Pazar sabahı. Aksıra, tıksıra lisenin bahçesinden içeri
giriyorum. Üşüme, titreme, ateşler içindeyim. Her yanım kırık dökük… Sırtımdan
bıçaklanıyormuşum gibi hissediyorum.Dört dörtlük gribim anlayacağınız. Bu virüs fena hasta etti beni resmen
yataklara serdi. Ama vazife mühim. Bir oy bir oydur sevgili okur.
Koridorda bir uğultu. Kalabalığın arasında sınıf kapısının
bir adım dışında dikiliyorum. İçeriye bakıyorum. Tavandan aşağıya doğru uzanan
pencerelerin ardında gördüğüm ağaçlar ve okul bahçesi zihnimde geçmişe bir
pencere açıyor. Yıllar evvel öğrencisi olduğum sınıfım. Ne günler geçti burada.
Ne kahkahalar, ne sınavlar, ne muhabbetler…Sınıfın köşesine kurulmuş bordo perdeli kabinden hışımla
dışarı fırlayan kadının sitemkar sesi beni düşümden uyandırıyor.
“Bu kaşe çalışmıyor!” diye ayakta duran takım elbiseli
görevliye söyleniyor. Kel başını ter basan görevli beceriksizce kırmızı kaşeyle
oynamaya başlıyor. Yayını kurcalıyor, orasını, burasını çeviriyor… İçleri
yavaş, yavaş zarflarla dolmaya başlayan şeffaf sandıkların ardındaki beyaz saçlı
bayan görevli ayakta kaşenin düzelmesini bekleyen genç kadına “ Bayan diğer kabindeki arkadaş
işini bitirince oradaki kaşeyi kullanabilirsiniz” diye sesleniyor. O esnada
kızarıp, bozaran takım elbiseli adamın titreyen elindeki kaşe canlanıp havaya fırlıyor.
Zemine çarpan gerecin yayı bi tarafa, kırmızı gövdesi öbür tarafa dağılıyor. Evet
yazan yuvarlağı ise bozuk para misali kısa bir turladıktan sonra yere
kapaklanıyor. Bu arada bir hanımefendi loş koridorun sol tarafından Stealth
Fighter’ a (Radara yakalanmayan casus uçak) nazire yaparcasına sessizce oy
kuyruğuna doğru süzülüyor ve şirince bir “ günaydın” çekip araya
kaynıyor. Sıra ilerliyor. Önümde henüz afyonu patlamamış gözlerinden uyku
fışkıran eşofmanlı bey cep telefonunu kapı dibindeki askıda duran montun cebine
emaneten bırakıyor. Az evvel yerde paramparça olan kaşeyi müthiş bir
mühendislik hüneriyle tek parça haline getiren takım elbiseli suratında büyük bir
gururla kaşeyi kabine giren adama veriyor. Bu arada koridorda kuyruk uzuyor.
Kabinden çıkan adam yüzünde alaycı bir ifadeyle “ bu kaşe çalışmıyor” diye
mırıldanıyor. Yine olayı toparlamaya çalışan beyaz saçlı bayan sandık görevlisi
“ Beyefendi diğer kabindeki oy kullanımından sonra oradaki kaşeyi alırsınız”
diyor. Bu arada kırmızı kaşeyle olan münasebetini derbi maçı havasına sokan ve
ezeli rekabete girişen takım elbiseli pencerenin oraya gidiyor ve tekrardan talihsiz
gereci kurcalamaya başlıyor. Dakikalar geçiyor ve nihayet sıra bana geliyor. Ne
yalan söyliyim heyecan basıyor. Koca bir seçimin kaderi bana bağlıymış,
birazdan kullanacağım tek bir oy her şeyin belirleyicisi olacakmış gibi
hissediyorum. Yutkunuyorum ve ağır çekim adımlarla öğrenci sıraları köşelere
çekilmiş ortası boş sınıfa giriyorum.
Yıpranmış kimliğimi masaya bırakıp oy pusulasını alıp kabine doğru geçiyorum.
“Bu kaşede sıkıntı var, doğru dürüst çalışmıyor” diye takım
elbiseli adamın verdiği kaşeyi reddediyorum. Sınıftaki ve kapıda bekleyenlerin
gözleri üzerimize çevriliyor.
Ters çevrilmiş, demir ayakları tavana bakan eskimeye yüz
tutmuş sıranın tahtasına kaşeyi yapıştırıveriyor takım elbiseli… ÇAT! Sonra
biraz daha sert bi daha yapıştırıyor ÇAAT! Allah’ ı var iyi ses çıkartıyor
çakmaktan biraz daha hallice allı nazo kaşe.
“Sert basınca çalışıyor” diye masumiyetini kanıtlıyor takım
elbiseli. Bir yandan koluyla terlemiş kelini kuruluyor.
“Tabi ya, sert basmak! Bu niye aklımıza gelmedi ki?
Zorlamak, sonuna kadar…Doğru ya bu dahiyane yöntemle icabında iğne deliğinde
koca bir öküz bile geçirilebilir değil mi sevgili okur?
Takım elbiseli sakar ve inatçı görevlinin vücut dili ve
sesinin tonu bende pek güven oluşturmadığından kaşeyi önce cebimden çıkarttığım
kağıt üzerinde deniyorum. Yaradana sığınıp basıyorum. ÇAT! Tamam çat da ses var
görüntü yok! Bi daha basıyorum ÇAAT! Bak bu sefer iki A lı oldu. Yok kardeşim
yok…Ses var görüntü yok! Bir hışım bordo perdeli kabinden dışarı fırlıyorum.
“Bakın bu kaşe doğru dürüst çalışmıyor bunu bi daha kullandırmayın”
diye gürlüyorum sınıfın orta yerinde. Sessizlik… Normalde asabi, öyle gürleyen,
patlayan biri değilim ama bu haleti ruhiye hain virüsün, mikropların,
hastalığın neden olduğu bir dışavurum olsa gerek sevgili okur… Kel ıkır cıkır
kem küm edecekmiş gibi oluyor ama salak onu da edemiyor. Çarpılmış ağzından kimsenin duymadığı zaten duymak da
istemediği öyle sinek vızıldamasına benzer bir şey çıkıyor. Adam karşımda git
gide ufalmaya başlıyor hani çizgi filmlerdeki gibi… Sonunda ayaklarımın dibinde
küçük adam oluyor.
Elbise askılarının bulunduğu taraftaki diğer kabine
gidiyorum. Doğru dürüst çalışan kaşeyi kullanıp, birinci zarfı sandığa
bırakıyorum. İkinci pusulayı almışım, arkamı dönüp kabine doğru gideceğim
sırada stealth fighter’ ı bordo perdeli kabinde görüyorum. ( hani kaynakçı
abla, demin de kapı önünde kaşla göz arasında sıraya kaynamıştı.) Beyaz saçlı
bayan sandık görevlisi mavi gözlerini patlatmış “ Hanım efendi lütfen sıranızı
bekleyin, arkadaşın oy verme işlemi daha bitmedi ” diyor. Hemen yanında oturan
atmış yaşlarındaki kır saçlı sandık görevlisinin pos bıyıklarının altındaki
etli dudakları kıpırdıyor “ Geçiversin canım ne olacak?” diyor hırıltılı bir
sesle.“Ama olur mu öyle şey sıra karışıyor, bayan lütfen dışarı gelin!” diye
cevaplıyor beyaz saçlı kadın. Bu tartışmanın ortasında ben kabinden çıkmakta
olan bayanın aylardır tesisat işlerinde çalıştırmak üzere aradığımız kaynakçı olabileceğine
kanaat getiriyor ve yarın konuyu patronuma açmaya karar veriyorum. İki kez daha
şeffaf sandıklara zarfları yolladıktan sonra kendimi koridora atıyorum. Sınıf
önlerinde kuyruklar, oradan oraya seğirten görevliler ve uğultu… İçimden yukarı
çıkarken kullandığım kalabalık, nispeten daha geniş merdivenler değil de,
koridorun diğer kanadındaki merdivenlerden inmek geliyor. Yıllar evvel zil
çaldığında koşuşturduğumuz merdivenlerden bu sefer ağır ağır iniyorum. Zemin
kata vardığımda bahçeye açılan batı kapısını kilitli buluyorum. Binaya girdiğim
ana kapıdan dışarı çıkmak için okulun laboratuarlarının ve resim-müzik
atölyelerinin bulunduğu uzun koridoru geçmek durumunda kalıyorum. İyi ışık
almayan loş koridorda yankılanan adımlarımın sesine birden bire flüt sesleri
karışmaya başlıyor. Aklıma yıllar evvel şu an yanından geçmekte olduğum müzik
atölyesinde sınıfça çaldığımız melodiler geliyor. 1999 senesinde rahmetli
olduktan sonra dönemin geri kalanında bıkmadan usanmadan parçalarını çaldığımız
ve hep bir ağızdan söylediğimiz sevgili Barış Abi’ nin güzel şarkısının
melodisi. İçimde derinlere gömülmüş, yıllar sonra burada tekrar yürürken
ansızın açığa çıkıveren “ Anlıyorsun değil mi? “ şarkısının tınıları... Aslında
şu günlerde “Barış” tam da ihtiyacımız olan şey sevgili okur…
Seçim sonucu ne mi oldu? Bugün çarşamba. Türkiye genelinde
resmi sonuçların ilan edilmesinin üzerinden yaklaşık yetmiş iki saat geçmesine
rağmen Yalova ‘da durumlar birazcık karışık. Şöyle izah edeyim; Pazar akşamı X
partisi öndeydi. Sabah oldu kalktık bi baktık YSK bir oy farkla Y partisinin
kazandığını ilan etti. Hemen öbür taraftan itiraz geldi nitekim bir sandıkta X
partisine verilmiş olan yüz elli dört oyun yanlışlıkla Z partisine verilmiş
olduğu ortaya çıktı ve böylece X partisi kazanmış oldu. Ama yok hayır! Bu sefer
Y partisi geçersiz olan oyların sayılmasını istedi. Konu mahkemelik oldu ve
kimin kazandığı henüz belli değil. Ama sakın merak etmeyin, ben belli olur
olmaz haber veririm. Tahminime göre üç vakte kadar kazanan belli olur sevgili
okur…
Peki bu seçim bize ne getirir? Bizler en basit sıraya bile
kaynak yapmaya devam ettikçe, çok basit bir kaşenin çalışıp çalışmadığını
kontrol etmeyip, arızalanma ihtimaline karşı yedeğini bulundurmadıkça, günlük
yaşantımızda tanık olduğumuz başka
birini mağdur eden bir haksızlığa karşı “ ucu bana dokunmuyor, sesimi çıkarıp
başımı belaya sokmayım” diyip sustukça, X ya da Y nin kazanması hiç ama hiç fark etmez! Bu
vicdan ve ahlak noksanı davranışın hüküm sürdüğü yerde hırsızlıkta olur,
haksızlıkta olur, adaletsizlikte olur! Sonra ” n’oluyoruz ya niçin kimse bir
şey yapmıyor?” demeyeceksin. Gecenin sessizliğinde uykuya dalmadan önce boy
aynasının karşısına dikilip şöyle bir kendine bakacaksın. Ama çok dikkatli
bakacaksın… Sonra yatağına gidip yastığa başını rahatça koyuyorsan ne ala… Ha
burada çok güzel yatırımlarla müthiş karayolları, yepyeni okul binaları vs. de
olur. Ama o yepyeni yollarda beş yıl sonra da kazalar ve aptalca can kayıpları
olur. O yepyeni binalarda beş yıl sonra da yine sıralara kaynaklar olur… Seçim
düzenleyip, oy kullanıyoruz yenilik için değişim için daha iyisi için. Bakın
aslında bu çözümü fevkalade zor olan bir sorun değil. Cevap seçimleri
düzenlediğimiz yerlerde yani okullarda. Okullarda doktor, mühendis, avukat vs.
yetiştirmeden önce ilk olarak insan yetiştireceğiz.
SALİH ONUR SAVAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder