22 Ekim 2015 Perşembe

MARSLI

Toplantıyı bir basın ordusu takip ediyor. Kürsüde ki adam ‘başka sorusu olan var mı?’ diyor. Salonda bir uğultu kopuyor. Havaya kalkan eller birbirine karışıyor. Sonra herkes susuyor ve kalabalığın arasından bir ses geliyor;

‘İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?’

‘Hayır’

Diye cevaplıyor takım elbiseli adam. Yine bir uğultu kopuyor.
***
Geçen hafta sonu Başrolde Matt Damon’ ın oynadığı Marslı filmini izledim. Hikaye klasik.. Kızıl gezegende görev sırasında meydana gelen kaza sonucunda gerilim, tehlike ve ölümle burun buruna gelen astronotların yaşadığı dehşet dolu anları anlatıyor. Ama bence sezonun filmi! Yönetmen Ridley Scott; Çok satan ödüllü bir kitaptan, müthiş oynayan oyunculardan ve tabii ki patlamayı, çatlamayı, uzay araçlarını tüm o baş döndürücü aksiyonu taa burnunuzun ucuna sokan muazzam 3D efektlerle süper bir iş ortaya çıkarıyor. Bu teknoloji daha ne kadar ilerleyecek gerçekten merak ediyorum. Ben şahsen filmi izlerken kendimi resmen başrol oyuncusu gibi hissettim! O derece yani…

Konu kısaca şöyle. Mars’ da koloni görevi için giden uluslararası bilim adamlarından oluşan ekip görev sırasında ansızın kopan bir kum fırtınası sonucu bir arkadaşlarını kaybediyorlar canlarını zor kurtararak gezegeni terketmek zorunda kalıyorlar. Dünya’ da yer yerinden oynuyor, Mars görevinde hayatını kaybeden astronutun cenazesi kaldırılıyor. Gelgelelim uzay kapsülüyle paçayı kılpayı sıyıran arkadaşları kadar şanslı olmayan ve 55 milyon kilometre ötede törenle cenazesi kaldırılan Astronot Mark bir şekilde kazadan kurtulmayı başarıyor ve kızıl gezegende yalnız başına kalıyor. Kanamadan gidecek, önce karnında ki şarapneli çıkarıp yarasını dikiyor. Açlıktan ölecek, serada kendini idare edecek mahsül yetiştiriyor. Tüm iletişim cihazları pert olmuş, gidip 1996 yılında Mars’ da görev yapan pathfinder aracını buluyor. Kazıp yüzeye çıkartıp, çalıştırıp onun vasıtasıyla Dünya’yla iletişim kuruyor. Yalnız tüm bunlar olurken Matt Damon’ ın oynadığı Botanik uzmanı Mark Watney karakterinde; kendiyle ve içinde bulunduğu bunalımlı atmosferle dalga geçerken, tüm sorunlara zehir gibi çözümler geliştirip, asla pes etmeyen mücadeleci ve son derece keyifli bir portre çiziyor.  Tabii bunlar olurken aradan aylar geçiyor ve Mark hayatta olduğunu öğrenen NASA resmen Şoka giriyor.
Kapalı kapılar ardında NASA direktörü ve halkla ilişkiler sorumlusu durum değerlendirmesi yapıyor.

-Ne yani şimdi tüm Dünya’ ya ‘pardon aslında Mark ölmemiş, biz onu Mars’ da unutmuşuz mu’  diyelim?

-Biz oraya kurtarma ekibi gönderene kadar zaten ölür!

- Tüm Dünya’ ya rezil olacağız NASA’nın itibarı ne olacak?

Gibi konuşmalar geçiyor. Yani orada Dünya’ dan 55 milyon kilometre uzaklıkta insanüstü bir çabayla hayatta kalmayı başaran Mark’ ın kaderi  bir kaç kişinin dudağının arasında gidip, geliyor.
Önce bir gurura gidiyor ardından vicdana uğruyor. Vicdandan koltuğa sekiyor, sonra tekrardan gurura gidiyor…

Öleee bir süre kendi halinde dolanıyor iç açıları toplamı 180, dış açıları toplamı ise 360 derece yapan gurur-vicdan-koltuk üçgeninde.

Gerçekten tam bir rezalet, faciya bir durum. Öldü dedikleri, cenaze törenini bile düzenledikleri astronotlarını Mars’ da unutuyorlar…
***
Toplantıyı bir basın ordusu takip ediyor. Kürsüde ki adam ‘başka sorusu olan var mı?’ diyor. Salonda bir uğultu kopuyor. Havaya kalkan eller birbirine karışıyor. Sonra herkes susuyor ve kalabalığın arasından bir ses geliyor;

‘İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?’

‘Hayır’

Diye cevaplıyor takım elbiseli adam. Yine bir uğultu kopuyor. Takım elbiseli adam NASA direktörü. Jeff Bridges oynuyor. Kapalı kapılar ardında durum değerlendirmesi yapan dudaklardan biri. Mark’ ın aslında ölmediğini, yapmış oldukları vahim hatayı tüm kamuoyuyla paylaşıyorlar ve bir kurtarma planı hazırlayıp Mark’ ı kızıl gezegenden kurtarıyorlar.

Bu kısım çok önemli. Birilerinin çıkıp hatayı kabullenebilmesinden, sorumluluk alabilmesinden bahsediyorum. Yani hatasızlığın hedef olduğu, hatanın asla kabul edilmediği, kusursuzlardan bahsediyorum. Sonuçta bu kusursuzlar zararlı oluyorlar ve yaptıkları hataları görmüyorlar, gördüklerinde de örtbas edebilmek için olguları değiştiriyorlar. Ama hataları inkar edenler, hatalarını tekrarlamaya mahkumdur. Sonuçta birinin çıkıp sorumluluk alması gerekir. Sistem sorumluluk alamaz bunu ancak insanlar yapabilir. İşler iyi gittiğinde kendine pay çıkaranlar işler ters gittiğinde öne çıkıp suçu üstlenmek zorundadır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder