Kılıç dişli eski çağ sincabı, buzulun üzerinde hoplaya,
zıplaya yaldır yaldır koşturuyor. Kucağında üç parmaklı sıska kollarıyla
sımsıkı sarıldığı, uzunca süredir peşinde olduğu ve sonunda kavuştuğu meşe
palamudu. Burnunu buza dayamış bir orayı bir burayı kokluyor saplantı haline
getirdiği hazinesine uygun bir yer arıyor. Sonunda bir yeri gözüne kestiriyor
ve palamudu oraya dikiveriyor. Dikmesiyle sarsıntının başlaması ve buzulların
çatırdamaya başlaması bir oluyor. Bizimkinin ödü patlıyor ve korkudan havaya
sıçrıyor. Derhal meşe palamudunu oradan çekip çatırdamaya başlayan deliğin
üzerini el çabukluğu marifet örtüveriyor. Sarsıntı duruyor. Derin bir “ oh be!
“ çekiyor. Daha ihtiyatlı adımlarla parmaklarının ucunda buzun üstünde
ilerliyor ve başka bir yer buluyor. Kucağındaki meşe palamudunu oraya
bırakıyor. Bu sefer deminki kadar şanslı olmuyor. Ayaklarının altındaki buzlar
dört bir koldan her tarafa doğru çatırdayıveriyor. Kar, buz kaplı zirvesinde
bulunduğu kocaman dağ ortadan ikiye ayrılıyor. Bizim şaşkaloz sincabın patlak
gözleri korkuyla büyüyor ve hızla aşağı düşmeye başlıyor. Çığlıkları son sürat
düşmekte olduğu dipsiz karanlıkta yankılanıyor. Yolculuk yer kürenin
çekirdeğinde son buluyor. Kendinden uzağa düşen meşe palamudunu tekrardan
kovalamaya başlayan şaşkın sincabın ayaklarının altındaki küre dönmeye
başlıyor. Dünyanın çekirdeği çıldırıyor! Sincap, manyetik alanın etkisiyle bir
o yana bir bu yana çarpıyor. Kilometrelerce yukarıda yer yüzünde dev faylar
oluşuyor, yer yerinden oynuyor. Buzul çağındaki dünyada dev kıtalar birbirinden
ayrılıyor. Tüm bu olanlardan sonra bizimkisi tekrardan kavuştuğu meşe
palamuduyla dünyanın merkezinden tekrardan yukarıya gökyüzüne fırlıyor. Havada
birkaç saniye asılı kalıyor ve tekrardan çığlık çığlığa aşağı doğru düşüyor. Bu
sefer okyanusa… Ama suya değil, oralarda kendi halinde yüzen bir buz adacığına
çakılıyor yaratık. Bu da ortadan ikiye bölünüyor ve bahtsız yaratık bir
tarafta, peşinden koştuğu meşe palamudu öbür tarafta kalıyor. Bu esnada ekranda
“BUZ DEVRİ: KITALAR AYRILIYOR” yazısı beliriyor. Benim ve diğer yolcuların
yüzünde bir tebessüm. Film ikinci kez oynamaya başlıyor. Bu arada hostesin
anonsu etrafta çınlıyor. Uçağımız Kahire Uluslararası Hava Alanına iniş yapmak
için alçalmaya başlıyor. Tunus’ da başlayan ve domino etkisiyle tüm Arap
coğrafyasına yayılan Arap Baharının en derinden yaşandığı topraklara varıyorum.
Mısır’ a… Yıllardan beri hüküm süren rejimin devrilip yerine halkın iradesiyle
seçilen Mursi geleli neredeyse bir yıl olmuş. Yeni kurulan sistem halen
kararsız ve Kahire sokakları da karışık… Aşağıya yaklaştıkça pek de tekin
olmayan bu ortamda yalnız başıma olacağım fikri beni ürkütmüyor desem yalan
söylemiş olurum. Buraya gelme kararını alırken Mısır’ ın olağanüstü tarihini, sokaklarında,
insanlarında, siyasi ikliminde meydana gelmekte olan değişimi yerinde
deneyimleme isteğim ve tabi en önemlisi Luksor’ da koşacağım maraton, içimdeki
tedirginlik duygusuna göre kantarda daha ağır basmıştı. Hani bugüne bakınca orada durumun çok kötü olduğunu ve başlangıçta umutla bakılan
baharın sonbahara döndüğünü görüyoruz… Filmi izlediğimiz LCD ekranlar
siyaha dönüyor ve tavanın içine katlanıyor. Kemerimi bağlıyorum, uçağımız
başkente iniş yapmak için alçalmaya başlıyor. Filmde izlediğim sahne aklıma kelebek etkisini getiriyor.
Hani şu meşhur “ Gezegenin öbür ucunda ki kelebeğin kanat
çırpmasının dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırgaya neden olabileceği “
söylemiyle özdeşleşmiş kelebek etkisi. Her şey 1961 yılında Amerikalı
matematikçi ve meteorolog Edward Lorenz’ in uzun süreli hava tahmini yapmayı
sağlayacak bir model üzerinde çalışırken bilgisayara 0,506127 değeri yerine
0,506 değerini girip, ortaya çıkan sonuçların tamamen farklı olduğunu gözlemlemesiyle
başlar. 1963 de “ Deterministic Nonperiodic Flow” isimli teorik çalışmasını
yayımlar. Kelebek direk olarak kasırgayı yaratmaz. Bu kanat çırpışlar;
sonuçlarda çok büyük değişiklikler meydana getiren zincirleme olaylara neden
olan, sistemin başlangıç verilerinde meydana gelen çok küçük değişimleri
simgeler. Kelebek etkisinin özü; Bir
sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin bile büyük ve
öngörülemez sonuçlar doğurabileceğidir.
İşte bu gerçeklikten yola çıkarak uzun vadeli hava
tahminleri yapabilecek, borsadaki trendleri kestirebilecek modellerin
geliştirilmesi ya da geleceğin öngörülebilmesi fizik olarak mümkün değildir.
Çünkü orada devreye atom altı parçacıklar girer, kuantum girer, Heisenberg’ in
belirsizliği girer… Aslında bu belirsizlik doğanın en temel yapı taşlarından
biridir. Ancak yine kelebek etkisinden yola çıkarak söyleyebileceğimiz belirli
olan bir şey var ki, o da aynı dünyada yaşadığımız, aynı havayı soluduğumuz,
dil, din, ırk hiçbir farklılık gözetmeden insanlık olarak ortak bir kadere
sahip olduğumuzdur. Yani her şeyin, herkesin bir birbirleriyle bağlantılı olduğu
gerçeğidir. Bu bağlamda ne Gazze de yaşanmakta olan insanlık dramına, ne de her
hangi bir zorbalığa karşı kayıtsız kalınmamalıdır.