çıkar, gönül tamamlar
İlerde bekler seni bir göl,
yürü yada öl.
Kendinle yoldaş ol,
bitirmek için yok başka bir yol.
İçindeki acı zorluğun,
bedenindeki sancı dostun.
Ararsan düşman bol, kanarsan yakın son.
Uyan..! kazanan ol,
Gönlündeyse umudun, gülümse açıktır yolun.
yürü yada öl.
Bana umut,
Güneş' in önünden geçen bulut.
Bozkırlardan ıslık çalar rüzgâr,
tenim yalancı serinliğe kanar.
Rahatı unut, buralara uzak bahar.
Düşler bana bir yurt,
Ayaklar yola çıkar, gönül tamamlar
İlerde bekler seni bir göl,
yürü yada öl.
Kendinle yoldaş ol,
bitirmek için yok başka bir yol.
İçindeki acı zorluğun,
bedenindeki sancı dostun.
Ararsan düşman bol, kanarsan yakın son.
Uyan..! kazanan ol,
Gönlündeyse umudun, gülümse açıktır yolun.
27 Temmuz 2013 Cumartesi
THE WOLVERINE-HUGH JACKMAN
1945 yılında iki genç adamın kaderi nagazaki de askeri bir kampta kesişir.Bunlardan biri ölmeye hazır bir mahkum, diğeri ise ölüme hiç bir zaman hazır olmayan japon subayıdır.C-54 den bırakılan fatman bombası 80.000 kişiyi öldürürken japon subayın hayatı Amerikalı mahkum tarafından kurtarılır.
Jean Gray'in ölümünden sonra Logan herşeyi bırakmış, amaçsızca dolaşmaktadır. Yukio Logan'a ulaşır ve efendisi Yoshida' nın mesajını iletir.Hayatı sona ermek üzere olan Yoshida yıllar önce hayatını kurtaran Logan'a son bir kez teşekkür etmek istemektedir.
Yıllar sonra iki adam Tokyo'da bir araya gelir.Biri hiç değişmemiş halen genç ve efendisi olmayan bir samuray gibidir.Yani Ronindir.Diğeri ise Japonya' nın en büyük holdingini kurmuş artık ihtiyarlamış ve ölmek üzere olan Yoshida dır.Değişmeyen tek şey Logan'ın ölmeye hazır olması, Yoshida nın ölmeye hazır olmamasıdır.
Yoshida Logan' a kendini iyileştirme enerjisini ona aktarmasını teklif eder.Böylece Yoshida kurtulacak, Logan ise normal bir insanın hayatına kavuşacaktır.
Logan bunu reddeder.Yoshidan' nın cenazesinde ailenin varisi Mariko yakuza tarafından kaçırılır ve Wolverine'in savaşı başlar.
The Wolverine yine bol aksiyon ve macera sunuyor ve yeni bir xmen filmi müjdeliyor.Filmin sonunda yazılar bitmeden çıkmayın! Hikayenin sonunda sürpriz var.2 saat 6 dakika süren filmin yönetmenliğini James Mansold yapıyor ve Hugh Jackman yine başrolde.3-D firmatındaki film tam bir eğlencelik vakit geçirtici cinsten.
Jean Gray'in ölümünden sonra Logan herşeyi bırakmış, amaçsızca dolaşmaktadır. Yukio Logan'a ulaşır ve efendisi Yoshida' nın mesajını iletir.Hayatı sona ermek üzere olan Yoshida yıllar önce hayatını kurtaran Logan'a son bir kez teşekkür etmek istemektedir.
Yıllar sonra iki adam Tokyo'da bir araya gelir.Biri hiç değişmemiş halen genç ve efendisi olmayan bir samuray gibidir.Yani Ronindir.Diğeri ise Japonya' nın en büyük holdingini kurmuş artık ihtiyarlamış ve ölmek üzere olan Yoshida dır.Değişmeyen tek şey Logan'ın ölmeye hazır olması, Yoshida nın ölmeye hazır olmamasıdır.
Yoshida Logan' a kendini iyileştirme enerjisini ona aktarmasını teklif eder.Böylece Yoshida kurtulacak, Logan ise normal bir insanın hayatına kavuşacaktır.
Logan bunu reddeder.Yoshidan' nın cenazesinde ailenin varisi Mariko yakuza tarafından kaçırılır ve Wolverine'in savaşı başlar.
The Wolverine yine bol aksiyon ve macera sunuyor ve yeni bir xmen filmi müjdeliyor.Filmin sonunda yazılar bitmeden çıkmayın! Hikayenin sonunda sürpriz var.2 saat 6 dakika süren filmin yönetmenliğini James Mansold yapıyor ve Hugh Jackman yine başrolde.3-D firmatındaki film tam bir eğlencelik vakit geçirtici cinsten.
25 Temmuz 2013 Perşembe
2013 POWERADE RUNFIRECAPPADOCIA ULTRA MARATHON
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Argos Kültür-Sanat ‘ın düzenlediği Prof.Dr.Taner Damcı’ nın direktörlüğünü yaptığı Powerade RunFireCappadocia Ultra Maratonu organizasyonuyla, Kapadokya’ nın mistik ve büyüleyici atmosferinde koşulan yarışlarıyla, birbirinden büyük sporcularıyla dört dörtlük bir yarış.Ben hayran kaldım ve her yıl yarışma takvimime alacağımdan eminim.Hayatında hiç koşmayıp organizasyona gelip gören birisi yemin ediyorum bir sene içinde ultra maraton koşucusu olur ve bu eşsiz yarışı kaçırmaz.Ben 2013 Powerade RunFireCappadocia Ultra Maratonunu tecrübe etmiş biri olarak herkese tavsiye ediyorum.Bu organizasyonda emeği geçen herkese canı gönülden teşekkürler.
Erken vakitteki uçuşum nedeniyle cuma akşamı az uyumuştum.10.000 metre irtifada Nevşehir’ e yaklaşırken pencerenin ardında görünen manzara göz kapaklarıma kapanması için faşist baskı yapan uykumun ve gözlerimin zınk diye açılmasına neden oldu. Çöle dönmekle dönmemek arasında kararsız kalmış tepelerden oluşan çorak coğrafyadaki Tuz gölü aykırı bir krallık gibi duruyordu. Gölün kıyıya yakın kısmındaki su birikintileri kocaman bir tuz okyanusunda kaybolmuş adacıklar gibiydi. Sudan adacıklar…Şu an üzerinden geçmekte olduğum, avucumun içine sığan tuz gölünden birkaç gün içinde koşarak geçme düşüncesi kalp atışlarımı hızlandırdı.
Uçhisar-1.Gün:
Kamp alanına geldiğimde büyülendim. Burası Güneşin doğuşu ve batışı için tabiatın mimarı tarafından özel olarak tasarlanmış eşsiz bir teras. Olağanüstü günbatımına şahit olduktan sonra yarın koşacağımız ilk etap ile ilgili brifing için koşucuların konakladığı 5-8 kişilik çadırlardan çok daha büyük olan ana çadıra geçtik. Brifingler her akşam ertesi gün koşulacak etapta arazinin güzergah, yükseklik ve yeryüzü şekilleri hakkında bilgilendirme yapıldığı teknik toplantılar şeklinde gerçekleşiyor. Brifingden sonra çadırlarımıza dinlenmeye çekildik.Ama pek çok koşucu yaşadığı büyük heyecandan hemen uyuyamadı.Şahsen benim kalbim Rocky Balboa, göğüs kafesim Ivan Drago olmuş KÜT KÜT KÜT vuruyordu.Alt tarafı koşu n’ olacak yani demeyin öyle olmuyor işte!Paylaşılan ortak atmosfer, heyecan apayrı bir duygu işte…
Sabah keçi kılı çadırlardan içeri sızan ışık huzmesiyle uyandım. Dışarı çıktığımda benim gibi erken uyananlar semada doğmakta olan Güneş ve ona eşlik eden onlarca balonun bu mistik coğrafyada oluşturduğu gündoğumunu hayranlıkla izliyorduk. Bu, Powerade RunFireCappadoccia Ultra Maratonunda (kısaca RFC diyebiliriz) bizleri bekleyen 6 zorlu günün görkemli bir doğumundan başkası değildi.
Deveye sormuşlar; “iniş mi olsun yokuş mu?” diye oda “yahu bunun düzü yok mu?” demiş.
Koşacağımız zorlu parkurda sınırlarımızı test edebilmemiz amacıyla koşu süresince Güneşin daha şiddetli olması için start 10.30 da verildi. Milattan önce civarına yerleşenler tarafından nakışlanan peri bacalarının başlangıcındaki 40 metre yüksekliğindeki devasa kaya parçasına doğru tırmanışa geçtik. Bu vakti zamanında savunma ve gizlenme, şimdilerdeyse Kapadokya’ nın büyüleyici atmosferini seyretmek için kullanılan Uçhisar kalesiydi. Bugünse etrafından dolanarak koşacak olan ultra maratoncuları selamlamak için yerli halkı ve turistleri barındırıyordu.Yarışın başında İznik Ultra Maratonundan yol arkadaşlarımdan Erhan Abiye rastladım.Sonrasında Yonca, Çıplak Ayak Ted(Dünyaca ünlü BarefootTed son 7 senesini uzun mesafe koşularını çıplak ayakla koşma üzerinde uzmanlaşarak geçirdi.Şimdilerde görüşlerini kliniklerde ve seminerlerde paylaşmakta.) ve İrem ile devam ettik.
Hani Deveye sormuşlar; “iniş mi olsun yokuş mu?” diye oda “yahu bunun düzü yok mu?” demiş.İşte bizimde gittiğimiz yollar aynen böyleydi.Daracık patikalarda bir indik bir çıktık.Hopladık zıpladık kaydık.Bazı noktalardan bırakın yürümeyi resmen dağcılık yaptık.Parkurun bu zorluk derecesi ve sıcağı bizi zorladığı kadar labirentleri andıran kafa karıştırıcı rotada kaybolmamak içinde gayret sarf ettik.Çünkü rotadan sapıp farkına varmadan uzun bir süre yanlış yönde koşmak çok büyük vakit kaybı demek.Buda kontrol noktalarına geç varmak ve diskalifiye olmak anlamına geliyor.Burada yol boyunca kullandığımız içersine gideceğimiz rota yüklenmiş Garmin gps ler imdadımıza yetişti.Labirentleri andıran güzergahta asistanımız oldu.İlk kontrol noktasına vardığımda hemşerim Muazzez de oradan bizlere destek oluyor motive ediyordu.Yalovalı Ultra Maratoncu, Muazzez RFC de koşmamasına rağmen ultracılara destek için Kapadokya daydı. Kontrol noktalarında, finişlerde, kampta moral verdi.11. km deki kontrol noktasından Orta hisar’ a varıncaya dek önce tarlalardan sonrada asfalt yoldan devam ettik. Orta hisardan sonra yine çok sert bir inişle vadiye çıkıp uzun selvi ağaçlarının arasından koşarak finiş noktasına ulaştık ve ilk etabı tamamladık ve Damsa barajındaki ikinci kamp noktasına doğru geçtik.
Damsa Barajı-2.Gün:
Barajın kıyısına kurulmuş kamp alanına doğru yaklaşırken Damsa Barajının masmavi sularına dalmak çok çekici geldi lakin kenardaki “Baraja girmek tehlikeli ve yasaktır” yazısını görünce ilk etapta sıcaktan kavrulmuş bedenimi kampta bizler için kurulan son derece lüks wc-duşları içeren konteynırdaki duşta serinletip çadırda yarınki etap için dinlenmeye çekildim. Kamp yine aynı konseptte; dizilimleri bana hilali anımsatan ultracıların kaldığı çadırlar arka alanda, kampın girişinde yani ön alanda brifinglerin verildiği ana çadır, yemek servis alanı ve konteynır wc-duşlar yer alıyor.Kampımız biz her gün nereye koşarsak toplanıp mobilize olarak o bölgeye taşınıyor ve biz koşumuzu tamamlayıp finişe vardığımızda hazır oluyor.
Uçhisardan sonra Damsa kampı da süperdi, göl kıyısında selvi ağaçlarının arasında tertemiz havada esen küfür küfür rüzgar bünyeye ilaç gibi geldi.Ne bir egzoz dumanı, korna sesi, ışık kirliliği, tüm kirliliklerden uzak…Sadece börtü böcek sesleri, temiz hava ve elle tutabileceğiniz kadar net ve yakın yıldızlar.(E, şehirlerdeki ışık kirliliği yok ki!!) Böyle güzel bir ortamda dinlendikten sonra ikinci etabın sabahı geldi. Bu arada Gobi Çölü Ultra Maratonunda 2.olan ve Kapadokya dada tozu dumana katan Mahmut Yavuz la da tanıştım. Vay kimlerle start alıyorum be! Akşam ki brifingden anladığım kadarıyla inişi çıkışı, uçması düşmesi olmayan düz bir rotaydı. Bu beni gaza getirdi start verildi… Kaymaklı’ dan Kayırlıda bulunan 2. Finiş noktasının ve kurulmakta olan kampımızın olduğu Kayırlıya doğru koşuya başladık. Adeta sapsarı bozkır denizlerinin arasından koşuyorduk.Uçsuz bucaksız, rüzgarın size eşlik ettiği bir yolda...Yine bambaşka büyüleyici bir rota.Zaten Powerade RunFire Cappadocia Ultra Maratonunda her şey büyüleyici.Koşarken hayran hayran doğayı izliyordum.Semada hızlı çekim ilerleyen bulutlarla yarışıyorum sanki.Açık mavi gökyüzünde hızlı çekim bulutlar, aşağıda sapsarı bozkırlar ve arada manzarayı eşsiz kılan dağlar…Koşuya hızlı başladığım için erken yoruldum.Tarlaların arasında iki köy geçtim.İkinci köyden sonra bi baktım Erhan Güler Abim yanımda bitiverdi.
-Abi bayağı bi hızlanmışsın yetiştin bana dedim.
-Onur ben başladığımdan beri aynı tempoda gidiyorum yavaşlayan sensin dedi. Harbiden haklıydı, hızlı başlayınca pilim hızlı bitti.Bu arada pil demişken Erhan Abi ;
- ya Onur benim gps de bi sorun var galiba değişelim şuna bi bakar mısın dedi.
-Tabi ki dedim. Acaba pili mi bitti ne.
-Abi siz İznik’te bi ara yanlış rotaya sapıp kaybolmuştunuz de mi?
-ya sorma Onur öyle oldu yarım saat kaybettik derken bi baktım sapağı geçmişiz yanlış yola girmişiz!!!
Meğersem arkadan gelen Yonca Çıkarmış düdüğü çalıyormuş, yırtınmış “Yanlış yola girdiniz” diye ama duyan kim...Neyse gerisin geriye döndük ve doğru rotadan tekrar girdik.Genelde toprak ve kum yoldan ilerliyorduk tarlaların arasından.Etabın ortasına geldiğimde dilim 5 karış dışarı çıkmış kondisyon yerlerde sürünüyordu.Tam tepedeki Güneş, sıcak ve bitik vücudum bana AdımAdım ‘ın desteklediği STK lardan olan Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı /Koruncuk/ için geçen Ocak ayında Mısırda koştuğum ilk Maratonumu hatırlattı.Orada da çok zorlanmış, sıcaktan bunalmıştım.Biraz soluklanıp su içtikten sonra yola devam ettim ve sürüne sürüne de olsa finişe ve 3. Kampımıza ulaşarak 2. Etabı da tamamladım.Bu arada RFC de finişlere girişte başka bi keyif.Davullar eşliğinde pek havalı giriyorsunuz, yorgun bile olsanız şöle bi göbek atasınız geliyor..
Kayırlı kampımız dağların eteğinde sarı bozkırların içinde başka güzellikteki bir bölgeydi.Bu arada Michel Ufer’i karşımda görünce çok şaşırdım.Kendisini ilk olarak yaklaşık 1 yıl önce bir gazeteye verdiği röportajda tanımış Mental Training yöntemine hayran kalmıştım.Gerçekten öyle, her şey kafada bitiyor!Akşam yemeği brifing ve inanılmaz yorgunluk sonrası deliksiz bir uyku.Sabah uyandığımda Haluk Akalın bi horlama listesi yaptı.Bu arada Haluk Abi,Yonca ve Elena çadır arkadaşlarımdı.Sıralamada 1. Sırada Yonca (e gündüz koşup yorulduğu yetmiyor bide herkes uyurken geceleri gazeteye yazı yetiştiriyor!) 2. Sırada ben varmışım.Hatta gece bi ara Haluk Abi beni hafiften bi itekleyince horultumun desibeli azalmış. :D (Ne yapayım yaa 2. gün çok yorulmuşum)
Sabah kahvaltısından sonra kendimi bi daha yokladım ve 4 gün daha aralıksız koşamayacağımı anladım.Sıcak, yorgunluk, ayaklarımdaki ağrı… Kamptan ayrılırken Bakiye Abla seslendi ”Onur bırakma diye.Daha Tuz gölünde koşacağız, bunu bırakıyorsan Likya Yolu Ultra Maratonunu hiç yapamazsın dedi.Sesi de tıpkı kendisi gibi kararlıydı Bakiye Abla’ nın.(Bakiye Duran yaşayan efsanelerden, yıllardır yurt içi olsun yurt dışı olsun en zorlu Ultra Maratonları tamamlıyor Türk Kadınına dimdik ayakta durması ve her daim yoluna devam etmesi konusunda örnek oluyor.)Bi an kararımı değiştirmeyi düşündüm.Kim bilir kendimi zorlasam ayaklarım beni götürecekti ama kafa ve gönül devam etme taraftarı değildi.Belki sakatlanma pahasına bitirirdim. 4 gün daha devam edip bitirmek kolay, o kararı alıp çekilmek zor olandı.Ben galiba zor olan kararı aldım ve kamptan ayrıldım…
10.000 metre irtifada pencereden dışarı baktığımda bi an gökyüzünü kaplayan kocaman bir LGBT bayrağı gördüğümü sandım. Hayır hayır.Bu Güneşin ufkun ardına kaydıktan sonra semada bıraktığı renklerden başkası değildi.Maviden turuncuya kayan inanılmaz bir renk cümbüşü vardı.O sırada karaltılar arasında kalmaya başlayan Tuz gölüne baktım…
19 Temmuz 2013 Cuma
CappadociaRunFire Ultra Marathon
Hani bir gün sokakta yürürken yerde duran göz alıcı bir düğmeye rastlarsınız.Çok beğenir hemen avucunuzun içine alır sıkıca kavrarsınız.Okadar hoşunuza giderki onu sürekli üzerinizde taşımak için önce bir gömlek dikersiniz ve düğmeyi üzerine iliştirirsiniz.Sonra altına bide pantolon diktirir yürümeye devam edersiniz.Her şey tesadüfen veya ... yolda bi şekilde rastladığınız bir düğmeyle başlamıştır. Bir zaman sonra bi bakmışınız tepeden tırnağa yenilenmiş, ceketiyle pantolonuyla gömleğiyle yepyeni biri oluvermişiniz...
İşte benim koşu serüvenimde bu hesap.Soğuk bir Kasım akşamında kantarda 3 haneli rakamlarda Nasuh Mahruki' yi aratmayan bir hızla zirveye ( ama Everest'in değil obezitenin zirvesi! :)) ) tırmanışa geçen kiloma dur demek ve zayıflayıp sağlıklı bir yapıya kavuşabilmek için yürümeye başladığımda o akşam biri çıkıp " Hey Onur, 6 ay sonra zayıflamış fit biri olarak Avrasya Maratonunda Asyadan Avrupaya 8 km koşarak geçeceksin, sonrasında 8-10-15 km derken birgün yarı maraton koşacaksın " dese benimle dalga geçtiğini düşünürdüm.Hele bunları 9 yaşındaki Onur' un aklına getirmesi bile mümkün değildi!Ama bunlar oldu tüm o yarışlar koşuldu.Koşmak ilk başta bir araçken en büyük tutkum oldu.Sonrasında doğumgünüme gelen bir Kasım gününde her biri birbirinden kıymetli, iyi kalpli insanlardan oluşan Adım Adım ailesiyle tanıştım.İyilikpeşinde koşan Adım Adımcılardan biri oldum adeta yeniden doğdum.
Adım Adım yurtdışında 'charity run' olarak bilinen kollektif yardımseverlik koşusunu Türkiyede tanıtmak ve yaygınlaştırmak için kurulan ilk sivil toplum oluşumudur.Adım Adım başta uzun mesafe koşuları olmak üzere yüzme, bisiklet, dağcılık gibi dayanıklılık gerektiren sporlar aracılığıyla ülkemizin önemli sosyal sorumluluk projelerine maddi kaynak ve tanıtım desteği sağlıyor.
2007 yılandan beri 1300 AA sporcusu 2200 adet yardımseverlik koşusuna katılarak 27.000 bağışçıdan 3.600.000 TL bağış topladı ve 20.000 kişiye yardımcı oldu.Adım Adım ın desteklediği
TOFD:Türkiye Omurilik Felçlileri derneği ile engelliler özgürlüğüne kavuşuyor.
Buğday derneği ile geleceğim tohumları destekleniyor
TEGV:Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ilebir çocuk değişir Türkiye değişir denerek ülkemizin teminatı çocuklarımızın eğitimlerine katkıda bulunuluyor.
TOG:Toplum Gönüllüleri Vakfı ile pırıl pırıl gençlerimize destek olunuyor, gençlerin sorumluluk alarak gerçekleştirdiği 900 den fazla proje Türkiye'nin 66 ilinde hayata geçiriliyor.
Koruncuk vakfı ile Allah'ın bizlere emaneti korunmaya muhtaç çocullarımıza el veriliyor.
AKUT ile felaketzede, kazazede insanlara nefes olunuyor.
TEMA ile Türkiye çöl olmasın deniyor.
Spor yaparak, gönüllü olarak, bağışçı olarak,şirket olarak, sivil toplum kuruluşu olarak harekete geçmek istiyorsanız www.adimadim.org adresine gözatabilirsiniz.
Adım Adım ailesinin bana verdiği enerji ve iyilik peşinde koşmanın getirdiği motivasyonla ben hayalini kurduğum 42km Maraton koşma rüyamı gerçekleştirdim.Yazının başında dediğim gibi yolculuk var...20-27 Temmuz tarihleri arasında POWERADE sponsorluğunda Runfirecappadocia Ultra Maratonunda olacağım. www.runfirecappadocia.com adresinden yarışla ilgili tüm bilgileri bulabilirsiniz. Albert Einstein" Mantık insanı A noktasından B noktasına götürür, hayalgücü ise her yere!" demiş. Çöl sıcağında 6 gün boyunca koşulacak bu yarış benim için tamamen yepyeni bir deneyim olacak.Şu an kendimi bir sinema salonunun kapısında afişini görmediğim, konusunu bilmediğim bir filme giriyormuşum gibi hissediyorum.Aksiyon mu?Macera mı? Komedi mi?Gerilim mi?Belkide hepsi...Ama kesinlikle emin olduğum bir şey varki ben bu koşu denen filmi çok ama çok seviyorum ve inanılmaz keyif alıyorum.Önümüzdeki hafta Kapadokya' nın büyüleyici ve bir okadarda mistik atmosferinde birbirinden kıymetli dostlarla ve büyük sporcularla beraber yol alacağımdan ötürü heyecanım ve mutluluğum zirvede!6 gün sürecek bu zorlu koşunun tüm detaylarını sizlerle günlük olarak paylaşacağım.Tekrardan bana güç veren Adım Adım T-shirt'ünü giymek için sabırsızlanıyorum.Görüşmek üzere...
İşte benim koşu serüvenimde bu hesap.Soğuk bir Kasım akşamında kantarda 3 haneli rakamlarda Nasuh Mahruki' yi aratmayan bir hızla zirveye ( ama Everest'in değil obezitenin zirvesi! :)) ) tırmanışa geçen kiloma dur demek ve zayıflayıp sağlıklı bir yapıya kavuşabilmek için yürümeye başladığımda o akşam biri çıkıp " Hey Onur, 6 ay sonra zayıflamış fit biri olarak Avrasya Maratonunda Asyadan Avrupaya 8 km koşarak geçeceksin, sonrasında 8-10-15 km derken birgün yarı maraton koşacaksın " dese benimle dalga geçtiğini düşünürdüm.Hele bunları 9 yaşındaki Onur' un aklına getirmesi bile mümkün değildi!Ama bunlar oldu tüm o yarışlar koşuldu.Koşmak ilk başta bir araçken en büyük tutkum oldu.Sonrasında doğumgünüme gelen bir Kasım gününde her biri birbirinden kıymetli, iyi kalpli insanlardan oluşan Adım Adım ailesiyle tanıştım.İyilikpeşinde koşan Adım Adımcılardan biri oldum adeta yeniden doğdum.
Adım Adım yurtdışında 'charity run' olarak bilinen kollektif yardımseverlik koşusunu Türkiyede tanıtmak ve yaygınlaştırmak için kurulan ilk sivil toplum oluşumudur.Adım Adım başta uzun mesafe koşuları olmak üzere yüzme, bisiklet, dağcılık gibi dayanıklılık gerektiren sporlar aracılığıyla ülkemizin önemli sosyal sorumluluk projelerine maddi kaynak ve tanıtım desteği sağlıyor.
2007 yılandan beri 1300 AA sporcusu 2200 adet yardımseverlik koşusuna katılarak 27.000 bağışçıdan 3.600.000 TL bağış topladı ve 20.000 kişiye yardımcı oldu.Adım Adım ın desteklediği
TOFD:Türkiye Omurilik Felçlileri derneği ile engelliler özgürlüğüne kavuşuyor.
Buğday derneği ile geleceğim tohumları destekleniyor
TEGV:Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ilebir çocuk değişir Türkiye değişir denerek ülkemizin teminatı çocuklarımızın eğitimlerine katkıda bulunuluyor.
TOG:Toplum Gönüllüleri Vakfı ile pırıl pırıl gençlerimize destek olunuyor, gençlerin sorumluluk alarak gerçekleştirdiği 900 den fazla proje Türkiye'nin 66 ilinde hayata geçiriliyor.
Koruncuk vakfı ile Allah'ın bizlere emaneti korunmaya muhtaç çocullarımıza el veriliyor.
AKUT ile felaketzede, kazazede insanlara nefes olunuyor.
TEMA ile Türkiye çöl olmasın deniyor.
Spor yaparak, gönüllü olarak, bağışçı olarak,şirket olarak, sivil toplum kuruluşu olarak harekete geçmek istiyorsanız www.adimadim.org adresine gözatabilirsiniz.
Adım Adım ailesinin bana verdiği enerji ve iyilik peşinde koşmanın getirdiği motivasyonla ben hayalini kurduğum 42km Maraton koşma rüyamı gerçekleştirdim.Yazının başında dediğim gibi yolculuk var...20-27 Temmuz tarihleri arasında POWERADE sponsorluğunda Runfirecappadocia Ultra Maratonunda olacağım. www.runfirecappadocia.com adresinden yarışla ilgili tüm bilgileri bulabilirsiniz. Albert Einstein" Mantık insanı A noktasından B noktasına götürür, hayalgücü ise her yere!" demiş. Çöl sıcağında 6 gün boyunca koşulacak bu yarış benim için tamamen yepyeni bir deneyim olacak.Şu an kendimi bir sinema salonunun kapısında afişini görmediğim, konusunu bilmediğim bir filme giriyormuşum gibi hissediyorum.Aksiyon mu?Macera mı? Komedi mi?Gerilim mi?Belkide hepsi...Ama kesinlikle emin olduğum bir şey varki ben bu koşu denen filmi çok ama çok seviyorum ve inanılmaz keyif alıyorum.Önümüzdeki hafta Kapadokya' nın büyüleyici ve bir okadarda mistik atmosferinde birbirinden kıymetli dostlarla ve büyük sporcularla beraber yol alacağımdan ötürü heyecanım ve mutluluğum zirvede!6 gün sürecek bu zorlu koşunun tüm detaylarını sizlerle günlük olarak paylaşacağım.Tekrardan bana güç veren Adım Adım T-shirt'ünü giymek için sabırsızlanıyorum.Görüşmek üzere...
14 Temmuz 2013 Pazar
ADALET
yanlışın zalime cesaret,
dengedeki terazi gönüllere sukunet,
eğrisi millete ihanet!
İyiye tatlı, kötüye acı.
Ceza ya da af..
Adalet çeşmesinin suyu herdaim akmalı saf.
Teraziyi taşıyan tarafsız kadın ne güzeldir,
aksi halde kirlenen ruhunu çirkinleşen yüzü ele verir.
Acıtmaz kılıcının kestiği, gözün görmez..
Unutulmaz suçlunun kabarık defteri,
kimine Dünyada hüküm verilmez.
Gidenler geri gelmez,
ana babaların gözyaşları dinmez..
Adalete olan inanç bitmez,
mücadele hiçbir zaman sona ermez!
13 Temmuz 2013 Cumartesi
JEAN-CHRISTOPHE GRANGÉ: KAIKEN
Hani ilk sayfayı çevirmenizle son sayfaya gelmenizin bir olduğu kitaplardan KAIKEN.Grangé' ın bu son romanı yine sürükleyici, macera ve gerilim dolu.
DOĞUNUN BATISINI VE BATININ DOĞUSUNU YAŞAMAYA HAZIR OLUN!
Işıklar şehri Pariste hayatını sürdüren polis teşkilatının sert komiseri Olivier Passan ve Japon Naoko' nun kusursuz aşk hikayeslerinin sınır tanımayan birleşiminden oluşturdukları 2 çocuklu aileleri çökerken, komiser Passan aylardır peşinde olduğu seri katili suç üstü yakalamak üzereyken çuvallar.Problemli bir geçmişe sahip Patrick Guillard Sosyopat ve tehlikeli kişiliğini toplum içersinde çok iyi kamufule etmiş ardında delil bırakmadan ve adalet sisteminin boşluklarından faydalanarak vahşi cinayetlerine devam ederken peşindeki komiser Passan takibini derinleştirdikçe hem kariyerini hem de esrarengiz bir şekilde kendini hissettirmeye başlayan bir tehdit ayrılmak üzere olduğu eşi Naoko' yu, çocuklarını ve kendini ölümün kıyısına yaklaştırmaktadır.
Kaiken de sayfaları çevirdikçe batıdan doğan Güneşin doğudan battığına tanık olacaksınız.Parisin ana caddelerinde, tekinsiz banliyölerinde süren aksiyon ve gerilim..
Fujikama felaketi sonrası yara saran Tokyo ve Nagasaki de yüzleşilen geçmişin hataları..
Doğu ve batı kültürünün karışımını veren satırlar.Grangé akıcı uslubuyla okuru adeta solukluz cereyan eden olaylar silsilesinin içersinde gezdirip aksiyonun doruklarına vardırırken, günümüz toplumsal sorunlarınada ustaca yer veriyor.Kültürel farklılıklara adapte olamamanın yolaçtığı toplumsal dışlanma, adalet sisteminde suçluların sığınabildiği boşluklar, aile içi şiddet, metropollerdeki yaşamda, modern iş dünyasında birbirine yabancılaşan insanlar ve aile bireyleri..
KAIKEN 1001 ÇEŞİT YEMEKLE DONATILMIŞ BİR KRALİYET SOFRASININ
TEK BİR HAPA DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ HALİ!
Şu sıcak yaz günlerinde kafanızı dağıtacak bir solukta okuyacağınız dolu dolu bir kitap Jean Christophe Grangé' ın kaikeni.Doğan Kitaptan çıkan Kaiken 338 sayfa.
DOĞUNUN BATISINI VE BATININ DOĞUSUNU YAŞAMAYA HAZIR OLUN!
Işıklar şehri Pariste hayatını sürdüren polis teşkilatının sert komiseri Olivier Passan ve Japon Naoko' nun kusursuz aşk hikayeslerinin sınır tanımayan birleşiminden oluşturdukları 2 çocuklu aileleri çökerken, komiser Passan aylardır peşinde olduğu seri katili suç üstü yakalamak üzereyken çuvallar.Problemli bir geçmişe sahip Patrick Guillard Sosyopat ve tehlikeli kişiliğini toplum içersinde çok iyi kamufule etmiş ardında delil bırakmadan ve adalet sisteminin boşluklarından faydalanarak vahşi cinayetlerine devam ederken peşindeki komiser Passan takibini derinleştirdikçe hem kariyerini hem de esrarengiz bir şekilde kendini hissettirmeye başlayan bir tehdit ayrılmak üzere olduğu eşi Naoko' yu, çocuklarını ve kendini ölümün kıyısına yaklaştırmaktadır.
Kaiken de sayfaları çevirdikçe batıdan doğan Güneşin doğudan battığına tanık olacaksınız.Parisin ana caddelerinde, tekinsiz banliyölerinde süren aksiyon ve gerilim..
Fujikama felaketi sonrası yara saran Tokyo ve Nagasaki de yüzleşilen geçmişin hataları..
Doğu ve batı kültürünün karışımını veren satırlar.Grangé akıcı uslubuyla okuru adeta solukluz cereyan eden olaylar silsilesinin içersinde gezdirip aksiyonun doruklarına vardırırken, günümüz toplumsal sorunlarınada ustaca yer veriyor.Kültürel farklılıklara adapte olamamanın yolaçtığı toplumsal dışlanma, adalet sisteminde suçluların sığınabildiği boşluklar, aile içi şiddet, metropollerdeki yaşamda, modern iş dünyasında birbirine yabancılaşan insanlar ve aile bireyleri..
KAIKEN 1001 ÇEŞİT YEMEKLE DONATILMIŞ BİR KRALİYET SOFRASININ
TEK BİR HAPA DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ HALİ!
Şu sıcak yaz günlerinde kafanızı dağıtacak bir solukta okuyacağınız dolu dolu bir kitap Jean Christophe Grangé' ın kaikeni.Doğan Kitaptan çıkan Kaiken 338 sayfa.
9 Temmuz 2013 Salı
KÜÇÜKKEN BÜYÜYENLER
Hayat bir piyango, şanslı olan kazanır,
geriye kalanlar Tanrı' nın unutulan çocuklarıdır.
Tekinsiz sokaklar yuvam, yolumu gözleyen korkular akrabam.
Minik yürek arar sıcacık yuva, kıvrılıp yatar parka-köprünün altına.
Bir lokmaya muhtaç, bir tas çorba arar.
Karnı aç, ağlar, ağlar...
Umudu başında taç, yaşamı sıkıca tutar.
Söyle çocuk yaşın kaç? Diren sanada ulaşacak yardımlar.
Yapayalnız tehlikedeyim,
Kapkaranlık sularda kayıp bir yelkenliyim.
Yok mu esecek bir yel?
Geleceğe ışık tutacak bir el...
Onlar en zor yolda yürür, sevgiye muhtaçtır.
Bazıları küçükken büyür, ufak bedende kocaman insandır.
Hayat bir piyango, şanslı olan kazanır,
geriye kalanlar Tanrı' nın unutulan çocuklarıdır.
Unutma...
geriye kalanlar Tanrı' nın unutulan çocuklarıdır.
Tekinsiz sokaklar yuvam, yolumu gözleyen korkular akrabam.
Minik yürek arar sıcacık yuva, kıvrılıp yatar parka-köprünün altına.
Bir lokmaya muhtaç, bir tas çorba arar.
Karnı aç, ağlar, ağlar...
Umudu başında taç, yaşamı sıkıca tutar.
Söyle çocuk yaşın kaç? Diren sanada ulaşacak yardımlar.
Yapayalnız tehlikedeyim,
Kapkaranlık sularda kayıp bir yelkenliyim.
Yok mu esecek bir yel?
Geleceğe ışık tutacak bir el...
Onlar en zor yolda yürür, sevgiye muhtaçtır.
Bazıları küçükken büyür, ufak bedende kocaman insandır.
Hayat bir piyango, şanslı olan kazanır,
geriye kalanlar Tanrı' nın unutulan çocuklarıdır.
Unutma...
8 Temmuz 2013 Pazartesi
JAZ is GAZ!
Cumartesi sabahı Belgrad ormanında AA koşusuna katılıp dostlarla görüştükten sonra öğleden sonra IKSV nin organize ettiği 20.İstanbul Caz Festivali kapsamında düzenlenen tünel konserleri için İstiklal caddesine geldim.İstiklal caddesi yine cıvıl, cıvıl.Günlük güneşlik şahane bir hava.İlk verilecek konser için Hollanda Başkonsolosluğu Binasına vardım.
Konsolosluğun çok hoş olan yemyeşil çimenlikli bahçesinde harika bir ortam.Pırıl pırıl insanlar en güzel kıyafetleriyle gelmişler, müziğin keyfine varırlarken sohbet ediyorlar, çiftler dansediyor anlayacağınız harika vakit geçiriyoruz.
Türk müzisyenlerin oluşturduğu Swing gurubu konsere devam ederlerken 4. veya 5. şarkılarının ortasında konsolosluk duvarlarının dışında patlama sesi geldi.Bizler ne olduğunu anlamadan bulunduğumuz bahçeye biber gazı etki etti.Müzisyenler bizler hepimiz etkilendik.Gözler yaşardı konsere ara verildi.
Sonra haber aldık ki İstiklal Caddesinde büyük bir müdahale başlamış.Yine biber yine müdahale..Cumartesi akşamı saat 18.00 dan24.00 a kadar sürecek 8 farklı mekanda 15 yerli yabancı grubun yer alacağı tüm konserlerin iptal olduğunu öğrendik.Türk müzisyenlerle birlikte Norveç,İtalya,ABD den Tünel konserleri etkinliği için gelen müzisyenler konserlerini veremediler...Tam bir rezalet! Yazık değil mi?
Bizler ve müzisyenler Hollanda Başkonsolosluğu bahçesinde hapsolduğumuz için sadece buradaki konserler devam etti.Zaten o an dışarıda kıyamet kopuyor, patlama seslerinin ve biber gazlarının sonu gelmiyor..Pek de yapılabilecek bir şey yok.Swing performansını bitirdikten sonra Hollandalı Rose Brooks söylemeye başladı.Kendimizi müziğe verip karmaşanın ve belirsizliğin verdiği tedirginliği ve korkuyu dizginlemeye çalıştık.Hollandalı bayan solist kendisine verilen kesilmiş limonu gözüne sürüp şarkılarını söylemeye devam ediyor, saksofoncu,piyanist ve gitaristler yaşlı gözlerini yumarak ensturmanlarını çalıyorlar.Biz dinleyicilerde bu arada mendillerle ağzımızı kapatıp gözümüzün yaşını siliyor ve konseri dinliyoruz!
Hollanda Başkonsolosluğu bahçesindeki manzarayı siz hayal edin artık!
Saat 22.00 ye doğru konser bitti, ışıklar söndü.Bitmeyen şey ise insanları mahveden biber gazı ve patlayan ses bombaları.E Hollandalı değiliz konsoloslukta kalmamız da mümkün değil..
Derken konser veren Hollandalı müzisyenlerin görevliler rehberliğinde konsolosluktan tahliye olacaklarını duydum.Yalnız çıkmaktansa grup olarak hareket etmenin daha güvenli olacağını düşünerek aralarına karıştım ve konsolosluğun İstiklal Caddesine bakmayan sokak içersindeki arka kapısından dışarı çıktık.Müzisyenlerin tünel tarafında ki otellerine ulaşmak için yokuş yukarı İstiklal caddesine çıktık.Ne şans ama! Konsolosluk ile Galatasaray arası felaket karışık TOMA müdahale ediyor.Biz o kargaşada bir birimiz kaybetmemeye çalışıyoruz.Birden ardımızdan biber gazları atılmaya başlanıyor ve TOMA önündeki kalabalığa doğru sürüyor.Panik, kargaşa..İşte daha hızlı koşmaya başlıyoruz.Hani resmen bir Hollywood filmi gibi.Otelin olduğu sokağa kendimizi zorlukla atıyoruz.Hemen bir sayım yapılıyor aramızda eksik olan var mı diye.Tamız sıkıntı yok.Müzisyen kafilesi otelinin önüne geliyoruz.Onlar sağ sağlim içeri girerken ben artık tek başıma kalıyorum ve daha önceden konsolosluk bahçesindeyken düşündüğüm hareket plana sadık kalarak Tarlabaşına doğru iniyorum.Evet bulvarda trafik açık ama orasıda karışık.Bir taksi bulmaya çalışırken nereye geliyor n’oluyor anlamıyorum ama şu ana kadar hiç etkilenmediğim kadar biber gazından etkileniyorum.Öksürerek ve yanan sulanan gözlerle taksiye biniyorum.O birkaç saniye süren kapının açılması bile şoförün de etkilenmesi için yetiyor.Oradan uzaklaşıyoruz.Yollarda ambulanslar,TOMA lar, yaralılar…Bizim gözlerde yaşlar…
Dan Brown bile cehennem romanını yazarken İstanbulda böyle bir cehennemin yaşanabileceğini düşünememiştir.Biber gazı kullanımı derhal yasaklanmalı.İnsanları böyle rahatsız eden, fenalaştıran bir unsur olamaz, OLMAMALI!Atıldığı zaman müdahalenin yapıldığı alanın çok daha uzağındaki insanları da etkileyen, ilgili ilgisiz herkesi yaralıyan, rahatsız eden biber gazı çok feci bir şey.
Dediğim gibi cumartesi akşamı şu ana kadar hiç etkilenmediğim kadar etkilendim ve kalbimde çarpıntı başladı.Nefes alış verişlerim düzensizleşti.Eğer biber gazı benim gibi genç bir insana bunu yapabiliyorsa çevredeki ihtiyar insanlar veya 15 haziran akşamı gezi parkına içersindeki kimsenin hiçbir şeyden haberi yokken müdahale yapıldığında orada gezi çocuk atölyesinde resim yapan ufacık çocuklara kimbilir neler oldu? Ne gibi rahatsızlıklar ve yan etkiler ileride kendini gösterecek?Yazık değil mi insanlara.Bu müdahale biçiminin derhal son bulmasını diliyorum.
Son olarak gecenin sözü konser sonrası Konsolosluk bahçesinde sahneye çıkan yetkiliden geldi. İngilizce teşekkür konuşmasını “ JAZ is GAZ” olarak sonlandırdı..
Konsolosluğun çok hoş olan yemyeşil çimenlikli bahçesinde harika bir ortam.Pırıl pırıl insanlar en güzel kıyafetleriyle gelmişler, müziğin keyfine varırlarken sohbet ediyorlar, çiftler dansediyor anlayacağınız harika vakit geçiriyoruz.
Türk müzisyenlerin oluşturduğu Swing gurubu konsere devam ederlerken 4. veya 5. şarkılarının ortasında konsolosluk duvarlarının dışında patlama sesi geldi.Bizler ne olduğunu anlamadan bulunduğumuz bahçeye biber gazı etki etti.Müzisyenler bizler hepimiz etkilendik.Gözler yaşardı konsere ara verildi.
Sonra haber aldık ki İstiklal Caddesinde büyük bir müdahale başlamış.Yine biber yine müdahale..Cumartesi akşamı saat 18.00 dan
Bizler ve müzisyenler Hollanda Başkonsolosluğu bahçesinde hapsolduğumuz için sadece buradaki konserler devam etti.Zaten o an dışarıda kıyamet kopuyor, patlama seslerinin ve biber gazlarının sonu gelmiyor..Pek de yapılabilecek bir şey yok.Swing performansını bitirdikten sonra Hollandalı Rose Brooks söylemeye başladı.Kendimizi müziğe verip karmaşanın ve belirsizliğin verdiği tedirginliği ve korkuyu dizginlemeye çalıştık.Hollandalı bayan solist kendisine verilen kesilmiş limonu gözüne sürüp şarkılarını söylemeye devam ediyor, saksofoncu,piyanist ve gitaristler yaşlı gözlerini yumarak ensturmanlarını çalıyorlar.Biz dinleyicilerde bu arada mendillerle ağzımızı kapatıp gözümüzün yaşını siliyor ve konseri dinliyoruz!
Hollanda Başkonsolosluğu bahçesindeki manzarayı siz hayal edin artık!
Saat 22.00 ye doğru konser bitti, ışıklar söndü.Bitmeyen şey ise insanları mahveden biber gazı ve patlayan ses bombaları.E Hollandalı değiliz konsoloslukta kalmamız da mümkün değil..
Derken konser veren Hollandalı müzisyenlerin görevliler rehberliğinde konsolosluktan tahliye olacaklarını duydum.Yalnız çıkmaktansa grup olarak hareket etmenin daha güvenli olacağını düşünerek aralarına karıştım ve konsolosluğun İstiklal Caddesine bakmayan sokak içersindeki arka kapısından dışarı çıktık.Müzisyenlerin tünel tarafında ki otellerine ulaşmak için yokuş yukarı İstiklal caddesine çıktık.Ne şans ama! Konsolosluk ile Galatasaray arası felaket karışık TOMA müdahale ediyor.Biz o kargaşada bir birimiz kaybetmemeye çalışıyoruz.Birden ardımızdan biber gazları atılmaya başlanıyor ve TOMA önündeki kalabalığa doğru sürüyor.Panik, kargaşa..İşte daha hızlı koşmaya başlıyoruz.Hani resmen bir Hollywood filmi gibi.Otelin olduğu sokağa kendimizi zorlukla atıyoruz.Hemen bir sayım yapılıyor aramızda eksik olan var mı diye.Tamız sıkıntı yok.Müzisyen kafilesi otelinin önüne geliyoruz.Onlar sağ sağlim içeri girerken ben artık tek başıma kalıyorum ve daha önceden konsolosluk bahçesindeyken düşündüğüm hareket plana sadık kalarak Tarlabaşına doğru iniyorum.Evet bulvarda trafik açık ama orasıda karışık.Bir taksi bulmaya çalışırken nereye geliyor n’oluyor anlamıyorum ama şu ana kadar hiç etkilenmediğim kadar biber gazından etkileniyorum.Öksürerek ve yanan sulanan gözlerle taksiye biniyorum.O birkaç saniye süren kapının açılması bile şoförün de etkilenmesi için yetiyor.Oradan uzaklaşıyoruz.Yollarda ambulanslar,TOMA lar, yaralılar…Bizim gözlerde yaşlar…
Dan Brown bile cehennem romanını yazarken İstanbulda böyle bir cehennemin yaşanabileceğini düşünememiştir.Biber gazı kullanımı derhal yasaklanmalı.İnsanları böyle rahatsız eden, fenalaştıran bir unsur olamaz, OLMAMALI!Atıldığı zaman müdahalenin yapıldığı alanın çok daha uzağındaki insanları da etkileyen, ilgili ilgisiz herkesi yaralıyan, rahatsız eden biber gazı çok feci bir şey.
Dediğim gibi cumartesi akşamı şu ana kadar hiç etkilenmediğim kadar etkilendim ve kalbimde çarpıntı başladı.Nefes alış verişlerim düzensizleşti.Eğer biber gazı benim gibi genç bir insana bunu yapabiliyorsa çevredeki ihtiyar insanlar veya 15 haziran akşamı gezi parkına içersindeki kimsenin hiçbir şeyden haberi yokken müdahale yapıldığında orada gezi çocuk atölyesinde resim yapan ufacık çocuklara kimbilir neler oldu? Ne gibi rahatsızlıklar ve yan etkiler ileride kendini gösterecek?Yazık değil mi insanlara.Bu müdahale biçiminin derhal son bulmasını diliyorum.
Son olarak gecenin sözü konser sonrası Konsolosluk bahçesinde sahneye çıkan yetkiliden geldi. İngilizce teşekkür konuşmasını “ JAZ is GAZ” olarak sonlandırdı..
7 Temmuz 2013 Pazar
Bir Psikiyatristin Gizli Defteri
Doktor Small' un 30 yıllık meslek hayatı boyunca karşılaştığı birbirinden ilginç vakalar ve kişiliklerle tanışırken aynı zamanda bir psikiyatristin zihnine ve onun giderek gelişen mesleki yaşamına dogru bir geziye çıkacaksınız.Bu gezi sırasında Birbirinden tuhaf gerçek karakterleri anlatırken histerik körlükle, penisinin küçüldüğüne inanan bir adamla, gizli sürdürülen çifte hayatlarla ve ürkütücü derecede psikotik romantik arzularla başediyor.
Doktor Small' un Sıkça komik, bazen trajik ve etkileyici anlatımıyla 1979 yılından günümüze uzanan vakalarla beraber paralel yürüyen hayat hikayesi ilgi çekici.328 sayfalık Bir Psikiyatristin Gizli Defteri Ntv yayınlarından çıktı.
Doktor Small' un Sıkça komik, bazen trajik ve etkileyici anlatımıyla 1979 yılından günümüze uzanan vakalarla beraber paralel yürüyen hayat hikayesi ilgi çekici.328 sayfalık Bir Psikiyatristin Gizli Defteri Ntv yayınlarından çıktı.
İstiklal
Hayat bir cadde olsa adı istiklal olurdu.
Siyah, beyaz, iyi, kötü, çirkin ırmak gibi akar gider.
Özgürlüğün kokusu her köşeye siner.
Yazı; gülen insanlar, çocuklar...
Kışı; eli ayağı tutmayan dilenen sakatlar, kader mahkumu kadınlar...
Baharı; el ele gezen aşıklar..
Güzü; pera' nın nostaljisini arayan ihtiyarlar..
Hayat bir cadde olsa adı istiklal olurdu.
Siyah, beyaz, iyi, kötü, çirkin ırmak gibi akar gider.
Özgürlüğün kokusu her köşeye siner.
Sevap, bazen tramvayın çın çın eden sesidir.
Günah, bazen vagonun raylardan geçişidir.
Ölümdür Emek'in yıkılması,
Doğumdur sanatın yapılması, sanata sanatçıya halkın sahip çıkması.
Hayat bir cadde olsa adı istiklal olurdu.
Siyah, beyaz, iyi, kötü, çirkin ırmak gibi akar gider.
Özgürlüğün kokusu her köşeye siner.
Türkü bardan gelen arabesk, kulüpten fışkıran teknoyla kankadır.
Bu eşsiz mozaike herkes hayrandır.
Şuursuzlar bunu kıskanır.
Ama halk İstiklale her daim gardiyandır!
Siyah, beyaz, iyi, kötü, çirkin ırmak gibi akar gider.
Özgürlüğün kokusu her köşeye siner.
Yazı; gülen insanlar, çocuklar...
Kışı; eli ayağı tutmayan dilenen sakatlar, kader mahkumu kadınlar...
Baharı; el ele gezen aşıklar..
Güzü; pera' nın nostaljisini arayan ihtiyarlar..
Hayat bir cadde olsa adı istiklal olurdu.
Siyah, beyaz, iyi, kötü, çirkin ırmak gibi akar gider.
Özgürlüğün kokusu her köşeye siner.
Sevap, bazen tramvayın çın çın eden sesidir.
Günah, bazen vagonun raylardan geçişidir.
Ölümdür Emek'in yıkılması,
Doğumdur sanatın yapılması, sanata sanatçıya halkın sahip çıkması.
Hayat bir cadde olsa adı istiklal olurdu.
Siyah, beyaz, iyi, kötü, çirkin ırmak gibi akar gider.
Özgürlüğün kokusu her köşeye siner.
Türkü bardan gelen arabesk, kulüpten fışkıran teknoyla kankadır.
Bu eşsiz mozaike herkes hayrandır.
Şuursuzlar bunu kıskanır.
Ama halk İstiklale her daim gardiyandır!
5 Temmuz 2013 Cuma
TERAPİSTİN SİYAH DERİ KOLTUĞUNA OTURAN SİSTEM
Katı bir babanın zihninde yarattığı bir evlat.Her türlü ilgiyi üzerine toplayan bu ideal evlat Ali’ye kendisini yedek gibi hissettirmiş.
-Babamdan korkmuyorum Doktor. Ayrıca duygularım hakkımda sandığınızdan çok şey biliyorum. Hatta sanırım şu an kararımı verdim.Felsefe doktorası yapacağım.Kendi mezun olduğu Hukuk fakültesine gitmesi için oğluna baskı yapan bir baba.Ama kendisi için en iyisinin Başka bir şehirdeki üniversitede felsefe doktorası yapmak olduğunu düşünen bir oğul.
Hepimizin özgür iradesi vardır diyen Doktoruna “hah, babamla tanışmamışınız siz!” diye cevap veren Ali.
-Çocukluğumda evimizde özgür irade denen bir şey yoktu, sadece babamın iradesi vardı.Oda bize bunu her an hissettirirdi.Şu insanla arkadaş ol, şu dersi al, o kadar hızlı yeme, şu fakülteye git; en iyi eğitimi orada alırsın..”
Ve Ali bu durumla Freudyen bir savunma mekanizmasıyla ”Düşünselleştirerek” başa çıkmaya çalışıyor. Bu daha yaygın olan inkardan tamamen farklıdır. Şöyle ki İnkar da problemin ya da olayın varlığını kabullenmeyi bile reddederiz. Düşünsellik ise insanın sorunla baş ettiği izlenimini verir ama sorunun altında yatan duygular ve hisler görmezden gelinmiş ve sorunun kökeni hiç ele alınmamış olur.
Küçüklüğünden beri babasıyla böyle baş etmeyi seçen Ali en sonunda farkında olmadan birikir ve sonunda bir gün konu Üniversite tercihine geldiğinde büyük bir dışavurum sergiler. Babayla hararetli bir tartışma yaşar.Aslında konu sadece Hukuk mu Felsefe mi tahsili mi yapılacağı değildir.Yıllardan beri süre gelen Katı baba figürünün evladı için doğru olduğu yaşam biçimini dayatmasıdır.Oğlunun farklı düşüncelerine karşı “İnkar” metodunu benimsemesidir.Yani Babanın “İnkar” ve oğlun “düşünselleştirme” savunma mekanizaları karşılıklı diyalog kurulmasına olanak sağlamamıştır.
Bir gün aile içinde ortaya çıkan büyük çatışma ile kendilerini psikoloğun terapi seansında bulurlar. Aslında benzeri vakalar Dünya genelinde yaygın olan bir sorun.Bu bana son birkaç yılda pek çok ülkenin deneyimlediği “baharları, turuncu devrimleri” anımsattı.Bireyler, aileleri, aileler toplumları oluştururlar.Bireyler ve aileler aslında koca bir topluma ve devlete de ayna tutmaktadır.Hepimizin deneyimlediği halkın sokaklara dökülmesi, meydanlar ve yönetimler aslında, bir psikoloğun ofisinde yapılan aile terapisinin daha geniş bir projeksiyonundan başka bir şey değil.Özgür iradenin var olduğu demokratik ailelerde bu sorunlar meydana gelmez.Sözünü ettiğim iki hassas unsurun noksan olduğu durumlardaysa bir noktadan sonra diyalogla aile içinde çözümlenebilir, veya karar alınarak profesyonel destek alınabilir.Bazen de görmezden gelinmenin bir gün muhakkak bir yerden dışa vurumu gerçekleşir.
İşte son zamanlarda gözlemlediğimiz meydanların dolması ve toplumların dışavurumları bazı şeylerin yolunda gitmediği sistemlerin; ama yanlış işletilmelerinden ama başka nedenlerden; terapistin siyah deri koltuğuna oturmalarıdır.Burada katı baba isteyerek yada istemeyerek, özgür iradesini kullanamamaktan yakınan evlat ise kesinlikle isteyerek terapistin ofisinde kendilerini bulmuşlardır.Bu durum var olan sorunların çözümü için büyük bir şanstır.Çünkü eğer bir sefer terapistin siyah deri koltuğuna oturulmuşsa illa ki bir umut vardır.Bu noktadan sonra ailenin bireyleri aralarındaki anlaşmazlıkları gidermek adına ya ellerine gelen bu şansı kullanacaklardır ya da terapinin ortasında öfkeyle kalkıp doktorun ofisini ve mutlu bir ortak geleceği terk edeceklerdir..Ben Dünyadaki küçük olsun büyük olsun her ailenin sorunların üstesinden geleceğine ve mutlu olacaklarına inanıyorum.Umutluyum..
4 Temmuz 2013 Perşembe
İSTANBUL CAZ FESTİVALİ TÜNEL KONSERLERİ
2-18 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen 20.İstanbul Caz festivali 6 Temmuz Cumartesi akşamı Tünel konserleriyle devam ediyor. Tam 15 farklı grup 7 farklı mekanda saat 18.00 den 24.00 e kadar ücretsiz müzik ziyafeti sunacak.Alt, Hollanda Başkonsolosluğu Bahçesi, İndigo, İtalyan Kültür Merkezi, Nardis Jazz Club, Salon İKSV, Tünel KaVe konserlere ev sahipliği yapacak.Swing Unltd,Taylan Cemgil Trio, Genç Caz Can Ercan Quartet, Maffy Falay Beşlisi, Dilek Sert Erdoğan, Roos Jonker, Genç Caz Ezgi Bıcılı Quintet, Tin Men & Then Telephone, TBC Brass Band, Genç Caz Deniz Taşar Quartet, Salvotore Bonafade, Bruut!, Genç Caz Tolga Erzurumlu Trio, Fulya Akça & Buket Zor, Mathias Eick Quintet performans sergileyecekler.
PROGRAM
SWING UNLTD. 18.00-19.00, Hollanda Konsolosluğu Bahçesi
TAYLAN CEMGİL TRIO 18.30- 19.15, 20.00- 20.45, 21.30-22.15; Tünel KaVe
GENÇ CAZ CAN ERCAN QUARTET 21.00-22.00, Nardis
MAFFY FALAY BEŞLİSİ 19.15-20.30, İtalyan Kültür Merkezi
DİLEK SERT ERDOĞAN 19.30-20.30, Salon İKSV
ROOS JONKER 19.45 - 21.00, Hollanda Konsolosluğu Bahçesi
GENÇ CAZ EZGİ BICILI QUINTET 19.00-20.00, Nardis
TIN MEN & THE TELEPHONE 20.30 - 21.30, Salon İKSV
TBC BRASS BAND 20.30 - 21.30, Indigo
GENÇ CAZ DENİZ TAŞAR QUARTET 20.00 - 21.00, Alt
SALVATORE BONAFADE 21.30 - 22.45, İtalyan Kültür Merkezi
BRUUT! 22.30 - 23.30, Indigo
GENÇ CAZ TOLGA ERZURUMLU TRIO 22.00 - 23.00, Alt
FULYA AKÇA & BUKET ZOR 23.00-00.00, Nardis
MATHIAS EICK QUINTET 23.30 - 00.30, Salon İKSV
*Yalnızca Hollanda Baş konsolosluğu bahçesindeki performanslar biletlidir.Diğer tüm konserler ücretsiz!
2 Temmuz 2013 Salı
MARMARA
Marmara, Marmara
tanıklık ettin tüm yaşamıma,
kabarır, vurursun mavi gövdeni kayalara,
anlarım kızgınsın...
Bilmezmiyim kadim dost,
duygularını hiç saklayamazsın,
yok sende ne şeytanlık nede onu gizleyecek kuzudaki post,
Marmara, Marmara,
neysen osun,
pek yaman bir dostsun.
Aşıklar gelir sana,
haykırırlar sevdalarını engin sularına,
dingin sularına bakana huzursun,
geçimini sağlayan balıkçıya luzumsun,
tabiat anaya luzumsun..
Marmara Marmara,
neysen osun,
pek yaman bir dostsun.
O yüzden en kıymetli sandığın anahtarını saklarsın..
Ey mavi arkadaşım, sen en büyük sırdaşımsın,
yalnızlar gelir sana,
haykırırlar yalnızlıklarını engin sularına..
S.O.S
tanıklık ettin tüm yaşamıma,
kabarır, vurursun mavi gövdeni kayalara,
anlarım kızgınsın...
Bilmezmiyim kadim dost,
duygularını hiç saklayamazsın,
yok sende ne şeytanlık nede onu gizleyecek kuzudaki post,
Marmara, Marmara,
neysen osun,
pek yaman bir dostsun.
Aşıklar gelir sana,
haykırırlar sevdalarını engin sularına,
dingin sularına bakana huzursun,
geçimini sağlayan balıkçıya luzumsun,
tabiat anaya luzumsun..
Marmara Marmara,
neysen osun,
pek yaman bir dostsun.
O yüzden en kıymetli sandığın anahtarını saklarsın..
Ey mavi arkadaşım, sen en büyük sırdaşımsın,
yalnızlar gelir sana,
haykırırlar yalnızlıklarını engin sularına..
S.O.S
1 Temmuz 2013 Pazartesi
TANRI' NIN UNUTULAN ÇOCUKLARI: CRAIG SILVEY
HAYAT BİR PİYANGODUR: ŞANSLI OLAN KAZANIR, ŞANSSIZLAR İSE TANRI’ NIN UNUTULAN ÇOCUKLARI’ DIR…
Craig Silvey’ nin bu etkileyici romanıyla büyüme çağındaki çocukların gözlerinden Dünyaya bakma fırsatı yakalıyorsunuz.Ufak bir kasabada yaşayan dört yakın arkadaşın çocuksu evrenlerinde yarattıkları diyalogları okurken gülmekten kendinizi tutamıyorsunuz.Büyürlerken aileleriyle, çevreleriyle olan çatışmalarına şahit oluyorsunuz.Ve bir de insanın durup düşündüren, kendine önemli sorular sorduran şanslı doğmayan çocukların hikayeleri var..Tanrı’ nın unutulan çocuklarının hikayeleri.
Bir birinin zıttı gibi görünen iki çocuğun toplumun duyarsızlıklarına, ön yargılarına, bağnazlıklarına karşı duran büyük dostluğunun hikayesi. Genç-yetişkin herkesin tanışması gereken bir roman. İçimizde öldürmediğimiz çocuğun seslenişlerini bulacaksınız.
Avusturalya da yılın kitabı seçilen, Dünya genelinde üne kavuşan şu an ülkemizde de en çok satanlar listesinde bulunan Craig Silvey’ in bol ödüllü Romanı “Tanrının Unutulan Çocukları” Martı yayınlarından çıktı.448 sayfalık kitap okura iki çocuğun gözünden esprili, dramatik, gizemli ilerleyen bir hikaye, saklı kalmış bir yaşamın kapısını aralamayı ve çocukluğun masum yıllarına götürmeyi vaat ediyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)