Şehir stadyumunda yaptığım klasik
sabah koşularından birindeyim. Sahada in-cin top oynuyor, bom boş tribünlerden
sessizlik müthiş bir tezahürat kopartıyor ve ben de motivasyon tam gaz koşuya
devam ediyorum. Sahayı çevreleyen pistte peşi sıra turlar atıyorum. Sonra tiz bir ıslık duyuluyor ve hemen ardından taak diye tok bir ses
geliyor. Başımı sesin geldiği yöne doğru çeviriyorum. Bir daha oluyor.
-Fişuuuuvvv…
-Taak!!
Sonra bir kez daha oluyor.
-Fİşuuuuvvv…
Taak!!
Bu yüz metre ötede ki cinlerin
atak yapmakta olduğu kale arkasından geliyor. Gözlerimi kısıp ne olduğunu
anlamaya çalışıyorum, bu arada koşmaya devam ediyorum. Pistin kavisini
tamamlayıp karşıya doğru koşuya devam ediyorum. Öbür kale arkasına geldiğimde
Üzerinde oklarla vurulmuş hedef tahtasını görüyorum. 50 metre kadar ilerde ise
yayını aşağıya indirmiş, geçmemi bekleyen okçuyu görüyorum. Az evvel ki seslerin
nedeni anlaşılıyor. Taburesine oturmuş dikkatli bir şekilde seri atışlar yapan
okçunun yanından birkaç kez daha geçiyorum ve koşumu tamamlıyorum. Tribünden
ceketimi alıp su içe içe yanına doğru yürüyorum ve ‘kolay gelsin antremanınızı
izleyebilir miyim?’ diye soruyorum. Böylece 2004 Atina – 2008 Pekin – 2012
Londra Olimpiyat oyunlarında Ülkemizi temsil eden paralimpik sporcumuz Turan
Mutlu ile tanışıyorum. Kendisi yaşamını spora adamış biri. Maraton, halter ve
son olarak okçuluk… Oku alıyor, itinayla sol elinde tuttuğu yaya yerleştiriyor,
geriyor, nişan alıyor ve hedefi tam 12 den vuruyor. Atışları arasında sohbet
ediyoruz. Bu arada hedefin 12 den vurulmadığını okçulukta maksimum puanın yani
o merkezin 10 puan olduğunu da öğreniyorum. Neyse… İki yıldır okçuluk yaptığını
ve şuanda milli takım seviyesine geldiğini söylüyor. Önümüzde ki Avrupa
şampiyonasını hazırlık yapıyor. Bu işin kondisyon gerektirdiğini anlatıyor. Hem vücut ve mental anlamda… Zaten
o makaralı 250 metre menzilli yayı elime aldığımda ‘kondisyonla’ neyi
kastettiğini gayet iyi anlıyorum. O yayı tutup tek bir sefer gerip nişan
almaya çalışmak bile inanılmaz zor. Ama o bunu defalarca tekrarlıyor, okları
bittiğinde koltuk değneklerini alıp 50 metre ötedeki hedefe yürüyor. Onları
hedeften çıkartıyor, geri geliyor ve tekrardan atışlara devam ediyor. Bu sporda
ilerleyebilmek için yılların verilmesi gerekiyormuş ama kendisi çok kısa bir
süre içinde Türkiye şampiyonalarında dereceler elde ediyor ve şimdiyse milli
takımla beraber Avrupa Şampiyonasında yer almak istiyor. Hayali
ise Olimpiyatlarda halterden sonra bu sefer okçuluk disiplininde dördüncü defa
ülkemizi temsil etmek. Her gün kendi imkanlarıyla bunun için çalışıyor. Kendi
imkanlarıyla derken; normalde salonda kullanılabilen dışarda çalışırken en ufak
bir rüzgarda karavanaya gidecek plastik oklarla antreman yapıyor. Üç tanesi
1500 lira olan oklar, 5500 lira olan yay ve diğer ekipmanlarla 10.000 lirayı
bulan bir teçhizattan bahsediyorum. Sporcular kendi imkanlarıyla temin
ediyorlar, kendi imkanlarıyla her gün bir şekilde yarışmalara hazırlanıp belli
bir seviyeye geliyorlar.
Ben kendisiyle tanıştığım için
çok mutlu oluyorum. Hayata bakış açısı, önemli olan neyle karşı karşıya olduğun değil ona nasıl tepki verdiğin diyen
kararlı duruşu ve tabii ki muazzam başarıları karşısında inanılmaz
etkileniyorum. Tekrar görüşmek üzere Turan Mutlu ile vedalaşıyorum. Karşıda ki
bomboş tribünlere gidiyorum. Birkaç basamak tırmanıp çıkış kapısının önüne
varıyorum. Dışarı çıkarken ardımdan bir
-Fişuuuuuvvv
Sesi daha geliyor. Bu arada
inlerle cinlerin maçını Azim,Kararlılık ve İnanç kazanıyor. Tribünlerden
yükselen sessizliğin tezahüratı tüm coşkusuyla devam ediyor. Galiba bir gün
stadyumlarda binlerce seyircinin alkışını almanın, milyonlarca kişiye bir
şekilde ilham olabilmenin yolu laf aramızda; şu bomboş tribünlerden gelen ‘sessizliğin
çoşkulu tezahüratını’ defalarca dinlemekten geçiyor…
-Taak…