30 Haziran 2013 Pazar

MAN OF STEEL

Güçlü oyuncu kadrosu, felsefi derinliği, özel efektler açısından yeni bir yaklaşımla (görsel ve ses efektleri aksiyondan  gerilim filmine kayar tonda kullanılmış.Ses ve görsellerin birbirleriyle karışımı seyirciyi gerçekten başka bir moda sokuyor.) İki saat yirmi üç dakika süren Man of Steel filmini izlenir kılıyor.

 BU SUPERMAN ÇOK ŞANSLI!

 Herhalde sinema tarihinin en şanslı Superman’i bu olmalı. Öyleki Kripton gezegenindeki babası Jor-El’ i Russel Crow, Dünya gezegeninde onu bulup yetiştiren babası Jonathan Kent ‘i ise Kevin Costner oynuyor.Diana Lane de Martha Kent rolünde karşımızda.

 Yıllar boyu sahip olduğu güçleri saklamak zorunda olan, Dünya ya adapte olabilmek için bayağı bir acı çeken, nereden keldiğini, kim olduğunu, amacını bulabilmek için kendini yollara atan Clark ‘ı nam-ı diğer Superman’i Henry Cavill canlandırıyor.Buzullardaki gizemli uzay gemisinin peşine düşen ve tüm gezegeni şoka uğratacak olaylara şahit olan Pulitzer ödüllü muhabir Luis Lane’i Amy Adams canlandırıyor.Michael Shannon, Laurance Fishburn, Cristopher Meloni, Harry Lenniv ise filmde rol alan diğer oyuncular.Yönetmen koltuğunda Zack Snyder oturuyor.

 3-D Man of Steel de film; Kripton gezegeni-Clark’ ın Dünyaya zorlu adaptasyon süreci ve kendini arayışı-Dünyayı istilaya gelen kriptonlu asi general Zod (Michael Shannon) ile Superman’ in mücadelesi şeklinde 3 evrede gelişiyor.Olay örgüsü çok iyi şekilde kurulduğu için hikaye bestseller roman tadında akıcı şekilde ilerliyor. Hikaye de geriye dönüşler yapıldığı için yıldız oyuncular tüm film boyunca beyaz perdede görünüyor.

FELSEFİ AÇIDAN DOLU  BİR FİLM

 Hiçbir Superman filminde olmadığı kadar kripton gezegeni ve kültürü bu filmde yer alıyor. İnsanoğlundan çok ileri bir uygarlık seviyesinde olan Kriptonlular evrenin pek çok yerine koloniler kurmuş, medeniyetlerini geliştirmişlerdir. Kripton konseyi toplumlarını daha iyi bir refah seviyesine taşıyacaklarına inandıkları için gelecekte nasıl biri olacakları belli olan genetik olarak kodlanmış bebekleri makinalara bağlı tarlalarda hayata getirmeye başlamışlardır.Lakin durum böyle olmaz ve sonunda tüm enerji kaynaklarını tüketirler ve gezegenleri ve medeniyetlerinin sonuna gelirler.Onlar gibi düşünmeyen Jor-El (Russlel Crow)  eşiyle birlikte yüzyıllar sonra Kripton’ un  ilk doğal bebeğini yaşama getirirler ve bir kapsül içersinde Dünya ya yollarlar..

Filmde şu diyaloglar dikkatimi çekti;

Superman’ in babası Jor-El Kriptonun benimsediği programlanmış, özgür olmayan, kendisine rol biçilen bireyler yaklaşımına eleştiride bulunuyor

 Ya bir çocuk toplumun ona biçtiği rolden farklı bir yol çizmek istiyorsa?”

 Filmin başka bir bölümünde buzullardaki uzay gemisi ve Clark’ ın hikayesini  keşfeden Luis Lane  çalıştığı gazetenin editörü Perry White’ ın (Laurance Fisburne) sansürüne uğruyor.Ve haberi yayınlayamıyor.

İnsanların, toplumların ne tepki verebileceğini kestiremediğimiz haberleri yapamayız

Superman ilk başta kendisini düşman algılayıp saldıran, sonrasında dost olduğunu anlayan Amerikan ordusu Generali Swanvick’ e ( Harry Lemix)

Korkuyorsunuz çünkü kontrol edemiyorsunuz, kontrol edemememiz düşmanınız olduğum anlamına gelmez” diyor.

 Yıldız oyuncuları, olağan üstü özel efektleri, felsefi derinliği ile bu bence şu ana kadar yapılan en iyi Superman filmi.Aksiyon, macera, bilim kugu birazcıkta gerilim tarzında ki Man of Steel ‘i kaçırmamanızı tavsiye ederim.

29 Haziran 2013 Cumartesi

ÖZ CİMBOMLU SEZGİN

Cimbom lu doğdun,
bi gün Ali Sami Yen de düşüp Galatasaray aşkına felç oldun,
saha kenarından sarı-kırmızıya daima moral oldun.

Yağmurda çamurda destekten hiç bir zaman soyadın gibi "kaçmaz"dın,
mahkemelerde 4 yıl uğraştın,
soyadını da güzel kalbin gibi "öz cimbomlu" yaptın.

Sandalyende Tafo oldun uçtun,
Hakan oldun vole vurdun,
tarihi zaferlerin sende mimarı oldun,
Ruhun şâd olsun.

Mecidiyeköyden geçerken içim ürperir,
yıkılan Ali Sami Yen beni hüzünlendirir,
Mabedin ruhu; Metin Oktay, Coşkun Özarı, Turgay Vardar, Özhan Canaydın gibilerdir,
efsanelerin yanı artık yerindir.

Sarı kırmızıya sevdan engin,
bağlılığın derin,
Elveda Öz cimbomlu Sezgin,
ebediyen kalbimizdesin..

S.O.S

27 Haziran 2013 Perşembe

GÜNAH

İyiliğin kendinden başka yarattığı öteki,
ki anca böyle oluşabilirdi..
Güreşip yenildiğim kibir,
Karanlık sulardan ruhuma kalan kir.
Bana yakınsan gece olmaz bi türlü sabah,
uzaksan bu kalburlu gönül ferah,
etme beni kül...Ey günah!
Terazide ağırsan hapsolacağım zifir...
Elden ne gelir, böyle koydu kuralı en büyük şair.
Senle anlamlı sevap,
dostlarını bulacak acıklı bir azap,
tövbe etmeyenlerin yurtları olacak harap,
ters yöne koyma, ne olur YARAB!

S.O.S

26 Haziran 2013 Çarşamba

VİCDAN

Çok ağırsın bazan,
neredesin yerin bile meçhul,
içimi kemirirsin her an,
ters yöne girince seni taşımak tam bir zul.

Hafiflemek hem zor hem kolay,
bir ziyaret, bir özür ya da bir itiraf yeter,
o ilk adımı atmak ne olay!
Rahatlamanın bedeli ne kadar eder?

Söküp çıkarsam, içimden atsam,
sensiz olurmuyun insan?
Ama senle de kalbime eşlik eder gam,
ne senle, nede sensiz ey VİCDAN!

S.O.S

23 Haziran 2013 Pazar

DOKTOR

Boş bir yaprak, üzerine kaderi yazılacak,
karanlık dehlizlerin sonunda beliren bir ışık,
biten bir hikayede ten ağaracak,
beyaz, beni anlatan tayftaki tek şık,
haberin iki türünü de yine bu kul anlatacak.

Melekler ölümsüzse ben niye ölürüm?
Yaşam ve ölüm ellerimde,
Neden hem kahraman hem hain görünürüm?
Araf mı benim kaderimde?
Sonu gelmeyen hastane yeşili koridorlarda yürürüm.

Hükümdar ferman yayınlar,
Hekimi hastaneden yollar,
öbür gün feci hastadır, ondan medet umar,
Ama varya bu kul yeminlidir, her zaman herkese şifa sağlar,

Çalışırız gönülden,
yorgunluk yoldaş, uykusuzluk arkadaş,
ihmal ettiğim ailemse içimde bir özlem,
acaba dayanır mı buna taş?
İyileşen hastalarımsa en büyük hazinem.

S.O.S

22 Haziran 2013 Cumartesi

World War Z - Brad Pitt

Gerry Lane(Brad Pitt) Birleşmiş Milletlerdeki görevinden ayrılmış ve hayatını karısına ve 2 kızına adamıştır.Bir sabah kendilerini bir cehennemin içinde bulurlar.İnsanlar ne olduğunu anlamadan ölümcül bir salgın tüm Dünyayı etkiler ve insanlar zombilere dönüşmeye başlarlar.

World War Z, Amerikan sinemasında pek çok defa işlenen yaşayan ölüler konusuna getirdiği politik,toplumsal yaklaşımla kendini benzerlerinden ayırıyor.Filmin başında medyanın "Dünya gündeminde herhangi bir bulaşıcı hastalık veya virus tehdidi yoktur" söylemleriyle günümüzde medyanın ne derece güvenilir olduğu sorusuna vurgu yaparken, insanoğlunun karşılaşacağı ortak bir tehdit karşısında tüm anlaşmazlıkları bir kenara bırakarak kurtuluş için nasıl omuzomuza verebileceğini gözler önüne seriyor.

Brad Pitt' in duruşu, mekan çeşitliliği (New York, Güney Kore, İsrail,  Galler), hiç eksik olmayan zombilerle insanlar arasındaki aksiyonlarla beraber makro aksiyon sahneleri filmi alıp götürüyor.Aksiyon, dram, korku türündeki film 1 saat 56 dakika sürüyor.Marc Forster' ın yönetmenliğini yaptığı film 2006 tarihli Max Brooks' un romanından beyaz perdeye uyarlandı.

19 Haziran 2013 Çarşamba

15 HAZİRAN CUMARTESİ AKŞAMI TAKSİMDE NELER OLDU.GEZİ NASIL BOŞALTILDI?GÖRDÜKLERİM YAŞADIKLARIM..

Şahane bir Cumartesi.Mis gibi bir hava.İstanbul cıvıl cıvıl.Tünel den İstiklal caddesine giriyorum.Yine rengarenk..Gençler,ihtiyarlar, turistler, herkes istiklalde hafta sonunun keyfini sürüyor. Yine her şeyiyle tam bir mozaik. Az ilerde davul sesleri yükselmeye başlıyor, insanın her hücresini fıkır fıkır oynatan bu müziğin geldiği yerin etrafı kalabalık tarafından sarılıyor. Onlar sokak müzisyenleri.Yaptıkları müzikle herkesi kendilerine hayran bırakıyorlar, ellerindeki renkli kartonlarla da mesajlarını iletiyorlar.”Müziğime,çalgıma, ritmime dokunma” diyorlar.”Sokaklara müzik, deltalara su” diyorlar.”AVM müziğine mecbur değiliz” diyorlar.”Sokak müzisyenlerine dokunma” diyorlar.Nefis bir iş yapıyorlar.Onlar müziklerini yapa yapa uzaklaşıyorlar bense Geziye doğru yol alıyorum.
Tüm caddeyi geçtikten sonra Geziye vardım.Gezide yine bayram vardı,müzik vardı, mizah vardı, neşe vardı, resimler yapan cıvıl cıvıl çocuklar vardı.Divan otel tarafında Adım Adımdan dostlara rast geldim ayaküstü muhabbet edip sonra yine görüşürüz diye sözleştik.Saat 8 sularında parkta kurulan sahnede verilen konseri dinlemeye başladım.Ortamda tam bir şenlik havası..İnsanların akıllarında da
Başbakanın birkaç saat önce Ankara mitinginde yapmış olduğu konuşma.Gezi ile ilgili mesajın anlaşıldığı ve artık parkın boşaltılması gerektiği, aksi halde 24 saat içersinde güvenlik güçlerinin parkı boşaltacağı yönündeki sözleri.Teşbihte hata olmaz, eğer bu bir ultimatom ise devletler devletlere savaş ilan etmeden önce ultimatom verirken bile bunun bir süresi vardır.Bunun süresi bir saat değildir.Gezi parkı konusunda bir hata yapıldı.Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına karşın oraya kepçeler sokuldu hatta birkaç ağaç söküldü ama halkın buna itiraz etmesiyle bu yanlıştan dönüldü.Daha birkaç ay önce “Kışla yapılacak, avm yapılacak, rezidans yapılacak “ sözlerinden, “Bu konuyla ilgili yargı kararı beklenecek, yargı yıkım kararı verse bile halk oylamasına gidilecek” sözlerine geçildi.Bu son gelişmelerden yola çıkarak Cumartesi akşamüzeri Gezide dolaşırken aklımda olan düşünce yirmi küsür gündür süren ve amacına ulaşıp, çevre konusunda Dünya genelinde farkındalık yaratan gezi parkı eyleminin artık sona erdirilmesi düşüncesiydi.Nitekim parkta rastgele sohbet ettiğim insanlarda da bu görüş hakimdi.Zaten sarf edilen sözler Gezinin artık boşaltılacağı ve temsili tek bir çadır bırakılacağı yönündeydi. Duyarlılık hissedilen konular başka platformlarda, başka mekanlarda akılcı bir şekilde gündeme getirilmeye devam edilmelidir. Gezi parkındaki konser tüm hızıyla sürerken, insanlar
kendini müziğe kaptırmışken bir söylenti geldi polis müdahale hazırlığındaymış diye.Fakat bunu duyan veya farkına varan olmadı.Ben hemen gezi parkındaki kalabalığı yarıp, meydana doğru koştum.AKM nin önünde TOMALAR ve çevik kuvvet polisleri müdahale pozisyonu almış bekliyorlardı.Anons yapmaya başladılar.”Lütfen boşaltın.Aranızdaki provakatörlerin oyununa gelmeyin.Bu bir uyarıdır.Size tanıdığımız sürenin sonuna yaklaştınız.Birazdan müdahale edeceğiz.” Şeklindeki anonsları yaklaşık yarım saat boyunca tekrarladılar. Yalnız AKM nin önünden yapılan anonsların gezi parkından duyulması mümkün değildi. Ben bu gelişmeyi hemen sosyal medyada paylaştım ve en kısa yoldan parkta bulunan tanıdıklara haber vermeye çalıştım. Meydandaki kalabalık ise çekilmemeyi tercih etti ve kol kola girerek bir zincir oluşturdular.Bir kaç dakika sonra müdahale başladı.Taksim meydanındaki kalabalık TOMALAR ve biber gazı ile dağıtıldı.Ben istiklal caddesi tarafına doğru uzaklaşırken Taksime çıkan tüm yolların polis tarafından tutulduğunu gördüm.On beş dakika sonra gezi parkından ve Taksim meydanından kaçan insanların bir kısmı Divan oteli tarafına, diğer kısmı ise istiklal caddesine kaçmıştı.Daha bir iki saat evvel cümbüşün yaşandığı, insanların el ele kol kola dolaştığı istiklal caddesinde şu an panik ve dehşet
vardı.Gülen yüzlerin yerini, korku dolu bakışlar, üzgün mizaçlar aldı.Az evvel rengarenk ışıl ışıl parlayan dükkan vitrinlerinin ve sokak müzisyenlerinden gelen melodilerin yerini, hızla inip kapanan kepenklerin görüntüsü ve metalik kapanma sesleri aldı.Meydanda yapılan anonsları duymayan zaten okadar uzak mesafeden duyması da mümkün olmayan gezidekiler ağaçların arasından yağan gaz bombalarıyla gafil avlanmışlardı.Yanımdan gazdan etkilenmiş ağlayan, öksürmeye çalışıp öksüremeyen insanlar koşuşturuyordu.Aklıma az evvel çocuk gezi atölyesinde gördüğüm boya kalemleriyle resimler yapan minicik çocuklar geldi.İçim ürperdi.Taksim meydanı on beş dakika içersinde izole edilmiş, TOMA ve çevik kuvvet ekipleri istiklal caddesinin ağzını bloke etmişti.İstiklal caddesinin ağzındaki kalabalık polis barikatının karşısında dikilmiş slogan atıyordu.Bazı insanların üzerlerinde ki t-shirtleri alel acele çıkardıklarını gördüm.İlk başta pek anlam veremedim.TOMA kalabalığın üzerine su püskürtmeye başladı.O esnada biber gazı atılmaya başladı.Bunun üzerine zarar görmemek için caddenin içine doğru koşmaya başladım.TOMA lardan sıkılan sular çoktan şelale olmuş Taksimden, Galatasaray yönünde akıyordu.O koşuşturma esnasında şortta giydiğim için bacaklarım sırılsıklam olmuştu.Biraz sonra insanların neden t-shirtlerini can havliyle  çıkardıklarını, suyun temas etmiş olduğu yanmaya başlayan bacaklarımdan ve kollarımdan anladım.Bir yandan da twitter dan moral bozucu haberleri takip ediyordum ve TOMA lardan püskürtülen suyun içersine kimyasal konduğunu öğrenmiş oldum.Nefeslenmek için ara sokağa girdim.O esnada sokaktan alınan taşların taşındığını ve İstiklal caddesine polisin girişini engellemek için barikat kurulmaya başladığını gördüm.Bu arada birisi hani şu maçlarda futbolcuların gözüne tutulan yeşil laser pointerla TOMA nın sürücüsüne doğru yeşil renkli ışığı gönderiyordu.Gecenin çok uzun olacağı belli olmuştu.Artık Beşiktaş tarafında bulunan Abimlerin evine ulaşamayacağımı biliyordum.Sokak içersinde kepenklerini indirmek üzere olan bir büfeye sandviç ısmarladım.O esnada istiklal caddesindeki insanlar panik halinde bulunduğum sokağa girdiler.Onların ardından ise istiklal caddesi tarafından fırlatılan biber gazı kapsülü köşe binanın duvarından sekip sokağın içine düştü.Gecenin karanlığında yoğun bir sis bulutu her tarafı kapladı.Tüm sokak, gözlerim,genizim gaza ve acıya boğuldu.Benim sandviç yalan oldu.Büfenin yanındaki kapıyı zorladım ama kapalıydı, giremedim.Hemen arkamda bulunan binaya koştum.Şamsıma kapısı açıktı.Oraya sığındım.Kusmak istiyordum ama kusamıyordum,nefes almaya çalışıyorum ama alamıyorum, hani uyanmaya çalışıpta bi türlü uyanamadığınız bir karabasan gibi..Gözlerim yüzüm boğazım çok fena yanıyordu.Çok kötü hissediyordum.O esnada kapı açıldı ve ardımdan biri yaklaştı.Tshirt’ünü ağzına kapamış öksürüklerinin arasında yukarı gelin dedi.Merdivenlerden çıktığımız yer otelin lobisiydi.Biraz sonra daha iyi hissettim.Elimi yüzü yıkadım.Aynada mahvolmuş suratıma ve kıpkırmızı gözlerime baktım..
