Toplantıyı bir basın ordusu takip
ediyor. Kürsüde ki adam ‘başka sorusu olan var mı?’ diyor. Salonda bir uğultu
kopuyor. Havaya kalkan eller birbirine karışıyor. Sonra herkes susuyor ve
kalabalığın arasından bir ses geliyor;
‘İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?’
‘Hayır’
Diye cevaplıyor takım elbiseli adam. Yine bir uğultu
kopuyor.
***
Geçen hafta sonu Başrolde Matt Damon’ ın oynadığı Marslı filmini izledim. Hikaye klasik.. Kızıl gezegende
görev sırasında meydana gelen kaza sonucunda gerilim, tehlike ve ölümle burun
buruna gelen astronotların yaşadığı dehşet dolu anları anlatıyor. Ama bence
sezonun filmi! Yönetmen Ridley Scott; Çok satan
ödüllü bir kitaptan, müthiş oynayan oyunculardan ve tabii ki patlamayı,
çatlamayı, uzay araçlarını tüm o baş döndürücü aksiyonu taa burnunuzun ucuna
sokan muazzam 3D efektlerle süper bir iş ortaya çıkarıyor. Bu teknoloji daha ne
kadar ilerleyecek gerçekten merak ediyorum. Ben şahsen filmi izlerken kendimi
resmen başrol oyuncusu gibi hissettim! O derece yani…
Konu kısaca şöyle. Mars’ da
koloni görevi için giden uluslararası bilim adamlarından oluşan ekip görev
sırasında ansızın kopan bir kum fırtınası sonucu bir arkadaşlarını
kaybediyorlar canlarını zor kurtararak gezegeni terketmek zorunda kalıyorlar.
Dünya’ da yer yerinden oynuyor, Mars görevinde hayatını kaybeden astronutun cenazesi
kaldırılıyor. Gelgelelim uzay kapsülüyle paçayı kılpayı sıyıran arkadaşları
kadar şanslı olmayan ve 55 milyon kilometre ötede törenle cenazesi kaldırılan
Astronot Mark bir şekilde kazadan kurtulmayı başarıyor ve kızıl gezegende
yalnız başına kalıyor. Kanamadan gidecek, önce karnında ki şarapneli çıkarıp
yarasını dikiyor. Açlıktan ölecek, serada kendini idare edecek mahsül
yetiştiriyor. Tüm iletişim cihazları pert olmuş, gidip 1996 yılında Mars’ da
görev yapan pathfinder aracını buluyor. Kazıp yüzeye çıkartıp, çalıştırıp onun
vasıtasıyla Dünya’yla iletişim kuruyor. Yalnız tüm bunlar olurken Matt Damon’
ın oynadığı Botanik uzmanı Mark Watney karakterinde; kendiyle ve içinde
bulunduğu bunalımlı atmosferle dalga geçerken, tüm sorunlara zehir gibi
çözümler geliştirip, asla pes etmeyen mücadeleci ve son derece keyifli bir
portre çiziyor. Tabii bunlar olurken
aradan aylar geçiyor ve Mark hayatta olduğunu öğrenen NASA resmen Şoka giriyor.
Kapalı kapılar ardında NASA
direktörü ve halkla ilişkiler sorumlusu durum değerlendirmesi yapıyor.
-Ne yani şimdi tüm Dünya’ ya ‘pardon
aslında Mark ölmemiş, biz onu Mars’ da unutmuşuz mu’ diyelim?
-Biz oraya kurtarma ekibi gönderene
kadar zaten ölür!
- Tüm Dünya’ ya rezil olacağız
NASA’nın itibarı ne olacak?
Gibi konuşmalar geçiyor. Yani
orada Dünya’ dan 55 milyon kilometre uzaklıkta insanüstü bir çabayla hayatta
kalmayı başaran Mark’ ın kaderi bir kaç kişinin
dudağının arasında gidip, geliyor.
Önce bir gurura gidiyor ardından
vicdana uğruyor. Vicdandan koltuğa sekiyor, sonra tekrardan gurura gidiyor…
Öleee bir süre kendi halinde dolanıyor
iç açıları toplamı 180, dış açıları toplamı ise 360 derece yapan
gurur-vicdan-koltuk üçgeninde.
Gerçekten tam bir rezalet, faciya
bir durum. Öldü dedikleri, cenaze törenini bile düzenledikleri astronotlarını
Mars’ da unutuyorlar…
***
Toplantıyı bir basın ordusu takip
ediyor. Kürsüde ki adam ‘başka sorusu olan var mı?’ diyor. Salonda bir uğultu
kopuyor. Havaya kalkan eller birbirine karışıyor. Sonra herkes susuyor ve
kalabalığın arasından bir ses geliyor;
‘İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?’
‘Hayır’
Diye cevaplıyor takım elbiseli
adam. Yine bir uğultu kopuyor. Takım elbiseli adam NASA direktörü. Jeff Bridges
oynuyor. Kapalı kapılar ardında durum değerlendirmesi yapan dudaklardan biri. Mark’
ın aslında ölmediğini, yapmış oldukları vahim hatayı tüm kamuoyuyla
paylaşıyorlar ve bir kurtarma planı hazırlayıp Mark’ ı kızıl gezegenden
kurtarıyorlar.
Bu kısım çok önemli. Birilerinin çıkıp hatayı
kabullenebilmesinden, sorumluluk alabilmesinden bahsediyorum. Yani hatasızlığın
hedef olduğu, hatanın asla kabul edilmediği, kusursuzlardan bahsediyorum.
Sonuçta bu kusursuzlar zararlı oluyorlar ve yaptıkları hataları görmüyorlar,
gördüklerinde de örtbas edebilmek için olguları değiştiriyorlar. Ama hataları
inkar edenler, hatalarını tekrarlamaya mahkumdur. Sonuçta birinin çıkıp
sorumluluk alması gerekir. Sistem sorumluluk alamaz bunu ancak insanlar
yapabilir. İşler iyi gittiğinde kendine pay çıkaranlar işler ters gittiğinde öne
çıkıp suçu üstlenmek zorundadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder