2 Nisan 2014 Çarşamba

SEÇİM

Pazar sabahı. Aksıra, tıksıra lisenin bahçesinden içeri giriyorum. Üşüme, titreme, ateşler içindeyim. Her yanım kırık dökük… Sırtımdan bıçaklanıyormuşum gibi hissediyorum.Dört dörtlük gribim anlayacağınız. Bu virüs fena hasta etti beni resmen yataklara serdi. Ama vazife mühim. Bir oy bir oydur sevgili okur.
Koridorda bir uğultu. Kalabalığın arasında sınıf kapısının bir adım dışında dikiliyorum. İçeriye bakıyorum. Tavandan aşağıya doğru uzanan pencerelerin ardında gördüğüm ağaçlar ve okul bahçesi zihnimde geçmişe bir pencere açıyor. Yıllar evvel öğrencisi olduğum sınıfım. Ne günler geçti burada. Ne kahkahalar, ne sınavlar, ne muhabbetler…Sınıfın köşesine kurulmuş bordo perdeli kabinden hışımla dışarı fırlayan kadının sitemkar sesi beni düşümden uyandırıyor.
“Bu kaşe çalışmıyor!” diye ayakta duran takım elbiseli görevliye söyleniyor. Kel başını ter basan görevli beceriksizce kırmızı kaşeyle oynamaya başlıyor. Yayını kurcalıyor, orasını, burasını çeviriyor… İçleri yavaş, yavaş zarflarla dolmaya başlayan şeffaf sandıkların ardındaki beyaz saçlı bayan görevli ayakta kaşenin düzelmesini bekleyen genç kadına “ Bayan diğer kabindeki arkadaş işini bitirince oradaki kaşeyi kullanabilirsiniz” diye sesleniyor. O esnada kızarıp, bozaran takım elbiseli adamın titreyen elindeki kaşe canlanıp havaya fırlıyor. Zemine çarpan gerecin yayı bi tarafa, kırmızı gövdesi öbür tarafa dağılıyor. Evet yazan yuvarlağı ise bozuk para misali kısa bir turladıktan sonra yere kapaklanıyor. Bu arada bir hanımefendi loş koridorun sol tarafından Stealth Fighter’ a (Radara yakalanmayan casus uçak) nazire yaparcasına sessizce oy kuyruğuna doğru süzülüyor ve şirince bir “ günaydın” çekip araya kaynıyor. Sıra ilerliyor. Önümde henüz afyonu patlamamış gözlerinden uyku fışkıran eşofmanlı bey cep telefonunu kapı dibindeki askıda duran montun cebine emaneten bırakıyor. Az evvel yerde paramparça olan kaşeyi müthiş bir mühendislik hüneriyle tek parça haline getiren takım elbiseli suratında büyük bir gururla kaşeyi kabine giren adama veriyor. Bu arada koridorda kuyruk uzuyor. Kabinden çıkan adam yüzünde alaycı bir ifadeyle “ bu kaşe çalışmıyor” diye mırıldanıyor. Yine olayı toparlamaya çalışan beyaz saçlı bayan sandık görevlisi “ Beyefendi diğer kabindeki oy kullanımından sonra oradaki kaşeyi alırsınız” diyor. Bu arada kırmızı kaşeyle olan münasebetini derbi maçı havasına sokan ve ezeli rekabete girişen takım elbiseli pencerenin oraya gidiyor ve tekrardan talihsiz gereci kurcalamaya başlıyor. Dakikalar geçiyor ve nihayet sıra bana geliyor. Ne yalan söyliyim heyecan basıyor. Koca bir seçimin kaderi bana bağlıymış, birazdan kullanacağım tek bir oy her şeyin belirleyicisi olacakmış gibi hissediyorum. Yutkunuyorum ve ağır çekim adımlarla öğrenci sıraları köşelere çekilmiş ortası boş  sınıfa giriyorum. Yıpranmış kimliğimi masaya bırakıp oy pusulasını alıp kabine doğru geçiyorum.
