ARKADAŞ
Size iki arkadaştan bahsetmek istiyorum. Aynı mahalle de
birlikte büyüyen, ekmeklerini aynı madende kazanan iki arkadaş. İsmail Coşkun.
Yirmi sekiz yaşında. Ardında gözü yaşlı hanımı ve iki yaşındaki oğlu… Hakan Uçkun. Otuz bir yaşında. Ardında gözü
yaşlı hanımı ve yedi aylık çocuğu… Arkadaşı İsmail’ i kurtarmak isterken vefat
ediyor. İşi beş-on dakika erken biten ama aldığı maaşın hakkını sonuna kadar
verme derdinde olup madenden erken çıkmayan İsmail... Kara toprağın altında
yatan iki arkadaşla ve diğer şehitlerle vedalaşıyor ve Soma’ ya geçiyorum.
TÜYÜ BİTMEMİŞ YETİM
Hani çok sık kullanılan “tüyü bitmemiş yetim” terimi vardır.
Peki bu ne anlama gelir? Anlatacağım. Soma belediye mezarlığının girişi yurdun
her tarafından taziye için gelenlerin arabalarıyla dolu. Vakit akşama
yaklaşmasına rağmen gelmeye devam ediyorlar. Kapıdan içeri girip yukarı doğru
hafif eğimli yokuşu adımlıyorum. Yüz metre kadar sonra karşımda bir çeşme,
çeşmenin önünde plastik bir duba beliriyor. Üzerinde bir ok, kırmızı harflerle “
MADEN ŞEHİTLİĞİNE GİDER” diye yazıyor. Birkaç gün evvel o yazı ve maden
şehitliği diye bir şey yoktu. Ama Üç yüz bir tane can vardı… Maden şehitliğinde
uç uca eklenmiş uzayıp giden mezarlar. Her birinin etrafı irili ufaklı taşlarla
çevrilmiş, üzerlerine rengarenk çiçekler serpiştirilmiş mezarlar. Otobüse
atlayıp gelen taraftarların atkılarını bıraktığı, yurdun öbür ucundaki minik
öğrencilerin yetim kalan kardeşlerine en saf duygularıyla destek olmak amacıyla
kaleme aldıkları duygu yüklü kelimeler içeren mektupların olduğu mezarlar.
Toprak altında susuz kalan madenciler artık suya kavuşsun diye başlarına testi
konan mezarlar. Onlardan birinin başında bir kadın. Çökmüş sandalyenin üzerine vakur bir halde...
Donuk gözlerle hiç kıpırdamadan kabre doğru bakıyor ve belli aralıklarla kesik
kesik çığlık atıyor. Bu sahne dakikalarca tekrarlanıyor ve sonunda takati
kalmayan kadını sedyeye alıp götürüyorlar. Karnında taşıdığı iki aylık bebenin
ölen babasının, kocasının yani hayat arkadaşının adını çığlık atıyor sedyedeki
kadın. Tüyü bitmemiş yetim… Tüyü bitmemiş yetim işte o kadının karnındaki çocuk
sevgili okur.
SUÇLU
Suçlu kim? Sadece yetkililer mi? Hayır! Suçlu benim, suçlu
sensin, suçlu biziz, BİZ! Günlük hayatta en basit kurallara dahi uymamayı ilke
haline getirdiğimiz için. Her zaman, her konuda kural, kaidenin çevresinden
illaki dolanmayı matah bir şey saydığımız için.
Toplum olarak kuralsızlığı, bize bir şey olmazcılığı iliklerimize kadar
kanıksadığımız için.
Değinmeden geçemeyeceğim çok önemli bir konu var. Cenaze
evinin kuralları vardır. Bu ülke şu an koca bir cenaze evidir. Herkes lafını sözünü
iki kere tartmalı ve acısı olana yaklaşan dikkatli olmalı. Üzülerek görüyorum
ki biz artık bunu bile beceremiyoruz.
YAŞA ÇOCUK!
Hani mezarların üzerinde yurdun öbür ucundan yollanan
mektuplar var dedim. Minik öğrencilerin yetim kalan kardeşlerine çocuksu,
kirlenmemiş, en saf duygularıyla destek olmak amacıyla kaleme aldıkları duygu
yüklü kelimeler içeren mektuplar… Sizleri altıncı sınıf öğrencisi bir
evladımızın sözleriyle baş başa bırakıyorum.
“ Sevgili Somalı kardeşim;
Hiç beklenmedik bir patlama yüzünden bütün Türkiye yasta ve
bayraklar yarıda. Emin ol seni tanımasam bile çok üzülüyorum. Şimdi seni
düşünüyorum da inanamıyorum bu olaya. Belki benimle hiçbir zaman
karşılaşmayacaksın ya da beni birkaç gün sonra unutacaksın ama şunu hiç unutma,
ben ve ailem elimizden geldiği kadar size yardım edeceğiz. Okulumuz ve diğer
her Türk vatandaşının da size yardım edeceğini bilmeni istiyorum. Umudunu ve
neşeni hiç kaybetme. Senin, babanın, akrabanın bu millet için çok şey feda
ettiklerini ve çok çalıştıklarını unutma…
SİZLERİ ÇOK SEVİYORUZ
BAŞIMIZ SAĞOLSUN… “