29 Eylül 2013 Pazar

FÜHRER' İN TOPLU KONUT OLAN BUNKERI

Aslında bu yazıyla ilgili her şey bugün Berlin Maratonu' nu koşacak arkadaşlarıma sosyal medya aracılığıyla başarı dileklerimi iletmemle başladı. Onlarla şu mesajı paylaştım:
"Yarın Berlin'de on binlerce kişi bir araya toplanacaklar. Sadece koşmak için. Lakin bu nasıl bir "sadece" dir ki huyu, suyu, politikası ayrı; dil, din, ırk, kültür bakımından birbirinden farklı insanları bir araya getirmeyi ve birlikte hareket etmelerini başarabilmekte, yapılan yardımseverlik koşularıyla binlerce muhtaç ve şanssız insanın hayatına olumlu yönde katkı sağlanabilmektedir. Berlin Duvarı yıkılalı uzun yıllar oldu. Ama halen özgürlükleri kısıtlayan zihinlere çekilen duvarlar da yok değil...Ama aşılmayacak duvar, koşulmayacak maraton, geçilmeyecek finiş yoktur! Yarın Berlin Maratonun' da koşacak tüm dostlara başarılar! İyi eğlenceler, adımlarınıza kuvvet."

Koşmak gerçekten öyle bir şey, tüm farklılıkları ortadan kaldıran, insanları bir kılan bunların haricinde zindelik katan, enerjinizi ve keyfinizi tavan yaptıran, derdinizi tasanızı ise dibe yollayan bir mucize ki bu mucize daha büyük mucizeleri tetikliyor ve 2007 yılından beri 1300 adım adım sporcusu 2200 yardımseverlik koşusuna katılarak 3.600.000 TL bağış topladı ve 20.000 kişiye yardımcı oldu. Her bir adım adım sporcusu sadece koşarak 15 kişiye yardım etti. İyilik peşinde atılan adımlar hakkında merak ettikleriniz için http://www.adimadim.org/ adresine göz atabilirsiniz. Bende iyilik peşinde koşanlardan biriyim ve bundan gurur duyuyorum.

Koşuya başladığım ilk zamanlarda Berlin' de Mercedes Benz 'in düzenlemiş olduğu 10 kilometrelik yarışa katılmış her zaman olduğu gibi yeni bir ülkeyle, şehirle ,insanlarla ve kültürle tanışma şansım olmuştu. Reichstag, Brandenburg Geçidi, Berlin Duvarı, Tiergarten bahçesi ( başkent' in göbeğinde şehre nefes aldıran bu yeşil alan betonlaştırılmaktan son anda kurtulan Gezi parkının 55 katı büyüklüğündedir, Central Park' ın ise yarısı etmektedir.) , müzeler, Sony Center ve daha niceleri...Aslında her birini ayrı ayrı anlatmak gerekir. Ben burada aklıma takılan bir kaç konuya değiniyorum.


Hemen arkamda yükselen yapı Reichstag. Adolf Hitler' in ülkeyi yönettiği dönem hariç , 1894 yılından beri Almanya Parlamentosunun toplandığı bina.


Ben büyük kentim diyen her yerde olması gerektiği gibi ulaşım sorunu burada da söz konusu değil. Yıllardan beri kullanılan metro; raylı sistem, tramlar ve otobüslerle takviye edilerek ulaşım rahat ve akıcı. İstanbul' da bugün halen trafikte kilitlenip, saatler harcıyorsak bu ayıptır.Gelecek için umut vaat eden ulaşım projelerine henüz başlanmış olunması övünülecek bir durum değil utanılması gereken bir kabahattir. Ama beni asıl şaşırtan şey havalimanından çıkıp metroyu kullandığım zaman oldu. Metronun camından dışarıda akıp giden ışıklara bakarken bir şeyi atlamışım gibi geldi. Neydi neydi diye düşünürken bir anda kafama dank etti. Metroya girerken turnikelerden geçmemiştim çünkü öyle bir şey mevcut değil diyar-ı Hans da. Çünkü adamlarda üç kağıt, alavere dalavere yok. En basitinden metroya, otobüse bineceksen biletini almışsındır ve kimse bunu rutin olarak kontrol etme gereğini duymaz, bu durumda suistimal edilmez. Peki niye biz bunu bir türlü başaramıyoruz? Kaçak elektrik kullanmalar, sıraya kaynak yapmalar, işlerin ahbap-çavuş ilişkisine göre yürümesi ya da ne biliyim trafikte motorsikletleri, bisikletleri , yayaları hiçe saymalar...Bir ülkenin medeniyeti kaldırımlarının yüksekliği ile ters orantılıdır diye bir söz var. Berlin düz ayak bir şehir, yayalara bisikletlere yaşam tanıyan bir trafik yapısı var öyle ki 4-5 saatlik bir bisiklet turuyla şehrin önemli noktalarını gördüm.


Yıllarca insanları bir birinden ayıran, düşüncelere ve özgürlüğe set olmuş Berlin Duvarı' nın üzerinden göğe özgürce yükselen balon. ikisi de aynı karede...Ne ironi ama!

Akıl, mantık ya da doğru diyelim...Bunlar Güneş gibi değil midir? Önünde sonunda doğru yanlışı yener, Hak batıla galip gelir ya da Güneş' in ışığı karanlığı siler. Ha tarihte bazı dönemler toplumlarda akıl tutulmaları yaşanmıştır, tıpkı kırk yılda bir olan Güneş tutulmaları gibi. Öyle ki Almanlar kendilerini felakete sürükleyen Adolf Hitler gibi bir diktatörü seçimle ülkenin başına getirmişlerdir. Şehri gezerken rehberin anlattıkları ve gördükleriniz ışığında yaşanmışlıkları daha derinden hissediyorsunuz.



Rehber Führer' in 2. Dünya savaşının son günlerinde gizlendiği sığına yaklaştığımızı söylediğinde gözümün önüne Führer' in son günlerini konu alan o filmler ve bunker geldi. Ancak oraya vardığımızda yukarıdaki resimde gördüğünüz manzarayla karşılaştım. Bunker' ın başlangıcında  oranın koridorlarını, odalarını gösteren bir pano bulunuyordu.
 Rehbere "Bunkerdan geriye hiç mi bir şey kalmamış?" diye sordum.
"Hayır, bunkerdan geriye elbette kalanlar vardı. Ama toplum bu diktatörden geriye her hangi bir iz kalmasını istemediği için Führer' in bunker' ı yıkıldı ve yerine arkada gördüğünüz konutlar yapıldı" diye cevapladı. Bu noktanın hemen karşısında ise aşağıdaki resimde gördüğünüz Yahudi Soykırım anıtı bulunuyor.








 

24 Eylül 2013 Salı

AYFER TUNÇ' UN ROMANI FRANSIZCA' YA ÇEVRİLDİ

Galaade yayınevi "Nuit D'Absinthe" ismiyle Ayfer Tunç' un Yeşil Peri Gecesi romanını Fransızca olarak yayımladı.2010 yılında raflarda yerini aldıktan kısa bir süre sonra kültleşen Yeşil Peri Gecesinde güzelliğini sermaye olarak kullanan genç bir kadının düşüş hikayesinden sosyal bir eleştiriye varılıyordu.

23 Eylül 2013 Pazartesi

STEPHEN KING DEN THE SHINING' IN DEVAMI GELİYOR

Korku Edebiyat'nın kült romanının devamı geliyor.Stephen King 1980 yılında efsanevi yönetmen Stanley Kubrick tarafından beyaz perdeye uyarlanan baş rolde Jack Nicholson'ın oynadığı The Shining-Medyum' un devamı üzerinde çalışıyor.The Shining kadar korkunç olmayan kitaplar yazdım ve insanlar beğendi.Kendi kendime bunu bir daha başarıp başaramayacağımı denemeliyim dedim.
Doctor Sleep adıyla çıkacak roman, psişik yetenekleri olan Danny adlı çocuğun  hastanede ölmek üzere olan insanlara yardım edişini ve şeytani güçlerle mücadelesini konu alıyor.

20 Eylül 2013 Cuma

HALEN ROBKART ALMADINIZ MI?

Galeri, sinema ve tiyatrolar gibi kitapevleride birer kültürsanat merkezleridir.İnsanlar sadece kitap almaya değil oraya sanatın dokusuyla iç içe olmaya giderler.Son yıllarda maalesef beyoğlunda butik kitapçılar birer birer kapanıyor ve yerlerini bir birinin aynı kafeterya ve lokantalara bırakıyorlar.Senelerdir İstiklal Caddesi 389 numarada okurları en seçkin kitaplarla buluşturan Robinson Crusoe kitapevi de zor ekonomik şartlara karşı direniyor.Bu sebeple başta Ayşe kulin, Ahmet Ümit ve Buket Uzuner' in imza günleriyle destek verdiği RobKart uygulamasını başlattılar.Önce öde sonra al mantığı ile çalışan RobKartı bugüne kadar 1350 okur aldı ve Beyoğlu' nun tarihi kitapevine sahip çıktı.Kampanya ve Robinson Crusoe kitapevinde yazarların imza günlerinde okurlarıyla buluşması devam ediyor.Halen edinmediyseniz siz de RobKartlı olun bu güzel kültür-sanat merkezine destek olun.İşte imza günü programı.

21 Eylül Cumartesi saat 17.00 Alper Canısöz
22 Eylül Pazar saat 17.00 Karin Karakale
28 Eylül Cumartesi saat 17.00 Fethiye Çetin
5 Ekim Cumartesi saat 17.00 Mahir Ünsal Eriş

Detaylı bilgiyi www.rob389.com adresinden bulabilirsiniz.

16 Eylül 2013 Pazartesi

KAHİRE

Burası Kahire, derler başkent.
İnsanlar biçare...Aslen taşkent.
Umutlar ipince, akıp gider bir nehirle.
Kralların altın çağı yitik bir efsane...

Güneş burada kudretli.
Yaşamak mağrifet, insanlar kederli...
Çöl yeşile hasret, yağmurdan yana fakir.
Karmaşa tam bir lanet, Piramitler gibi zahir...

Ortadan Nil akar, şehri 2 ye yarar.
İnsanlar...Sadece birazcık huzur arar.
Toprak burada istikrar gibi kumdan.
Vazgeçmiyor şeytanlar oyundan.

Onur Savaş
-SOS-

15 Eylül 2013 Pazar

PINAR KÜR İLE SÖYLEŞİ


Geçen hafta Art 10 Fikir Atölyeleri bünyesinde düzenlenen Pınar Kür yazarlık atölyesindeydim. Ayvalıkta edebiyat dolu günler geçirirken sevgili Pınar Kür’ ün çok değerli tecrübelerini dinleme şansına sahip oldum.Çok güzel insanlarla tanıştım.Ayvalık Ticaret Odasında düzenlenen kokteyl ile başlayan atölyemiz Pınar Kür’ ün evinde bizleri kabul ettiği veda kokteyli ile son buldu.Bu güzel organizasyonu gerçekleştiren On-Art İletişim Danışmanlığa ve Pınar Hocamıza tekrardan teşekkürler.

Labirenti andıran arnavut kaldırımlı taş sokaklarda bir müddet yürüdükten sonra Pınar Kür’ ün üç katlı yaşı asırı bulan evine varıyoruz. Az evvel şehrin göbeğindeki insanların, arabaların görüntüleri, gürültüleri şimdi uzaklarda kalmış, silinmeye yüz tutmuş hatıralar gibi. Burası sessiz ve sakin… Tam yazar işi! Pınar Hanım Çok sıcak karşılıyor ve hep birlikte terasa çıkıyoruz. Önümüzde uzanan Ege sırtında Cunda’ yı taşıyor ve Güneş  hayranlık uyandıracak şekilde adanın ardına kayıyor. Nefis bir manzara, tablo gibi bir gün batımı… Alt katta şöminenin ve Pınar Hanım’ ın kitaplığının bulunduğu salondan arka bahçeye çıkıyoruz. Bu huzur dolu bahçede yem yeşil ağaçların altına kuruluyoruz ve sohbete başlıyoruz.

-İlk olarak ne zaman yazmaya başladınız?
Üç buçuk yaşlarında daha okuma ve yazma bilmiyorken yazarlık kariyerim başlamış aslında.
-Nasıl yani?
Annemin yanına gidip eteğini çekiştirip “ anne şiir okuyayım, anne şiir okuyayım” diyip  kafiyeli dizeler söylermişim. Annem Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni, devamlı evin içersinde konuşulan edebi lisandan ötürü daha o yaşta bende bir kulak dolgunluğu olmuş devamlı dizeler çıkarmış ağzımdan .Oda üşenmeyip tüm söylediklerimi not edermiş.Bir süre sonra annem bunları dergilere yolluyor ve benim ilk yazım dört yaşındaki fotoğrafımla beraber yayımlanıyor.
-Peki iyi bir yazar olmak için  hangi özelliklere sahip olmak gerekir?
Çok iyi bir gözlemci olunmalı. Detayları ve ayrıntıları yakalamak gerekir. Aslında bakıldığında edebiyatın otuz iki temel konusu vardır. Bununla ilgili araştırma yapılmış ve Dünya’ da bugüne kadar ortaya konan eserlerin bu otuz iki konudan biri olduğu görülmüştür.Mesela Anna Karenina’ da ya da Aşk-ı Memnu’ da aynı konular işlenir.Mesele hikaye uydurmak değil biçimlendirmek en güzel şekilde tasvir etmektir, betimlemektir.Yani neyi anlattığın değil nasıl anlattığın önemli.Kelimelerle resim yapılmalı, anlatılan şey okuyucunun zihninde canlanmalı.Birde yazdığın zaman ilk atacağın şey en beğendin şey olsun!
-Bundan emin misiniz, ilk atılacak şeyin en beğendiğimiz şey olması…
Evet öyle olmalı. Kendi yazdığın şeye aşık olmaman gerekir yoksa hataya düşersin. Özeleştiriyi yapmak gerekir ve yazıda fazlalıkları atmak gerekir.
-Her yazarın konsantre olmak için uyguladığı kendine özgü yöntemleri vardır. Sizin tercih ettiğiniz bir ortam, saat ya da özel olarak yaptığınız bir şey var mı?
Ben konsantre olmak için yere kağıtları serer Napolyon falı açardım. E şimdi devir değişti, teknoloji gelişti. Bilgisayarın ekranında önce fal açıyorum sonra yine bilgisayarda yazımı yazıyorum.(gülüyor)
-Spor yaparken nasıl antreman yapılıyorsa yazarken de aynı durum geçerli midir?
Elbette, Ernest Hemingway her sabah yedide kalkar, beş yüz kelime yazarak güne başlar sonra ne yaparsa yaparmış.
-Peki siz nasıl hangi şartlarda ilk romanınızı yazdınız?