“Bu kaşede sıkıntı var, doğru dürüst çalışmıyor” diye takım elbiseli adamın verdiği kaşeyi reddediyorum. Sınıftaki ve kapıda bekleyenlerin gözleri üzerimize çevriliyor.
Ters çevrilmiş, demir ayakları tavana bakan eskimeye yüz tutmuş sıranın tahtasına kaşeyi yapıştırıveriyor takım elbiseli… ÇAT! Sonra biraz daha sert bi daha yapıştırıyor ÇAAT! Allah’ ı var iyi ses çıkartıyor çakmaktan biraz daha hallice allı nazo kaşe.
“Sert basınca çalışıyor” diye masumiyetini kanıtlıyor takım elbiseli. Bir yandan koluyla terlemiş kelini kuruluyor.
“Tabi ya, sert basmak! Bu niye aklımıza gelmedi ki? Zorlamak, sonuna kadar…Doğru ya bu dahiyane yöntemle icabında iğne deliğinde koca bir öküz bile geçirilebilir değil mi sevgili okur?
Takım elbiseli sakar ve inatçı görevlinin vücut dili ve sesinin tonu bende pek güven oluşturmadığından kaşeyi önce cebimden çıkarttığım kağıt üzerinde deniyorum. Yaradana sığınıp basıyorum. ÇAT! Tamam çat da ses var görüntü yok! Bi daha basıyorum ÇAAT! Bak bu sefer iki A lı oldu. Yok kardeşim yok…Ses var görüntü yok! Bir hışım bordo perdeli kabinden dışarı fırlıyorum.
“Bakın bu kaşe doğru dürüst çalışmıyor bunu bi daha kullandırmayın” diye gürlüyorum sınıfın orta yerinde. Sessizlik… Normalde asabi, öyle gürleyen, patlayan biri değilim ama bu haleti ruhiye hain virüsün, mikropların, hastalığın neden olduğu bir dışavurum olsa gerek sevgili okur… Kel ıkır cıkır kem küm edecekmiş gibi oluyor ama salak onu da edemiyor. Çarpılmış  ağzından kimsenin duymadığı zaten duymak da istemediği öyle sinek vızıldamasına benzer bir şey çıkıyor. Adam karşımda git gide ufalmaya başlıyor hani çizgi filmlerdeki gibi… Sonunda ayaklarımın dibinde küçük adam oluyor.

Elbise askılarının bulunduğu taraftaki diğer kabine gidiyorum. Doğru dürüst çalışan kaşeyi kullanıp, birinci zarfı sandığa bırakıyorum. İkinci pusulayı almışım, arkamı dönüp kabine doğru gideceğim sırada stealth fighter’ ı bordo perdeli kabinde görüyorum. ( hani kaynakçı abla, demin de kapı önünde kaşla göz arasında sıraya kaynamıştı.) Beyaz saçlı bayan sandık görevlisi mavi gözlerini patlatmış “ Hanım efendi lütfen sıranızı bekleyin, arkadaşın oy verme işlemi daha bitmedi ” diyor. Hemen yanında oturan atmış yaşlarındaki kır saçlı sandık görevlisinin pos bıyıklarının altındaki etli dudakları kıpırdıyor “ Geçiversin canım ne olacak?” diyor hırıltılı bir sesle.“Ama olur mu öyle şey sıra karışıyor, bayan lütfen dışarı gelin!” diye cevaplıyor beyaz saçlı kadın. Bu tartışmanın ortasında ben kabinden çıkmakta olan bayanın aylardır tesisat işlerinde çalıştırmak üzere aradığımız kaynakçı olabileceğine kanaat getiriyor ve yarın konuyu patronuma açmaya karar veriyorum. İki kez daha şeffaf sandıklara zarfları yolladıktan sonra kendimi koridora atıyorum. Sınıf önlerinde kuyruklar, oradan oraya seğirten görevliler ve uğultu… İçimden yukarı çıkarken kullandığım kalabalık, nispeten daha geniş merdivenler değil de, koridorun diğer kanadındaki merdivenlerden inmek geliyor. Yıllar evvel zil çaldığında koşuşturduğumuz merdivenlerden bu sefer ağır ağır iniyorum. Zemin kata vardığımda bahçeye açılan batı kapısını kilitli buluyorum. Binaya girdiğim ana kapıdan dışarı çıkmak için okulun laboratuarlarının ve resim-müzik atölyelerinin bulunduğu uzun koridoru geçmek durumunda kalıyorum. İyi ışık almayan loş koridorda yankılanan adımlarımın sesine birden bire flüt sesleri karışmaya başlıyor. Aklıma yıllar evvel şu an yanından geçmekte olduğum müzik atölyesinde sınıfça çaldığımız melodiler geliyor. 1999 senesinde rahmetli olduktan sonra dönemin geri kalanında bıkmadan usanmadan parçalarını çaldığımız ve hep bir ağızdan söylediğimiz sevgili Barış Abi’ nin güzel şarkısının melodisi. İçimde derinlere gömülmüş, yıllar sonra burada tekrar yürürken ansızın açığa çıkıveren “ Anlıyorsun değil mi? “ şarkısının tınıları... Aslında şu günlerde “Barış” tam da ihtiyacımız olan şey sevgili okur…
Seçim sonucu ne mi oldu? Bugün çarşamba. Türkiye genelinde resmi sonuçların ilan edilmesinin üzerinden yaklaşık yetmiş iki saat geçmesine rağmen Yalova ‘da durumlar birazcık karışık. Şöyle izah edeyim; Pazar akşamı X partisi öndeydi. Sabah oldu kalktık bi baktık YSK bir oy farkla Y partisinin kazandığını ilan etti. Hemen öbür taraftan itiraz geldi nitekim bir sandıkta X partisine verilmiş olan yüz elli dört oyun yanlışlıkla Z partisine verilmiş olduğu ortaya çıktı ve böylece X partisi kazanmış oldu. Ama yok hayır! Bu sefer Y partisi geçersiz olan oyların sayılmasını istedi. Konu mahkemelik oldu ve kimin kazandığı henüz belli değil. Ama sakın merak etmeyin, ben belli olur olmaz haber veririm. Tahminime göre üç vakte kadar kazanan belli olur sevgili okur…
Peki bu seçim bize ne getirir? Bizler en basit sıraya bile kaynak yapmaya devam ettikçe, çok basit bir kaşenin çalışıp çalışmadığını kontrol etmeyip, arızalanma ihtimaline karşı yedeğini bulundurmadıkça, günlük yaşantımızda  tanık olduğumuz başka birini mağdur eden bir haksızlığa karşı “ ucu bana dokunmuyor, sesimi çıkarıp başımı belaya sokmayım” diyip sustukça, X ya da Y nin kazanması hiç ama hiç fark etmez! Bu vicdan ve ahlak noksanı davranışın hüküm sürdüğü yerde hırsızlıkta olur, haksızlıkta olur, adaletsizlikte olur! Sonra ” n’oluyoruz ya niçin kimse bir şey yapmıyor?” demeyeceksin. Gecenin sessizliğinde uykuya dalmadan önce boy aynasının karşısına dikilip şöyle bir kendine bakacaksın. Ama çok dikkatli bakacaksın… Sonra yatağına gidip yastığa başını rahatça koyuyorsan ne ala… Ha burada çok güzel yatırımlarla müthiş karayolları, yepyeni okul binaları vs. de olur. Ama o yepyeni yollarda beş yıl sonra da kazalar ve aptalca can kayıpları olur. O yepyeni binalarda beş yıl sonra da yine sıralara kaynaklar olur… Seçim düzenleyip, oy kullanıyoruz yenilik için değişim için daha iyisi için. Bakın aslında bu çözümü fevkalade zor olan bir sorun değil. Cevap seçimleri düzenlediğimiz yerlerde yani okullarda. Okullarda doktor, mühendis, avukat vs. yetiştirmeden önce ilk olarak insan yetiştireceğiz.


SALİH ONUR SAVAŞ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder