30 Ağustos 2013 Cuma

BİSİKLET

1 değil 2 gerek,
oda olmalı tek yürek,
deli divane dönmek,
sevmek...
Aşk 2 teker üzerinde gitmek.

Nerede diye sorma!
Yaman bir yokuşun sonunda, tırmanıp yorulduğunda.
Yada vücuduna çarpan rüzgârda...
Yokuş aşağı gözlerini kapayıp kollarını özgürce açtığında!

Bazen kanmak,
yolda ansızın yere kapaklanmak...
Bazen yanmak...
Aşk...düşmek, kalkmak.Yine yeniden cesaretle yol almak!

SOS

En anlamlı şiir


30 Ağustos Zafer Bayramımız
KUTLU OLSUN!



İstiklâl Marşı

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

Mehmet Akif Ersoy

27 Ağustos 2013 Salı

YALAN

Söylerken seni dil olur yılan,
zehrin kalp kıran,
gerçek kılıç, yalan iğneyse,
gözlerin gerçeği eleverirse,
iğne olur bin kılıç,
sine hüzünle hınca hınç...
Gönlümdür tuzla buz olan,
Güvendir bahçemizde solan...

SOS

26 Ağustos 2013 Pazartesi

ROMA MARATONU



17 Mart 2013 tarihinde Roma Maratonundan sonra kaleme aldığım yazıdır.

SEVGİLİ DOSTLAR BOLLUCA ÇOCUK KÖYÜNDEKİ YÜZÜ AŞKIN KORUNUK İÇİN MISIR-ANTALYA VE ROMA MARATONLARINDA KOŞTUĞUM YÜZÜ AŞKIN KİLOMETRE TAMAMLANDI.

ROMA MARATONUNDA HEM KOŞTUM HEM YARIŞI KAYDETTİM.AŞAĞIDAKİ LİNKTE 42 KİLOMETRELİK MARATONUN 20 DAKİKAYA SIĞDIRILMIŞ HALİNİ İZLEYEBİLİRSİNİZ.KOLEZYUM VAR,ROMA VAR,KOŞU VAR, TREVİ VAR, VAR VAR...

http://youtu.be/Zv4Ceb-eyHM

AYRICA YARIŞA DAİR YAZIMI DA AŞAĞIDA BULABİLİRSİNİZ

17 MART 2013 PAZAR

Gün ışığının koyu kahve tahta balkon kapısının panjurlarının aralığından geçip odamın içersini ve uykumu yavaş yavaş aydınlatmasıyla, geceden kurmuş olduğum alarm çalmadan uyandım. Gözümü açtığımda ilk gördüğüm manzara sehpanın üzerinde bana bakan kırmızı adım adım t-shirt ü ve diğer yarış malzemeleriydi. Maraton sabahında uyandığımda ilk olarak bu sahneyi yaşamak hoşuma gidiyor.

Yarım saat sonra serin Roma sabahında Termini metro istasyonuna doğru yürüyordum. Metro istasyonu, tren, Romanın sokakları sadece ama sadece mavi yeşil sırt çantalı insanlarla doluydu. Şöyle bi uzaktan insanlara üstünkörü baktığınızda her biri aynı fabrikasyon seri üretim   gibi duruyorlardı. Yedi tepeli şehirde 50 ayrı milletten onbinlerce kişi Roma Maratonunu koşmak üzere Kolezyum' a doğru akın ediyordu. Startın kuyruğu neredeyse 1 kilometreyi buluyordu. Çantalar yarış sonrası teslim alınmak üzere mavi brandalı kocaman tırlardaki mavi üniformalı yarış görevlilerine teslim edildi. Mavi, İtalyan mavisi.. Esneme-ısınma hareketleri yapıldı ve bu arada yarışın start anı geldiğinde bizde artık gladyatörlerin arenasının dibindeydik.

Asırlarca gladyatörlerin savaşlarının mabedi olmuş Kolezyum bugün sanki, koşmayı seven ve büyük keyif duyan her biri dil, din, ırk, kültür, karakter olarak birbirinden farklı ama ortak noktaları koşmak olan on binlerce insanın bir araya gelip sanki çok büyük bir cemaatin dini töreni gerçekleştirecekleri bir mabede dönüşmüştü. Ama aslında sadece maraton koşacaklardı. Lakin bu nasıl güzel bir “sadece” dirki huyu, suyu, politikası her şeyi tamamen birbirine zıt olan on binleri bir araya getirmeyi ve yan yana hareket etmelerini başarabilmekte, yapılan yardımseverlik koşularıyla vesile olunan bağışlarla binlerce muhtaç ve şanssız insanın hayatına olumlu yönde katkı sağlanabilmektedir. Bu sadece ama sadece koşarak başarılıyor. Koşmak yapılması en basit spor. İhtiyacınız olan tek şey bir çift spor ayakkabı ve içinizdeki harekete geçme isteği.

İşte bu harekete geçme isteği her daim içinde olan 100.000 kişi startın verilmesiyle Kolezyum' dan büyük bir coşku ve gülümsemeyle Roma Maratonuna başladı. Evet koşmak öyle bir şey işte, yüzünüze bir gülümseme konduruveriyor. Maratonun ilk 10 kilometresi adımları zorlaştıran parke taşlı sokaklara rağmen yol kenarında heyecanla bizleri destekleyen Roma halkının tezahuratlarıyla, muhtelif noktalardaki bandoların, dj lerin yaptığı müziklerle göz açıp kapayıncaya kadar geçiverdi.Evet bir maraton sadece üzerinde koşulan yollar  ve atletlerden ibaret değil. Tüm şehrin olayı yaşadığı, katılım gösterdiği bir festival adeta.

Maratonun ikinci 10 kilometresi adeta bir yılan gibi kıvrılarak çizmenin başkentini ortadan ikiye bölen Tevere nehrinin yanından koşarak geçtik. Maratonun yarısından itibaren boyunlarında kırmızı uçan balonları,sırtlarında melek kanatlarıyla koşan “maraton koşanların melekleri” anlamına gelen Angeli di Maratoneti grubuna rast geldim ve yarışa beraber devam ettik. Grup maraton katılımcılarına 42 kilometrelik uzun yolculukta sohbetlerle, yanından geçilen tarihi yerlerin açıklamasını yapmak suretiyle yoldaş oluyor. Bu grup farklı renklerde balonlar taşıyan ve maratonu farklı zamanlarda bitiren(kırmızı 4.45, mavi 3.30 gibi) alt gruplardan oluşuyor. İnsanın gücünün tükendiği gardının düşmeye başladığı maratonun son çeyreğinde yol arkadaşları gerçekten çok yardımcı oluyor. Bu arada rast geldiğim su, sünger, yiyecek istasyonlarını hiç pas geçmeden her seferinde uğrayıp koştuğum kilometrelerin artmasıyla tezat azalan su ve enerji ihtiyacımı dengelemeye çalıştım.30. kilometreden sonra aslında sabahın ilk saatlerinden itibaren sinyal veren bulutların hüküm sürdüğü Romanın maviyken grileşen semalarından 7 tepeli şehrin üzerine yağmur boşalmaya başladı.Yağmurun şiddetlendiği anda şansıma pek de kısa sayılmayacak alt geçit denk geldi ve bir nebze olsun şiddetini arttıran yağmurdan korunmuş oldum.

Korunmak demişken; ben Ocak ayındaki Mısır, Mart başındaki Runtalya ve Roma maratonlarında yüzü aşkın kilometreyi, Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı'nın Bolluca çocuk köyünde yaşayan yüzü aşkın koruncuk için koştum. Ailesi olmayan veya suistimale uğramış  çocuklar Bolluca daki çocuk köyündeki her bir aile evinde yanlarında 24 saat eksik olmayan anneleriyle ev sıcaklığı ve aile şevkatiyle en iyi şartlarda büyüyorlar, okula gidiyorlar, sosyal aktivitelere katılıyorlar ve 18 yaşına kadar değil, kendi ayakları üzerinde durup, meslek sahibi olup aile kurana kadar destekleniyorlar. Detaylı bilgi için www.koruncuk.org

Tünelden çıktığımda yağmurun şiddeti azalmış, hafiften çiseliyordu. Yarışın son 7 kilometresinde spagna” İspanyol merdivenlerini, Trevi çeşmesini koşarak buralardaki kalabalık turist grubununda tezahuratlarını alarak yola devam ettik. Havanın sıcak oluşunun olayı ne kadar zor hale getirdiğini geçen ocak ayında 25 derece sıcaklıktaki Mısır maratonundan sonra Romada 7-8 derecelerde koşunca anlamış oldum. Mısırdaki koşuda çok ama çok zorlanmış son kilometreleri baya bi sıkıntılı geçmişken Roma da gayet rahat ve problemsiz bir şekilde son kilometreye geldim. Artık finişe doğru giderken kolezyum yolun ötesinde bütün ihtişamıyla yükselmeye başlamıştı. Bir kaç dakika sonra Gladyatörlerin arenasının etrafından dönmüş finiş noktasını tam karşıma almıştım. Hem Bolluca çocuk köyündeki yüzü aşkın koruncuk için yüzü aşkın kilometreyi tamamlamak üzere olmanın verdiği büyük mutluluk, hem de Kolezyumun uyandırdığı hayranlık duyguları içersinde ay yıldızlı bayrağımızı gururla ellerimin arasına alıp göğe yükselterek finişi büyük bir gururla geçtim.
Mutlu Son…

24 Ağustos 2013 Cumartesi

ASHTON KUTCHER-JOBS

Yarattığı ürünler gibi etkileyici ve ilham verici olan Steve Jobs' un hayat hikayesini konu alan filmin yönetmenliğini Joshua Michael Stern yapıyor.2 saat 8 dakika süren biyografi-drama türündeki filmde başrollerde Ashton Kutcher' a Dermod Mulroney,Josh Gad, Matthew Modine, J.K Simmons eşlik ediyor.

Film Jobs' un üniversiteyi terk edip evinin garajında arkadaşlarıyla kurduğu Apple şirketinin 3 sene içinde IBM ile rekabet eder vaziyete gelişini, sonrasında yönetim kurulundaki entrikalarla Apple dan uzaklaştırılmasını, yıllar sonra zora düşen Apple' a danışman olarak geri dönüp devrim yaratan ürünlerle kurduğu şirketi zirveye tırmandırmasını içeriyor.Apple firmasında yarattığı Macintosh ürününü en iyi şekilde pazarlayabilmek için her şeye sahip Pepsi' nin CEO su Jonh Skully'e "Ömrün boyunca şekerli su mu satmak istersin yoksa benimle gelip Dünya' yı değiştirmek mi istersin?" cümlesiyle ona bir hedef ve arzu vererek Apple' a transfer edişi...Sonra bir gün kendi getirdiği Jonh Skully' nin Jobs' a " kendinin ve bu şirketin en büyük düşmanı sensin" diyerek Apple' dan uzaklaştırması iş Dünyası' nın ve kurumsallığın acımasız yüzünü yansıtan sahnelerdi.

Teknoloji sokağı ile güzel sanatlar sokağının kesiştiği yerde o ve Apple duruyor.Filmde Jobs' un başarma azmine, yaratıcılığına ve inancına şahit olurken aynı zamanda onun kontrol delisi, Dünyayı siyah beyaz olarak gören, karşılaştığı ürüne harika yada b.ktan demekten sakınmayan insanlara karşı kırıcı olan kişiliğini de tanıyoruz.

AHMET ÜMİT-SİS VE GECE

Türk edebiyatının en iyi polisiyelerinden biri olarak kabul edilen Sis ve Gece de MİT görevlisi Sedat' ın gözünden istihbarat örgütündeki karmaşık ilişkilere, Tarlabaşı ve İstiklal caddesinin ara sokaklarında soluk soluğa koşuşturmacalara, örgüt evlerine yapılan baskınlara, apayrı hayat hikayelerine ve Türkiye'nin yakın geçmişine tanıklık ediyorsunuz.

Sis ve Gece de istihbarat,  polisiye, örgüt üçgenini; çarpık ilişkilerin neden olduğu parçalanmış yaşamlar, aşk, aile, sadakat konularıyla doluyor.Sürükleyici, düşündürücü, merak uyandırıcı bir roman Sis ve Gece.Sarsıcı ve şok edici finali son dakikada hikayeye seviye atlatıyor ve bu güzel romanı parlatıyor.Yabancı yazarların çok satan polisiyeleride hoş, sürükleyici oluyor ve bir çırpıda okunuyor ama Türk yazarlarımızın yapıtlarında artı olarak anlatılanlarla empati kurma ve hissetme daha ileri seviyede gerçekleşiyor.Çünkü anlatılar ortak hafızadan ve kültürden çıkıyor.Kısaca tadı bir başka oluyor...Ahmet Ümit: Sis ve Gece sıkı bir polisiye herkese tavsiye ederim.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

EROL EVGİN -HARBİYE CEMİL TOPUZLU AÇIK HAVA SAHNESİ KONSERİ

Hani yaşsız insanlar vardır, görünümleri hiç değişmez, enerjileri asla bitmez...İşte Erol Evgin' de onlardan biri. Söyle canım, ben imkansız, İşte öyle bir şey, İzmir' in kavakları, birde bana sor, sevdan olmasa ve daha fazlasıyla Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi' ni dolduran 4 kuşaktan hayranları(ona göre arkadaşları) 2,5 saat boyunca coşturdu ve nostaljiyle doldurdu.Melih Kibar'ı ve Çiğdem Talu' yu sıkça andı...

Eşsiz şarkılarının arasında yaptığı espriler ve anlattığı anılarla herkesi tebessüm ettirdi.Bazılarını aktarmak istiyorum.

"Geçen yıl Kahire'deyim Piramitler falan...Sfenksle karşılaştım bana" Abi senin şarkılarınla büyüdük" dedi.Aslında bende sahneye çıktığımda 20 li yaşlarımdaydım, bende kedi şarkılarımla büyüdüm..."

"Atatürk' ün sahneye çıkarttığı ilk Müslüman kadın tiyatro sanatçısı Bedia Muvahhit ileri yaşlarına denk gelen bir zamanda Yeniköy' deki evimize akşam yemeğine denk gelmişti.3 katlı bir apartmanda en kattaki bir dairede oturuyorum.Bedia Hanım' ı rahat çıkarabilmek için hemen evden bir koltuk kaptım ve giriş kata merdivenlerin başına indim.-Katiyen olmaz ben kendim çıkarım dedi.Zorlana zorlanada olsa üçüncü kata kendi başına hiç yardım almadan çıktı.Elini beline koymuş, nefes alıp verirken -2 tane daha şarkı yapaydında asansör koyduraydın şuraya! dedi. "

"Aysel Gürel aşklarını anlatırdı bana.Yakışıklı bir balıkçının kayığında çektirdiği bir fotoğrafı gösterdi.Üzerinde el yazısıyla "Sıcak Bodrum geceleri sensiz soğuk" yazıyordu.Sonra iyi giyimli başka bir yakışıklı adamın fotoğrafını gösterdi.Onunda üstünde yine Ayse' e yazılmış hoş sözler vardı.-Yahu bu yakışıklıları nasıl buluyorsun diye sorunca -Ayol o sözleri ben kendim yazıp sonrada tuvalette unutmuş gibi yapıyorum evdeki adam resimleri görünce azıyor!"

Senfoni orkestrası, vokalleri ve devlet opera balesine bağlı dansçı ile Erol Evgin konseri hem müzik hemde görsel bir ziyafet."Hepiniz benim arkadaşımsınız, siz olmasanız biz olmazdık, sağolun varolun diyerek alkışlar eşliğinde sahneyi terk etti ama alkışlar dinmedi...Tekrardan sahneye geri döndü ve Resimdeki Gözyaşları' nı söyleyerek Cem Karaca'yı da andı.

Muhakkak bir fırsatını bulup Erol Evgin' in canlı performansına gidin derim.Sabırsızsanız veya imkan olmazsa 40 yıl 40 şarkı DVD sini edinebilirsiniz

17 Ağustos 2013 Cumartesi

3.02 de duran saatler...

Tam 14 yıl oldu...

"O an gözlerim çağlayıp boşalmak istedi, ama o yaşlar hiçbir zaman süzülmedi yanaklarımdan...
Tıpkı betonlaşan kalplerin sepep olduğu beton mezarların altında kalan hiçbir zaman ulaşamadığımız yakınlarımız gibi..."

Gece yarısıyla sabaha karşı arasında olan bir saatte, Marmara mavi gövdeli dalgalarını usulca sahile vuruyordu.Hiç olmadığı kadar aydınlık ve yıldızlı olan semanın aksine ortalık bir okadar sessiz...

Derken denizin ortasından göğe bir ateş topu yükseldi.Hani doğada mahsur kalmış bir maceraperestin yardım istemek ben buradayım demek için silahındın tetiğine basıp ateşlediği bir işaret fişeği gibi.Ansızın derinliklerden esrarengiz ürkünç homurdanmalar geldi ve gecenin o sessizliği dehşet verici bir uğultuyla sona erdi.

Yarısı yola çökmüş öbür yarısı dimdik duran binalar, tamamen göçmüş şekli şemali ortadan kalkmış yapılar, iskambil destesi gibi devrilmiş ama yanındaki binanın üstüne yaslanmış bloklar, yanan ve içersinden " yardım edin" çığlıkları yükselen bir enkaz...
Toz duman içersinde kalmış insanın içini ürperten caddeler.
Eğrilmiş, büğrülmüş binalar...
Karaltılar, gölgeler, griler...
Devrilmiş elektrik direklerinden, inşaat demirlerinden ve molozlardan oluşan dehlizler...
Yer altından gelen iniltiler, ağlamalar...


Picasso' nun gerçeğe dönüşen sürrealist bir tablosu gibi.

Hayır yukarıda yazanlar bir korku filmi senaryosu değil! Gerilim romanından alınan satırlar da değil!

17 Ağustos 1999 günü, yani tam 14 yıl önce bunlar yaşandı.

50.000 ölü, 100.000 yaralı, 150-200 kilometre çapındaki alanda Marmara bölgesinde etkilenen 20 milyon insan.Ülke ekonomisine 15 milyar dolar zarar...

O akşam saat 3.02 de tabiat binicisinden hiç de memnun olmayan vahşi bir at gibi şaha kalktı ve silkelendi.Zelzeleden hemen önce denizden semaya bir ateş topu yükseldi.Belkide bu insanlar tarafından ormanları, ovaları tepesi koparılıp yerine beton doldurulan canı yanan tabiatın kendisini hor kullananlara gönderdiği işaretti.Doğada mahsur kalan bir maceraperestin işaret fişeğini ateşlemesi gibi.

Acaba mesajı aldık mı? Yoksa bugün hala ağaçları kesen bir zihniyet mi var??
Doğayla rakip değil olsak olsak ancak ona misafir olduğumuz gerçeğini kavradık mı?
"Deprem öldürmez bina öldürür" deyişini de unutmamak gerek...
Ogün 4 kıtadan 52 milletten insan yardıma geldi.AKUT çıkageldi, bitti denilen anlarda umutları yeşertti, mucizeler gerçekleştirdi.Dünya birlik oldu.Biz ülke olarak kenetlendik birlik olduk.
Peki bugünde öyle miyiz??

Bugün 17 Ağustos 2013 Cumartesi.Sürekli akıp giden zaman, yaşadığımız o büyük felaketten, acıdan ve travmadan giderek bizleri uzaklaştırırken aslında kaçınılmaz olan nedenini ve boyutlarını kestiremediğimiz yeni bir afete de yaklaşıtırıyor.Peki hazır mıyız? Bizi kollarında yaşatan tabiat anaya saygılı mıyız?

Çok göz yaşları aktı enkazların başında.Bazende akmadı o anlarda... "O an gözlerim çağlayıp boşalmak istedi, ama bi türlü süzülmedi o yaşlar yanaklarımdan...Tıpkı betonlaşan kalplerin sebep olduğu beton mezarların altında kalan hiç bir zaman ulaşamadığımız yakınlarımız gibi..."
Nur içinde yatın, sizleri özlemle anıyoruz...

Onur

15 Ağustos 2013 Perşembe

YÜZ

Adamsan notun 100.
Alçaksan denizde yüz,
Kirleri ruhundan süz!
Yoksa baharın sadece güz...
Eylemi nahoşsa, sözleri boşsa o dudağını biraz büz!
Kiminin ahlak kardiyosu maalesef düz...
İşte bunlar 100 süz!

S.O.S

11 Ağustos 2013 Pazar

ELYSIUM-JODIE FOSTER, MATT DAMON

21. yüz yıl sonunda yaşlanan gezegenimize kalan aşırı popülasyon, hastalık ve kaostur.Zenginler yörüngede bulunan yüksek teknolojiyle yaratılan Elysium isimli dev uyduya kaçarlar.Burada yaratılan ve artık Dünya' da tükenmiş olan tabiatın yanında gelişkin teknoloji sayesinde tüm hastalıkların tedavisi ve refah dolu bir yaşam vardır.Tükenmiş Dünyadakilere kalansa kaos ve eğer şanslılarsa çok kötü şartlarda işçi olarak dplaylı yoldan Elysium' a hizmet eden fabrikalarda çalışmaktır.

Neill Blomkamp' ın yazıp yönettiği filmde Jodie Foster, Matt Damon, Sharlto Copley, William Fitcher başrollerde.Elysium da ölümsüzlüğe, huzura her şeye sahip ama burayı yönetme kavgasına düşenlerle ( bunların başında Foster' ın canlandırdığı Delacourt karakteri) geliyor, tükenmiş Dünyada ayakta durmanın derdinde olanların ( Damon'ın canlandırdığı Max) yolları kesişiyor ve aksiyonu, özel efekti bol izleyiciyi her an tetikte tutan bir film ortaya çıkıyor.Kapitalist düzenin kazanan ve kaybedenlerini ortaya koyması ve yaptığı sert eleştirilerle düşündürüyor.

Filmden aklımda kalan sahne; aldığı komutları sorgulamadan uygulayan duygudan yoksun robot polislerin otobüs kuyruğunda bekleyen insanlara çanta kontrolü yapıp şiddet uygulaması.

Filmin diyaloğu ise; Elysium' a hayran hayran bakıp bir gün orada yaşamanın hayalini kuran küçük çocuğun yanına gelen rahibe ona, kapağını açınca içinde uzaydan görünen Dünya resmi olan bir künye verir ve şöyle der. " Bize buradan ne kadar güzel görünüyor.Bizde onlara oradan ne kadar güzel gözüküyoruz.Hiç bir zaman nereden geldiğini unutma! "

1 saat 49 dakika süren filmde Jodie Foster yine döktürüyor, Matt Damon rolünün hakkını veriyor.Sağlam bir Bilimkurgu-aksiyon-drama filmi.

8 Ağustos 2013 Perşembe

DİRENME

Tek harfle olursun vezir yada rezil...
Dilenmek mi, direnmek mi?
İkiside der öbürü,  peki ama hangisi kötü?
Belki buda sınavın bir türü...

Direnme elini cebine götür.
Sadaka belayı süpürür.
Dilenme çalışmak işini görür.
Yardım çabalayanın yanında yürür.

Sadakayla mutlu olan.
Mutsuz ama karun olan.
Direnmek yoksulluğa rağmen umutla.
Gülümsemek hayata hakiki dostlarla...

S.O.S.

2 Ağustos 2013 Cuma

PINAR KÜR' DEN YAZARLIK ATÖLYESİ

6-10 Eylül tarihleri arasında Ayvalık' da Pınar KÜR yazarlık atölyesi gerçekleştiriyor. Türkiye' nin en sevilen yazarlarından Pınar KÜR, edebiyattaki 38 yıllık tecrübesini, yazma konusundaki püf noktaları 5 gün boyunca katılımcılarla paylaşacak.Amatör veya profesyonel yazı yazmakla ilgilenenler için Ayvalığın eşsiz doğasında gerçekleşecek bu atölye kaçırılmayacak bir fırsat.

Atölyeler 14.00-17.00 saatleri arasında Ayvalık Ticaret Odasında gerçekleşecek.İlk gün ATO Ticaret Tarihi Galerisi’nde hoşgeldiniz kokteyli ile başlayacak ve toplam 15 saat sürecek atölye, son gün Pınar KÜR’ün evinde yapılacak veda Kokteyli ile son bulacaktır.

On-Art iletişim Danışmanlığı bünyesinde gerçekleşecek organizasyon ile ilgili detaylı bilgi ve kayıt için 0232 421 44 40 telefon numarasını arayabilirsiniz veya atolye@on-art.net adresine mail atabilirsiniz.