Sabah devlet tiyatrosunda işe gidiyorum, öğlen eve gelip çocuğa yemek yediriyorum. Akşamları geç saate kadar edebi kurul toplantısı oluyor ve ben orada dramatik olarak çalışıyorum. Bunların arasında nasıl yazdım ben sana söyleyeyim…Odamın kapısını kitlerdim.Tiyatroda koridor başlarında odacılar olurdu.Cüneyt dışında kim sorarsa yok dedirtirdim odacıyı.Cüneyt Gökçer tiyatromuzun müdürüydü.Çünkü odam yol geçen hanı olmuştu, provadan çıkan, provaya giden dalardı.Orada yazdım büyük kısmını.Bu arada okumamız için metinler gelir kurul olarak onları değerlendirirdik.Koca Halk Oyuncularında çalışıyordu.12 Mart dolayısıyla tiyatrocuların çoğu hapse girdi bizimki girmedi ama tiyatro dağıldı.İşsiz…Çocuk küçük...Bastım istifayı eşyaları yolladım kayınvalidenin evine kucağımda çocukla geldim İstanbul’a. MED isimli dersanede iş buldum akşamları İngilizce dersleri veriyordum.Öyle bitirdim işte.Ankara da başlayıp İstanbul da bitirdim.
-Kocanız yazmanıza destek oluyor muydu?
Desteklemedi de, kösteklemedi de. Asılacak kadın çıktığında çok bozuldu. Demek ki sen hiçbir zaman tatmin olmamışsın, memnun kalmamışınki bunu yazmışın dedi. Erkek kafası işte.
-Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır, erkek yazarları destekleyen kadınlar vardır ama kadın yazarların arkasındaki erkekler?
Erkek oturup ben yazı yazacağım dedi mi kadın çocukları susturur. Yemeklerini yapar, kahvesini eline götürür. Kadın olarak çocuğuna bakacaksın, kocanla meşgul olacaksın. Böyle bir ortamda kapanıp yazmak mümkün olmuyor.
-Az evvel tiyatrodan bahsetmiştiniz, tiyatro demişken yazarlık bir anlamda aktörlük, aktrislik olmuyor mu? Yazılacak karaktere çalışılması, onun kimliğine bürünmesi.
Şöyle diyelim... Aktörlük kadar anında yapılan bir şey değil. Daha uzun süreli bir karaktere girme. Tiyatronun bana olan yardımı şu:Sahneyi çok güzel görürüm, bir olayı yazarken o insanları oraya koymak, oturtup kaldırmak.Onu bir resim, bir sahne gibi görürüm.Ama karakteri oluşturmak.Aktör bunu yazara göre çok daha kısa zamanda yapar.Ben iki sene filan oluşturduğum kişilerle yaşıyorum.Bir takım olaylar yaşıyorum.Bazen çok azı giriyor romana.
-Yazacağınız karakterlerle vakit mi geçiriyorsunuz?
Kendi kendine konuşmak gibi… Ama şimdi herkes kendi kendine konuşuyor. Çünkü kulaklıkları var.( Burada gülüyoruz) Oyuncu ise daha kısa süre geçirir.Ben uzun yıllar aktris olmak istedim, oyunculuk yaptım, Robert Kolejde başrolleri oynardım.Mezun olurken Türk Tiyatrosu yeni bir isim kazanacaktır dediler.Fakat sonra anladım ki o hırs yok bende çok yırtıcı olmak lazım, ben bu kadar insanlarla uğraşamam dedim.Bunun örneğini sonra televizyonda çalışırken gördüm.