Lobide oturmuş kapalı pencereler ardından sokakta çaresizce koşuşturan insanları izliyordum. Aklıma bu kabus başlamadan önce parkta boya kalemleriyle resim yapan küçücük çocuklar geldi.Eğer ben bu hale geldiysem kim bilir onlara ne olmuştu.Çok ama çok üzüldüm.Yaşamayan bilmez bu biber gazı denen illeti. Felaket bir şey.Resmen insanlık suçu.Kesinlikle kullanımı yasaklanmalı!Telefonumu şarj ederken twittera Divan Otelin içersine fırlatılan gaz kapsüllerinin, TOMA larla sıkılan suların haberleri düştü.Oradaki perişan insanları görünce iyice kahroldum.Açık havada bile dağıldığında bu kadar korkunç derecede zarar veren bir etkiye sahip bu silah, kapalı bir ortama insanların bulunduğu bir otele atılırsa ne olur?Korktuğum şey gerçekleşmişti, gezi parkındaki konser veren, müzik dinleyen, kitap okuan, resim yapan insanların anonslardan haberi olmamış ve gafil avlanmışlardı.Gezi parkı bir kez daha biber gazına ve dumana boğulmuştu.Yanımdaki turist şaşkınlık içersinde neler olduğunu soruyordu.Kendisi kullanılan bu biber gazının şehrin merkezinde kalan birkaç yeşil alandan biri olan gezi parkının yıkılıp yerine AVM yapılmasını istemeyen insanlara karşı kullanıldığını duyunca şaşkınlıktan çenesi düştü.Sokaktaki duman dağılınca pencereyi açtım ve balkona çıktım.İstiklal caddesinden geçen ve Galatasaray’a doğru ilerleyen bölük bölük polisler ve TOMALAR gördüm.Altı poliste bulunduğum sokağın başını tuttu.Dışarıda mahsur kalmış, karşı binanın kapısının eşiğine sığınmış bir adam gördüm.Gömleği ile ağzını kapamaya çalışıyor bir yandan da öksürüyordu.Sokaktan geçen insanlardan ağlama ve öğürme sesleri geliyordu.Gencecik bir çift gördüm.Birbirlerine sarılmış destek olmuş yürümeye çalışıyorlardı.Birkaç adım atıp duvara yaslanıyorlar.Histeri krizi şeklinde öksürüyorlardı.Sonra genç kız midesini tutup yere çöktü ve kıvranmaya başladı.Kafasından düşen sarı renkli baret sokağa yuvarlandı..Tarlabaşı tarafından ve Taksim tarafından atılan ses bombalarının gürültüleri birbirine karışıyordu.İstanbul’un böyle bir cehenneme döneceğini tahminim Dan Brown bile son  romanı  “Cehennemi” yazarken hayal edememiştir.O parke taşlı sokakta üstü başı harab olmuş yerde kıvranan kıza bakarken tekrardan gözlerimden yaş geldi.Aklıma gelen Gezi çocuk atölyesindeki masum çocuklardan mı, Divan otelinde insanların maruz kaldıklarından mı yoksa o akşam tekrardan atılan bilmem kaçıncı biber gazından ötürü mü bilmiyorum.Otel sahibi de o çok zor durumdaki çifti gördü.Hemen aşağıya koşup kapıyı açtı.Onları içeri aldık.Lobideki koltuklara uzandılar.Saat gece yarısını geçmişti.Ortalık bir süredir sessizdi.Bu sukuneti hemen alt kattan polis telsizlerinden gelen o klasik cızırtılı ses bozdu.Otelin sahibi lobiye doğru seslendi ve polis geldi dedi.Düğmeye bastı ve alt kattaki giriş kapısı açıldı.Merdivenlerden yukarı doğru gelen polislerin ayak sesleri geldi.Sonra gördüm ki tek bir polisti.Hiç bir şey demedi.Sadece lavabonun yerini sordu ve işini bitirdikten sonra tekrardan aşağıda kendisini bekleyen görev arkadaşının yanına gidip tekrardan istiklal caddesine doğru yürüyüp gözden kayboldular.Bir saat kadar süre geçmişti ve artık biber gazına maruz kalan o talihsiz çift toparlanmıştı.Teşekkür ettiler, tekrardan ellerini gözlerini yıkadılar ve kapıdan çıkıp gittiler.
Çevik kuvvet Taksim meydanında ve istiklal caddesinde kontrolü tamamen sağlamıştı .Ama İstiklalin ara sokaklarında çatışmalar devam ediyordu.Otel sahibiyle tekrardan sokağa çıktık.Bu yaşananlardan ve gelen dehşet haberlerinden ötürü yerimde duramıyordum.Durmak da istemiyordum.Çünkü olan bitene şahit olmak kendi gözlerimle görmek istiyordum.Şu son 20 gün içersinde belki de hayatımda yaşadığım en büyük hayal kırıklığını yaşadım. 3 maymunu oynayan medya Türk halkını salak yerine koydu, aldattı. Bunu ne kadar süredir yaptıklarını ise inanın düşünmek istemiyorum…
Geri döndüğümde ortalığın yeniden karışıp sokak kapısının kilitlenmesi ihtimaline karşı Otelin sahibinin telefon numarasını aldım ve ayrıldım. Taksim meydanından Tünele doğru devamlı TOMALAR ve ambulanslar gidiyordu.Ben de muhabirlerin yanına takılıp caddede kıyıdan kıyıdan ilerledim.Her bir sokağın başında polisler bekliyordu.Çatışmaların olduğu sokak başlarındaysa 15-20 polis ve TOMA bekliyordu.Önümdeki, ara sokaktan caddeye doğru havai fişekler atılmaya başladı. Caddenin ortasında patır patır patlamaya başladılar. Poliste siper alıp biber gazıyla karşılık veriyordu. Önüme çıkan polis beni durdurdu.Daha ileri gidemiyeceğimi söyledi.Geriye Taksim istikametine  doğru yürümeye başladım.Saat bire geliyordu ve bazı polisler kepenkleri inik dükkanların önünde oturmuş dinleniyorlardı.Bu arada caddeden vızır vızır ambulanslar ve polislerin akrepleri geçmeye devam ediyorlardı.Tam başka bir sokağın yanından geçmiştim ki, sokak içersinden aniden fırlayan bir grup önümde bulunan polislere doğru cam şişeler fırlattılar.Şişe hemen önümde paramparça oldu.Anlayacağınız arkamdaki provakatörlerle önümdeki 8-10 kişilik polis grubunun arasında kaldım.Şişeyi hemen arkamdan sallamışlardı ve çevik kuvvetin o karanlıkta ve
karmaşada beni onlardan ayırt etmesi neredeyse olanaksızdı. O şişeleri atanlar tekrardan ara sokağa kaçtılar. Şeffaf kalkanlarını kaldırmış üzerime doğru gelen ve karşılık vermek üzere olan polislerle göz göze geldim. Her halde Allah’ ın sevdiği kuluyum; karşımda dikilen 10 kişilik polis grubu eğer beni şişe atanlarla karıştırıp ki karıştırmaları işten bile değildi, tekme tokat biber gazıyla, kalkanlarla, joplarla girseler ne olurdu bilmiyorum. Ben kenara doğru usulca çekildim ve onlarda ara sokağa daldılar. Tekrardan dışarı çıkmak iyi bir fikir değildi. Çünkü sanki düğmeye basılmış gibi ortamın havası yine ateşlenmişti. Hızlı adımlarla otelin olduğu sokağa gelmiştim ki oradan da bir patlama ve şangırdama sesi geldi.Sokağın başını tutan polisler yine alarma geçti. O gerilim içersindeki polislerle yine burun buruna gelmiştim. Otelimin sokak içersinde olduğunu ve geçip geçemeyeceğimi sordum. İçlerinden biri bitkin bir surat ve yılgın bir ses tonuyla “geçin, nasıl olsa size atmıyorlar bize atıyorlar” dedi. Sokağa girdim ve otele doğru  koşturdum ve kapıdan içeri girdim.
Lobide kendimi ve telefonu şarj etmece .O esnada otel sahibinin saatlerdir merak ettiği 2 çocuklu turist aile geldi.Onlarda ne olup bittiğini başlarına gelenleri anlayamamışlar yaşanan karmaşada İstanbul da kaybolmuşlardı.Dehşet içindeydiler.Çocuklarından biri daha bebekti.Onlara yardımcı olduk ve odalarına geçtiler.Bense açlıktan gebermek üzereydim.Yakında açık olabilecek bakkalın yerini öğrendim ve Tarlabaşı na paralel giden sokaklarda ilerledim.Bakkaldan birkaç ekmek arası sandviç ve içecek aldım.Tekrardan bizim sokağın oraya gittim.O akşam artık otelin olduğu sokak bizim sokak oldu.Ortalık sakindi, sokağın başını tutan görevli polislerin yanına gittim.Onlara poşetin içersinden çıkardığım sandviç ve içecekleri verdim.Teşekkür ettiler ve yere çöküp yemeye başladılar.Bende devrilmiş olan beton çiçekliğin üzerine oturdum ve karnımı doyururken Polislerle sohbet ettim.Yorgundular.Sabah sekizden beri görev yaptıklarını söylediler.Kendi vatandaşlarına
müdahale etmekten hoşnut değillerdi.Benim yakından şahit olduğum gerginliklerde polis kendisine taş, şişe atıldığı durumlarda dahi savunma pozisyonunda kaldı ve kalkanlarını kaldırarak bu saldırıyı yapanların üzerine gitti.Ama müdahalede bulunmadı. Gezi parkını ve Divan Oteli tarafını merak ediyordum. Tekrar İstiklale çıktım ve Taksime doğru yürümeye başladım. Hava kararırken TOMA larla ıslattıkları İstiklal caddesinin üzerinde havanın tekrardan aydınlanmasına saatler kala kartonlar serip uyumaya başlayan polisleri gördüm. İstiklal caddesi aynı gün içersinde müziklerin yükseldiği bir festival alanından, çatışmaların yaşandığı bir savaş meydanına, son olarak da yorgun savaşçıların uykusuzluğa ve yorgunluğa yenildiği bir açık hava yatakhanesine dönüşmüştü.Taksim meydanına vardığımda henüz Divan otelinden gelen bir muhabir arkadaşa rastladım.Bana Divan oteline Polisin az evvel biber gazıyla müdahalede bulunduğunu, Jandarma’ nın da desteğe geldiğini ve kendi araçlarıyla otele su sıktığını söyledi.Daha birkaç saat önce otele müdahalede bulunulmuştu, bu halen neyin müdahalesiydi cidden anlayamadım.Geziden öteye geçemedim.Polis tekrardan geri çevirdi.
Tekrardan bizim sokaktaydım. Polislerle sohbete devam ettim. Biber gazı haricinde insan vücuduna yapışan likid bir kimyasal kullandıklarını da öğrendim.Bu arada suya temas eden bacaklarım halen yanıyordu.Keza biber gazından ötürü; ellerim,suratım ve gözlerimde aynı şekilde.Gözleri biber gazından ötürü yaş içinde kanter içinde kalmış yolunu kaybetmiş bir turist benden yardım istedi.Otelinin adresine telefonumdaki gmaps den baktık.Ona iyice tarif etmeye çalıştım.Teşekkür edip gecenin karanlığında kayboldu.Umarım adresini bulabilmiştir.Biraz sonra sokaklarda yaşayan bir gençle karşılaştım.”Abi 20 gündür gezi parkında bedavadan yiyip içiyorduk okadar iyi gelmiştiki “ dedi.”Şimdi ne yapıcam gene bilemiyorum” dedi.Bende ona ne cevap vereceğimi bilemedim.O sokak çocuğu yanımdan ayrıldıktan sonra duvarın dibine çöktüm ve uzun uzun düşündüm.Aklıma Tahrir geldi, kahire sokakları geldi..Gezi parkı pandoranın açılan kutusu.Ülkemiz adına büyük bir şans.İlk başta üç beş ağaç meselesiyle başlayan ama bugün gelinen noktada toplumun hassasiyet duyduğu konuların gün yüzüne çıkmasına vesile olduğu bir dönüm noktasıdır.Olayların bu hale gelmesi gerçekten büyük hata.Benzer bir eylem 2 sene evvel İspanyanın başkenti Madrid de yapılmıştı.Ekonomik krizle boğuşan ülkede mali tedbirler alınmış, bundan hoşnut olmayan binlerce İspanyol bizdeki Taksim meydanına eşdeğer olan Puerto del Sol meydanında çadırlar kurmuş 1,5-2 ay boyunca tepkilerini dile getirmişlerdi.Ve kesinlikle herhangi bir polis müdahalesine veya biber gazına maruz kalmamışlardı.Eğer masumane bir şekilde başlayan çevreci gezi eylemine de müdahalede bulunulmasaydı olaylar kontrol dışına çıkmazdı.Bunun iyice şekilde sorgulanması gerekiyor.
Artık hava aydınlanmak üzereydi.Ortalık iyice sakinlemişti.Bir iki saat uyumak için otele geçtim.Duş aldım.Cuma günü yazmış olduğum Babalar günü şiirinin  
Atam izindeyim, bu Pazar 8 yıl aradan sonra babalar gününü kutlamak üzere binlerce baba ile Gezideyim..   
#direngezi”
Şeklinde yazmış olduğum final kısmını çıkartıp sosyal çevremle paylaştım ve uykuya daldım.Gezi parkı dağıtılmıştı ve Pazar günü oraya girilemeyeceğini biliyordum. Kutlamak nasip olmadı.
Ama o gezi parkının yıkılmayacağını biliyorum.Farklı görüşlere değer verilen, İnsanların özel hayatlarına müdahale edilmediği, medeni bir şekilde insanların fikirlerini ifade edebildiği ve gösteri yapabildiği,polise kendi vatandaşına biber gazı sıktırılmadığı, adliye saraylarında avukatlarının tutuklanmadığı, yaralılara müdahale eden doktorlarının göz altına alınmadığı, toplumun torna tezgahından çıkmış gibi tek tip dizayn edilmeye çalışılmadığı,sanatına dokunulmadığı,  tarafsız bir basınının olduğu, gazetecilerinin ve yıllarca ülkesini kahramanca savunan askerlerinin cezaevlerinde olmadığı, herkesin bir birine hoş görüyle baktığı bir Türkiye Cumhuriyeti’ nde yaşayacağımızı biliyorum.Son üç haftada gezi parkında ki Y kuşağı gençliği gördükten sonra  kesinlikle emin oldum.Ben bunun için elimden geleni yapacağım.Çünkü emir büyük yerden.
Atam İzindeyiz..
Kimbilir belki bir gün çocuklarımla beraber babalar gününü gezi parkında kutlarım..

17 Haziran 2013 Pazartesi

ZEHRA SENGİR KİŞİSEL SERGİSİ ZİRAAT BANKASI SANAT GALERİSİNDE

Zehra Sengir’ in yıllardır ara vermeden yaptığı sürekli ve sistemli çalışmalarda oluşan akademik, teknik ve pratik bilgi birikimini içtenlikle kullanarak yaptığı resimleri 28 Haziran tarihine kadar Ziraat Bankası Sanat Galerisinde ki kişisel sergisinde ziyaret edebilirsiniz.

Resimlerinin alt yapısında kullandığı tonlar ve renkler arasındaki geçişleriyle geçmişi,geleceği değil izleyicide anı hissettirip, bunun dinamizmini ve heyecanını uyandırırken, üst yapıda kullandığı nesnelerle ve özellikle kuş motifleriyle adeta insan ruhunun özgürlüğüne pencereler açıyor.Kullanılan her bir renkte ayrı ayrı cereyan eden bambaşka sahneler hissedeceksiniz.Tablolarındaki nesneleri sarıp sarmalayan, bazen bir girdapta yok olan renkler duvarlarında derin hikayelerinin yazılı olduğu uzun koridorlara açılan kapılar gibi..

Zehra Sengir İzmir (Buca) Eğitim fakültesini üstün başarıyla bitirdi.Ankara sanat dergisi tarafından Paris’ e inceleme ve araştırma yapmak üzere gönderildi.Resim çalışmaları ile İstanbul Mimar Sinan Üniversitesi’ nden “Sanatta Yeterlilik” aldı.Ondokuz Mayıs Üniversitesi güzel sanatlar Eğitimi Bölümü’ ne Yardımcı Doçent olarak atandı.Halen aynı üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapmakta ve sanatsal çalışmalarını sürdürmektedir.

Yurt içi ve yurt dışı bineal, trienal, workshop ve sergi olmak üzere 100’ ü aşkınsanat etkinliği, yurtiçi ve yurtdışı toplam 19 kişisel sergisi ve yarışmalarda 6 ödülü bulunmaktadır.Koleksiyonlarda ve bazı müzelerde eserleri mevcuttur.

Ziraat Bankası Sanat Galerisi
İstiklal cd.Müeyyet Sk No:1, Tünel/Istanbul (Pazar,pazartesi hariç diğer günler ziyaret edilebilir)




16 Haziran 2013 Pazar

BABA

Çocukluk evrenimdeki süper kahramandın.
Gazete kağıdından kayıkla kocaman hayal dünyamın okyanusuna demir aldım.
Çıktığım keşifte gözü pek cesur mu cesur kaptanımdın.
O vakur ama emin duruşunla, çocuksu korkularımın tümünü karanlığa yollardın.

Vahşi hayat ormanında yolu bulmak adına aklım bi ton soruyla doldu.
Sorduğum sorular muson yağmurları gibi boldu.
Cevapların hep sabırla gülümseyerek oldu.
Cevapsız bırakmadığın sorulardan yıkıcı seller değil, toprakta filizlenen masum düşünceler doğdu.

Gün oldu fırtına koptu.
Hayatın şartları ağır oldu.
Ama ailemizin huzuru hep yerinde oldu.
Sevgili Baba evin çatısını direk gibi tuttu.

Her zaman reistin.
Gün geldi ailenin geçimi için gurbetteydin.
O yüzden bazı bazı özlemdin.
Ama var ya gözden ırak olsanda yüreklere huzur veren bir güvendin.

Yıllar geçtikçe.
Sen dalında yeşerdikçe.
O gazete kağıdından yolculuk yapan çocuk büyüdükçe.
Tekrar tekrar okunup daha iyi anlaşılan bir ansiklopedisin.
İçimde büyüyen bir hasretsin...

Tüm babalarımızın gününü kutluyorum.Sağlık, neşe, huzur diliyorum..



14 Haziran 2013 Cuma

PEDALIMDA 5 ÜLKE: İNCİ & SONER SARIHAN


1 hayal, 2 öğretmen, 5 ülke, onlarca şehir, yüzlerce köy, binlerce renk, doku, tat, festival, milyonlarca pedal, milyarlarca insan.

İnci & Soner Sarıhan dan PEDALIMDA 5 ÜLKE

Bisiklet nedir? “Hiçbir şey” birkaç pedaldan sonra “her şey”.

Bisiklet turu yapanın tam anlatamadığı, yapmayanınsa tam anlayamadığı bir şeydir diyor Soner Sarıhan.

Pedalımda 5 ülke kitabında birbirlerine ve bisiklete tutkulu iki güzel insanın Türkiye' den başlayan, İran’a, Pakistan’a, Hindistan’a ve Nepal’a uzanan serüvenlerine tanık olacaksınız. Kitap çok hoş bir tasarıma sahip ve sürükleyici anlatımıyla hikayeyi okumuyor, adeta Soner ve İnci hocanın bisikletlerine misafir olup onlarla birlikte yol alıyorsunuz!


“Kafamda bin türlü düşünce dolaşırken, ilk günden bu yana bir türlü alışamadığım alüminyum ayaklığı tamir imkanı kalmayınca Hindistan’ da bir yerlerde attığım geliyor aklıma.Nereden nereye diye düşünüyorum; Doğubeyazıt’ta bir bisikletçiden alınan parça şimdi, Agra yakınlarındaki bir çöplükte.Belki oradan hurdacılar tarafından alınacak, eritilip yeniden başka bir kalıba dökülecek ve kim bilir başka bir ülkeye ihraç edilecek, kim bilir ne iş için kullanılacak, kimlerin eline geçecek, nereleri görecek?Ruhu, hayalleri olmayan bu metal parçasının serüvenini düşününce insan olarak bizim hayat döngümüzün nerede başlayıp, nasıl devam edip,nerede biteceğini düşünmeden edemiyorum.
Ne idik, ne olduk, ne olacağız?

Kim bilir?” diyor Soner Sarıhan.

Sarıhan çiftinin hayallerini hiç gelmeyecek bir zamana ertelemek yerine, bunu gerçekleştirmek uğuruna ortaya koydukları cesaretlerine, kararlılıklarına şahit olacaksınız. Anı yaşamayı, hayatı ıskalamamayı hatırlayacaksınız. Ve tozlu raflarda bıraktığınız düşlerinize zihninizde tekrardan bir pencere açacaksınız. Pedalımda 5 ülke de Sarıhan çiftinin evlerinden uzaktaki yolculuklarında iki ay boyunca objektiflerine yansıyan birbirinden etkileyici fotoğrafları bulacaksınız.Fotoğraf demişken “YOLDA BÜYÜMEK” adlı fotoğraf sergilerini de 19 Haziran tarihine kadar İstanbul Metrocity AVM de ziyaret edebilirsiniz.Optimist yayınlarından çıkan kitap 184 sayfa.Bisikletinizin üzerinde yokuş aşağıya gidiyormuş keyfini yaşatacak bir maceraya hazır olun!
Sarıhan çifti oğulları Tibet Çınarla birlikte yeni bir maceraya kuzey kutup dairesine doğru pedal basıyorlar.Bisikletle Dünya turlarını www.minikgezgin.com adresinden güncel olarak takipedebilirsiniz.

11 Haziran 2013 Salı

GEZİ PARKI

SOKAK-MEYDAN-PARK KÜLTÜRÜNE KARŞI AVM KÜLTÜRÜ

Son bir iki hafta içersinde Gezi Parkı nedeniyle Yurt dışındaki ülkeler ile Türkiye deki AVM sayılarının  karşılaştırmaları gündemde. Oranladığımız zaman Türkiye de ki avm lerin sayısının görece olarak çok fazla olduğu ortaya çıkıyor.

Ülkemizde avm ler bir sosyalleşme mekanı olarak görülmekte. Gidildiğinde hiçbir alışveriş yapılmayacak olunsa bile içersinde gezme, vakit geçirme mekanları olarak kanıksanmıştır ve bu doğrultuda kullanılmaktadır. Bunun sosyalleşme adına ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır. Avrupa da bize nazaran daha gelişmiş olan sokak- meydan kültürü mevcuttur.İnsanlar muhabbetlerini, paylaşımlarını sosyalleşmelerini parklarda, sokaklarda, meydanlarda gerçekleştirirler.Buda neden Yabancı ülkelerdeki avm sayısının Türkiye ye oranla çok düşük olduğunu açıklıyor.Aslında baktığımızda şehirlerimizi betonlaştırarak hem yeşili ve yaşam alanlarını azaltıyoruz hem de sağlıklı sosyalleşmenin ve sağlıklı toplum yapısının önünü tıkıyoruz.

Gezi parkındaki bir araya gelen doğa sever insanların  son derece medeni şekilde başlatmış olduğu seslerini duyurma çabası, kendilerine uygulatılan  orantısız güç neticesinde Ülke çapında tepkilere, protestolara yol açtı ve yer yer istenmeyen olaylara neden  oldu.Bugün gelinen noktada toplum  tarafından ortaya konan ortak  irade neticesinde Gezi Parkı, şu an için insanların bir araya geldiği, herkesin bir birini dinlediği, fikirleri farklı bile olsa saygı gösterdiği kamusal bir alana dönüştü.Ben geçen hafta sonu oradaydım, ortamda bulundum, gözlemledim.İzlenimlerimden önce kamerama takılan görüntülerden oluşan gezi parkıyla alakalı iki üç dakikalık bir klip çıktı ortaya.


 GEZİ PARKINDA NE VAR?

Gezi parkında gerçekten muhteşem bir ortam var. Doğayı seven, fikirlerini özgürce ifade etmek isteyen, birbirlerinin görüşlerini dinlemesini bilen, paylaşmayı seven bir gençlik var.Gezi parkında para, çarpım tablosundaki sıfırı temsil ediyor.Oradaki yem yeşil ağaçların altındaki hava hoşgörü ve yardımseverlik kokuyor.Mizah derseniz en son bıraktığımda Everest’in zirvesini zorluyordu!

Gezide müzik var, sahneden parka yayılan şarkılara çırpılan binlerce elin bir birine vuran avuçlarından  çıkan sesler eşlik ediyor.. Gezide müze var, birkaç ağacı korumak için biber gazının içine dalan, kendini tomanın önüne atan  insanların yaşadıklarından fotoğraflar var, anılar var..Gezide bostan var, gezi bostanı.Burada ekinler baş vermeye başlamış bile..Tıpkı filizlenmeye başlayan pırıl pırıl yeni jenerasyon Türk gençliği gibi.İşte bu tecrübe ettiğim olağan üstü güzellikteki gezi atmosferini yaratan gençlik, ki yeni yeni filizlenirken bunu ortaya koyabiliyorlarsa büyüyüp ağaca dönüştüklerinde yaratabilecekleri mucizeler açıkçası beni çok ama çok  heyecanlandırıyor.Buradaki gençlik “neden” sorusunu sorabiliyor.Kalıplara bağlı kalmıyor.Araştırıyor en önemlisi doğruyla yanlışı birbirinden ayırabiliyor.Kandırılması mümkün değil.Tertemiz kalpleri ve güzel fikirleriyle Geziyi ve umutları adeta güneş gibi aydınlatıyorlar.Gezide edebiyat var, İstanbul’un dört bir yanından gelen geziye destek veren ziyaretçiler kitaplarını burada oluşturulan Gezi kitaplığına bırakıyorlar.Gençler çadırlarında kitap okuyor, okuduklarını değiş tokuş ediyor.Gezide, resim var.Süper yaratıcıklarıyla ortaya koydukları karikatürlerden oluşan bir açık hava resim sergisi var!Gezide sinema var, akşamları kurulan sinema sistemiyle filmler izleniyor, neşe kahkaha hiç eksik olmuyor.Gezide tiyatro var, dekorunun  toprak, çim, yemyeşil ağaçların oluşturduğu, oyuncularının  kendilerini harikularde ifade eden gençlerin olduğu bir açık hava sahnesi.Gezide mimari var, o doğa aşkına sahip gençler günlerdir yaşamlarını sürdürdükleri çadırlardan adeta bir köy oluşturulmuş durumdalar.Anlayacağınız Gezide sanat var, hayat var.

Gezide Çarşı var. Market var, eczane var, revir var, pastane var, kafeterya var, buradaki güzel insanların ihtiyaçlarını karşıladıkları. Ama dedik ya en başta burada para pul,kibir ise çul… “Gezide para geçmez” yazısı tezgahların  üzerinde.Geziyi İstanbul sahipleniyor.Şehrin dört bir tarafından gelen insanlar temel gereksinim malzemeleri, yiyecek içecek kitap getirip bırakıyorlar.Buradaki insanlarla konuşup destek oluyorlar.Ünlüsü-ünsüzü, genci-yaşlısı,patronu-çalışanı,kartalı-kanaryası-aslanı herkes ama herkes gezide birlik içersinde.Doğayı, fikrini özgürce ifade edebilmeyi, hayatını özgürce yaşayabilmeyi gönülden destekliyorlar.Gezide spor yapanlar var, yoga yapanlar var, koşanlar var, thai-chi yapanlar var,piknik var oyun var eğlence var.Ha bide gezide mini mini minikler var.Orada kurulmuş  “Çocuk Gezim Atölyesi” var.Oraya ağabeylerine ablalarına desteğe gelen miniklerin harika vakit geçirdikleri, resimler yaptıkları bir atölye.Yani Gezide anlayacağınız umut ve mutluluk var.

 SADECE 3-5 AĞAÇ MESELESİ Mİ?

Şuan Gezi parkında yaşanan güzellikler neyse, Polis Gezi parkına müdahale etmeden öncede aynı güzellikler yaşanıyordu..Buradaki insanlar medeni bir şekilde festival ortamında seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.Sabaha karşı uyuyan  insanlara biber gazı sıktırılmasını, çadırlarının  tarumar ettirilip adeta dayak attırılarak parktan  kovdurulmalarını ben herkesin vicdanına bırakıyorum. Polisimiz de belki günlük yaşamda sokakta karşılaşsa tebessüm edip muhabbet edeceği insanlara biber gazıyla müdahalede bulunurken  gönüllü değildi.(Bu durumun psikolojisini geçen haftaki yazımda Milgram Deneyine dayanarak) açıklamıştım.Bu uygulatılan orantısız güçten sonra gelişen süreçte bir takım üzücü olaylar meydana geldi.

Tüm yurda yayılan ve destek bulan bu tepkinin çıkış noktası, birkaç ağaç gibi gözükse de aslında pek çok şeyin birikimi sonucundaki bir dışa vurumdu. Ağaç konusu  ise taşma seviyesine gelmiş bardaktaki suya düşen son damlaydı. Bu  toplumsal tepkiyi sadece birkaç ağaç meselesine indirgeyerek yorumlamak ne kadar yanlışsa, sokağa dökülen yüz binleri ve yurdun genelinde sesini yükselten milyonları kulak ardı etmenin  de o kadar hatalı olacağını düşünüyorum.Gezi parkında bu muhteşem  atmosferi yaratan  gençlerin başarabildiği gibi,sağ duyunun yaşandığı, anlayışın, paylaşımın olduğu, bir birini dinleyen ve fikirlerine saygı gösteren bir anlayışın olduğu günler yaşamamızı diliyorum.


GEZİDEN KARELER





GEZİ BOSTANI



GEZİDE  SABAH KOŞUSU


GENÇLER FRİZBİ OYNUYORLAR



ÇOCUK GEZİ ATÖLYESİNDE MİNİKLER RESİM YAPIYOR :)


GEZİDE TAM 10 ÇEŞİT KUŞ TÜRÜ YAŞAMAKTA


GEZİ KİTAPLIĞI

4 Haziran 2013 Salı

REALİZM, MODERNİZM VE MILGRAM DENEYİ ÜZERİNE

REALİZM, MODERNİZM VE MILGRAM DENEYİ ÜZERİNE
Sanatta realizm bir nevi var olan durumu olduğu gibi aktarma halidir. Mesela parkta duran kırmızı kıyafetli bir kadın ya da yeşil yapraklarıyla bir ağaç tuvale resmedilirken  veya edebi olarak kelimelerle anlatılırken durumun sanki fotoğrafını çekiyormuşcasına olduğu gibi aktarılmasıdır.Resme bakan, yazıyı okuyan kişinin aklında herhangi bir soru işareti, sorgulayabileciği bir konu kalmaz.

Modernist edebiyat eserlerinde ise bilinç akışı vardır, oyunlar vardır, açık uçlu finaller vardır..Okuyucuyu sorgulamaya ve düşünmeye sevkeder.Mesela Borges görev olarak değil bir haz olarak Dünya Edebiyatını hatmettiği için, bu entellektüel yolculuklarında görmeyen gözlerine rağmen, düşüncenin labirentlerinde kaybolmadan yolunu bulur.Metinleri ortalama bir okuru sersem edecek yoğunlukta ve yine ortalama bir okurun düşünce dünyasını o hiç fark etmeden zenginleştirecek atıflarla doludur.Bu atıflar bazen gerçekken bazen de muhayyel kişilerden ve mekanlardan oluşur.Buda “Borges Efsanesine” Borges’ in kendisinden daha çok katkıda bulunan eserlerinde yaptığı atıfların izini süren “Akademik bir Sherlock Holmes lar” topluluğunun doğmasına neden olmuştur.Yani anlayacağınız modern edebiyat okuyucunun zihnini zorlar.Tek düzelikten kurtarır.Modernizm bir nevi izlenimciliktir.Parkta çimlerin üzerinde piknik yapan bir grubun tuvalde ki resmi değil, çimlerin üzerinde piknik yapan gruba bakan ressam da bıraktığı izlenimdir.Örnek olarak Picasso nun eserlerini veya Velazquez ‘in Nedimeler  tablosunu verebiliriz.Modernist bakış açısı itaat etmemizi engeller.Öyle ki dikta rejimleri tarih boyunca modernist yaklaşımı temsil eden sanatçıları cezalandıran ve bu akımı yok sayan bir tutum içersinde olmuşlardır.Dikta rejimine göre arzu edilen kusursuz sistem zaten mevcuttur ve ortaya konacak sanat eserleri de zihinlerde herhangi bir sorgulamaya yer bırakmayacak şekilde realist olmalıdır.Çimlerin üzerinde piknik yapan bir grubun portresi yapılmışsa bu kişide sadece onu çağrıştırmalı zihinlerde herhangi bir sorgulamaya mahal bırakmamalıdır.Otorite için Modern sanat tehlikedir.Doğru sanat vardır!Ve doğru sanat otoriteyi betimler, onu över.Modernist edebiyat ise itaat etmeyi engeller..

Bu itaat etmek konusu aklıma Milgram deneyini getirdi.Almanya da yaşanan ve milyonlarca Yahudinin soykırımıyla sonuçlanan Nazi dönemi sonrasında mahkemelerde yargılanan nazi subayları kendilerini “biz emir komuta altındaydık.Bize emredilmişti ve bizde uygulamıştık” şeklinde savunma yapmışlardı.Amerikalı bilim adamı Stanley Milgram bu noktadan yola çıkarak 1961 yılında tüm Dünyada “Milgram Deneyi” olarak bilinen çalışmalarına başladı.Yale Üniversitesinde yapılan deneylerde; sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanların, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olup olamayacakları ve ek olarak, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde hangi oranda otoriteyi reddetme potansiyeli olacağını sorgulamıştır.Deney şöyle gerçekleşmiştir.İki denek bölmeyle ayrılmış bir odada bir birlerini görmeyecek şekilde oturtulmuşlardır.Deneklerden birine öğretmen diğerine ise öğrencilik görevi verilmiş ve öğretmen olana öğrenciye sorduğu soruları bilememesi halinde elinin altında bulunan düğmeye basarak  elektroşok vermesi söylenmiştir.Bu arada öğrenci konumunda oturan denekle, öğretmen konumunda ki deneğin başında dikilen beyaz önlüklü ‘elektro şok’ ver diyen otoriter figür aslında aralarında danışıklıdır.
Aslında elektrik verilmiyor ama diğer bölmedeki aktör her bilemediği soruda bu kurmacadan habersiz deneğin düğmeye basmasıyla elektrik şoku alıyormuşcasına inliyor.Öğretmen pozisyonundaki denek soruları sormaya ve bölmenin diğer tarafından inlemeler gelmesine rağmen elektro şok kullanmaya devam ediyor.Soruları bilemeyen bölmenin ardında ki öğrencinin ızdırabı ve inlemeleri arttıkça denek bir an için duruyor.Artık devam edip etmemek konusunda tereddüt yaşıyor.Ancak başında dikilen beyaz önlüklü otorite “hayır, problem yok deneye devam edin” diyor ve denek düğmeye basarak elektroşok vermeye devam ediyor.Deney sonucuna bakıldığında deneklerin %65 inin en yüksek seviye olan 450 volt elektriği uyguladığı görülmüştür.Deneklerin hiç biri 300 Volt seviyesinin altına düşmemişlerdir.Buradan da görülmektedir ki otorite karşısında yaşları 25 ila 50 arasında, ilk okul terkten üniversite profesörüne kadar olan insanların oluşturduğu denek grubu bir otorite karşısında itaat eğilimindedirler. Sadece görevlerini yapan, kendi başlarına vahşi işlere kalkışmayan sıradan insanlar, korkunç bir yok etme işleminin bir parçası olabilmekteler. Ek olarak, yaptıkları işin yıkıcı sonuçlarını apaçık görmelerine rağmen, temel ahlaki değerleriyle çelişen bu görevlerde pek az kişinin otoriteyi reddetme potansiyeli olduğu görülüyor.