Bu  arada Pınar Kür’ ün bir gözü mavi, bir gözü yeşil bembeyaz tüylü Van kedisi yanımıza geliyor. Ayağımızın dibinde dolanıyor. Adı Mizgin, müjde anlamına geliyormuş. Pınar Kür Mizgin’ in hikayesini anlatıyor.

Bir gün kadınlar günü daveti için Diyarbakır’ a gittim. Baro başkanının eşi beni gezdiriyor.Soğuk bir Mart günü.Bir baktık sokakta bu bir gözü mavi bir gözü yeşil kedi miyavlıyor. Orada duran bekçiye kimin kedisi diye sorduk. “ Hiç gelip atmışlar cevabını aldık”.Etrafta bir tek çöp bile yok ölecek hayvan. Pazar günü dükkanlar kapalı, tüm şehri dolaştım ona özel sepet aldım İstanbul’ a götürmek için.Bir lokantaya gittik ve ciğerle besledik ve İstanbul’ a getirdim Mizgin’i.

16 yaşının aksine son derece hareketli ve haylaz olan Mizgin dizimin dibine geliyor ve yerde duran şarap kadehine göz dikiyor. Şısssst! O sana göre değil çarpar ha diyoruz.

-Yeni yürürlüğe giren içki ile ilgili düzenlemeye ne diyorsunuz?
Orada sana alkol taşıma demiyor. Arabanın içinde alkol içme diyor. Alkolü yasaklamakla kazaları kaldıramazsın.Sen arabayı kullananları eğiteceksin. Afedersin bakkaldan saat 22 de alacağına saat 21 de alsa stoklasa? İngiltere’de pub lar saat 23 de kapanır. Bu alkolü yok etme değil belli bir sarhoşluğu engellemedir.Amerika Birleşik Devletleri’ de yerine göre Türkiye’ den çok daha muhafazakardır. Özellikle ülkenin orta kesiminde.Yalnız kanunlar yapmıyor bunu. Okul aile birliği okullarda hangi kitabın okutulup okutulamayacağına karar verir.Devlet yasaklamıyor, insanlar kendileri yasaklıyor.Güneyde bir yerde Mark Twain’ in Huckleberry Finn kitabı içinde nigger (zenci) kelimesi geçiyor diye okulun birinde yasaklanabiliyor.Eskiden ABD’ de güneyde büyük bir siyah-beyaz ayrımı vardı.Aynı otobüse   binemezler, aynı okula gidemezler...Buna ilk bir kadın karşı koyuyor.Bir gün otobüste beyaz gelip ona kalk deyince kalkmıyor.Missisipi’ de üniversiteye ilk siyah öğrenci alındığında olay olmuştu.Upuzun bir yolda elinde çantasıyla polisin tuttuğu binlerce öğrencinin arasından okula girmişti.Hocaların ve öğrencilerin çoğu siyahi bir öğrencinin gelmesine karşıydı.Bu anlattıklarım 60 lı yıllarda oluyor.Bir Obama’ nın başkan olması müthiş bir şey bugün.Benim zamanımda ABD’ de kadın doktor kadın hakim yoktu.Kadınların yapacağı iş Üniversitede ya hocalık ya sekreterlikti.Mad Man dizisi o dönemi çok güzel anlatır. Dorothy Dandridge mesela. Halle Berry’ nin canlandırmıştı. Düşünki şarkı söylediği mekana arka kapıdan girmek zorundaydı.Performans yaptığı yere ön kapıdan giremiyor, orada içki içemiyordu.Böyle bir düzen vardı.50 yılda bugüne geldi.Çok savaştılar ama.O yıllarda ben derdim Türkiye’ de kadın doktor var burada yok.Türkiye’ de kadın hakim var burada yok.
-Peki şimdi?
Biz geriledik onlar ilerledi.

Laf lafı açtı, gecenin ilerleyen vaktine kadar sohbetimiz sürdü. Pınar Hanım çok cana yakın ve misafirperverdi. Vakit gece yarısına yaklaşırken müsaade istedik. Evden ayrılırken Pınar Hanım artan yiyecekleri koyduğu mendili dışarıda köşe başındaki çöp kutusunun yanına bırakmamı söyledi, karnı aç sokak hayvanları için.Pınar Hanım’ a ve bizleri bir araya getiren  Aylin Hanım’ a teşekkür edip vedalaştık.


12 Eylül 2013 Perşembe

PINAR KÜR-AKIŞI OLMAYAN SULAR

Türk Edebiyatı' nın usta kalemi Pınar Kür' ün Sait Faik Hikaye ödüllü kitabı.Everest yayınlarından.245 sayfada Biraz Daha Ölmek, Kısa Yol Yolcusu, Leyla İçin Şiir, Son Çizgi ve Bitmiş Zamana dair adlı öyküler yer alıyor.

Hayatta hayranlık duyulanların gün gelip ızdırap duyulanlar oluşu...
Tekdüzeliğe mahkum cesaretten uzak ruhların hayatı ıskalamaları...
Yaşanmayan aşkların ya da erişilemeyenlerin yıllar sonra ansızın ortaya çıkmaları ve dışlanan veya görmezden gelinen yardıma muhtaç hayatların kayışları...
Kötülük ve ihanetin alışkanlık halini aldığı benliklerde asla tamamlanamayan çirkinliğin tablolarını bulacaksınız akışı olmayan sularda.

8 Eylül 2013 Pazar

AYHAN SİCİMOĞLU SÖYLEŞİ

Ayvalık belediyesi' nin düzenlediği 10. Ayvalık Kültür Sanat Günleri kapsamında Ayhan Sicimoğlu ayvalıklılarla çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi. İlk olarak "Renkler" programı formatındaki yeni televizyon programıyla 15 Eylül'de ekranlarda olacağını müjdelerken " CNNTurk' e geçtim, maalesef penguen kanalı...bu tip programları yapabilecek zaten 2 kanal var." diyerek salondakileri güldürdü.Ayvalık için uluslararası nitelikte zeytinyağlı yemekler yarışması projesini hayata geçirme niyetinden bahsetti. (4 seneden beri çeşmede düzenlenen yarışmadan sonra önümüzdeki seneden itibaren Ülkemiz 1 lezzet yarışması daha kazanacak anlaşılan )

Ayhan Sicimoğlu yaptığı sunumda kral adamlığını, komikliğini, şirinliğini ve matraklığını salondaki herkese yaşattı.Roma' da yaşadığı yıllarda dj lik yapan ev arkadaşının her Allah' ın günü ona özel yemek tarifi vermesi ve Ayhan Sicimoğlu ile beraber radyoyu dinleyen tüm mahallenin aynı yemekleri pişirmesi hikayesi çok enteresandı.Yaptığı tüm gezileri içeren dvd leri hazırlayıp satışa sunacağını ve tüm gelirini şehit ailelerine vereceğini acıklaması büyük alkış aldı.

Küba' ya çok hayran olduğunu ve 8 kez gittiğini söyleyen Sicimoğlu Havana' da bulunan ve altında İngilizce ve İspanyolca "Yurtta sulh,  Cihanda sulh" yazan Atatürk Büstüyle ilgili anısını paylaştı.Havana' ya tekrardan gittiğinde Atatürk büstünün çalınmış olduğunu görür ve yeni göreve gelen büyükelçiye büstün yenisini yaptırmak istediğini  söyler.Kendisine tamam denir.Ama hemen akabinde büyük elçilikten telefon edilir ve konunun derhal halledileceği söylenir ve teşekküredilir.Ancak büstü yapmakla yükümlü firma işi savsaklar ve 2 ay geçmesine rağmen bir çivi bile çakılmaz.Ayhan Sicimoğlu tüm yaşananları Akşam gazetesinde yazar ve akabinde Atatürk büstü yerine konur.Bugün "Yurtta sulh, Cihanda Sulh" yazan Atatürk büstü havanada bulunmaktadır.

Gezilerine ait fotoğraflarla, video kliplerle yaptığı sunumundan sonra soruları cevaplayan Sicimoğlu alkışlarla sahneden indi.

3 Eylül 2013 Salı

PINAR KÜR-HAYALET HİKAYELERİ

"Gece gezen ölülermidir hayaletler yoksa ancak geceye sığınarak yaşamayı sürdüren canlılarmıdır?"

Çağdaş Türk Edebiyatı' nın usta kalemi Pınar Kür' den Hayalet Hikayeleri.

Sürünceme geçmişten şimdiye uzanan ağır bir kapı.Kapanmamış hesaplar aradan yıllar geçsede bir gün ansızın aralanır...İşte o anda yolun yarısında geri dönmenin imkansızlığı ile hiç bir yere varamayabileceğinin korkusu kaplar yüreğini! Ya kapıyı ardına kadar açıp yüzleşmek yada kapayıp sonsuza kadar kaçmak ve korkuyla yaşamak kalır...

Lanetli Ev, Uyumak, Kına, Ziyaretçi,  Sesler öykülerinden oluşan 157 sayfalık Hayalet Hikayeleri Everest Yayınlarından.

1 Eylül 2013 Pazar

RENGÂRENK

Semada hüzünlü bir gri...
Uslanmaz ruhum asi.
Aman üzülme...
Tamam gözyaşıda akacak,
ozaman bahçeme çiçekler açacak.

Yağmurdan sonra semaya bakarım.
Hayallere dalarım...
HAYIR! Renkleri benden almayın.
Gökkuşağı düşlere açılan kapım...

Hayat dediğin bir defter bir fırçadan ibaret.
Gri...Tekdüze bir esaret...
Renksiz...
Zevksiz...
Sevgisiz...

Evrende eşsiz bir ahenk.
Ezelde yaratılmış rengârenk!

Onur Savaş
    -SOS-